Barla Lahikası 180. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    12.13, 21 Kasım 2023 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 32862 numaralı sürüm (Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
    (fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)
    Diğer diller:
    • Türkçe

    (Hulusi Bey’in fıkrasıdır.)

    Bu hafta Otuz Birinci Mektup’un Yedinci Lem’a’sı ile Üçüncü Lem’a’sını, hazine-i Mektubat’a ilâve ve muhibban ve müştakana tilavet eylemekle, vesatat-ı âliyenizle, bir lütf-u azîm-i İlahîye daha mazhar olduğumdan dolayı Kerîm, Rahîm, Bâki-i Zülcelal’e yüz binler hamd ve şükreylemekte ve sevgili Üstadımı rıza-yı Samedanîsine ve vazife-i meşkûre-i maneviyesinde devamlı, nüfuzlu, şümullü muvaffakiyetlere mazhar buyurmasına abîdane tazarru ve niyazlarda bulunmaktayım.

    Bu bîçare ve isyankârdan çok dua beklediğinizi emir buyuruyorsunuz. Ben o dergâh-ı âlîye ancak bir nevi i’cazının izharına Fahrü’l-âlemîn, Habib-i Rabbü’l-âlemîn, Seyyidü’l-mürselîn sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin en büyük mu’cizesi olan, tâ kıyam-ı saate kadar hükmü ve i’cazı bâki olacağına iman ettiğim Kur’an’ın nurları delâletiyle ve Üstadımın mübarek isimlerini, vesile-i kabul olmak üzere kullanarak iltica edebiliyorum. Hiç mümkün müdür ki bu eşiğe yüzümü sürerken “Yâ Rab, Üstadım Said Nursî Hazretlerinden razı ol, dâreynde muradlarını hasıl kıl!” diye yalvarmayayım? Aslâ ve kat’â... Bu bir vazife olmakla beraber, kanaatçe inşâallah vesile-i icabe-i duadır.

    Aziz Üstad! Sadîkınızın zayıf ruhu, bu fâni hayatta olduğu gibi bâki ve sermedî hayatta da inşâallah ulvi ruhunuzun cenah-ı şefkatinden ayrılmayacaktır, ayrılamayacaktır ve ayıramayacaklardır.

    Evet, gayr-ı kabil-i inkârdır ki bu fâni hayatın dağdağaları arasında, havas ve letaif her zaman müştakı bulundukları münevver ve muhteşem âyineye bakamıyorlar fakat o meşgaleden feragat edildiği anda, yine Nur bütün haşmetiyle arz-ı dîdar ediyor. Bu zamanlarda hiç ayrılık hissetmiyorum. Hattâ ihtilaf-ı mekânı da tesirsiz görüyorum.

    Yedinci ve Üçüncü Lem’aların bura postahanesine vürûdu, ramazanın on birine tesadüf ediyor. Bir gün postada kalmasına karşılık tutulursa her bir Lem’a, bu mübarek ayın başından onuna kadar birer gün almışlar ve “Evvelühü rahmetün” olan aşr-ı ûlâ-yı ramazanda mahall-i maksuda vâsıl olmuşlardır. Müftülük ilanına göre tam onuncu gündedir.

    Dördüncü ve Sekizinci Lem’aları da bu mâh-ı gufranın on dördüncü günü aldım. Posta bir gün evvel geldiğine ve bir gün de postada kalışına veya birinci makama sayılırsa bu nurlu eser de sanki ramazanın her gününde bir Lem’a alarak yerini bulmakla hem bu adetlerin boşuna konulmadığına hem de “Evsatuhu mağfiretün” olan aşr-ı sânî-yi ramazanda yazıldığı mahalle yetişeceğine sarahat derecesinde delâlet ediyor.

    Şu saatte şuâatını gözüme sokan güneş gibi bu kadar nurlu ve zâhir hakaiki, mahza bir inayet-i İlahî olarak, bu bîçareye gösterilen bu mübarek eserlerden, bu Nurların bihavlillah gurûbsuz tulû ettikleri mahalle, Utarid ve Zühre gibi maddeten ve manen yakın bulunan hizbü’l-Kur’an’a dâhil hâfız, sadık, hâlis ve salih kardeşlerimin daha çok esrar anlayacaklarına şüphe etmiyorum.

    Mademki merkez-i feyze en uzak bulunan âciz bir kardeşlerinin mübarek eserler hakkındaki duyguları, kendilerinin de lâyıklı, manalı çok değerli ihtisaslarını beyana vesile oluyor, inşâallah bu hareketleri hizmet-i Kur’an’dan ma’dud olur. Âlî huzurunuzda kardeşlerimle biraz konuşmak istiyorum.

    Kardeşlerim, bu bîçarenin Nurlarla iştigali üç devreye ayrılmıştır:

    Birincisi: Üstad Hazretleriyle ilk teşerrüf etmek saadetine nâil olduğumdan itibaren intişar etmiş olan eserleri, kendim için istinsah etmek.

    İkincisi: Yine muhterem Üstadımın emirlerine imtisalen Sözlerin, muhtelif tabaka-i nâsa tesirleri ve kabil-i cerh, lâzımü’t-tashih, mûcib-i itiraz cihetleri olup olmadığı hakkında, kāsır aklımla anlayabildiğim kadar ve kısa görüşümle seçebildiğim kadarını arz eylemek ve bütün fırsatlardan istifade ile din kardeşlerime faydalı olmak, onlara da bu Nurları göstermek, dikkat-i nazarlarını celbetmek, kalbî ve bâtınî yaralarına merhem eylemek emeliyle, ihtiyarsız ve manevî bir tesir altında âsâr-ı Nur’u aşk ile okumak.

    Üçüncüsü: Yine aziz ve müşfik Üstadımın emirlerine mutavaatla, bildiğiniz vechile her birisi bir türlü letafet ve belâgat ve celadette ve çok kolaylıkla akıllara hayret verecek tarzda intişar etmekte olan nurlu âsâr hakkındaki ihtisaslarımı arz eylemek ve bizzat veya kardeşlerim namına, bazı Kur’anî müşkülat ve tereddüdatı makam-ı feyze takdim ederek, bu tarîkle hem müşkülün halline hem de sâil ile birlikte diğer kardeşlerin de istifadelerine âcizane hizmet eylemek.

    Denizden katre mesabesindeki bu Kur’anî hizmetten dolayı, bu bîçareye bir kıymet atfetmeyiniz. Çünkü maalesef hiç liyakatim olmadığını ben çok iyi biliyorum. لَا تَق۟نَطُوا مِن۟ رَح۟مَةِ اللّٰهِ âyet-i celilesi ümit vermemiş olsa isyanımın nihayetsizliği karşısında çıldırmak işten bile değil.

    Öyle ise aziz kardeşlerim, bu zavallı kardeşinize hayır dua buyurmanızı bilhassa rica ediyorum. Kur’an hesabına bakılırsa o zaman belki bazı güzellikler görünebilir. Bu da sevgili Üstadımızın buyurdukları gibi Kur’an’ın güzellikleri ve menba-ı kevserden gelen Nurların latîfliği, bu hususu temin etmişlerdir.

    Hîn-i sabavetimden beri en ziyade menfurum, felillahi’l-hamd yalan söylemektir. Onun için hakikati ifade ettiğime emin olabilirsiniz ki yukarıda arz ettiğim üç safhada ihtiyar ve tesadüf yoktur. Hâkim olan bir dest-i gaybî ve kader-i İlahîdir. Bunu hissediyordum. Kader-i İlahîyi izaha lüzum yok. Dest-i gaybın da Gavs-ı A’zam Sultan-ı Evliya Bâzü’l-Eşheb, Seyyid Abdülkadir-i Geylanî kuddise sırruhu’l-âlî Hazretleri olduğunu son defa öğrenmiş olduk.

    Fakat muhterem Üstadımın âlî afflarına istinaden şunu ilâve edeyim ki Gavs-ı A’zam Hazretlerinin keramet-i gaybiyeleri, sarahaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerini göstermektedir. Çocukluğundan beri hârika tercüme-i hali tetkik edilecek olursa görülür ki bu zatın vücudu sırf Kur’an ve iman hesabınadır. Ondandır ki o hârika hâlâta mazhar olmuş.

    Biz bîçareler bu şem’in pervanesi oldukça, hizbü’l-Kur’an namına Hazret-i Gavs’ın himmet ve duasına ve cedd-i zîşanı Peygamberimiz sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin şefaatine, iltimasına ve nihayet Münzilü’l-Kur’an’ın affına, himayesine mazhar olacağımıza da şüphe edilmemek lâzımdır.

    Allahu Zülcelal Hazretleri cümlemizi muhafaza buyursun, âmin! Dâreynde bâis-i necatımız olan bu hizmeti bi’l-külliye terk edecek olursak, o zaman helâkimiz muhakkaktır. Mademki elimizde ma’fuv olduğumuza dair senedimiz yok; bâis-i feyzimiz Üstadımız Hazretlerinin bizlere şefkatinden dolayı keramet-i gaybiyeden haber verdikleri müjdeler, yalnız şevkimizi ve şükrümüzü artırmaya vesile olmalı. İsimlerinin sarahaten zikredildiğini bildirmekle beraber gösterdikleri âlî feragat, cümlemiz için nazar-ı ibretle görülmeli ve cidden taklit olunmalıdır.

    Yine emirlerindendir ki bizler hizmetle muvazzafız, mükellefiz. Netice ile değil. Bu nurlu hizmette bizleri birleştiren Allahu Zülcelal’den niyazım: Haşirde de liva-yı Muhammedî (asm) altında haşr u cem’olmaklığımızdır.

    اَللّٰهُمَّ رَبَّنَا تَقَبَّل۟ مِنَّا اِنَّكَ اَن۟تَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ

    Müsaadenizle sadede geliyorum:

    Otuz Birinci Mektup’un Yedinci Lem’a’sına esas olan üç âyet-i celilenin tefsiri hârika bir tarzdadır. Bilhassa İkinci Vecih’le, Yedinci Vech’in ikinci ihbar-ı gaybî ciheti işitilmemiş bir surettedir. Bu Mektup’un Üçüncü Lem’a’sı ki كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ لَهُ ال۟حُك۟مُ وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ âyetinin mealini ifade eden يَا بَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى ۝ يَابَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى cümlelerinin gösterdikleri iki hakikatten çok büyük feyz aldım. Garibdir ki bu mübarek eser لَقَد۟ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّؤ۟يَا بِال۟حَقِّ âyet-i celilesiyle başlamakla, sanki bu fakirin gördüğü rüyaya bir işaret yapıyor ve diyor ki:

    Senin rüyanda gördüğün kamer, bu âyette bahis buyrulan rüyanın sahibi iki cihanın Fahri sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Hazretlerinin bir parmak işaretiyle ve izn-i Hak’la inşikak etmiştir. Şems onun hatırı için On Dokuzuncu Mektup’ta beyan buyrulduğu üzere, bir saat hareketsiz görünmüştür, gibi mu’cizatını hatırlatarak “Ey gafil, ittiba-ı sünnet et!” diyor.

    Bu rüyayı nakleden mektubumda, Otuz Birinci Mektup’un Birinci ve İkinci Lem’alarıyla, Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Birinci Remzi’nin Birinci Makam’ından gelen feyiz neticesi, ihtiyarsız yaptığım tabirin sonunda yazmış olduğum كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ âyet-i celilesinin bir nevi i’cazlı tefsirini beyan buyurmakla, mektubuma gayet latîf ve çok muhteşem bir cevap verilmiş oluyor.

    Otuz Birinci Mektup’un Dördüncü Lem’a’sının Birinci Makamı “Minhacü’s-Sünne” denmeye hakikaten lâyıktır.

    Birinci Nükte: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine şefkatinin derecesini ve bihakkın Şefîu’l-müznibîn olduğunu göstermekle beraber, Süleyman Efendi merhumun mevlid-i şerifindeki:

    Tıfl iken ol diler idi ümmetin,

    Sen kocaldın terk edersin sünnetin.

    vecizesini hatırlatmakta ve ol Hazret’e ümmet olanlara, sünnetlerine riayet lüzumunu ehemmiyetle ders vermektedir.

    İkinci Nükte: Cenab-ı Peygamber sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin nesl-i mübareklerinin, ilâ yevmi’l-kıyam Hazret-i Hasan ve Hüseyin radıyallahu teâlâ anhüma’dan geleceklerini ve istikbalde çok mübarek zevatın da bu meyanda zuhur edeceklerini nazar-ı nübüvvetle gördükleri için bu iki hafidine bütün o nurlu zatlar hesabına şefkat göstermesi; öyle bir tariftir ki beşerin düşünmesiyle yazılmasına imkân yoktur.

    Üçüncü Nükte: Nass-ı kātı’ ile sabit ve hadîs-i Nebevî ile müberhen Âl-i Beyt’e muhabbete işaret etmekte, bu vazifeyi îfaya davet eylemektedir. Çünkü İslâmiyet bir vücudsa bu vücudun bel kemiği muhakkak Âl-i Beyt ve başı her zaman Kitabullah’tır.

    Dördüncü Nükte: Şîaları ilzam edecek kadar kuvvetli bir derstir. Bu şümullü dersten gaye ne olduğu, sonunda mükemmelen icmal edilmiştir.

    وَاع۟تَصِمُوا بِحَب۟لِ اللّٰهِ جَمٖيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا emr-i celiline tevfikan, bütün mü’minler tevhide çağrılmıştır.

    Keramet-i Gavsiye’nin işaratını teyid eden remizleri defaatle okudum. Bu müjdeler hamd ve şükrümü artırmıştır. Zembilli Ali Efendi’nin hale çok uygun olan fıkrası hoşuma gitti. Latîf tefe’ülünüz خِتَامُهُ مِس۟كٌ kabîlinden olmuştur.

    Evet, Kur’anî bahçede her zaman başka renkte, başka letafette, başka tesirde hakiki cennet çiçekleri açılıyor. Bu mezherenin bülbülüne ve onun gönülleri teshir eden nağmesini dinleyen, meşk eden yoldaşlarına, dâreynde selâmet ve saadet ve muvaffakiyetler temenni ve niyaz eylerim.

    Şairin zamana muvafık bir beyti:

    Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin

    Bülbül hamuş, havz tehî, gülistan da harap.

    Ben de derim:

    Öyle bir bid’alar devrindeyiz ki İslâm’ın

    Bir bülbülü, bir gülistanı kalmış Kur’an’ın.

    Keramet-i Gavsiye’yi henüz kimseye okuyamadım. İçinde bu bîçareden bahis edilişi, okumak hususunu düşündürüyor. Mübarek Ramazan (Hâşiye[1]) bir an evvel bu isyankârların, kadir-nâşinasların elinden yakayı kurtarmaya çalışır vaziyette, süratle elimizden gitmektedir. İmam Ömer Efendi geçen sene “Ramazanın Hikmetleri” eserinin, ramazan ayı geçtikten sonra gelişinden, benim gibi müteessir olmuştu. Bu ramazanın birinci cuma hutbesinde, ben de hazır olduğum halde, yüzlerce cemaate, bu nurlu hikmetlerden birkaçını hemen aynen okudu. Bu anda bu fakirde husule gelen şükür hislerini tarif edemeyeceğim.

    اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى

    Hulusi



    Barla Lahikası 179. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 181. Mektup

    1. Hâşiye: Garibdir ki Hulusi’nin bu sözünü belki yirmi defa tekrar etmişim. Süleyman gibi dostlar şahittirler. Demek, bir hakikat var ki ikimizi böyle söyletmiş.
      Said