LA CUARTA PALABRA

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    13.45, 16 Kasım 2023 tarihinde Ferhat (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 21881 numaralı sürüm ("Y una vez que ambos servidores hubieron recibido la instrucción partieron. Uno de ellos era afortunado y dispuso de una cantidad del dinero en el camino hacia a la estación pero de ese gasto obtuvo un buen negocio que su señor aprobó y su capital ascendió de uno a mil." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)

    LA PALABRA CUARTA

    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

    اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدّٖينِ

    Si quieres entender definitivamente al nivel de que dos y dos son cuatro, que la oración es una acción valiosa e importante, y que es algo barato que produce ganancia con un desembolso pequeño y que el que la deja es un loco y un perdedor, mira este relato en forma de parábola y ve:

    En una ocasión un gran gobernante dio veinticuatro dinares de oro a cada uno de sus dos sirvientes y los mandó residir en una buena hacienda privada suya a la distancia de dos meses con las siguientes instrucciones: Gastad este dinero para los gastos del camino y el billete del viaje y comprad con él algunas cosas necesarias para vuestra residencia allí; y a la distancia de un día hay una estación en la que hay un coche, un barco, un tren y un avión en los que se puede montar dependiendo del capital.

    Y una vez que ambos servidores hubieron recibido la instrucción partieron. Uno de ellos era afortunado y dispuso de una cantidad del dinero en el camino hacia a la estación pero de ese gasto obtuvo un buen negocio que su señor aprobó y su capital ascendió de uno a mil.

    Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder, bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der: “Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir, belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.”

    Acaba şu adam inat edip o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip muvakkat bir lezzet için sefahete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?

    İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!

    O hâkim ise Rabb’imiz, Hâlık’ımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise yirmi dört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise cennettir. O istasyon ise kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu mütefavit derecede katederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kateder. Kur’an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.

    Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarf etmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder. Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?

    Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.