Barla Lahikası 141. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    10.14, 2 Kasım 2023 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 8406 numaralı sürüm

    (Risale-i Nur’un tesvid ve tebyizinde çok hizmeti sebkat eden Şamlı Hâfız Tevfik’in Risale-i Nur’un hakkaniyetine dair istihracî bir fıkrasıdır.)

    بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ

    Malûm olsun ki: “Zübdetü’r-Resail Umdetü’l-Vesail” namında kutbü’l-ârifîn Ziyaeddin Mevlana Şeyh Hâlid kuddise sırruhunun mektubat ve resail-i şerifelerinden muktebes nasayih-i kudsiyenin tercümesine dair bir risaleyi on üç sene mukaddem, Bursa’da hocam Hasan Efendi’den almıştım. Nasılsa mütalaasına muvaffak olamamıştım. Tâ bugünlerde kitaplarımın arasında bir şey ararken elime geçti. Dedim: “Bu Hazret-i Mevlana Hâlid, Üstadımın hemşehrisidir. Hem İmam-ı Rabbanî’den sonra tarîk-i Nakşî’nin en mühim kahramanıdır. Hem Tarîk-i Hâlidiye-i Nakşiye’nin pîridir.” Risaleyi mütalaa ederken Hazret-i Mevlana’nın tercüme-i halinden şu fıkrayı gördüm:

    Ashab-ı Kütüb-ü Sitte’den İmam-ı Hâkim Müstedrek’inde ve Ebu Davud Kitab-ı Sünen’inde, Beyhakî Şuab-ı İman’da tahric buyurdukları:

    اِنَّ اللّٰهَ يَب۟عَثُ لِهٰذِهِ ال۟اُمَّةِ عَلٰى رَا۟سِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَن۟ يُجَدِّدُ لَهَا دٖينَهَا

    yani “Her yüz senede Cenab-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor.” hadîs-i şeriflerine mazhar ve mâsadak ve muzhir-i tam olan Mevlana eş-şehîr kutbü’l-ârifîn, gavsü’l-vâsılîn, vâris-i Muhammedî, kâmilü’t-tarîkatü’l-aliyye ve’l-müceddidiyye Hâlid-i Zülcenaheyn kuddise sırruhu ilh.

    Sonra tarihçe-i hayatında gördüm ki tevellüdü 1193 tarihindedir. Sonra gördüm ki 1224 tarihinde Saltanat-ı Hint’in payitahtı olan Cihanabad’a dâhil olmuş. Abdullah Dehlevî Hazretlerinden aldıkları füyuzat-ı maneviye ile Tarîk-i Nakşî silsilesine girip müceddidliğe başlamış.

    Sonra 1238’de, ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini celbettiğinden, vatanını terk ederek diyar-ı Şam’a hicretle gitmiştir. Hem içinde gördüm ki Hazret-i Mevlana’nın nesli, Hazret-i Osman Bin Affan radıyallahu anh’a mensuptur.

    Sonra gördüm ki tercüme-i halinde istidad-ı fıtrî ve kabiliyet-i hârika ile sinni yirmiye bâliğ olmadan a’lem-i ulema-i asr ve allâme-i vakt olmuş. Süleymaniye kasabasında tedris-i ulûm ile iştigal eylemiştir.

    Sonra Üstadımın tarihçe-i hayatını düşündüm. Baktım, dört mühim noktada tevafuk ediyorlar:

    Birincisi: Hazret-i Mevlana 1193’te dünyaya gelmiş. Üstadım ise 1293’te tam Mevlana Hâlid’in yüz senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiş.

    İkincisi: Hazret-i Mevlana’nın tecdid-i din mücahedesine başlangıcı ve mukaddimesi, Hindistan’ın payitahtına 1224’te girmiş. Üstadım ise aynen yüz sene sonra, 1324’te Osmanlı saltanatının payitahtına girmiş, mücahede-i maneviyesine başlamış.

    Üçüncüsü: Ehl-i siyaset, Hazret-i Mevlana’nın fevkalâde şöhretinden tevehhüm ederek diyar-ı Şam’a nakl-i mekân ettirilmesi, 1238’de vaki olmuştur. Üstadım ise aynen yüz sene sonra 1338’de Ankara’ya gidip onlarla uyuşamayıp; onları reddederek, küserek tekrar Van’a gidip bir dağda inziva ederken 1338 senesini müteakip, Şeyh Said hâdisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuş. Üstadımızdan korkarak Burdur ve Isparta vilayetlerinde dokuz sene ikamet ettirilmiş.

    Dördüncüsü: Hazret-i Mevlana Hâlid, yaşı yirmiye bâliğ olmadan evvel allâme-i zaman hükmünde, fuhûl-ü ulemanın üstünde görünmüş, ders okutmuş. Üstadım ise tarihçe-i hayatını görenlere ve bilenlere malûmdur ki on dört yaşında icazet alıp a’lem-i ulema-i zamanla muarazaya girişmiş, on dört yaşında iken icazet almaya yakın talebeleri tedris etmiştir.

    Hem Hazret-i Mevlana Hâlid neslen Osmanlı olduğu ve sünnet-i seniyeye bütün kuvvetiyle çalıştığı gibi Üstadım da Kur’an-ı Hakîm’e hizmet noktasında, meşreben Hazret-i Osman-ı Zinnureyn’in arkasından gidip Hazret-i Mevlana gibi Risale-i Nur eczalarıyla –bütün kuvvetiyle– sünnet-i seniyenin ihyasına çalıştı.

    İşte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fâsıla ile Risale-i Nur’un takviye-i din hususundaki tesiratı; Hazret-i Mevlana Hâlid’in tarîk-i Nakşiye vasıtasıyla hizmeti gibi azîm görünüyor. (Hâşiye[1])

    Üstadım kendine ait medh ü senayı kabul etmiyor. Fakat Risale-i Nur Kur’an’a ait olup medh ü sena Kur’an’ın esrarına aittir. Yalnız Üstadımla Hazret-i Mevlana’nın birkaç farkı var:

    Birisi: Hazret-i Mevlana, zülcenaheyndir. Yani hem Kādirî hem Nakşî tarîkat sahibi iken Nakşîlik tarîkatı onda daha galiptir. Üstadım bilakis Kādirî meşrebi ve Şazelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor.

    Ben Üstadımdan işittim ki: Hazret-i Mevlana Hindistan’dan tarîk-i Nakşî’yi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şah-ı Geylanî’nin ba’de’l-memat hayatta olduğu gibi taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlana’nın manen tasarrufu –bidayeten– cây-ı kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbanî’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şah-ı Geylanî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki “Mevlana Hâlid senin evladındır, kabul et!” Şah-ı Geylanî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlana Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlana Hâlid birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vaki ve meşhud olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velayetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüya ile görmüşler. Üstadımın sözü burada hitam buldu.

    İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur’u merci gösteriyor. Hazret-i Mevlana Hâlid’in şahsiyeti, kutbü’l-irşad, merciü’l-has ve’l-âmm olmuştur.

    Üçüncü fark: Hazret-i Mevlana Hâlid, zülcenaheyndir. Fakat zamanın muktezasıyla ilm-i tarîkatı ve sünnet-i seniyeyi esas tutmak cihetiyle tarîkatı daha ziyade tutmuşlar. O noktada sarf-ı himmet etmiş. Üstadım ise şu dehşetli zamanın muktezasıyla ilm-i hakikati ve hakaik-i imaniye cihetini iltizam ederek, tarîkata üçüncü derecede bakmışlar.

    Elhasıl: Baştaki hadîs-i şerifin “Her yüz sene başında dini tecdid edecek bir müceddidi gönderiyor.” vaad-i İlahîsine binaen Hazret-i Mevlana Hâlid –ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle– 1200 senesinin yani on ikinci asrın müceddididir. Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk ederek Risale-i Nur eczaları aynı vazifeyi görmüş. Kanaat verir ki –nass-ı hadîs ile– Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir.

    Benim Üstadım daima diyor ki: “Ben bir neferim fakat müşir hizmetini görüyorum. Yani kıymet bende yoktur. Belki Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden tereşşuh eden Risale-i Nur eczaları, bir müşiriyet-i maneviye hizmetini görüyor.”

    Üstadımı kızdırmamak için şahsını sena etmiyorum.

    Şamlı Hâfız Tevfik



    Barla Lahikası 140. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 142. Mektup

    1. Hâşiye: Madem Hazret-i Mevlana Hâlid, milyonlar etbalarının ittifaklarıyla müceddiddir ve baştaki hadîs-i şerifin bir mâsadakıdır. Ve madem tam yüz sene sonra, dört mühim cihet-i tevafukla beraber Risale-i Nur aynı vazifeyi görüyor. Demek, nass-ı hadîs ile Risale-i Nur eczaları tecdid ve takviye-i din vazifesini görüyorlar.