Barla Lahikası 281. Mektup
(Ahmed Nazif Çelebi’nin bir fıkrasıdır. Bayram münasebetiyle, kabul edilmeyen bir hediye için yazmıştır.)
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok aziz ve çok kıymetli, müşfik ve fedakâr Üstad-ı A’zam Efendim Hazretleri!
Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatının ziynetleriyle ölçülemeyecek derecede kıymettar mektubunuzu, mübarek ramazan-ı şerifin yirmi üçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım. Cenab-ı Allah kabul buyursun, iki iftarı bir yaptım.
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى
Evvelce yazdığım uzun satırların malayani ve boşluğundan, fazla meşgul ettiğimden ve gerek bizim ve gerekse mübarek Zekeriya kardeşimizin kıymetsiz, değersiz hediyelerini mezuniyetsiz kabul ederek takdim etmek cesaretinde bulunduğumdan mütevellid, aziz Üstadımın adem-i kabul ve hoşnutsuzluğuyla tekdiratına maruz kalacağımdan korkarak intizarda iken müvezzi iki mektup verdi. İftar vakti dar olduğundan ayakta zarfı açtıktan sonra, kıymet takdir edemediğim çok şirin ve cazip olan hatt-ı fâzılaneniz, sanki “Korkma!” diye hitap ediyormuş gibi tebessüm ederek gözüme ilişince sürurumdan okuyamadım. Hemen haneme koştum, iftar ile beraber okumaya başladım.
Sevgili ve müşfik Üstadım! Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin tebşiratı hatırıma geldi. Zat-ı fâzılanelerindeki gördüğüm şefkat-i pederanenin o büyük zatın haber verdiği şefkat-i pederaneyi haiz bulunduğunuza iman ettim. Kādir-i Mutlak Hazretleri siz Üstadımızdan kat kat razı olsun ve bizleri de hizmetinizde ve hizmet-i Kur’an’da daim ve sabit eylesin ve Üstadımızın kıymetli ve kudsî işaretlerine ve kıymetli dualarına mazhar eylesin, âmin bihürmeti Seyyidi’l-mürselîn.
Şefkatli Üstadım! Hizmet-i Kur’an’da ve Risale-i Nur’un neşriyatındaki zerre-i vâhide kabîlinden olan mesainin nezd-i âlî-i üstadanelerinde hüsn-ü kabule mazhariyeti; zayıf, âciz, fakir hizmetkârınız ve iktidarsız, idraki nâkıs, ihatası dar, şuuru muhtel talebenizi ne derece sevinç ve sürura kalbettiğini tarif edemem.
Böyle manevî ve kudsî takdirata mazhar buyrulan ve bizim gibi günahkârlara, otuz senelik iştiyakla, on senelik münâcat ve niyaz mukabilinde siz Üstadımızı ihsan buyuran ve kullarının isyanlarına bakmayarak her istediklerini bilen, işiten ve beleğan mâ belağ veren ve bütün mükevvenatı yed-i kudretinde tutan ve her şeye sahip ve mâlik ve hâkim bulunan Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretlerine ne suretle hamd ve şükredeceğimi bilemiyorum.
Kıymetli Üstadım! Siz tavassut buyurunuz, değersiz hizmetimizle, pek az ve kısa olan şu dünya hayatı içinde belki bir katre mesabesindeki hamd ve şükrümüzü “Tekabbelallah” sırrına mazhar buyursun inşâallah.
Mektubat Risalesi’nin İkinci Mektup’unu daima hatırlayarak bu emirlerinize riayet etmeye çalıştığım halde bir mücbir-i gaybî bendenizi tahrik ederek İkinci Mektup’a muhalefete sevk ediyor.
Niyetim hâlis, sadakat ve merbutiyetim ciddi ve çok sağlam. Her türlü riyadan ârî ve hiçbir maddî menfaate matuf ve müstenid olmayan, Allah rızası yolunda, Kur’an namına ve Risaletü’n-Nur’a hizmet gayesine matuf ve bilhassa bizim gibi âciz, âsi ve günahkârların hidayet ve irşad ve îsaline ve ehl-i dalaleti ve ehl-i bid’ayı tarîk-i hakka davet ve hakaik-i imaniyeye hâdim bir kudsî zat, bizlere ve memleketimize “vediatullah” olarak ihsan buyrulmuş.
Kıymetli misafirimiz nasıl ki biz günahkârların manevî yardımına koşuyor ve gece ve gündüz mağfiret-i İlahiyeye ve irşadımıza çalışıyorsa bizler de bu aziz misafirimizin maddî yardımına seve seve ve iştiyakla ve ancak Allah için koşmak ve çalışmak vazifesiyle mükellef bulunduğumuzu hissediyoruz.
Hem bizlere Kur’an ve Hazret-i Peygamber (asm) emrediyor: تَعَاوَنُوا Gurabaya muavenet…
Af dilerim, kıymetli ve sevgili Üstadım. Bilirim ki hediyeleri kabul etmiyorsun. Fakat zekât ve sadaka gibi muaveneti, arkadaşlarımızın ısrarı üzerine yazmaya mecbur oldum. Hem de maddî ihtiyaçlarınıza, ikametgâh kirası, odun ve kömür gibi mübrem ihtiyaçlar için lâzım olduğunu düşünmüştüm.
Esasen, kaide-i üstadaneleri bozulmamak için arkadaşlarıma daima tavsiye ve telkinatım, hiçbir maddî menfaat düşünülmemesidir. Çünkü din dünyaya âlet olmaz. Ve din, vasıta-i cer ve maddî menfaati kat’iyen kabul edemez. Hattâ Risale-i Nur’un neşriyatında, kimsenin minnetini almamak için kıymetli Üstadımı taklit ederim.
Kıymetli ve müşfik Üstadım! Şu kadar var ki: Hizmetkârınız, üstad namına değil, kıymetli ve garib bir misafirimiz namına ve rızaen lillah maddî yardım etmek istiyoruz. Hem manevî zarar görmemeniz için kuvvet ve kudret ve azamet sahibi Cenab-ı Allah’a niyaz ve tazarru ederek dergâh-ı İlahiyesinde hüsn-ü kabule mazhar eylemesini dua ediyoruz.
Kıymetli Üstadım! Bayramda ziyaret ve arz-ı tazim makamına kaim olmak üzere, bütün arkadaşlarımızla beraber hem ramazan-ı şerifi hem Leyle-i Kadri hem mübarek İyd-i Said-i Fıtr’ı, Risaletü’n-Nur’un umum talebe ve şakirdleri ve Kur’an’ın kıymetli hizmetçileri makamında ve hükmünde kıymetli Üstadımızı tebrik ederek, Cenab-ı Hak’tan daha çok kardeş ve arkadaşlarımız ile birlikte ve siz Üstadımız başımızda olarak ramazan-ı şerifin emsal-i kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve tazarru eyleriz ve mübarek iki ellerinizden öperek dua-i hayriyenizi ve kudsî irşadlarınızı istirham eyleriz kıymetli Üstadımız.
Daimî kudsî dualarınıza muhtaç günahkâr, hizmetkâr ve talebeniz
Ahmed Nazif