Barla Lahikası 62. Mektup
(Bu uzun fıkra Hulusi Bey’indir.)
بِاس۟مِهٖ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ال۟مَلَكِ وَال۟اِن۟سِ وَال۟جَانِّ
Eyyühe’l-Üstadü’l-Aziz!
Yirmi Sekizinci Mektup’un Dördüncü Mesele’sini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mesele’sini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum.
Evvela: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdir-i üstadaneleriyle de müsbet tevazuları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki: Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç halimi arz edeceğim:
Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-u Hak’la Kur’an’ın hakikatine merak etmiş ve taharri-i hakikat yolunda bulunmuş, nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler unvanlı Nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvelemirde çirkâbdan selâmete, felaketten saadete, zulmetten nura çıkardığı için Nurlara ve Hazret-i Kur’an’a ve bu Nurların izn-i Hak’la nâşiri, mübelliği, vaizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyet hasıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havassımda azîm bir şevk hissediyorum.
İkincisi: Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan aldığım derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusurları, tekmil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyorum. Nurlara ve Kur’an’a hizmeti, hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’minler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu halime de şükürler olsun.
Üçüncü hal ve hakiki şahsiyetim: Bunu tarif etmeye cidden hicab duyarım. Hemen Cenab-ı Allah’tan dilerim, beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cin ve ins ve şeytanların mekirlerinden muhafaza eylesin ve dalalete sapanlardan eylemesin, âmin!
Benim kardeşlerim (Hâşiye[1]) Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zatlar şüphesiz birinci ve ikinci hali ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhassa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Hudâ ile bir kere bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlup olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhassa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir.
Hülâsa: Bana liyakatimin çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (asm) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddi temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemean eden Nurlara aittir.
Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganimet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurları alâ kadri’t-tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّٰهِ التَّو۟فٖيقُ
Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususi mektuplar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hal yerine koyarak derin manalı, şirin sohbetinizi bir kere daha şevkle dinlemiş oldum. Zaten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hal gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hal, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor.
Sâlisen: Yirmi Sekizinci Mektup’un Sekiz Meselesinden
Birincisi; bana ait rüya hakkında kıymetli bir ders vermiş.
وَجَعَل۟نَا نَو۟مَكُم۟ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zâhir olmuş rüyaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasip bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubatü’n-Nur müstemilerine ve kārilerine faydalı, zevkli, esaslı, ciddi, veciz ve beliğ bir ders daha vermiş oldunuz.
Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de gerek burada bazen zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum (Hâşiye[2]). Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki keramet-i Kur’aniyedendir.
İkinci Mesele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizbü’ş-şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeple şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilaç yetiştirmesi ve silahhane-i Kur’an’dan aldığı acib silahlarla mübareze etmesi nevinden güzel ve bedî’ üslup ile ve hârika temsilatla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun.
Üçüncü Mesele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu meseleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâm’ın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevap nevinden kaleme almışsınız. Fakat hüsn-ü zanna mesağ veriyorsunuz. Niyetle me’cur ve faidemend olacağını ihtar ediyorsunuz. Sâil buna da razı. Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf’ı zaten bu derde ilaç vermekte, bu yaraya merhem vurmakta ve bu arzuya çare bulmaktadır.
Sözler ile kuvvetü’z-zahr olduğunuz mü’minler, bataklıktan çıkardığınız mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iade-i şuur ettirdiğiniz divaneler, şu zamanda Kur’an’dan daha iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakikate müştak insanlar, ilzam ettiğiniz münafıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız şeytanları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasibi olan anladı, kalbi bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakıyatın sırrı, acz yolunun rehberi olan Kur’an’ın ve Nurların dellâlının gösterdiği hakiki acze karşı Hâlık’ın ihsanındadır.
وَلَا رَط۟بٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i celilesine istinaden her ne matlubunuz varsa Kur’an’dadır. Buna muvaffak olmak için Nurlarla alâkadar olmak, Kur’an’a hâdim olmak, Allah’a karşı haddini ve acz-i tam içinde bulunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye mütemadiyen mü’minleri bu kestirme, selâmetli ve saadetli yola çağıran Üstadımızdan Allahu Zülcelal Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün muradlarını hasıl etsin. Ümmet-i Muhammed’e bağışlasın, âmin bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn.
Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş, mâşâallah, mâşâallah. Kimin haddidir ki bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünkü edebiyat satılmıyor, Kur’an’dan nurlar gösteriliyor.
Bu fakir kardeşiniz bu Sözler’i okuduğum zaman, Üstadımı temsil eder bir hal alıyorum. Tabiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum. Bazen verdiğiniz salahiyetin manevî kuvvetiyle namınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telakki ve tesir bu mahiyettedir.
Bu mektubu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda müezzin minarede “Allahu ekber” demişti. Ben de “Allahu ekber (celle celaluhu)” ile mukabele etmiş idim. Bu hal işteki kudsiyete açık bir işaret değil mi?
Dördüncü Hususi Mesele; Eski Said lisanıyla da olsa ne kadar muvafık istimal-i silah ediyorsunuz, bârekellah. Manevî taşlarınız وَمَا رَمَي۟تَ اِذ۟ رَمَي۟تَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى âyet-i kerîmesinde işaret buyrulduğu üzere hedeflerine isabet ettiğine kaniim. Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıncı ile kessin. Böylesi hain ve zalimleri Kahhar ismine tevdi ederiz.
Hizmette füturum yok fakat manilerin hadd ü pâyanı yok. Fakat dünyayı sırtıma yükleseler her tarafımı ateşle sarsalar bu ulvi düşünceme mani olamazlar. Amma buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare nefis ve cin ve ins şeytanları müthiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, hakiki hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır.
وَ اٰخِرُ دَع۟وٰيهُم۟ اَنِ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
Hulusi