Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    19.03, 28 Kasım 2023 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 41281 numaralı sürüm (Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
    (fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)
    Diğer diller:
    • Türkçe

    Aziz, sıddık kardeşlerim!

    Size, şahsıma ait birkaç meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi.

    Evvela: Bazı has kardeşlerim, şahsıma hizmette dikkatsizlik ettiklerinden onların bana karşı acımasını noksan gördüğümden bazen hiddet ve tekdir ettiğim vakit kalbime geldi ki: O bîçareler ziyade hüsn-ü zanla tahmin ediyorlar ki “Üstadımız istese belki bazı ruhanîler, cinnîler de hizmet edecekler belki ediyorlar. Hizmet-i Nuriyede inayetin aşikâre cilvesi gösteriyor ki onun şahsının perişaniyetine meydan verilmiyor ve şefkatimize muhtaç değil.” diye hizmette bazı kusurları oluyor. Hattâ bugün de birisi araba getirecekti, dikkatsizlik yüzünden ben yayan çıktım. Bir saatte on saat kadar zahmet çektim. Ben de birkaç gün evvel böyle kusuru yapanlara demiştim, tekrar edeceğim, siz de dinleyiniz:

    Nasıl ki Risale-i Nur’u ve hizmet-i imaniyeyi, dünyevî rütbelerine ve şahsım için uhrevî makamlarına âlet yapmaktan sırr-ı ihlas şiddetle beni men’ettiği gibi; öyle de kendi şahsımın istirahatine ve dünyevî hayatımın güzelce, zahmetsiz geçmesine, o hizmet-i kudsiyeyi âlet yapmaktan cidden çekiniyorum. Çünkü uhrevî hasenatın bâki meyvelerini fâni hayatta cüz’î bir zevk için sarf etmek, sırr-ı ihlasa muhalif olmasından kat’iyen haber veriyorum ki:

    “Târikü’d-dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte en güzel ilaç getirseler hakiki ihlas için kabul etmemeye kendimi mecbur biliyorum. Hattâ berzahtaki evliyadan bir kısmı temessül edip bana helva baklavaları hizmet-i imaniyeye hürmeten verseler yine onların elini öpüp kabul etmemek ve uhrevî, bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yememek için nefsim de kalbim gibi kabul etmemeye rıza gösteriyor. Fakat kasd ve niyetimiz olmadan inayet cihetinde gelen bereket gibi ikramat-ı Rahmaniye, hizmetin makbuliyetine bir alâmet olduğundan nefs-i emmare karışmamak şartıyla ruhumla kabul ederim.” Her ne ise… Bu mesele bu kadar kâfi.

    Sâniyen: Eski Harb-i Umumî’de Pasinler Cephesi’nde şehit merhum Molla Habib’le beraber Rusya’ya hücum niyetiyle gidiyorduk. Onların topçuları bir iki dakika fâsıla ile bize üç top güllesi atıyordu. Üç gülle, tam başımızın iki metre üstünden geçip arkada dere içine saklanan askerimiz görünmedikleri halde geri kaçtılar.

    Tecrübe için dedim: “Molla Habib ne dersin, ben bu gâvurun güllesine gizlenmeyeceğim.”

    O da dedi: “Ben de senin arkandan çekilmeyeceğim.” İkinci top güllesi pek yakınımızda düştü.

    Hıfz-ı İlahî bizi muhafaza ettiğine kanaatle Molla Habib’e dedim: “Haydi ileri! Gâvurun top güllesi bizi öldüremez. Geri çekilmeye tenezzül etmeyeceğiz.” dedim.

    Hem Bitlis Muhasarası’nda ve avcı hattında Rus’un üç güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri de şalvarımı delip iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül etmemek bir halet-i ruhiye taşıdığımdan, arkadan Kumandan Kel Ali, Vali Memduh Bey işittiler. “Aman çekilsin veya sipere otursun!” dedikleri halde “Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmeyecek.” dediğim ve hiçbir ihtiyat ve tedbire ehemmiyet vermeyerek o gençlik zamanında, o zevkli hayatımın muhafazasına çalışmadığım halde; şimdi seksen yaşına girdiğim halde gayet derecede bir ihtiyat ve hayatımı muhafaza, hattâ vesvese derecesinde tehlikelerden çekinmek haleti acib bir tezat göründüğünden elbette o gençlik hayatını pervasızca feda etmek, bir iki sene ihtiyarlık ve zevksiz hayatını bu derece muhafaza etmek büyük bir hikmet içindir. Ve iki üç kudsî maksat içinde vardır:

    Birincisi: Gizli, gayr-ı resmî ve bir kısım resmî, insafsız düşmanlarımızın desiseleriyle Nur şakirdlerinin bedeline bütün hücumları benim şahsıma ve benimle meşgul olmasına ve bilmeyerek ehemmiyeti benden bilmekle Nur şakirdlerinin bir derece desiselerden ve hücumlardan kurtulmalarına bu ihtiyar ve perişan hayatım vesile olduğundan, Eski Said’in on gençlik hayatı kadar, kardeşlerimin hatırı için şimdilik ona muvakkaten ehemmiyet veriyorum. Eğer ben ortadan çekilsem bana verdiği zahmet, ruhumdan ziyade sevdiğim has kardeşlerime verilecekti. O halde bir zahmet, yüz adet zahmet olurdu.

    İkincisi: Gerçi has kardeşlerim her birisi mükemmel bir Said hükmünde Nur’a sahiptirler. Fakat ihlastan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan ve meşreplerin ihtilafıyla –hapiste olduğu gibi– bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla, hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen; bu bîçare, ihtiyar, hasta hayatım tâ Lem’alar, Sözler mecmuası da çıkıncaya kadar ve korkaklık ve kıskançlık damarıyla hocaları Nurlardan ürkütmek belası def’oluncaya kadar ve tesanüd tam muhkemleşinceye kadar, o hayatımı muhafazaya bir mecburiyet hissediyorum.

    Çünkü uzun imtihanlarda mahkemeler, düşmanlarım; benim gizli ve mevcud kusurlarımı göremediklerinden, hıfz-ı İlahî ile bütün bütün beni çürütemediklerinden Risale-i Nur’a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ı içtimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Saidlerin bir kısmını Nur’un zararına iftiralarla çürütebilirler diye o telaştan bu ehemmiyetsiz hayatımı ehemmiyetle muhafazaya çalışıyorum. Hattâ yanımda bir rovelver varken, ikinci bir kuvvetli rovelver daha tedarik etmeye lüzum gördüm. Düşmanların zehirleri kardeşlerimin duasıyla kırıldıkları gibi sair suikastları dahi inşâallah akîm kalacaktır.

    Ezcümle: İki saat kamer tamamıyla tutulduğu aynı gecede, gizli düşmanlarım Ankara’dan bizden Nur mecmuaları istemeleri üzerine buraya gelen iki adam, birden otuz altı mecmua gönderdiğimizin aynı ikinci gününde tahminlerince daha gönderilmemiş diye hem o kitaplar nerede olduğunu bilmek ve Afyon’daki resmî ve makam sahibi bir iki masona haber vermek ve taharri ettirmek ve kilitli olan iki odamda yemek ve içmek kaplarıma zehir atmak için fevkalâde bir tarzda dama çıkmışlar ve iki odanın her birinin bir penceresini kırmadan acib bir tarzda açıp içeriye girmişler. Benim yattığım oda ise arkasından sürgülü olmasından bana suikast edememişler. Hıfz-ı İlahî ve inayet-i Rabbaniye onların eline bir uç vermedi.

    Ben daha lüzumlu şeyler yazacaktım. Fakat rahatsızlık “Yeter!” dedi.

    Her vakit ihtiyat, ihlas, tesanüd, sebat, sarsılmamak ve vazifemizi yapmak ve vazife-i İlahiyeye karışmamak “sırran tenevverat” düsturuna göre hareket etmek ve telaş ve meyus olmamak lâzım ve elzemdir.

    Hem tekrar derim: Nur şakirdleri gibi pek az zahmetle pek çok kıymettar hizmet ve pek çok manevî kazanç elde edenler tarihlerde görülmüyor. Ağır şerait altında bazen bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçtiği misillü, inşâallah Nurcuların hizmet-i imaniye ve Kur’aniyedeki saatleri yüzer saat hükmünde hayırlar kazandırır.

    Umum kardeşlere ve hemşirelere selâm ve iki cihanda selâmetlerine dua eden ve dualarını isteyen kardeşiniz

    * * *

    …Hakiki fedakâr Zübeyr, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’dan o sistemde birisini isteyecektim…


    Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup