الكلمة الخامسة

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    10.03, 10 Aralık 2023 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 49334 numaralı sürüm ("«يا أخي! إنّ مُهمَّتكَ الأصليَّةَ هي التَّدرُّبُ والاستِعدادُ للحربِ، وقد جِيءَ بك إلى هنا من أجلِ ذلك، فاعتَمِدْ على السلطانِ واطمَئِنَّ إليه في أمرِ معاشِكَ، فلن يَدَعَكَ جائعًا، فذلك واجبُه ووظِيفتُه، ثم إنكَ عاجِزٌ وفقيرٌ لن تستَطيعَ أن تُدِيرَ..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    Diğer diller:

    الكلمة الخامسة

    اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ (النحل:128)

    إذا أردتَ أن ترَى أنَّ إقامةَ الصَّلاةِ واجتنابَ الكبائرِ وَظيفةٌ حقِيقيَّةٌ تليقُ بالإنسانِ ونتيجةٌ فِطريةٌ مُلائِمةٌ مع خِلقتِه، فتأمَّل في هذه الحكايةِ التَّمثيلِيَّةِ القصيرةِ واستمعْ إليها:

    كانَ في الحربِ العالميةِ، وفي أحدِ الأفواجِ، جُنديانِ اثنانِ، أحدُهُما مُدرَّبٌ على مُهمَّتِه مُجِدٌّ في واجبِه؛ والآخَرُ جاهِلٌ بوظِيفتِه متَّبعٌ هَواهُ، كان المُتقِنُ واجبَه يهتمُّ كُلَّ الاهتمامِ بأوامرِ التَّدريبِ وشُؤونِ الجهادِ، ولم يكن لِيُفكِّرَ قطُّ بلوازِمِ مَعَاشِه وأرزاقِه، حيثُ إنه أدركَ يقينًا أنَّ إعاشتَه ورِعايةَ شُؤونِه وتَزويدَه بالعَتادِ، ومُداواتَهُ إذا مَرِضَ، بل حتى وضْعَ اللُّقمةِ -إذا احتاجَ الأمرُ- في فَمِه، إنما هو من واجبِ الدَّولةِ.

    وأما واجبُه الأساسُ فهو التَّدَرُّبُ على أمورِ الجهادِ ليس إلّا، مع علمِه أنَّ هذا لا يَمنعُ من أن يقومَ بشؤونِ التَّجهيزِ وبعضِ أعمالِ الإعاشةِ كالطَّهيِ وغسلِ المَواعينِ، وحتى في هذه الأثناءِ

    لو سُئِل: «ماذا تفعلُ؟» لقال:

    «إنما أقومُ ببَعضِ واجباتِ الدَّولةِ تَطوُّعًا»، ولا يُجيبُ: «إننِّي أسعَى لأجلِ كسبِ لوازِمِ العَيشِ».

    أما الجُندِيُّ الآخرُ، الجاهلُ بواجباتِه فلم يكنْ لِيُباليَ بالتَّدريبِ ولا يَهتمَّ بالحَربِ؛ فكان يقولُ: «ذلك من وَاجبِ الدَّولةِ، وما لي أنا؟!» فيُشغِِلُ نفسَه بأمورِ مَعيشَتِه ويَلهثُ وراءَ الاستِزادةِ منها حتى كان يَدَعُ الفوجَ لِيُزاوِلَ البيعَ والشِّراءَ في الأسواقِ.

    قالَ له صديقُه المُجِدُّ ذاتَ يوم:

    «يا أخي! إنّ مُهمَّتكَ الأصليَّةَ هي التَّدرُّبُ والاستِعدادُ للحربِ، وقد جِيءَ بك إلى هنا من أجلِ ذلك، فاعتَمِدْ على السلطانِ واطمَئِنَّ إليه في أمرِ معاشِكَ، فلن يَدَعَكَ جائعًا، فذلك واجبُه ووظِيفتُه، ثم إنكَ عاجِزٌ وفقيرٌ لن تستَطيعَ أن تُدِيرَ أمورَ معيشتِكَ بنفسِكَ، وفوقَ هذا فنحنُ في زمنِ جهادٍ وفي سَاحةِ حربٍ عالميةٍ كبرَى، أخشَى أنْ يَعُدُّوكَ عاصِيًا لأوامرِهم فيُنْـزِلونَ بك عُقوبةً صارِمةً. نعم؛ إنَّ وظيفتَينِ اثنتَينِ تَبدُوانِ أمامَنا: إحداهُما: وظِيفةُ السُّلطانِ، وهي قيامُه بإعاشتِنا، ونحن قد نُستَخدَمُ مجانًا في إنجازِ تلك الوظِيفةِ، وأُخراهُما: هي وظيفتُنا نحنُ، وهي التَّدرُّبُ والاستِعدادُ للحربِ، والسُّلطانُ يُقدِّمُ لنا مساعَداتٍ وتَسهيلاتٍ لازِمةٍ».

    Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse ne kadar tehlikede kalır, anlarsın.

    İşte ey tembel nefsim! O dalgalı meydan-ı harp, bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise cemiyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir. O iki nefer ise biri feraiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttaki Müslüman’dır. Diğeri, Rezzak-ı Hakiki’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgele günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Ve o talim ve talimat ise –başta namaz– ibadettir. Ve o harp ise nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalp ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise birisi, hayatı verip beslemektir. Diğeri, hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır, ona tevekkül edip emniyet etmektir.

    Evet, en parlak bir mu’cize-i sanat-ı Samedaniye ve bir hârika-i hikmet-i Rabbaniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ondan başka olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nazik mahluk en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi).

    Evet, vasıta-i rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları muvazene etmek kâfidir.

    Demek derd-i maişet için namazını terk eden, o nefere benzer ki talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerîm’in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için kendisi bizzat gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.

    Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

    Demek ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk’ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

    İşte sana iki yol, istediğini intihab edebilirsin. Hidayet ve tevfiki Erhamü’r-Râhimîn’den iste.