77.975
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
1.413. satır: | 1.413. satır: | ||
Bediüzzaman’ın 1918 tarihinde Rusya esaretinden avdet edip Almanya’ya uğradığı zaman Almanlar tarafından alınmış fotoğrafı | Bediüzzaman’ın 1918 tarihinde Rusya esaretinden avdet edip Almanya’ya uğradığı zaman Almanlar tarafından alınmış fotoğrafı | ||
Harb-i Umumî’de gönüllü alay kumandanı olan Bediüzzaman Said Nursî, bu esaret hayatını bir eserinde (Hâşiye) | Harb-i Umumî’de gönüllü alay kumandanı olan Bediüzzaman Said Nursî, bu esaret hayatını bir eserinde '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Bu esaretten hayli zaman geçtikten sonra, Barla’ya bir esir gibi gönderilen Üstad, eski macera-yı hayatından bir kısmını da “Yirmi Altıncı Lem’a’nın On Üçüncü Ricası” olarak kaleme almıştır. Merak edenler o risaleye müracaat edebilirler.</ref>''')''' şöyle anlatıyor: | ||
Yirmi Altıncı Lem’a’nın | == Yirmi Altıncı Lem’a’nın == | ||
== Dokuzuncu Rica’sından Bir Kısım == | |||
Harb-i Umumî’de esaretle, Rusya’nın şark-ı şimalîsinde, çok uzak olan Kosturma vilayetinde bulunuyordum. Orada Tatarların küçük bir camii, meşhur Volga Nehri’nin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim, dışarıda izinsiz gezemiyordum. Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehri’nin kenarındaki küçük camiye aldılar. Ben yalnız olarak camide yatıyordum. Bahara yakın, o şimal kıtasının pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. | Harb-i Umumî’de esaretle, Rusya’nın şark-ı şimalîsinde, çok uzak olan Kosturma vilayetinde bulunuyordum. Orada Tatarların küçük bir camii, meşhur Volga Nehri’nin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim, dışarıda izinsiz gezemiyordum. Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehri’nin kenarındaki küçük camiye aldılar. Ben yalnız olarak camide yatıyordum. Bahara yakın, o şimal kıtasının pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. | ||
1.469. satır: | 1.468. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
Esaretten avdetinden sonraki İstanbul | '''Esaretten avdetinden sonraki İstanbul''' | ||
'''hayatına dair kaleme aldığı bir parçadır:''' | |||
== Yirmi Altıncı Lem’a’dan == | |||
== Onuncu Rica == | |||
Bir zaman esaretten geldikten sonra, İstanbul’da bir iki sene yine gaflet galebe etti. Siyaset havası, nazarımı nefsimden kaldırıp âfaka dağıtmış iken, bir gün İstanbul’un Eyyüb Sultan kabristanının dereye bakan yüksek bir yerinde oturuyordum. İstanbul etrafındaki âfaka baktım. Birden, bakıyorum benim hususi dünyam vefat ediyor, bazı cihette ruh çekiliyor gibi bir halet-i hayaliye bana geldi. Dedim: “Acaba bu kabristanın mezar taşlarındaki yazılar mıdır ki bana böyle hayal veriyor?” diye nazarımı çektim. Uzağa değil, o kabristana baktım, kalbime ihtar edildi ki: “Bu senin etrafındaki kabristanın yüz İstanbul içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın, sen de gideceksin.” | Bir zaman esaretten geldikten sonra, İstanbul’da bir iki sene yine gaflet galebe etti. Siyaset havası, nazarımı nefsimden kaldırıp âfaka dağıtmış iken, bir gün İstanbul’un Eyyüb Sultan kabristanının dereye bakan yüksek bir yerinde oturuyordum. İstanbul etrafındaki âfaka baktım. Birden, bakıyorum benim hususi dünyam vefat ediyor, bazı cihette ruh çekiliyor gibi bir halet-i hayaliye bana geldi. Dedim: “Acaba bu kabristanın mezar taşlarındaki yazılar mıdır ki bana böyle hayal veriyor?” diye nazarımı çektim. Uzağa değil, o kabristana baktım, kalbime ihtar edildi ki: “Bu senin etrafındaki kabristanın yüz İstanbul içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın, sen de gideceksin.” | ||
1.489. satır: | 1.487. satır: | ||
Aynen öyle de senin küçüklüğünden bu yaşına kadar, sevdiklerinden yüzde doksan dokuzu sana dehşet veren kabristana göçmüşler. Bu dünyada kalan bir iki dostun var, onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatın firak değil, visaldir; o ahbaplara kavuşmaktır. Onlar yani o ervah-ı bâkiye, eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp bir kısmı yıldızlarda, bir kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar diye ihtar edildi. | Aynen öyle de senin küçüklüğünden bu yaşına kadar, sevdiklerinden yüzde doksan dokuzu sana dehşet veren kabristana göçmüşler. Bu dünyada kalan bir iki dostun var, onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatın firak değil, visaldir; o ahbaplara kavuşmaktır. Onlar yani o ervah-ı bâkiye, eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp bir kısmı yıldızlarda, bir kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar diye ihtar edildi. | ||
Evet, bu hakikati Kur’an ve iman o derece kat’î bir surette ispat etmiştir ki bütün bütün kalpsiz, ruhsuz olmazsa veyahut dalalet kalbini boğmamış ise görüyor gibi inanmak gerektir. Çünkü bu dünyayı hadsiz enva-ı lütuf ve ihsanatıyla böyle tezyin edip mükrimane ve şefikane rububiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz’î şeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni’-i Kerîm ve Rahîm; masnuatı içinde en mükemmel ve en câmi’, en ehemmiyetli ve en çok sevdiği masnuu olan insanı, elbette ve bilbedahe sureten göründüğü gibi böyle merhametsiz, âkıbetsiz idam etmez, mahvetmez, zayi etmez. Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi başka bir hayatta sümbül vermek için Hâlık-ı Rahîm o sevdiği masnuunu bir rahmet kapısı olan toprak altına muvakkaten atar. (Hâşiye) | Evet, bu hakikati Kur’an ve iman o derece kat’î bir surette ispat etmiştir ki bütün bütün kalpsiz, ruhsuz olmazsa veyahut dalalet kalbini boğmamış ise görüyor gibi inanmak gerektir. Çünkü bu dünyayı hadsiz enva-ı lütuf ve ihsanatıyla böyle tezyin edip mükrimane ve şefikane rububiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz’î şeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni’-i Kerîm ve Rahîm; masnuatı içinde en mükemmel ve en câmi’, en ehemmiyetli ve en çok sevdiği masnuu olan insanı, elbette ve bilbedahe sureten göründüğü gibi böyle merhametsiz, âkıbetsiz idam etmez, mahvetmez, zayi etmez. Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi başka bir hayatta sümbül vermek için Hâlık-ı Rahîm o sevdiği masnuunu bir rahmet kapısı olan toprak altına muvakkaten atar. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Bu hakikat, iki kere iki dört eder derecesinde sair risalelerde hususan Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde ispat edilmiştir.</ref>''')''' | ||
İşte bu ihtar-ı Kur’anîyi aldıktan sonra o kabristan, İstanbul’dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı A’zam (ks) Fütuhu’l-Gayb’ıyla, bana bir üstad ve tabip ve mürşid olduğu gibi İmam-ı Rabbanî de (ks) Mektubat’ıyla, bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum. Allah’a şükrettim. | İşte bu ihtar-ı Kur’anîyi aldıktan sonra o kabristan, İstanbul’dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı A’zam (ks) Fütuhu’l-Gayb’ıyla, bana bir üstad ve tabip ve mürşid olduğu gibi İmam-ı Rabbanî de (ks) Mektubat’ıyla, bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum. Allah’a şükrettim. | ||
1.495. satır: | 1.493. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
On Birinci Rica | == On Birinci Rica == | ||
Esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca Tepesi’nde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman (r. aleyh) ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mesudane bir hayat sayılabilirdi. Çünkü esaretten kurtulmuştum, Dârülhikmette meslek-i ilmiyeme münasip en âlî bir tarzda neşr-i ilme muvaffakiyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul’un en güzel yeri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem her şeyim mükemmeldi. Merhum biraderzadem Abdurrahman gibi gayet zeki, fedakâr hem talebe hem hizmetkâr hem kâtip hem evlad-ı maneviyem beraberdi. Dünyada herkesten ziyade kendimi mesud bilirken âyineye baktım; saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm. Birden esarette, Kosturma’daki camideki intibah-ı ruhî yine başladı. Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbabı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse baktım ki çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. | Esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca Tepesi’nde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman (r. aleyh) ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mesudane bir hayat sayılabilirdi. Çünkü esaretten kurtulmuştum, Dârülhikmette meslek-i ilmiyeme münasip en âlî bir tarzda neşr-i ilme muvaffakiyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul’un en güzel yeri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem her şeyim mükemmeldi. Merhum biraderzadem Abdurrahman gibi gayet zeki, fedakâr hem talebe hem hizmetkâr hem kâtip hem evlad-ı maneviyem beraberdi. Dünyada herkesten ziyade kendimi mesud bilirken âyineye baktım; saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm. Birden esarette, Kosturma’daki camideki intibah-ı ruhî yine başladı. Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbabı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse baktım ki çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. | ||
1.531. satır: | 1.528. satır: | ||
اِنَّ الَّذٖينَ تَد۟عُونَ مِن۟ دُونِ اللّٰهِ لَن۟ يَخ۟لُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اج۟تَمَعُوا لَهُ | اِنَّ الَّذٖينَ تَد۟عُونَ مِن۟ دُونِ اللّٰهِ لَن۟ يَخ۟لُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اج۟تَمَعُوا لَهُ | ||
bu âyet-i azîmenin sırrıyla (Hâşiye) | bu âyet-i azîmenin sırrıyla '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Allah’tan başka bütün çağırdığınız ve ibadet ettiğiniz şeyler toplansalar bir sineği halk edemezler.</ref>''')''' bütün esbab-ı maddiye toplansa onların ihtiyarları da olsa bir tek sineğin vücudunu ve o vücudun cihazatını mizan-ı mahsusla toplayamazlar. Toplasalar da o vücudun miktar-ı muayyenesinde durduramazlar. Durdursalar da daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerratı, muntazaman çalıştıramazlar. Öyle ise bilbedahe esbab, bu eşyaya sahip çıkamazlar. Demek sahib-i hakikileri başkadır. | ||
Evet, öyle bir sahib-i hakikileri var ki | Evet, öyle bir sahib-i hakikileri var ki | ||
1.543. satır: | 1.540. satır: | ||
Bu hakikati çok risalelerde ispat ettiğimiz gibi nasıl ki bir nefer, askerlik vesikasıyla padişaha intisap noktasında yüz bin defa kendi kuvvetinden fazla, bir şahı esir etmek gibi eserlere mazhar olur. Öyle de her şey, o kudret-i ezeliyeye intisabıyla, yüz bin defa esbab-ı tabiiyenin fevkinde mu’cizat-ı sanata mazhar olabilir. | Bu hakikati çok risalelerde ispat ettiğimiz gibi nasıl ki bir nefer, askerlik vesikasıyla padişaha intisap noktasında yüz bin defa kendi kuvvetinden fazla, bir şahı esir etmek gibi eserlere mazhar olur. Öyle de her şey, o kudret-i ezeliyeye intisabıyla, yüz bin defa esbab-ı tabiiyenin fevkinde mu’cizat-ı sanata mazhar olabilir. | ||
Elhasıl: Her şeyin nihayet derecede hem sanatlı hem suhuletli vücudu gösteriyor ki muhit bir ilim sahibi olan bir Kadîr-i Ezelî’nin eseridir. Yoksa yüz bin muhal içinde, değil vücuda gelmek, belki imkân dairesinden çıkıp imtina dairesine girecek ve mümkün suretinden çıkıp mümteni mahiyetine girecek ve hiçbir şey vücuda gelmeyecek belki de vücuda gelmesi muhal olacaktır. | '''Elhasıl:''' Her şeyin nihayet derecede hem sanatlı hem suhuletli vücudu gösteriyor ki muhit bir ilim sahibi olan bir Kadîr-i Ezelî’nin eseridir. Yoksa yüz bin muhal içinde, değil vücuda gelmek, belki imkân dairesinden çıkıp imtina dairesine girecek ve mümkün suretinden çıkıp mümteni mahiyetine girecek ve hiçbir şey vücuda gelmeyecek belki de vücuda gelmesi muhal olacaktır. | ||
İşte bu gayet ince ve gayet kuvvetli ve gayet derin ve gayet zâhir bir bürhan ile şeytanın muvakkat bir şakirdi ve ehl-i dalaletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu. Ve lillahi’l-hamd, tam imana geldi. Ve dedi ki: | İşte bu gayet ince ve gayet kuvvetli ve gayet derin ve gayet zâhir bir bürhan ile şeytanın muvakkat bir şakirdi ve ehl-i dalaletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu. Ve lillahi’l-hamd, tam imana geldi. Ve dedi ki: | ||
1.557. satır: | 1.554. satır: | ||
Bediüzzaman Hazretleri Rusya esaretinden avdet edip Almanya’ya uğradığı zaman Almanlar tarafından 1918 tarihinde alınmış fotoğrafı | Bediüzzaman Hazretleri Rusya esaretinden avdet edip Almanya’ya uğradığı zaman Almanlar tarafından 1918 tarihinde alınmış fotoğrafı | ||
İstanbul’da Dârülhikmette bulunduğu zaman, Sünuhat Risalesi’nde yazdığı gayet acib bir vakıa-i ruhaniye: | '''İstanbul’da Dârülhikmette bulunduğu zaman, Sünuhat Risalesi’nde yazdığı gayet acib bir vakıa-i ruhaniye:''' | ||
== Rüyada Bir Hitabe == | |||
1335 senesi Eylül’ünde, dehrin hâdisatının verdiği yeis ile şiddetle muzdarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki: | 1335 senesi Eylül’ünde, dehrin hâdisatının verdiği yeis ile şiddetle muzdarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki: | ||
1.579. satır: | 1.575. satır: | ||
Dedim: Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi ecîr olmak da istemez. Galip olsa idik hasmımız, düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedidane kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimane hem tabiat-ı âlem-i İslâm’a münafî hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik âlem-i İslâm’ı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürecek idik. Şu medeniyet-i habîse ki biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden; maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, manen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecek idik. | Dedim: Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi ecîr olmak da istemez. Galip olsa idik hasmımız, düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedidane kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimane hem tabiat-ı âlem-i İslâm’a münafî hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik âlem-i İslâm’ı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürecek idik. Şu medeniyet-i habîse ki biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden; maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, manen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecek idik. | ||
Meclisten biri dedi: Neden şeriat şu medeniyeti (*) | Meclisten biri dedi: Neden şeriat şu medeniyeti '''(*'''<ref>'''(*):''' Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyet’in kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.</ref>''')''' reddeder? | ||
Dedim: Çünkü beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise şe’ni, tecavüzdür. Hedef-i kasdı, menfaattir. O ise şe’ni, tezahümdür. Hayatta düsturu cidaldir. O ise şe’ni, tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe’ni, böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebep olmaktır. Bu medenilerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. | Dedim: Çünkü beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise şe’ni, tecavüzdür. Hedef-i kasdı, menfaattir. O ise şe’ni, tezahümdür. Hayatta düsturu cidaldir. O ise şe’ni, tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe’ni, böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebep olmaktır. Bu medenilerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. | ||
1.599. satır: | 1.595. satır: | ||
Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, bâki kalmalı. | Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, bâki kalmalı. | ||
Birden meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır! | Birden meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: '''Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!''' | ||
Tekrar biri sordu: Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdiniz ki şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir? | Tekrar biri sordu: Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdiniz ki şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir? | ||
1.629. satır: | 1.625. satır: | ||
— Hakikat usandırmaz, libası değiştirmek istemem, buyururdu. | — Hakikat usandırmaz, libası değiştirmek istemem, buyururdu. | ||
Yukarıda bir nebze zikredilmişti ki Bediüzzaman hakaik-i Kur’aniyeye (Hâşiye) | Yukarıda bir nebze zikredilmişti ki Bediüzzaman hakaik-i Kur’aniyeye '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin İstanbul’da ve bir kısmını bilâhare Ankara’da tab ile neşrettiği o zamanki eserleri, kırk sene sonra “Arabî Mesnevî-i Nuriye” ismiyle bir arada bir mecmua halinde neşredildi. İşte bu Mesnevî-i Nuriye’nin mukaddimesinde bu eserler hakkında diyor: | ||
Kırk elli sene evvel Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için hakikatü’l-hakaike karşı ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarîkat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü aklı, fikri hikmet-i felsefe ile bir derece yaralı idi; tedavi lâzımdı. Sonra hem kalben hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların her birinin ayrı cazibedar bir hâssası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbanî de ona gaybî bir tarzda “Tevhid-i kıble et!” demiş; yani “Yalnız bir üstadın arkasından git!” O çok yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki: | |||
“Üstad-ı hakiki Kur’an’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur.” diye yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi hem ruhu gayet garib bir tarzda sülûka başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu manevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazalî, Mevlana Celaleddin ve İmam-ı Rabbanî gibi kalp, ruh ve akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrakın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. | |||
Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki Kur’an’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş. Hattâ | |||
ٌوَفِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ | |||
hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said’in Risale-i Nur’uyla göstermiş. Mevlana Celaleddin, İmam-ı Rabbanî ve İmam-ı Gazalî gibi akıl ve kalp ittifakıyla gittiği için her şeyden evvel kalp ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsinin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp felillahi’l-hamd Eski Said Yeni Said’e inkılab etmiş. | |||
Aslı Farisî sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şule, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar vesaire dersleri ve Türkçe de Nokta ve Lemaat’ı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tabetmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde fakat dâhilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalalette giden ehl-i felsefeye karşı Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti. | |||
… | |||
O fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dâhilî cihetinde çalışmış; kalp ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur hem enfüsî hem ekser cihetinde turuk-u cehriye gibi âfakî ve hariç daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Âdeta Musa aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş, su çıkarmış… | |||
Hem Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip Kur’an’ın bir i’caz-ı manevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’an’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlup olmayıp galebe etmiş.</ref>''')''' ait on iki telifatını tabettirmişti. Bu eserlerden üç dördü Türkçe olup mütebâkisi Arabîdirler. Bu zamana kadar hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarz-ı beyan ve ifade ile hakikatleri ispat ediyorlar. | |||
Dârülhikmette bulunduğu zamanlarda geçirdiği bir inkılab-ı ruhîyi, bilâhare neşrettiği bir eserinde şöyle beyan ediyor: | Dârülhikmette bulunduğu zamanlarda geçirdiği bir inkılab-ı ruhîyi, bilâhare neşrettiği bir eserinde şöyle beyan ediyor: |
düzenleme