Barla Lahikası 176. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark
("(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır.) '''Pek sevgili ve muhterem Üstadım!''' Hazret-i Şeyh-i Geylanî kuddise sırruhu’l-âlînin keramet-i acibe-i gaybiyesini aldım. Hayretimden düşünmeye başladım. Aradan çok geçmeden hizmet ettiğim Nur elektrik fabrikasından bir düğme çevrildi. Bir mumluk bir ziya geldi. Bir şeyler görmeye başladım. Aynıyla yazıyorum. Kusur ve noksan, bîçare Ali’nindir. Evet Üstadım, nasıl ki Fahr-i Âlem..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu) |
Değişiklik özeti yok |
||
26. satır: | 26. satır: | ||
'''Ali''' | '''Ali''' | ||
------ | |||
<center> [[Barla Lahikası 175. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 177. Mektup]] </center> | |||
------ |
10.27, 2 Kasım 2023 tarihindeki hâli
(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır.)
Pek sevgili ve muhterem Üstadım!
Hazret-i Şeyh-i Geylanî kuddise sırruhu’l-âlînin keramet-i acibe-i gaybiyesini aldım. Hayretimden düşünmeye başladım. Aradan çok geçmeden hizmet ettiğim Nur elektrik fabrikasından bir düğme çevrildi. Bir mumluk bir ziya geldi. Bir şeyler görmeye başladım. Aynıyla yazıyorum. Kusur ve noksan, bîçare Ali’nindir.
Evet Üstadım, nasıl ki Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri şecere-i kâinatın hayattar çekirdeği, enbiya ve mürselîn o şecere-i mübareğin dalları olup dalın iptidasından müntehasına kadar kat’î bir alâka ile daimî birbirlerini götürüyorlar.
Bu sır için Hazret-i Âdem Safiyyullah kokladığı ve hissettiği Nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hakkında demiş: “Yâ Rab, benim alnımda bir çığırtı var, nedir?” Cenab-ı Kibriya Hazretleri buyurmuş: “Nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın tesbihidir.” Aynen kü-
tüb-ü sâbıkada da vesile-i dünya olan Şah-ı Levlâk’i evsafıyla, ashabıyla haber vermeleri gösteriyor ki ulûm-u evvelîn ve âhirîni câmi’ bir kitap ile ba’s olunacak, kâinatın ruhu hükmünde ve bütün kâinatın güzellikleri kendi fıtratında tecemmu edip tekemmülle tulûu, fecirden sonra şemsin tulûu gibi bekleniyordu.
İşte bu kitab-ı kâinatın vâzıh bir fihriste-i mukaddesesi olan Furkan-ı Mübin arş-ı a’zamdan ve her ismin a’zamî mertebesinden nüzul ile kökü arş-ı a’zamda, gövdesi Fahr-i Âlem’in sallallahu aleyhi vesellem sadrına ve dalları bütün zemini ihata eden kitab-ı kâinatın her sahifesinde ve her cüzünde lafzullah ve lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ve lafz-ı Kur’an’ın bütün birbiriyle alâkadarane işaret edip birbirini göstererek, birbirinin hükümlerini tasdik ettikleri misillü, Hazret-i Şeyh (ks) sırrına mazhar olduğu esma ve cilvesine mazhar olduğu Levh-i Mahfuz ve lütfuna mazhar olduğu Cenab-ı Hâlık’ın bildirmesiyle, sekiz asır sonra kendisiyle tevafuk eden bir hâdim-i Kur’an’ı görüp ve tasdik etmekle haber vermesi, hak ve ayn-ı hakikattir.
Evet, Hazret-i Şeyh hâdim olduğu o hizmet-i kudsiye-i Kur’aniye hürmetine zamanın padişahlarını titretmiş, nur-u Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem omuzunda tecelli etmesiyle, o nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın ziyasıyla hareket eden bütün evliya Hazret-i Şeyh’e boyun eğmeleri, gerek müslim ve gayr-ı müslim ve her bir meşrep ehli Hazret-i Şeyh’i tenkide cüret etmemeleri gösteriyor ki cadde-i Muhammediye sallallahu aleyhi vesellemde bataklık ve nur-u Muhammedî aleyhissalâtü vesselâmda zıll olmadığını aynelyakîn derecesinde ispat ediyordu.
Öyle de on dördüncü asrın hâdim-i Kur’an’ı da dokuz yaşından altmış (seksen altı) yaşına kadar bilâ-istisna doğrudan doğruya Kur’an namına hizmet ve hareketi ve zamanın padişahından en canavar reislerine baş eğmediği, hattâ terakkiyat-ı fenniye ve zihniyede birinciliği ihraz eden Avrupa devletlerini iskât eden, zemzeme-i Kur’aniyenin şifahanesinden nebean ederek, onların semlerine karşı tiryakları şişe değil, mâ-i cari nehirlerle i’lâ-yı kelimetullah eden ve onların kalelerini zîr ü zeber eden, emsali görülmemiş on dördüncü asra mahsus envar-ı Kur’aniyeden Risale-i Nur ile cihanın cihat-ı sittesini ve semanın yüzünü aydınlatan ve yaralı olup ölmeyen ehl-i imanın yaralarını tedavi ve seksen yaşında ihtiyarlarını şâbb-ı emred ve gençlerini masum bir hale Hazret-i Eyyübvari hayat bahşına vesile olan hâdim-i Kur’anînin ve Nur risalelerini, değil Hazret-i Şeyh (ks) altıncı asırdan on dördüncü asırda görmesi, Kütüb-ü Sâbıkada remzen ve Hazret-i Kur’an’da sarahaten göstermeleri, o kitab-ı mübareğin şe’nindendir, diyebileceğim.
İnşâallah vazifenin makbuliyetine işarettir ki vazifenin ehemmiyetine binaen Cenab-ı Hak onu çok zaman evvel göstererek, mebus-u âlem güzide-i benî-Âdem Efendimizden, Hulefa-i Raşidîn’den radıyallahu anhüm, aktab-ı evliyadan öyle bir manevî kuvvet teraküm etmiş oluyor ki değil bu zamanın kör ve sağırları, dünyanın en azgın firavun ve nemrutları da olsa yine korkacakları ve ağız açamayacakları bedihîdir.
Dilerim Cenab-ı Hak’tan envar-ı Kur’aniyenin لَۤا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ bayrağı altında toplanan ehl-i imanın ellerine yetişmesiyle, ilâ yevmi’l-kıyam o envarın tevessüüne ve neşrine hayatını feda eden ve edecek erbabının teksirini ihsan buyursun, âmin âmin bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn.
Sevgili Üstadım! Yarım başımın tercüman olduğu şu arîzama, yarım nazarla bakıp aff-ı kusur buyurmanızı diler, el ve eteklerinizden öper, bize ve bütün âleme vesile-i hayat olan Üstadım, Cenab-ı Hak sizden ebediyen razı olsun, duasını gece ve gündüz niyaz eylerim.
Mücrim talebeniz
Ali