Wasika ta Uku

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    08.36, 24 Temmuz 2024 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 136893 numaralı sürüm ("Kamar yadda na faɗa ne a cikin wasu kalmomi nawa kuma kamar yadda yake a kur’ani da dai a ce ba abu ɗaya ba ne (wato Allah) ya samar da halittu, to da an samu rikice-rikice da yawa. Abin dubawa shi ne idan akwai shugabanni da yawa, to za lca samu cewa kowanne shugaba nashi Umarni yake so a bi. To Misali, ko da za a yi yadda kowane Shugaba yake so, sai ka iske an fuskanci wasu matsaloli, idan ba’a kai ga kwatsa yaƙi ba. Idan shugaba ɗaya ne, to z..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)

    Da sunansa. Tsarki ya tabbatar masa. Shi ne wanda babu wani abu face yana yabon sa da tsarkake shi.

    (Ɓangaren Wasikar Na Badi’uzzaman Rubuta Ga Ɗaya daga cikin Dalibansa)

    A cikin ɗaya daga cikin wasiƙunka, ka rubuta cewa kai ma kana son ka ƙaru da tunanina. To saurara, ga ɗaya daga cikin dubu na tunanin nawa.

    Wani dare, a ya yin da nake bisa can kan kololuwar bene, sai na ɗaga kai na dubi halittar sama cike da taurari, sai ayar nan ta faɗo mani “To ba sai na yi rantsuwa da taurari masu tafiya ba “Masu gudu suna buya. Da dare idan ya ba da baya Kur’ani 81: 15-17

    Wannan (aya) na nuna fasahar alkur’ani. Ayar tana magana ne a kan taurari waɗanda wani lokaci na dare su bayyana; wani lokaci kuma (na yini) su ɓuya.

    Evet şu seyyareler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semada yeni yeni nakışları ve sanatları gösteriyorlar. Bazen kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Bazen küçük yıldızlar içine girip bir kumandan suretini gösteriyorlar. Hususuyla bu mevsimde, akşamdan sonra ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra vazife-i teftişiyelerini ve nakş-ı sanatta mekiklik hizmetini îfadan sonra yine dönüp sultanları olan güneşin şaşaalı dairesine girip gizleniyorlar.

    Şimdi şu “Hunnes, Künnes” tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare suretinde kemal-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zat’ın haşmet-i rububiyetini ve şaşaa-i saltanat-ı uluhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar. Bak bir saltanatın haşmetine ki gemileri ve tayyareleri içinde öyleleri var ki bin defa küre-i arz kadar bir cesamette ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kateden sürattedir.

    İşte böyle bir sultana ubudiyet ve imanla intisap etmek ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar âlî bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.

    Sonra kamere baktım. وَال۟قَمَرَ قَدَّر۟نَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَال۟عُر۟جُونِ ال۟قَدٖيمِ âyetinin gayet parlak bir nur-u i’cazı ifade ettiğini gördüm. Evet, kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri, o kadar hayret-feza, o derece hârikadır ki onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîr’e hiçbir şey ağır gelmez. “Onu öyle yapan, her şeyi yapabilir.” fikrini, temaşa eden her bir zîşuura ders verir.

    Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana سُب۟حَانَ مَن۟ تَحَيَّرَ فٖى صُن۟عِهِ ال۟عُقُولُ dedirtiyor. Hususan mayısın âhirinde olduğu gibi bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden o yeşil sema perdesi arkasında, hayale nurani büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu, o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş ve sair yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte كَال۟عُر۟جُونِ ال۟قَدٖيمِ teşbihinin letafetini, belâgatını gör.

    Sonra هُوَ الَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ ال۟اَر۟ضَ ذَلُولًا فَام۟شُوا فٖى مَنَاكِبِهَا âyeti hatırıma geldi ki zemin musahhar bir sefine, bir merkûb olduğunu işaret ediyor. O işaretten kendimi feza-yı kâinatta süratle seyahat eden pek büyük bir geminin yüksek bir mevkiinde gördüm. At ve gemi gibi bir merkûbe binildiği zaman kıraatı sünnet olan سُب۟حَانَ الَّذٖى سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُق۟رِنٖينَ âyetini okudum.

    Hem gördüm ki küre-i arz şu hareketle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı; bütün semavatı harekete getirdi, bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki ehl-i fikri mest ve hayran eder. “Fesübhanallah!” dedim; ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garib ve acib, âlî ve gâlî işler görülüyor. Bu noktadan iki nükte-i imaniye hatıra geldi:

    Birincisi: Birkaç gün evvel bir misafirim bana sual etti. O şüpheli sualin esası şudur: Cennet ve cehennem pek çok uzaktırlar. Haydi ehl-i cennet, lütf-u İlahî ile berk ve burak gibi uçarak haşirden geçerler, cennete giderler. Fakat ehl-i cehennem, sakîl cisimleri ve büyük ve ağır günahların yükleri altında nasıl gidecekler? Hangi vasıta ile?

    İşte hatıra gelen şudur: Nasıl ki mesela Amerika’da, bütün milletler umumî bir kongreye davet edilse her millet büyük gemisine biner, oraya gider. Öyle de bahr-i muhit-i kâinatta, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan küre-i arz; ahalisini alır, gider mahşer meydanına boşaltır.

    Hem her otuz üç metrede bir derece-i hararet tezayüd ettiği delâletiyle, merkez-i arzda bulunan cehennem ateşinin hadîsçe beyan olunan derece-i hararetine muvafık iki yüz bin derece-i harareti taşıyan ve hadîsin rivayatına göre, dünyada ve berzahta büyük cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini cehenneme döker; sonra emr-i İlahî ile daha güzel ve bâki bir surete tebeddül eder; âhiret âleminden bir menzil olur.

    Abu na biyu shi ne, Allah ‘ya yi karfm iko, mahaliccin kowa da komai, wanda shi kaɗai yake ba shi da abokin tarayya, saboda ya nuna cikar ikon sa da hiƙimarsa da kuma kadaitakarsa cikin mulkinsa, sai kaga da abu ƙalilan ya samar da abubuwa masu yawa, misali samar da halittu daga ruwa.

    Kamar yadda na faɗa ne a cikin wasu kalmomi nawa kuma kamar yadda yake a kur’ani da dai a ce ba abu ɗaya ba ne (wato Allah) ya samar da halittu, to da an samu rikice-rikice da yawa.

    Abin dubawa shi ne idan akwai shugabanni da yawa, to za lca samu cewa kowanne shugaba nashi Umarni yake so a bi. To Misali, ko da za a yi yadda kowane Shugaba yake so, sai ka iske an fuskanci wasu matsaloli, idan ba’a kai ga kwatsa yaƙi ba. Idan shugaba ɗaya ne, to za ka is’ke, komai na tafiya daidai, saboda shi ƙadai nc yana juya al’amuransa, yadda yake so.

    İşte şu kâinattaki raks ü deveran, seyr ü cevelan ve temaşa-i tesbih-feşan ve fusul-i erbaa ve gece gündüzdeki seyeran gibi ef’al, eğer vahdete verilse bir tek zat bir tek emirle bir tek küreyi tahrik ile mevsimlerin değişmesindeki acayib-i sanatı ve gece gündüzün deveranındaki garaib-i hikmeti ve yıldızların ve şems ve kamerin surî hareketlerinde şirin temaşa levhalarını göstermek gibi o âlî vaziyetleri ve gâlî neticeleri istihsal eder. Çünkü umum mevcudat ordusu onundur. İstese arz gibi bir neferi, umum yıldızlara kumandan tayin eder; koca güneşi, ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lamba ve elvah-ı nukuş-u kudret olan fusul-i erbaayı da bir mekik ve sahaif-i kitabet-i hikmet olan gece gündüzü de bir yay yapar. Her bir gününe, ayrı bir şekilde bir kameri göstererek, evkatın hesabı için takvimcilik yaptırır. Ve yıldızların kendilerine, raksa gelen ve cezbeden raks eden melâikenin ellerinde süslü ve şirin, parlak nâzenin misbahlar suretini vermek gibi arza ait çok hikmetlerini gösterir.

    To da a ce waɗannan abubuwa ba Allah ke tafiyar da su ba, da an samu ruɗani mai yawa tsakanin taurari da rana da wata da kuma duniyarmu.

    To kasancewar nasara ga duk abinda abu ɗaya ke aiwatarwa, shi yasa ‘yan kasuwa ko masu masana’antu, kan haɗe su zama “tsintsiya maɗaurinki ɗaya.” Ga su dai da yawa, amma dunƙule suke, saboda abubuwa su tafi musu cikin sauƙi, daga nan sai ka ga kamfani ya samu.

    A taƙaice dai, fanɗarewa kan haifar da wahalolin da ba su da iyaka, ya yin da akan samu cikakken sauƙi ta hanyar tauhidi Imani da kadaita Allah.

    Mai Juriya, Shi ne mai uriya!

    SAID NURSI

    Kur’ani kiran ku yake, ku cika Imaninku, ba ku yi watsi da shi ba.