EL PRIMER DESTELLO

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    12.30, 18 Aralık 2023 tarihinde Ferhat (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 52039 numaralı sürüm ("La confidencia de nuestro señor Yunus Ibn Matta, sean sobre nuestro Profeta y sobre él la oración y la paz, es uno de los más grandes y admirables tipos de confidencia y uno de los medios más efectivos para que la súplica sea respondida y aceptada*(*<ref>*[De Sa’d Ibn Abi Waqqaṣ, que Allah esté complacido con él, que el Mensajero de Allah, al que Allah le dé Su gracia y paz, dijo: “La súplica de Dhun-Nun (Yunus) cuando suplicó en el vien..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)

    EN EL NOMBRE DE ALLAH, EL MISERICORDIOSO, EL COMPASIVO

    {Y llamó en las tinieblas: ¡No hay dios sino Tú! ¡Gloria a Ti! En verdad yo estaba entre los injustos.} (Sura de los Profetas, 87)

    {Cuando llamó a su Señor: El mal me ha tocado pero Tú eres el más Misericordioso de los misericordiosos.} (Sura de los Profetas, 83) {Y si dan la espalda, di: Allah es Suficiente para mí, no hay dios sino Él, en Él me confío y Él es el Señor del Trono inmenso.} (Sura de la Retractación, 129) {Allah es Suficiente para nosotros y ¡Qué Excelente Guardián!} (Sura de la Familia de ‘Imrán, 173) No hay habilidad ni fuerza excepto por Allah, el Elevado, el Inmenso. ¡Oh Permanente, Tú eres el Permanente. ¡Oh Permanente! Tú eres el Permanente. {Para aquellos que creen es una guía y una cura.} (Sura “Se han expresado con claridad”, 44)

    Esta es la primera parte del “Escrito Trigésimo Primero”. Incluye seis destellos, cada uno de los cuales aclara una de las muchas luces de las palabras benditas mencionadas, cuya recitación treinta y tres veces, en cualquier momento, tiene muchas virtudes; especialmente entre magrib e ‘ishá.

    EL PRIMER DESTELLO

    La confidencia de nuestro señor Yunus Ibn Matta, sean sobre nuestro Profeta y sobre él la oración y la paz, es uno de los más grandes y admirables tipos de confidencia y uno de los medios más efectivos para que la súplica sea respondida y aceptada*(*[1]).

    Hazret-i Yunus aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ münâcatı, ona süraten vasıta-i necat olmuştur.

    Şu münâcatın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab bi’l-külliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir zat lâzım ki hükmü hem balığa hem denize hem geceye hem cevv-i semaya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde “gece, deniz ve hut” ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faydaları olmazdı. Demek, esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-esbab’dan başka bir melce olamadığını aynelyakîn gördüğünden sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münâcat birdenbire geceyi, denizi ve hutu musahhar etmiştir.

    O nur-u tevhid ile hutun karnını bir tahte’l-bahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvari emvac dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.

    İşte Hazret-i Yunus aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor, onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.

    Madem hakiki vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbibü’l-esbab olan Rabb’imize iltica edip لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def’edecek yalnız o zat olabilir ki istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.

    Acaba Hâlık-ı semavat ve arz’dan başka hangi sebep var ki en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvacından kurtaracak? Hâşâ, Zat-ı Vâcibü’l-vücud’dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdat edemez ve halâskâr olamaz.

    Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus aleyhisselâma o münâcatın neticesinde hutu ona bir merkûb, bir tahte’l-bahir ve denizi bir güzel sahra ve gece mehtaplı bir latîf suret aldı. Biz dahi o münâcatın sırrıyla لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeliyiz. لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَن۟تَ cümlesiyle istikbalimize سُب۟حَانَكَ kelimesiyle dünyamıza اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz.

    Tâ ki nur-u iman ile ve Kur’an’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılab etsin.

    Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvacı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’an-ı Hakîm’in tezgâhında yapılan bir sefine-i maneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın.

    Hem o sırr-ı Kur’an’la, o terbiye-i Furkaniye ile nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

    Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla sıtmadan müteellim olduğu gibi arzın zelzele ve ihtizazatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebînî bir mikroptan korkar, ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever, öyle de hadsiz ebedî cenneti dahi müştakane sever.

    Elbette böyle bir insanın Mabud’u, Rabb’i, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir zat olabilir ki umum kâinat onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvari (as) لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ demeye muhtaçtır.

    سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ


    1. *[De Sa’d Ibn Abi Waqqaṣ, que Allah esté complacido con él, que el Mensajero de Allah, al que Allah le dé Su gracia y paz, dijo: “La súplica de Dhun-Nun (Yunus) cuando suplicó en el vientre de la ballena, consistió en que dijo: {No hay dios sino Tú. ¡Gloria a Ti! En verdad he sido de los injustos.} Y no hay hombre musulmán que ruegue con ella, que Allah no le responda”.]