On Yedinci Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("==Second Point:==" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    ("One time when a man was in prison they sent one of his lovable children to him. The unhappy prisoner suffered both his own sorrows, and since he could not make the child happy, he also suffered at his pain. Then the compassionate judge sent someone to him with a message which said: “For sure the child is yours, but he is my subject and one of my people. I shall take him to a fine palace and look after him there.” The man wept in anguish. He said:..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    24. satır: 24. satır:
    ==Second Point:==
    ==Second Point:==


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    One time when a man was in prison they sent one of his lovable  children to him. The unhappy prisoner suffered both his own sorrows, and since he could  not make the child happy, he also suffered at his pain. Then  the compassionate judge sent someone to him with a message which said: “For sure the child is yours, but he is my subject and one of my people. I shall take him to a fine palace and look after him there.” The man wept in anguish. He said: “I won’t give you  my  child, he  is  my one comfort! His  friends  said  to  him: “Your  grief is meaningless. If it is the child you pity, he will go to a spacious, happy palace in place of this dirty, distressing dungeon. If you are sorry for yourself and seeking your own interests, you will suffer much distress and pain at the child’s difficulties if he remains here, in addition to the single dubious, temporary benefit you receive. If he goes there, it will be of manifold advantage for you, for he will attract the king’s mercy and will be an intercessor for you. The king will want you to see him, and he is sure not to send him to the prison, so he will release you, summon you to the palace, and allow you to meet with the child there. But on condition you have confidence in the king and you obey him!”
    Bir zaman bir zat, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçare mahpus hem kendi elemini çekiyor hem veledinin istirahatini temin edemediği için onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki: “Şu çocuk çendan senin evladındır fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim.” O adam ağlar, sızlar “Benim medar-ı tesellim olan evladımı vermeyeceğim.der. Ona arkadaşları der ki: “Senin teessüratın manasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan çocuk şu mülevves, ufunetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa muvakkaten şüpheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse sana bin menfaati var. Çünkü padişahın merhametini celbe sebep olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki padişaha emniyetin ve itaatin varsa…”
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">

    09.12, 17 Ekim 2024 tarihindeki hâli

    [The Addendum to the Twenty-Fifth Flash]

    A Letter of Condolence On the Death of a Child

    And in His Name, be He glorified!

    And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)

    My Dear Brother of the hereafter, Hafız Halid Efendi!

    In the Name of God, the Merciful, the Compassionate. And give good news to the patient, * Those who when afflicted with calamity say: To God do we belong and to Him is our return.(2:155-6)

    My brother, your child’s death saddened me, but, “the command is God’s,”(40:12) being resigned to the divine decree and submitting to divine determining are marks of Islam. May Almighty God grant you all patience, and may He make the deceased a helper and intercessor for you in the hereafter. I shall explain five points which are truly good news and offer real consolation for you, and for pious believers like you:

    First Point:

    The meaning of the phrase, “immortal youths”(56:17; 76:19) in the All-Wise Qur’an is this: with this phrase, the verse indicates and gives the good news that the children of believers who die before reaching maturity will remain perpetually as eternal, lovable children in a form worthy of Paradise; that they will be an everlasting source of happiness in the embrace of their fathers and mothers who go to Paradise; and will ensure that their parents receive the sweetest of pleasures, the loving and carressing of children; and that all pleasurable things will be found in Paradise; that those who say that since Paradise is not the place for reproduction there will be no loving and carressing of children, are not correct;and that gaining millions of years of pure, painfree loving and caressing of eternal children instead of a brief ten years or so of loving them mixed with the sorrows of this world, is a source of great happiness for believers.

    Second Point:

    One time when a man was in prison they sent one of his lovable children to him. The unhappy prisoner suffered both his own sorrows, and since he could not make the child happy, he also suffered at his pain. Then the compassionate judge sent someone to him with a message which said: “For sure the child is yours, but he is my subject and one of my people. I shall take him to a fine palace and look after him there.” The man wept in anguish. He said: “I won’t give you my child, he is my one comfort!” His friends said to him: “Your grief is meaningless. If it is the child you pity, he will go to a spacious, happy palace in place of this dirty, distressing dungeon. If you are sorry for yourself and seeking your own interests, you will suffer much distress and pain at the child’s difficulties if he remains here, in addition to the single dubious, temporary benefit you receive. If he goes there, it will be of manifold advantage for you, for he will attract the king’s mercy and will be an intercessor for you. The king will want you to see him, and he is sure not to send him to the prison, so he will release you, summon you to the palace, and allow you to meet with the child there. But on condition you have confidence in the king and you obey him!”

    İşte şu temsil gibi aziz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evladı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli: Şu veled masumdur, onun Hâlık’ı dahi Rahîm ve Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp cennetü’l-firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı kim bilir ne şekle girerdi? Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum.

    Çünkü dünyada kalsaydı on senelik, muvakkat, elemle karışık bir evlat muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî cennette on milyon sene bana evlat muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçi hükmüne geçer. Elbette ve elbette meşkuk, muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan; elîm teessürat göstermez, meyusane feryat etmez.

    ÜÇÜNCÜ NOKTA

    Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm’in mahluku, memlûkü, abdi ve bütün heyetiyle onun masnûu ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki muvakkaten ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden dokuz yüz doksan dokuz hisse sahibi olan o Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse surî bir hisse ile hakiki bin hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda meyusane hüzün ve feryat etmek ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıyor.

    DÖRDÜNCÜ NOKTA

    Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı elîmane teessürat ve meyusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir, vefat eden çocuk nereye gitmişse siz de biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta hem cennette görüşülecektir. اَل۟حُك۟مُ لِلّٰهِ demeli. O verdi, o aldı. اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ sabır ile şükretmeli.

    BEŞİNCİ NOKTA

    Rahmet-i İlahiyenin en latîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksir-i nuranidir. Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenab-ı Hakk’a vusule vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkülatla aşk-ı hakikiye inkılab eder, Cenab-ı Hakk’ı bulur. Öyle de şefkat –fakat müşkülatsız– daha kısa, daha safi bir tarzda kalbi Cenab-ı Hakk’a rabteder.

    Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise hakiki ehl-i iman ise dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakiki’yi bulur. Der ki: “Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe.” Veledi nereye gitmişse oraya karşı bir alâka peyda eder, büyük manevî bir hal kazanır.

    Ehl-i gaflet ve dalalet, şu beş hakikatteki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hali ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki bir ihtiyar hanım, gayet sevdiği sevimli tek bir çocuğunu sekeratta görüp –dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce gaflet veya dalalet neticesinde; mevti, adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden– yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp gaflet veya dalalet cihetiyle, Erhamü’r-Râhimîn’in cennet-i rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden ne kadar meyusane bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.

    Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü’mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîm’i, onu bu fâni dünyadan çıkarıp cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi hem ebedî bir evlat yapacak. Müfarakat muvakkattır, merak etme اَل۟حُك۟مُ لِلّٰهِ ۝ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَي۟هِ رَاجِعُونَ de, sabret.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî