SURAT KEDUA BELAS

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    19.53, 4 Ocak 2025 tarihinde Ferhat (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 200539 numaralı sürüm ("Sementara al-Kalimât menegaskan rukun- rukun iman secara sempurna." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    Diğer diller:

    بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ

    وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ

    Semoga keselamatan dilimpahkan kepada kalian dan kepada teman-teman kalian.

    Saudara-saudaraku yang mulia!

    Pada malam itu kalian telah mengajukan sebuah pertanyaan yang belum kujawab. Pasalnya, mengkaji persoalan keimanan dalam bentuk debat tidak diperkenankan. Ketika itu, kalian mengajukan topik permasalahan dalam bentuk perdebatan. Sekarang secara singkat aku akan memberikan jawaban terhadap tiga pertanyaan yang menjadi landasan debat kalian. Kalian bisa mendapatkan penjelasan detailnya dalam al-Kalimât yang nama dan judulnya ditulis oleh sau- dara kita yang apoteker itu. Hanya saja, ketika itu aku tidak teringat “Kalimat Kedua Puluh Enam” yang secara khusus berbicara tentang takdir Ilahi dan ikhtiar manusia sehingga tidak kusebutkan. Karena itu, kalian bisa merujuk kepadanya. Namun, jangan membacanya seperti membaca koran. Alasan mengapa saudara kita yang apote- ker itu kusuruh untuk menelaah kembali bagian demi bagian dari al- Kalimât, karena syubhat dan keragu-raguan yang muncul pada per- soalan-persoalan semacam itu bersumber dari lemahnya keyakinan terhadap rukun iman.

    Sementara al-Kalimât menegaskan rukun- rukun iman secara sempurna.

    Pertanyaan Pertama:

    Apa hikmah dikeluarkannya Adam dari surga? Lalu apa hikmah dimasukkannya sebagian anak cucu Adam ke dalam neraka?

    Jawaban:Hikmahnya adalah penugasan. Ia diutus ke dunia untuk melaksanakan tugas. Ia diserahi sebuah tugas penting di mana hasil dari tugas tersebut berupa semua jenis keluhuran manusia, tersingkapnya seluruh potensi manusia, serta substansi manusia yang menjadi cermin komprehensif bagi nama-nama Ilahi.

    Andaikan Nabi Adam tetap tinggal di surga, kedudukannya statis seperti malaikat. Potensi-potensi kemanusiaan tidak berkem- bang. Sementara malaikat yang memiliki kedudukan tetap sangat banyak jumlahnya sehingga manusia tidak dibutuhkan untuk menunaikan bentuk pengabdian tersebut. Di sinilah hikmah Ilahi menuntut adanya negeri tempat taklif yang sesuai dengan potensi manusia yang dapat menempuh berbagai kedudukan yang tak terhingga. Oleh sebab itu, Adam dikeluarkan dari surga lewat sebuah dosa yang kita kenal bersama di mana ia merupakan konsekuensi dari fitrah manusia yang berbeda dengan malaikat.

    Artinya, dikeluarkannya Adam dari surga adalah wujud hikmah dan rahmat Tuhan. Sebaliknya, dimasukkannya kaum kafir ke dalam neraka adalah bentuk kebenaran dan keadilan-Nya.

    Hal itu seperti yang telah disebutkan dalam petunjuk ketiga dari “Kalimat Kesepuluh”. Yaitu bahwa orang kafir meskipun melakukan dosa dalam usia yang singkat, namun dosa tersebut mengandung kejahatan tak terhingga. Pasalnya, kekufuran adalah bentuk penghinaan terhadap seluruh entitas, pendustaan terhadap kesaksian seluruh makhluk terhadap keesaan-Nya, serta pemalsuan terhadap nama-nama Ilahi yang manifestasinya tampak dalam cermin alam. Karena

    itu, Allah Yang Maha Perkasa dan Agung, Penguasa seluruh entitas, melemparkan kaum kafir ke dalam neraka agar mereka kekal di dalamnya guna mengambil hak seluruh makhluk dari mereka. Pelemparan mereka ke dalam neraka adalah bentuk kebenaran dan keadilan. Sebab, kejahatan yang tak terhingga menuntut adanya siksa yang tak terhingga pula.

    Pertanyaan Kedua:

    Mengapa setan diciptakan? Allah menciptakan setan dan keburukan. Apa hikmah darinya? Bukankah penciptaan keburukan merupakan keburukan?

    Elcevap: Hâşâ! Halk-ı şer, şer değil belki kesb-i şer şerdir. Çünkü halk ve icad, bütün netaice bakar; kesb, hususi bir mübaşeret olduğu için hususi netaice bakar.

    Mesela, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse “Yağmurun icadı rahmet değildir.” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir.” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var, bütünü de hayırdır. Fakat bazılar sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse “Ateşin halkı şerdir.” diyemez. Çünkü ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.

    Elhasıl: Hayr-ı kesîr için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için hayr-ı kesîri intac eden bir şer terk edilse o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. Mesela, cihada asker sevk etmekte elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesîr var ki İslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem mesela, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesîr olur.

    İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünkü çok netaic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Mesela, melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi şeytanlar musallat olmadıkları için mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrutlardan, firavunlardan tut tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

    İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebubekir-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebucehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.

    Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.

    Eğer sual etseniz ki: Bi’set-i enbiya ile beraber şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor. “El-hükmü li’l-ekser” kaidesince, ekser ondan şer görse o vakit halk-ı şer şerdir, hattâ bi’set-i enbiya dahi rahmet değil denilebilir?

    Elcevap: Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.

    Mesela, yüz hurma çekirdeği bulunsa toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa diyebilir misin ki suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu? Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan, zarar etmez; şer olmaz.

    Hem mesela, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa sekseni bozulsa yirmisi, yirmi tavus kuşu olsa denilebilir mi ki çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu? Hayır öyle değil belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.

    İşte nev-i beşer bi’set-i enbiya ile sırr-ı teklif ile mücahede ile şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nevinden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.

    Üçüncü Sualiniz

    Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Hususan masumlara hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?

    Elcevap: Hâşâ! Mülk onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba sanatkâr bir zat, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet sanatkârane yaptığı murassa bir libası sana giydiriyor, hünerini, maharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor; seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana, oturtup kaldırmakla zahmet verdin? Elbette diyemezsin. Dersen divanelik edersin.

    Aynen öyle de Sâni’-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa gayet sanatkârane bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, müptela eder, aç eder, tok eder, susuz eder; bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Sen eğer desen: “Beni ne için bu mesaibe müptela ediyorsun?” Temsilde işaret edildiği gibi yüz hikmet seni susturacak.

    Zaten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.

    İşte, münakaşanızın içindeki üç sualinizin muhtasar cevapları bu kadardır. İzahları otuz üç adet “Sözler”dedir.

    Aziz kardeşim, sen bu mektubu Eczacıya ve münakaşayı işitenlerden münasip gördüklerine oku. Benim tarafımdan da yeni bir talebem olan Eczacıya selâm et, de ki:

    Mezkûr mesail gibi dakik mesail-i imaniyeyi, mizansız mücadele suretinde cemaat içinde bahsetmek caiz değildir. Mizansız mücadele olduğundan tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere zarardır. Belki böyle mesail-i imaniyenin itidal-i demle, insafla, bir müdavele-i efkâr suretinde bahsi caizdir.

    Ve de ki: Eğer senin kalbine bu nevi mesailde şüpheler gelirse ve Sözler’den de cevabını bulmazsan hususi bana yazarsınız.

    Hem Eczacıya de ki: Merhum pederi hakkında gördüğü rüya için hatırıma şöyle bir mana geldi ki: Merhum pederi doktor olmak münasebetiyle, çok salih ve mübarek, belki veli insanlara faydası dokunmuş ve ondan memnun olan ve menfaat gören o mübareklerin ervahları, onun vefatı hengâmında kuşlar suretinde en yakın akrabası olan oğluna görünmüş, onun ruhuna şefaatkârane bir hoşâmedî nevinden bir istikbal ettikleri hatırıma geldi.

    O gece burada beraber bulunan bütün dostlara selâm ve dua ederim.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî