İşarat
İfade:
Bundan altı sene evvel, şu zelzelenin bidayetinde, İşaratü’l-İ’caz tefsirini yazarken وَ مِمَّا رَزَق۟نَاهُم۟ يُن۟فِقُونَ beyanı sadedinde, şu risaledeki fehmimi aynen yazmıştım. Zaman, fehmimi teyid ettiğinden neşrediyorum. Zeyli, perakende hakikatlerden bir aşuredir.
بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ
وَ مِمَّا رَزَق۟نَاهُم۟ يُن۟فِقُونَ
Şu cümle-i âliyenin itnabında bir îcaz-ı i’cazî var. Çünkü يَتَصَدَّقُونَ veya يُزَكُّونَ gibi kısa bir cümleye bedel, bunu ihtiyar etmesinden, sadakanın şerait-i makbuliyetini fehme ihsas ve nikât-ı hüsnünü ihsan ediyor. Sadaka beş şart ile tam sadaka olabilir:
Birincisi: Sadakaya muhtaç olacak derecede tasaddukta israf etmemektir. Şu şarta îmaen مِمَّا daki min-i teb’iziyeyi menar etmiştir.
İkincisi: Kendi malından vermeli, yoksa Ali’den alıp Veli’ye vermemeli. Şuna işareten hasrı ifade eden مِمَّا رَزَق۟نَاهُم۟ deki takdimi ayar etmiştir.
Üçüncüsü: Minnet etmemektir. Buna remzen رَزَق۟نَا daki hakiki mâlik kim olduğunu ve sadaka veren yalnız vasıta olduğunu göstermekle, şu şarta medar etmiştir.
Dördüncüsü: Tıyb-ı nefis ile rıza-i kalp ile olmalı. Havf-ı fakr ile olmamalı. Şuna telvihan رَزَق۟نَا daki nun-u azametle اَنَا الرَّزَّاقُ ذُو ال۟قُوَّةِ ال۟مَتٖينُ manasına remzedip şu şarta emare etmiştir.
Beşincisi: Sadakayı alan sefahette değil belki nafakasında ve hâcat-ı zaruriyesinde sarf etmeli. Şuna telmihan يُن۟فِقُونَ un maddesini alâmet etmiştir.
Altıncı şart: Kemaldir. Mala hasredilmemeli. Zira tasadduk malda olduğu gibi ilimde, fikirde, fiilde de olur. Şu ta’mime مَا lafzındaki umum ile îma ve يُن۟فِقُونَ deki ıtlak ile işaret etmiştir. Çünkü makam-ı hitabîde ıtlak, ta’mimdir.
İslâmiyet’in bir rükn-ü mühimmi olan zekât, beşerin hayat-ı neviyesi için ehemmiyeti şudur:
Hadîste var اَلزَّكَاةُ قَن۟طَرَةُ ال۟اِس۟لَامِ yani zekât bir köprüdür ki Müslüman, kardeşi olan Müslüman’a muavenet için ondan geçer. Zira memurun-bih olan teavün, o vasıta iledir. Ve nev-i beşerin heyet-i içtimaiyedeki nizamın sıratu’l-müstakimi odur. İnsanlar içinde madde-i hayatın cereyanına rabıta odur. Terakkiyat-ı beşerdeki zehirlere tiryak odur.
Evet, zekâtın vücub-u kat’îsinde ve onun kabilesi olan sadakaya ve karz-ı hasene davet-i Kur’anîden ve ribanın vesailiyle beraber hurmet-i şedidesinde azîm bir hikmet, âlî bir maslahat, vâsi bir rahmet vardır.
Eğer sahife-i âlemde tarihî bir nazarla dikkat ve cemiyet-i beşeriyenin mesavîsinin esasları teftiş edilse görülecektir ki bütün ihtilalat ve fesadın asıl ve madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacından bomba gibi küre-i arz patladı ve izdivacından, medeni insanlardan canavarlar doğdu.
Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?
İkinci Kelime: İstirahatim için zahmet çek, sen çalış, ben yiyeyim.
Merhametsiz, nefis-perest olan birinci kelime-i gaddaredir ki âlem-i insanı zelzeleye getirip kıyameti kopmak üzeredir. Şu kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki o da zekâttır ve zekâtın mükemmili olan sadakattir ve onun mütemmimi olan karz-ı hasendir.
Harîs, hodgâm, zalim olan ikinci kelimedir ki beşerin terakkiyatını öyle sarsıyor ki herc ü merc ateşine atmak üzeredir.
Şu dâhiye-i dehyanın tek bir devası var. O da hurmet-i ribadır ve faizin bütün vesailini hayat-ı içtimaiyeden ref’ etmektir. Hodgâm ellerde servetin inhisarına vesile olan riba kapları, bankaları settir. Evet, bu kaplar ile servet ve temellük, kalil adamlarda toplanır. Bu iki düstur ile tevzi edilmezse gasbedilecektir.
Evet, heyet-i içtimaiyedeki intizamın şartı, tabakat-ı beşer birbirinden uzaklaşmamak; tabaka-yı havas tabaka-yı avamdan, taife-i ağniya taife-i fukaradan ayrılmasın ki sıla-i rahim kopsun. Halbuki ribanın hayatı ve zekâtın mevti ile geniş bir mesafe açılmış, öyle bir uzaklık olmuş ki hayt-ı vasl kopmuş.
Tabaka-yı süflâdan, tabaka-yı ulyâya karşı ihtiram, itaat, tahabbüb yerine; yalnız ihtilal sadâsı, hased sayhası, kin enîni, nefret velvelesi, intikam feryadı yükselip işitilir.
Tabaka-yı ulyâdan, tabaka-yı süflâya merhamet, ihsan ve taltife bedel, yalnız zulmün ateşi, tahakkümün sâıkası, tahkirin ra’dı iniyor.
İşte bu halet-i ruhiyedendir ki sebeb-i tevazu ve terahhum olan havastaki meziyet, tekebbür ve gurura sebep olmuştur. Şefkate, acımaya ve yardıma sebep olan fukara aczi, avamın fakrı esaretlerine, sefaletlerine sebep olmuştur.
Eğer şahit istersen âlem-i medeninin fesat ve rezaletine bak, zaman çok şahitleri gösterecektir.
Elhasıl: Tabakatın musalahası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi, erkân-ı İslâmiyet’ten olan zekâtı, heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi, âlî düstur ittihaz etmektir.
İslâmiyet’te en büyük kebire olan ribayı vesailiyle ilga etmektir. Adalet-i Kur’aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır, girmeye hakkın yoktur, der.
Zaman ihtiyarlandıkça Kur’an gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor.
Mesela
اِن۟ يَكُن۟ مِن۟كُم۟ عِش۟رُونَ ... الخ
Mesela
تَج۟رٖى فِى ال۟بَح۟رِ ... الخ
Mesela
قُتِلَ اَص۟حَابُ ال۟اُخ۟دُودِ ... الخ
Mesela… Mesela… ilh.
* * *
عَاشُورَا
س - مَن۟ اَن۟تَ؟ اَاَن۟تَ اَن۟تَ بَع۟دَ مَو۟تِكَ؟ وَ هَل۟ لِخَرَابِ ال۟بَدَنِ تَا۟ثٖيرٌ فٖى وَح۟دَةِ الرُّوحِ؟
ج - اَنَا تَوَلَّد۟تُ ال۟اٰنَ مُتَلَخِّصًا مِن۟ ثَمَانٖينَ سَعٖيدًا تَمَخَّضُوا فٖى اَر۟بَعٖينَ سَنَةً بِقِيَامَاتٍ مُسَل۟سَلَةٍ وَ اس۟تِن۟سَاخَاتٍ مُتَسَل۟سِلَةٍ فَهٰذَا السَّعٖيدُ حَىٌّ نَاطِقٌ مَيِّتُونَ لَو۟ بِال۟اِن۟جِمَادِ تَمَاسَكَ مَاءُ الزَّمَانِ وَتَمَثَّلَ اُولٰٓئِكَ السَّعٖيدُونَ وَتَرَاَو۟ا لَمَا تَعَارَفُوا . تَدَح۟رَج۟تُ عَلَي۟هِم۟ فِى ال۟اَط۟وَارِ فَتَفَرَّقَ مِنّٖى مَا زَانَ وَ اَخَذ۟تُ مِن۟هُم۟ مَا شَانَ . فَكَمَا اَنَّ اَنَا ال۟اٰنَ هُوَ اَنَا فٖى هَاتٖيكَ ال۟مَرَاحِلِ كَذٰلِكَ اَنَا اَنَا فٖيمَا يَا۟تٖى بِمَو۟تٖى مِنَ ال۟مَنَازِلِ اِلَّا اَنَّهُ فٖى كُلِّ سَنَةٍ بِمُهَاجِرَةِ اث۟نَي۟نِ لِسَاكِنٖى تِل۟كَ ال۟بِلَادِ يُجَدِّدُ اَنَا لِبَاسَهُ فَيَل۟بَسُ السَّعٖيدَ ال۟جَدٖيدَ وَيَخ۟لَعُ ال۟عَتٖيقَ
İşarat Türkçesi
S: Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?
C: Ben bu anda, seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil ([1]) istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı, kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi.
Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.
* * *
“İn’ikas ([2]) ya hüviyeti veya hüviyetle hâsiyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar.”
Biri birinden eltaf ve eşeff, kudretin çok âyineleri vardır. Camdan suya, sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale hattâ zamana hattâ fikre ilâ âhir tenevvü ediyor. Suda kesifin aksi, aslın aynı değilse nuranide gayrı da değil, havada aynıdır.
Hava âyinesinde bir kelime milyonlar kelimat olur. Kudretin şu matbaasında sırr-ı tenasül, kalem-i sun’-u İlahî acib istinsah ediyor.
فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَح۟سَنُ ال۟خَالِقٖينَ
* * *
Misleyn Telakki Edilen Zıddeyn
Zevkî olan sofiye vahdetü’l-vücudu, Allah hesabına kâinatı inkârdır.
Fikrî olan felsefe ve zayıfü’l-itikadların lisanında olan vahdetü’l-vücud ise hâşâ kâinat hesabına Allah’ı inkârdır.
Biri vahdetü’ş-şuhud, diğeri vahdetü’l-mevcudu tazammun eder.
اَي۟نَ الثُّرَيَّا مِنَ الثَّرٰى
Nazar, mesele-i zevkiyede tasarruf etse bozar. Zevkî, keşfî olan emir nazar-ı fikir mizanı ile tartılmaz; ona inse katılaşır, çirkinleşir.
Mesela, toprak altında bir çekirdek havada ondan çiçekli bir sümbül var. Âlem-i türabda nazar, çekirdeğe dikkat etse ince esasatı görür. Hava âlemindeki müzehher sümbülü onlara ircâ ile izah edemez. Çekirdek içine sıkıştıramaz. İşte zevk burada bakar. Nazar orada... Rü’yet değişir.
Bîçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.
Demişler:
سُب۟حَانَ مَنِ اخ۟تَفٰى لِشِدَّةِ ظُهُورِهٖ
Ben de derim:
نَعَم۟ وَ سُب۟حَانَ مَنِ اخ۟تَفٰى لِعَدَمِ ضِدِّهٖ وَلَو۟لَا ال۟جَنَّةُ وَالزَّم۟هَرٖيرُ لَمَا عَذَّبَت۟ جَهَنَّمُ وَلَا اَح۟رَقَت۟
Cennet olmasa cehennem tazip etmez. Zemherir olmasa ihrak etmez.
Nefis-perestlerin Nazar-ı Dikkatine
([3]) Bir lokma kırk paraya, bir lokma on kuruşa; ağza girmeden, boğaza geçtikten birdirler. Yalnız birkaç saniye, ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir.
Eskide ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar var idi. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur.
Lezzet-perestlerin Nazar-ı Dikkatine
İnsan eski zamanını düşünse ya lisanı veya kalbi ya “âh, âh” veya “oh, oh” tahattur veya telaffuz edecektir. Âh, müstetir elemin tercümanıdır. Oh, ruhta muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
Âh’ı dedirten, lezaiz-i maziyenin tasavvur-u zevalidir. Çünkü zeval-i elem lezzet olduğu gibi zeval-i lezzet de elemdir. Şairlerin divanları, tasavvur-u zeval-i lezzetten gelen bir elem-i fikrînin birer feryadıdır.
Oh yani Elhamdülillah dedirttiren, âlâm-ı maziyenin tasavvur-u zevali, verdiği lezzet-i ruhaniyenin unvanıdır. Demek muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli, hoş geldin demeli.
Evlenmeli
Bekârlık, bîkârların kârıdır.
Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivaç tasfiye, tehzib eder.
* * *
S: Hangi cemiyettensin, neden muhalefeti şiddetle tenkit ediyorsun?
C: Şüheda cemiyetindenim. Tek bir veliyi inkâr veya istihfaf etmek, meş’umdur. Öyle ise iki milyon evliyaullah olan şühedayı inkâr etmek ve kanları heder saymak, meş’umların en meş’umudur.
Zira muhalefet der: “Haksız olarak harbe girildi, hasmımız haklı idiler. Cihad değildi.” İşte şu hüküm, iki milyon şühedanın şehadetini inkârdır.
Bence en çok duamız bu olmalı:
اَللّٰهُمَّ لَا تَج۟عَل۟ بَا۟سَنَا بَي۟نَنَا
Bir hakikat var ki en bedevî ve hattâ vahşi insanlar dahi o hakikate karşı serfürû bürde-i itaat ve ihtiramdırlar. Bir aşiretten mütehasım iki kabile, hariç bir hasım zuhur etse sevk-i tabiî ile dâhilî husumet tatil edilir. Şâyan-ı istiğrabdır ki medeni, münevver telakki edilenler, o vahşilerden çok aşağıdırlar. Husumet-i hariciyenin zuhuruyla, dâhilî husumeti teşdid ederler. Eğer medeniyet ve fen böyle ise insanın saadeti, vahşet ü cehalettedir.
* * *
Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. Şu kuzusuna süt, bu yavrusuna kay verir.
* * *
Bâtıl şeyleri tasvir, safi zihinleri idlâldir ve cerhtir. Ba’dehu cerh ve red ile tedavi ya olur ya olmaz.
* * *
Bîçare İstanbul mütebayin, dâhiyane prensiplerin telkinat-ı musırraneleriyle kabiliyet-i telkîhasını kaybetmiştir. Zihni âlüfte olmuştur.
* * *
Nisyan bir nimettir, yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.
* * *
Derecat-ı hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp küçükteki derece-i nimeti görüp Allah’a şükretmeli. Yoksa isti’zam ile üflense şişer, merak edilse ikileşir. Kalpteki misali, hakikate inkılab eder.
Zulmet-i Münevvere
Efkâr-ı hazırada cehl-i basiti, cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebep; meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla anladım zannetmek ve meçhul şeyleri ona ircâ ile izah ettim zannetmektir. Halbuki tarif ya had ya resim ile olur. Yoksa vâzıı cahil ve müsemmaya mümas olan vechi muzlim ve göze çarpan vechi şeffaf bir ism-i camid ile olmaz. Manyetizma, telepati, kuvve-i mıknatısiye gibi…
* * *
İhya-yı din, ihya-yı millettir.
Hayat-ı din, nur-u hayattır.
Ümmet, şeriata temessükü nisbetinde terakki, tesahülü nisbetinde tedennisi hakaik-i tarihiyedendir.