Seitsemästoista Kirje

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    08.08, 21 Eylül 2024 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 156712 numaralı sürüm ("Tämän lauseen mysteeri ja merkitys وِل۟دَانٌ مُخَلَّدُونَ (Koraani 56: 17, 76: 19) Kaikentietävässä Koraanissa on tämä: ennen murrosikää kuolleiden uskovien lapset pysyvät ikuisesti ikuisina rakastettavina lapsina Paratiisin arvoisessa muodossa. Heistä tulee ikuinen onnenlähde paratiisiin menevien isiensä ja äitiensä syleilyssä, ja he takaavat vanhemmilleen nautinnoista kaikkein suloisimman - lastensa rakastamisen ja..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)

    Liite Kahdenteenkymmenenteenviidenteen Välähdykseen

    Surunvalittelukirje lapsen kuoleman johdosta

    بِاس۟مِهٖ

    وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ

    (Koraani 17: 44)

    Rakas veljeni tuonpuoleisessa, herra Hafiz Halid!

    وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَ ۝ اَلَّذٖينَ اِذَٓا اَصَابَت۟هُم۟ مُصٖيبَةٌ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَي۟هِ رَاجِعُونَ

    (Koraani 2: 155-156)

    Veljeni, lapsesi kuolema teki minut surulliseksi. Mutta, اَل۟حُك۟مُ لِلّٰهِ (Koraani 40: 12) se on islamin merkki olla tyytyväinen jumalalliseen määräykseen ja osoittaa alistumista jumalalliseen päätökseen. Suokoon Kaikkivaltias Allah sinulle kauniin kärsivällisyyden. Ja tehköön hän vainajasta avustajan ja välittäjän sinulle Tuonpuoleisessa. Me selitämme viisi kohtaa, jotka ovat uskomattomia hyviä uutisia ja todellista lohdutusta sinulle ja sinun kaltaisillesi hurskaille uskoville.

    ENSIMMÄINEN KOHTA

    Tämän lauseen mysteeri ja merkitys وِل۟دَانٌ مُخَلَّدُونَ (Koraani 56: 17, 76: 19) Kaikentietävässä Koraanissa on tämä: ennen murrosikää kuolleiden uskovien lapset pysyvät ikuisesti ikuisina rakastettavina lapsina Paratiisin arvoisessa muodossa. Heistä tulee ikuinen onnenlähde paratiisiin menevien isiensä ja äitiensä syleilyssä, ja he takaavat vanhemmilleen nautinnoista kaikkein suloisimman - lastensa rakastamisen ja hellimisen. Kaikki mieluisimmat asiat löytyvät Paratiisista. Ne, jotka sanovat: ”Paratiisissa ei tule olemaan rakastettavia ja hellittäviä lapsia, koska siellä ei ole lisääntymistä”, eivät ole oikeassa. Ja ansaitessaan miljooniksi vuosiksi ikuisten lastensa puhtaan ja kivuttoman rakkauden ja hellimisen sen sijaan että rakastaisivat heitä noin kymmenen ohikiitävän vuoden ajan tämän maailman murheiden ohella, on uskovaisille suuren onnen lähde.

    Tämä jae ilmaisee ja antaa hyviä uutisia lauseella: وِل۟دَانٌ مُخَلَّدُونَ (Koraani 56: 17, 76: 19)

    İKİNCİ NOKTA

    Bir zaman bir zat, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçare mahpus hem kendi elemini çekiyor hem veledinin istirahatini temin edemediği için onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki: “Şu çocuk çendan senin evladındır fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim.” O adam ağlar, sızlar “Benim medar-ı tesellim olan evladımı vermeyeceğim.” der. Ona arkadaşları der ki: “Senin teessüratın manasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan çocuk şu mülevves, ufunetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa muvakkaten şüpheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse sana bin menfaati var. Çünkü padişahın merhametini celbe sebep olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki padişaha emniyetin ve itaatin varsa…”

    İşte şu temsil gibi aziz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evladı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli: Şu veled masumdur, onun Hâlık’ı dahi Rahîm ve Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp cennetü’l-firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı kim bilir ne şekle girerdi? Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum.

    Çünkü dünyada kalsaydı on senelik, muvakkat, elemle karışık bir evlat muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî cennette on milyon sene bana evlat muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçi hükmüne geçer. Elbette ve elbette meşkuk, muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan; elîm teessürat göstermez, meyusane feryat etmez.

    ÜÇÜNCÜ NOKTA

    Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm’in mahluku, memlûkü, abdi ve bütün heyetiyle onun masnûu ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki muvakkaten ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden dokuz yüz doksan dokuz hisse sahibi olan o Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse surî bir hisse ile hakiki bin hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda meyusane hüzün ve feryat etmek ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıyor.

    DÖRDÜNCÜ NOKTA

    Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı elîmane teessürat ve meyusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir, vefat eden çocuk nereye gitmişse siz de biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta hem cennette görüşülecektir. اَل۟حُك۟مُ لِلّٰهِ demeli. O verdi, o aldı. اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ sabır ile şükretmeli.

    BEŞİNCİ NOKTA

    Rahmet-i İlahiyenin en latîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksir-i nuranidir. Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenab-ı Hakk’a vusule vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkülatla aşk-ı hakikiye inkılab eder, Cenab-ı Hakk’ı bulur. Öyle de şefkat –fakat müşkülatsız– daha kısa, daha safi bir tarzda kalbi Cenab-ı Hakk’a rabteder.

    Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise hakiki ehl-i iman ise dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakiki’yi bulur. Der ki: “Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe.” Veledi nereye gitmişse oraya karşı bir alâka peyda eder, büyük manevî bir hal kazanır.

    Ehl-i gaflet ve dalalet, şu beş hakikatteki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hali ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki bir ihtiyar hanım, gayet sevdiği sevimli tek bir çocuğunu sekeratta görüp –dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce gaflet veya dalalet neticesinde; mevti, adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden– yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp gaflet veya dalalet cihetiyle, Erhamü’r-Râhimîn’in cennet-i rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden ne kadar meyusane bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.

    Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü’mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîm’i, onu bu fâni dünyadan çıkarıp cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi hem ebedî bir evlat yapacak. Müfarakat muvakkattır, merak etme اَل۟حُك۟مُ لِلّٰهِ ۝ اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَي۟هِ رَاجِعُونَ de, sabret.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî