Kastamonu Lahikası 43. Mektup
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ
Telifinden otuz dört sene sonra, Münazarat namındaki esere baktım, gördüm ki: Eski Said’in o zamandaki inkılabdan ve o muhitten ve tesirat-ı hariciyeden neş’et eden bir halet-i ruhiye ile yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var. O kusurat ve hatîatından bütün kuvvetimle istiğfar ediyorum ve o hatîattan nedamet ediyorum. Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden niyazım odur ki: Ehl-i imanın meyusiyetlerini izale niyetiyle ettiği hatîat, hüsn-ü niyetine bağışlansın, affedilsin.
Eski Said’in bu gibi eserlerinde iki esas-ı mühim hükmediyor. O iki esasın hakikatleri vardır fakat ehl-i velayetin keşfiyatı tevilata ve rüya-yı sadıkanın tevile muhtaç oldukları gibi; o hiss-i kable’l-vukuun dahi daha ince tabirlere lüzumu varken Eski Said’in o hiss-i kable’l-vuku ile hissettiği o iki hakikatin tevilsiz, tabirsiz bir surette beyanı, kısmen kusurlu ve kısmen hilaf görünüyor.
Birinci Esas: Ehl-i imanın meyusiyetine karşı “İstikbalde bir nur var.” diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kable’l-vuku ile Risale-i Nur’un istikbalde, dehşetli bir zamanda, çok ehl-i imanın imanlarını takviye edip kurtarmasını hissedip o adese ile Hürriyet İnkılabı’ndaki siyaset dairelerine bakmış; tabirsiz, tevilsiz tatbike çalışmış. Siyaset ve kuvvet ve kemiyet noktasında zannetmiş. Doğru hissetmiş fakat tam doğru diyememiş.
İkinci Esas: Eski Said, bazı dâhî siyasî insanlar ve hârika ediblerin hissettikleri gibi çok dehşetli bir istibdadı hissedip ona karşı cephe almışlardı. O hiss-i kable’l-vuku tabir ve tevile muhtaç iken bilmeyerek resmî, zayıf ve ismî bir istibdat görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdatların zayıf bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksat doğru fakat hedef hata.
İşte Eski Said de eski zamanda böyle acib bir istibdadı hissetmiş. Bazı âsârında, ona hücum ile beyanatı var. O müthiş istibdadat-ı acibeye karşı meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i şer’iye, Kur’an’ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musibeti def’eder diye düşünüp öylece çalışmış.
Evet, zaman gösterdi ki hürriyet-perver namını alan bir devletin, o istikbalde gelen istibdadın bir numunesi olarak üç yüz müstebit memurlarıyla, üç yüz milyon Hindistan’ı üç yüz seneden beri üç yüz adam gibi kolay bağlayıp deprenmeyecek derecede istibdat altına alarak, eşedd-i zulmü a’zamî bir derecede yani birisinin hatasıyla binler adamı tecziye etmek olan kanun-u müstebidanesine inzibat ve adalet namını vermiş, dünyayı aldatmış, ateşe vermiş.
Münazarat namındaki eserde, bazı latîfe suretinde bazı kayıtlar, hâşiyecikler bulunur. O eski zaman telifinde zarifü’t-tab talebelerine bir mülâtafe nevindedir. Çünkü onlar, o dağlarda beraberinde idiler. Onlara ders suretinde beyan ediyormuş.
Hem bu Münazarat Risalesi’nin ruhu ve esası hükmünde olan, hâtimesindeki Medresetü’z-Zehra hakikati ise istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur’a bir beşik, bir zemin ihzar etmek idi ki bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevk olunuyordu. Bir hiss-i kable’l-vuku ile o nurani hakikati, bir maddî surette arıyordu.
Sonra o hakikatin maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı. Sultan Reşad, on dokuz bin altın lirayı Van’da temeli atılan o Medresetü’z-Zehraya verdi, temel atıldı. Fakat sâbık Harb-i Umumî çıktı, geri kaldı. Beş altı sene sonra Ankara’ya gittim, yine o hakikate çalıştım. İki yüz mebustan yüz altmış üç mebusun imzalarıyla, o medresemize –yüz elli bin banknota iblağ ederek– o tahsisat kabul edildi. Fakat binler teessüf medreseler kapandı, onlar ile uyuşamadım, yine geri kaldı.
Fakat Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn o medresenin manevî hüviyetini Isparta vilayetinde tesis eyledi, Risale-i Nur’u tecessüm ettirdi. İnşâallah istikbalde Risale-i Nur şakirdleri, o âlî hakikatin maddî suretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar.
Eski Said’in İttihat-Terakki komitesine şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirane yüksek takdiratı ve iltizamları ise bir hiss-i kable’l-vuku ile –yağı içinde bulunan– o cemaat-i askeriyede ve o cemiyet-i milliyede bir milyona yakın ve evliya mertebesinde olan şüheda, altı yedi sene sonra tezahür edeceğini hissetmiş. İhtiyarsız olarak meşrebine muhalif onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sâbık Harb-i Umumî çalkamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said’e muhalefet edip yine mücahedesine döndü.