The Twenty-First Letter

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    19.59, 27 Ekim 2024 tarihinde Ferhat (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 172759 numaralı sürüm ("In His Name, be He glorified! And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    Diğer diller:

    In His Name, be He glorified! And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)

    In the Name of God, the Merciful, the Compassionate.

    Whether one or both of them attain old age in your life, say not to them a word of contempt, nor repel them, but address them in terms of honour. * And out of kindness, lower the wing of humility, and say: “My Sustainer! Bestow on them Your mercy even as they cherished me in childhood.” * Your Sustainer knows best what is in your hearts: if you do deeds of righteousness, indeed he is Most Forgiving to those who turn to Him again and again [in true penitence].(17:23-5)

    O heedless person who has in his house an elderly parent or an invalid or someone no longer able to work from among his relations or brothers in religion! Study the above verses carefully and see how on five levels in different ways it summons children to be kindly towards their elderly parents.

    Yes, the highest truth in this world is the compassion of parents towards their children, and the most elevated rights, their rights of respect in return for their compassion. For they sacrifice their lives with the utmost pleasure, spending them for the sake of their children’s lives. In which case, every child who has not lost his humanity and become a monster honours those respected, loyal, self-sacrificing friends, serves them sincerely, and tries to please them and make them happy. Uncles and aunts, maternal and paternal, are like parents.(*[1])

    So understand from this how base and lacking in conscience it is to be contemptuous of those blessed elderly people, or to want their deaths.Know what a wicked wrong and iniquity it is to want the lives of those who sacrificed their lives for yours to pass quickly.

    Ey derd-i maişetle müptela olan insan! Bil ki senin hanendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musibet dâfiası, hanendeki o istiskal ettiğin ihtiyar veya kör akrabandır. Sakın deme: “Maişetim dardır, idare edemiyorum.” Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı elbette senin dıyk-ı maişetin daha ziyade olacaktı. Bu hakikati benden inan. Bunun çok kat’î delillerini biliyorum, seni de inandırabilirim. Fakat uzun gitmemek için kısa kesiyorum. Şu sözüme kanaat et. Kasem ederim şu hakikat gayet kat’îdir, hattâ nefis ve şeytanım dahi buna karşı teslim olmuşlar. Nefsimin inadını kıran ve şeytanımı susturan bir hakikat, sana kanaat vermeli.

    Evet, kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede Rahman, Rahîm ve Latîf ve Kerîm olan Hâlık-ı Zülcelali ve’l-ikram, çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet latîf bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi; çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi bereket suretinde gönderir. Onların iaşelerini, tama’kâr ve bahil insanlara yükletmez.

    اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو ال۟قُوَّةِ ال۟مَتٖينُ ۝ وَكَاَيِّن۟ مِن۟ دَٓابَّةٍ لَا تَح۟مِلُ رِز۟قَهَا اَللّٰهُ يَر۟زُقُهَا وَاِيَّاكُم۟ âyetlerinin ifade ettikleri hakikati, bütün zîhayatın enva-ı mahlukları lisan-ı hal ile bağırıp o hakikat-i kerîmaneyi söylüyorlar.

    Hattâ değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal:

    Benim yakın dostlarım bilirler ki iki üç sene evvel, her gün yarım ekmek –o köyün ekmeği küçük idi– muayyen bir tayınım vardı ki çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.

    İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’î bir surette ilan ediyorum: Onlar bana bâr değil hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.

    Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise mahlukatın en mükerremi olan insan ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alîl ihtiyareler ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstahak bulunan akrabalar ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve لَو۟لَا الشُّيُوخُ الرُّكَّعُ لَصُبَّ عَلَي۟كُمُ ال۟بَلَاءُ صَبًّا sırrıyla, yani “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” ne derece sebeb-i def’-i musibet olduklarını sen kıyas eyle.

    İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen ihtiyar olacaksın. اَل۟جَزَاءُ مِن۟ جِن۟سِ ال۟عَمَلِ sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen senin evladın dahi sana hürmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen yine onları memnun et ki onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seriü’t-teessür kalplerini rencide etmek ile خَسِرَ الدُّن۟يَا وَ ال۟اٰخِرَةَ sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahman istersen o Rahman’ın vedialarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.

    Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki o muvaffakiyetin sebebi: O zat ise ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşâallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen, ona benzemeli.

    اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ قَالَ «اَل۟جَنَّةُ تَح۟تَ اَق۟دَامِ ال۟اُمَّهَاتِ» وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَصَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ

    سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ

    1. *Bukhari, Sulh, 6; Tirmidhi, Birr, 6; Abu Da’ud, Talaq, 35; al-Haythami, Majma’ al-Zawa’id, ix, 269;al-Daylami, Musnad al-Firdaws, ii, 207.