LA SÉPTIMA PALABRA

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    16.40, 16 Kasım 2023 tarihinde Ferhat (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 22039 numaralı sürüm ("Una pregunta: ¿Y qué es eso que tienes en la mano?" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)

    LA SÉPTIMA PALABRA

    آمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ بِالْيَوْمِ اْلآخِرِ {Creen en Allah y el Último Día…En verdad la promesa de Allah es verdadera, que no os seduzca la vida de este mundo y que no os seduzca con respecto a Allah el Seductor.} Si quieres comprender que la fe en Allah y la fe en el Último Día, que abren el talismán de este universo cerrado, son dos talismanes valiosos de difícil solución que abren la puerta de la felicidad al espíritu humano; y que el confiarse y refugiarse en su Creador unidos a la paciencia y el ruego y la súplica a su Proveedor unidos al agradecimiento, son dos curas útiles que se asemejan a un antídoto; y que escuchar el Corán y someterse a su juicio, así como cumplir con la oración y abandonar las faltas graves es una provisión para la Otra Vida, una luz para la tumba y un billete importante, valioso y luminoso en el viaje de la eternidad…Mira y presta atención a esta historia a modo de parábola:

    En una ocasión un soldado cayó en un estado terrible en el campo de batalla y siendo puesto a prueba y en el círculo de la ganancia y la pérdida.

    Y ello fue porque fue herido en ambos lados, derecho e izquierdo, con dos heridas terribles y profundas y detrás de él había un león descomunal como esperando acabar con él y ante sus ojos se erigía una horca de la que colgaban todas sus cosas amadas y acababa con ellas además de esperarlo a él; y además del estado en el que estaba tenía ante sí un largo viaje pues había sido desterrado. Y mientras este pobre infeliz estaba reflexionando, desesperado en medio de esta perplejidad, apareció por su lado derecho una persona luminosa y recta como al-Jiḍr y le dijo:

    No desesperes pues yo te voy a dar dos talismanes y te los voy a enseñar; y si los usas bien ese león se convertirá en un caballo manso para ti y esa horca se convertirá en un buen columpio para ti, para tu regocijo y recreo, y te daré dos medicamentos que si los usas bien esas dos heridas putrefactas se convertirán en dos rosas buenas y perfumadas de la flor sutil llamada la rosa de Muhammad, y te daré un billete con el que recorrerás el camino de un año en un solo día y será como si volaras. Y si no lo crees experiméntalo un poco hasta que entiendas que digo la verdad. Y lo experimentó un poco de verdad y confirmó que decía la verdad.

    En efecto: Yo, es decir: Este pobre Sa’id, confirmo esto también pues lo he experimentado en parte y he visto que era muy cierto.

    Y después de eso vio inesperadamente por el lado izquierdo a un hombre taimado y embaucador como el Shaiṭán que llevaba muchos adornos lujosos, imágenes atractivas y embriagantes tentadores y que se detuvo frente a él y lo llamó diciéndole:

    ¡Oh camarada! Ven, ven, bebamos vino y disfrutemos, veamos estas imágenes de hermosas chicas, escuchemos estas buenas canciones y comamos estos deliciosos alimentos…

    Una pregunta: ¿Qué es lo que recitas en voz baja?

    ? La respuesta: Un talismán.

    Deja ese asunto que no se entiende y no cambiemos nuestro disfrute presente.

    Una pregunta: ¿Y qué es eso que tienes en la mano?

    C- Bir ilaç.

    — At şunu. Sağlamsın. Neyin var? Alkış zamanıdır.

    S- Hâ, şu beş nişanlı kâğıt nedir?

    C- Bir bilet. Bir tayinat senedi.

    — Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım, der. Her bir desise ile onu iknaya çalışır. Hattâ o bîçare, ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım.

    Birden sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp önümdeki darağacını kaldırıp sağ ve solumdaki yaraları def’edip peşimdeki yolculuğu men’edecek bir çare sende varsa bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem! Tâ Hızır gibi bu zat-ı semavî, dediğini desin.”

    İşte ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçare asker ise sensin ve insandır. Ve o arslan ise eceldir. Ve o darağacı ise ölüm ve zeval ve firaktır ki gece gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise birisi müz’iç ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefiy ve yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.

    Ve o iki tılsım ise Cenab-ı Hakk’a iman ve âhirete imandır. Evet, şu kudsî tılsım ile ölüm; insan-ı mü’mini, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana, huzur-u Rahman’a götüren bir musahhar at ve burak suretini alır. Onun içindir ki ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler, daha ölüm gelmeden ölmek istemişler. Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile Sâni’-i Zülcelal’in taze taze, renk renk, çeşit çeşit mu’cizat-ı nakşını, havârık-ı kudretini, tecelliyat-ı rahmetini, kemal-i lezzetle seyir ve temaşaya vasıta suretini alır. Evet, güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş daha güzel manzaralar teşkil eder.

    Ve o iki ilaç ise biri sabır ile tevekküldür. Hâlık’ının kudretine istinad, hikmetine itimattır. Öyle mi? Evet, emr-i كُنْ فَيَكُونُ e mâlik bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında    اِنَّا لِلّٰهِ وَ اِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ deyip itminan-ı kalp ile Rabb-i Rahîm’ine itimat eder. Evet ârif-i billah, aczden, mehafetullahtan telezzüz eder. Evet, havfta lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: “En leziz ve en tatlı haletin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokadından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Halbuki bütün validelerin şefkatleri ancak bir lem’a-i tecelli-i rahmettir. Onun içindir ki kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip Allah’a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçi yapmışlar.

    Diğer ilaç ise şükür ve kanaat ile talep ve dua ve Rezzak-ı Rahîm’in rahmetine itimattır. Öyle mi? Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevvad-ı Kerîm’in misafirine fakr u ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki fakr u ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır. İştiha gibi fakrın tezyidine çalışır. Onun içindir ki kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama! Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip dilencilik vaziyetini almak demek değildir.

    Ve o bilet, senet ise başta namaz olarak eda-i feraiz ve terk-i kebairdir. Öyle mi? Evet, bütün ehl-i ihtisas ve müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla o uzun ve karanlıklı ebedü’l-âbâd yolunda zâd u zahîre, ışık ve burak ancak Kur’an’ın evamirini imtisal ve nevahisinden içtinab ile elde edilebilir. Yoksa fen ve felsefe, sanat ve hikmet, o yolda beş para etmez. Onların ışıkları, kabrin kapısına kadardır.

    İşte ey tembel nefsim! Beş vakit namazı kılmak, yedi kebairi terk etmek, ne kadar az ve rahat ve hafiftir. Neticesi ve meyvesi ve faydası ne kadar çok, mühim ve büyük olduğunu, aklın varsa bozulmamış ise anlarsın. Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin:

    Eğer ölümü öldürüp zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı, beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa söyle dinleyelim. Yoksa sus. Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım, hidayetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim.

    Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Hak’tan gelip Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurani hikmeti neşreden odur.

    اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُلُوبَنَا بِنُورِ الْاِيمَانِ وَالْقُرْآنِ اَللّٰهُمَّ اَغْنِنَا بِالْاِفْتِقَارِ اِلَيْكَ وَلَاتُفْقِرْنَا بِالْاِسْتِغْنَاءِ عَنْكَ تَبَرَّاْنَا اِلَيْكَ مِنْ حَوْلِنَا وَقُوَّتِنَا وَالْتَجَئْنَا اِلٰى حَوْلِكَ وَقُوَّتِكَ فَاجْعَلْنَا مِنَ الْمُتَوَكِّلِينَ عَلَيْكَ وَلَا تَكِلْنَا اِلٰى اَنْفُسِنَا وَاحْفَظْنَا بِحِفْظِكَ وَارْحَمْنَا وَارْحَمِ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَنَبِيِّكَ وَصَفِيِّكَ وَخَلِيلِكَ وَجَمَالِ مُلْكِكَ وَمَلِيكِ صُنْعِكَ وَعَيْنِ عِنَايَتِكَ وَشَمْسِ هِدَايَتِكَ وَلِسَانِ حُجَّتِكَ وَمِثَالِ رَحْمَتِكَ وَنُورِ خَلْقِكَ وَشَرَفِ مَوْجُودَاتِكَ وَسِرَاجِ وَحْدَتِكَ فِي كَثْرَةِ مَخْلُوقَاتِكَ وَكَاشِفِ طِلْسِمِ كَائِنَاتِكَ وَدَلَّالِ سَلْطَنَةِ رُبُوبِيَّتِكَ وَمُبَلِّغِ مَرْضِيَّاتِكَ وَمُعَرِّفِ كُنُوزِ اَسْمَائِكَ وَمُعَلِّمِ عِبَادِكَ وَتَرْجُمَانِ آيَاتِكَ وَمِرْآةِ جَمَالِ رُبُوبِيَّتِكَ وَمَدَارِ شُهُودِكَ وَاِشْهَادِكَ وَحَبِيبِكَ وَرَسُولِكَ الَّذِي اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَعَلٰى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَعَلٰى اِخْوَانِهِ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالْمُرْسَلِينَ وَعَلٰى مَلٰئِكَتِكَ الْمُقَرَّبِينَ وَعَلٰى عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ آمِينَ