Barla Lahikası 157. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark
("''(Hâfız Ali’nin dersini ne tarzda anladığını gösteren bir fıkrasıdır.)'' '''Muhterem Üstadım!''' Otuz Birinci Mektup’un On Dördüncü Lem’a’sının İkinci Makamını bir defa kendim okudum. Pek cüz’î istifade ile dimağımda bir lezzet hissettim. İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-i ruhanî uyandırdı ki eğer kalp ve kalemim ruhuma tercüman olabilse idiler belki bir derece siz Üstadıma minnettarane arza..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu) |
Değişiklik özeti yok |
||
18. satır: | 18. satır: | ||
'''Hâfız Ali''' | '''Hâfız Ali''' | ||
------ | |||
<center> [[Barla Lahikası 156. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 158. Mektup]] </center> | |||
------ |
10.22, 2 Kasım 2023 tarihindeki hâli
(Hâfız Ali’nin dersini ne tarzda anladığını gösteren bir fıkrasıdır.)
Muhterem Üstadım!
Otuz Birinci Mektup’un On Dördüncü Lem’a’sının İkinci Makamını bir defa kendim okudum. Pek cüz’î istifade ile dimağımda bir lezzet hissettim. İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-i ruhanî uyandırdı ki eğer kalp ve kalemim ruhuma tercüman olabilse idiler belki bir derece siz Üstadıma minnettarane arza cüret eylerdim. Heyhat ne kalbim ve ne kalemim ve ne ruhum, acz ile önüme çıktılar ve itiraf-ı kusur ediyordular.
Sevgili Hocam! Sözler unvanıyla neşr-i envar ve feth-i bab-ı rahmet eden envar-ı Kur’aniye esasen has, mahsus bir sikke-i hâtemi taşımaktadırlar. Her bir parçasından şümullü rahmet-i İlahiyeye cüz’î, küllî bir kapısı var gösteriyor ve göstermekle kapıları açık bırakıyorlar.
Bu mübarek risaleyi, Süleyman, Zeki Zekâi ve Lütfü kardeşlerimle okurken, hayalime bir büyük müzeyyen bir saray gösterildi. Asıl ve hakikatini ve vüs’atini ve müzeyyenatını temaşa için ruhen çıktım baktım ki yorgun ve nazarım kesik bir tarzda geriye döndüm. Zekâi kardeşim devam ediyordu. Tekrar o saray şeklinde mutantan, revnaktar, kıymetçe, mahiyetçe aynı ufak bir saray-ı vücud âlemimi gördüm. Ve feth-i bab edip temaşa etmek istedim. Anahtarı yoktu. Birden kardeşimin ağzından بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ işittim. Kapı açıldı.
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ ال۟اٖيمَانِ وَ هِدَايَةِ الرَّح۟مٰنِ dedim. Gördüm ki büyük sarayın müştemilatı ve tezyinatı, o küçük sarayda dercedilmiş. Âdeta çarklardan mürekkeb bir saat ve çok ipleri hâvi bir nessacdır. Dikkat ettim, o saati kuran ve işleteni ve o ipleri gûna gûna boyayıp dokuyanı, gündüzü gündüz eden güneş olduğu gibi pek parlak bir surette izah buyrulunca gördüm. Tekrar “Elhamdülillah” dedim ve şu âlem-i kübranın fihristesini ve numunesini elime alınca artık pervasız seyahate çıktım.
Muhterem Üstadım! Şu söz öyle bir hakikati ders veriyor ki daha insana yabancı ve bilinmesi mümkün olmayan bir şey kalmıyor. Her gördüğü munis bir arkadaş oluyor ve susuz vâdiler ve geniş sahralar ve koca küre-i arz bir bahçe hükmünde Hâlık-ı Rahîm tarafından ihzar edilmiş ve tılsımı da بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ olduğu ve tılsımı bulunmazsa ve alınmazsa o bahçede yaşamak mümkün olmadığı ve yaşasa da her tarafta yabancı olarak ve her hatvesinde istiskal edilerek, hayat değil belki camid olarak bulunacağını izah buyuruyorsunuz. Hele bizi her zaman, günde kırk defa havsalamız almayarak “âh!” ile geri dönen mi’rac-ı mü’min olan namazda اِيَّاكَ نَع۟بُدُ وَاِيَّاكَ نَس۟تَعٖينُ sırrı öyle bir düğme olarak gösteriliyor ki her mü’min kendi vücud âleminde bir elektrik fabrikası görüyor ve düğmesini açınca bütün dünyayı ziya ile gösteriyor.
Sevgili Üstadım! Cenab-ı Hak bu kıymetli eserleri kıyamete kadar mü’min kullarına yetiştirsin, duasıyla hatm-i kelâm eylerim Efendim.
Kusurlu Talebeniz
Hâfız Ali