Kastamonu Lahikası 12. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    08.07, 27 Ekim 2023 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 7686 numaralı sürüm

    Kardeşlerim!

    Bugünlerde biri Risaletü’n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum:

    BİRİNCİ MESELE: Birinci Şuâ’da iki üç âyetin işaratında, Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim. Çoktan beri muntazırdım. Lillahi’l-hamd iki emare birden kalbime geldi:

    Birinci Emare: İman-ı tahkikî, ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe hem ruha hem sırra hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.

    Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.

    İkinci Yol: İman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur’anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol; Risaletü’n-Nur’un esası, mâyesi, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa Risaletü’n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.

    İkinci Emare: Risaletü’n-Nur’un sadık şakirdleri, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimi dualar oluyor ki o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

    Ezcümle: Risaletü’n-Nur’un bir hâdimi ve bir tek şakirdi, yirmi dört saatte, Risaletü’n-Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa Risaletü’n-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususi hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.

    Hem Risaletü’n-Nur’un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimi, masum lisanlarıyla dualarının yekûnü öyle bir kuvvettedir ki rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza mecmuu itibarıyla reddedilse tek bir tane onların içinde kabul olunsa yine her biri selâmet-i iman ile kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü her bir dua umuma bakar.

    İKİNCİ MESELE: Yirmi sene evvel tabedilen Sünuhat Risalesi’nde, hakikatli bir rüyada âlem-i İslâm’ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir.

    O zaman, o manevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”

    Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galip olsaydık medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik –nasıl ki yedi sene sonra edildi– ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi.

    Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra yine gecede: “Bîtaraf kalıp giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hint’i de kurtararak bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken şüpheli, dağdağalı, faydasız bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.

    Gelen cevap manevî canibden geldi. Bana denildi ki: “Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani eğer galip taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi âlem-i İslâm’a, mevâki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zâhir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.”


    Kastamonu Lahikası 11. Mektup ⇐ | Kastamonu Lahikası | ⇒ Kastamonu Lahikası 13. Mektup