The Fourth Letter

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    16.59, 14 Ekim 2024 tarihinde Ferhat (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 167307 numaralı sürüm ("It gave rise to the following thought:" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    Diğer diller:

    In His Name be He glorified!And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)

    May God’s peace and mercy and blessings be upon you, and upon my brothers especially...

    My Dear Brothers!

    I am now on a high peak on Çam Dağı (Pine Mountain), at the top of a might y pine-tree in a tree-house. In lonely solitude far from men, I have grown accustomed to this isolation. When I wish for conversation, I imagine you to be here with me, and I talk with you and find consolation. If there is nothing to prevent it, I would like to remain alone here for a month or two. When I return to Barla,(*[1])I shall search for some means for the verbal conversation with you I so long for, if you would like it. For now I am writing two or three things that come to mind here in this pine-tree.

    The First: This is somewhat confidential, but no secrets are concealed from you. It is as follows:

    Some of the people of reality manifest the divine name of Loving One, and with its manifestations at a maximum degree look to the Necessarily Existent One through the windows of beings. In the same way – but only when he is employed in service of the Qur’an and is the herald of its infinite treasuries – this brother of yours who is nothing, but nothing, is given a state whereby he manifests the divine names of All- Compassionate and All-Wise. God willing, the Words manifest the meaning of the verse: “He who has been given wisdom, has been given great good.”(2:269)

    The Second:This excellent saying about the Naqshbandi Order suddenly occurred to me:

    “On the Naqshbandi way one has to abandon four things:

    the world, the hereafter, existence, and abandoning itself.

    It gave rise to the following thought:

    Der tarîk-i acz-mendî lâzım âmed çâr çîz:

    Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz!

    Sonra senin yazdığın: “Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine, ilâ âhir…” olan rengîn ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiir ile semanın yüzündeki yıldızlara baktım. “Keşke şair olsaydım, bunu tekmil etseydim.” dedim. Halbuki şiir ve nazma istidadım yokken yine başladım fakat nazım ve şiir yapamadım, nasıl hutur etti ise öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et. İşte birden hatıra gelen şu:

    Dinle de yıldızları şu hutbe-i şirinine

    Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.

    Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:

    Bir Kadîr-i Zülcelal’in haşmet-i sultanına

    Birer bürhan-ı nur-efşanız biz, vücud-u Sâni’a

    Hem vahdete hem kudrete şahitleriz biz.

    Şu zeminin yüzünü yaldızlayan

    Nâzenin mu’cizatı çün melek seyranına.

    Şu semanın arza bakan, cennete dikkat eden

    Binler müdakkik gözleriz biz. (Hâşiye[2])

    Tûba-i hilkatten semavat şıkkına

    Hep Kehkeşan ağsanına

    Bir Cemil-i Zülcelal’in dest-i hikmetiyle takılmış

    Pek güzel meyveleriz biz.

    Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar,

    Birer hane-i devvar birer ulvi âşiyane

    Birer misbah-ı nevvar birer gemi-i cebbar

    Birer tayyareleriz biz.

    Bir Kadîr-i Zülkemal’in, bir Hakîm-i Zülcelal’in

    Birer mu’cize-i kudret birer hârika-i sanat-ı hâlıkane

    Birer nadire-i hikmet birer dâhiye-i hilkat

    Birer nur âlemiyiz biz.

    Böyle yüz bin dil ile yüz bin bürhan gösteririz,

    İşittiririz insan olan insana.

    Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,

    Hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz.

    Sikkemiz bir, turramız bir, Rabb’imize müsebbihiz, zikrederiz abîdane.

    Kehkeşan’ın halka-i kübrasına mensup birer meczuplarız biz.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî

    1. *Barla: the village in Isparta Province in S. W. Turkey where Bediuzzaman spent eight years in exile, from 1926-1934. (Tr.)
    2. Hâşiye: Yani cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu’cizat-ı kudret teşhir edildiğinden, semavat âlemindeki melâikeler o mu’cizatı ve o hârikaları temaşa ettikleri gibi; ecram-ı semaviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi güya melâikeler gibi zemin yüzündeki nâzenin masnuatı gördükçe cennet âlemine bakıyorlar ve o muvakkat hârikaları bâki bir surette cennette dahi temaşa ediyorlar gibi bir zemine, bir cennete bakıyorlar. Yani o iki âleme nezaretleri var, demektir.