Sikke-i Tasdik-i Gaybi 10. Mektup
Risale-i Nur’un müsadere hâdisesi münasebetiyle Isparta Süleyman’ı Rüşdü’nün, evvelki fıkrasına zeyl olarak yazdığı bir fıkrasıdır
Risale-i Nur şakirdlerinin merkezi olan Şükrü Efendi’nin köşkünün komşusu seksen yaşında muhterem Alîl Osman Çavuş namında bir zat, Risale-i Nur nâşirlerine hücum zamanından bir gün sonra rüyasında görüyor ki: Güneş ile kamer, beraber olarak köşkün içine girip parlıyorlar.
Diğer bir rüyada Keçeci Mustafa Efendi’nin hafidi Bekir yine hâdise-i elîmeden bir iki gün sonra görüyor ki: Güneş kıble tarafından çıkıyor. Şuâatı içinde güneş yüzünde Risale-i Nur nâşirinin sureti temessül edip aynen güneşin kursunda görünüyor.
Hem mütedeyyin bir kadın, yine hâdiseden sonra görüyor ki: Semavattan mübarek kâğıtlar yağıyor. Soruyorlar: “Bu nedir?” Rüyada demişler: “Risale-i Nur’un sahifeleridir.” Yani tabirce Risale-i Nur, Kur’an’ın tefsiri olduğu cihetle, vahy-i semavî olan Kur’an’ın semavî ve ilhamî bir tefsiridir. Hem yağmur gibi insanlara kesretli bir rahmettir.
Hâdisenin vukuundan evvel, Risale-i Nur şakirdlerinin her biri bir cesedin azaları gibi bir cihette o cesede gelen müessir bir arızayı bütün azanın hissetmesi nevinden; bu hâdiseyi Risale-i Nur’un dört şakirdi, vukuundan bir iki gün evvel şöyle gördüler: Üçü, yani Mehmed Zühdü, Halil Ruhi, Mehmed Niyazi, Risale-i Nur nâşirlerinin üstadını vefat etmiş görüyorlar ki vefat ise tabirce Risale-i Nur’un tatilini haber veriyor. Dördüncüsü, Fâzıl Bey görüyor ki –hâdiseden bir gün evvel– rafta kitapları karıştırır, bazı kitapları düşürür. Üstad bana hiddet ediyor, ben de diyorum: “Re’fet düşürdü.” Birden haneye polisler doluyorlar, her şeyi alıyorlar.
Hem bundan yedi buçuk ay evvel Risale-i Nur nâşirlerine gelen elîm polishaneye çağırma meselesinde Risale-i Nur’un şakirdlerinin dört tanesi (aynı hâdiseyi bir ikisi, yani Rüşdü ile Lütfü aynen görüyorlar, ikisi de az bir tabirle) aynı hâdiseyi görmeleri ve bu defaki hâdiseyi, yine dört tane şakirdler aynen görmesi gösteriyor ki Risale-i Nur şakirdleri, bir cesedin azaları gibidirler ki Risale-i Nur’a gelen hâdiseyi, bir cesedin azaları gibi hissediyorlar.
Hem Risale-i Nur şakirdlerinden Bekir’e o musibet gününden bir gün evvel biri demiş: “Üstadın seni çağırıyor!” Bir hiss-i kable’l-vuku ile ikinci gün Üstadının başına gelen ve rahmet-i İlahiye ile hafif geçen müthiş musibeti, düşmanların planları derecesinde büyük, ağır hissetmiş tarzında, ağlayarak gayet korkaklık ve halecan ile koşup geldi. O halecan ve ağlamasına hiç sebeb-i zâhirî yokken yine heyecanını, ağlamasını teskin edemiyordu. Demek Risale-i Nur’a gelen musibet, şakirdlerini kerametkârane ikaz ediyordu.
Hem musibetin aynı gününde Üstadımız gezmekten dönerken
–Hüsrev ve Mehmed’in ihbarıyla– birdenbire sebepsiz ehl-i dünyaya karşı hiddete başlamış. Yirmi beş sene evvel Divan-ı Harb-i Örfîde kendi idam kararını beklerken sebepsiz, kalpsiz, rütbeli iki adam, mahpus olduğu koğuşa tahkir için geldikleri zaman gayet acib bir surette söylediği o hale mahsus meşhur bir şetmi üç defa zalim ve garazkâr ehl-i dünyaya karşı sarf ediyor. “Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırarak tekrar ediyor. Sonra susuyor. Aynı dakikada zabıta, köşkü basmak için yedi sekiz polis köşkün etrafına girdikleri zamana tevafuk ediyor.
Medar-ı ibret bir hâdise:
Risale-i Nur nâşirlerinin tazyiki yüzünden âmirlerinin yanında yüz bulmak niyetiyle Risale-i Nur nâşirlerine ilişenlerin aks-i maksadıyla tokat yediklerinin yüz hâdiseden bir hâdisesi şudur ki:
Sebepsiz, sırf bazı garazkârların keyfi için Risale-i Nur nâşirlerine bir kulp takıp mahkemelerde süründürmek ve belki mahvetmek için sureten kendini dost gösterip gayet hainane bir riyakârlıkla dairemize sokulup birtakım yalanlarla âmirlerini iğfal edip Risale-i Nur nâşirlerine müthiş darbe gelmesine vesile olan bir adam, teveccüh ve makam kazanmak değil, bilakis öyle bir tokat yedi ki dünyada kaldıkça vicdanı varsa vicdan azabı çektirecek. Hem o kolay vazifesinden müşkül bir vazifeye tahvil ettiler ve hem de ona yalancı nazarıyla baktılar. Ve hem nefret-i âmmeyi kazandı. Ve hem taharri hâdisesinden iki gün sonra bir ihtiyar adamı hanesinden çıkarıp yolda getirirken o ihtiyar zat, füc’eten, vefat edip hem mes’uliyet-i maddiyeye ve maneviyeye maruz kalmıştır.
Evet, Risale-i Nur’a hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takınmalı ve rezalete bürünmeli ve manevî cehenneme dünyada girmeyi göze almalı.
Hem o musibet hâdisesinden iki gün evvel, Risale-i Nur şakirdlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meşgul olmayan biri rüyada görüyor ki: Isparta’nın altındaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanın çok ağaçlarını deviriyor. Birdenbire bir zelzele-i arz oluyor, Risale-i Nur nâşiri, elbisesiyle heybetli bir surette yer yarılıp çıkıyor. (Hâşiye[1]) O da korkusundan uyanıyor. İki gün sonra Risale-i Nur’u tatil ve manen toprağa defnetmek niyetiyle küre-i arzı titretecek derecede bir hata ile Risale-i Nur’un eczalarını evrak-ı muzırra nevinden taharri edip, toplayıp merkez-i hükûmete tâ dâhiliye vekâletine gönderir. Hiçbir daire, kanunca mûcib-i muaheze ve mes’uliyet bir şey Risale-i Nur’da bulamadığından o manevî zelzele içinde öldürdük, defnettik zannettikleri Risale-i Nur dirilip, yer yarılıp meydana çıktığı gibi; yine o rüya işaret ediyor ki bir zelzele-i azîme ve bir sel içinde Risale-i Nur bu vatan ve millete bir halâskâr, bir müncî suretinde musibetzedelerin imdadına yetişecek.
Risale-i Nur şakirdlerinden
(Yıldırım) Süleyman Rüşdü
- ↑ Hâşiye: Demek bu geçen seneki zelzele yani İzmir zelzelesi, Risale-i Nur’un dirilmesine ve meydana çıkmasına bir emaredir ve o rüyayı tabir ediyor. Evet o zelzeleden evvel Risale-i Nur defnolunmuş gibi gayet gizli, perde altında intişar ediyordu. Zelzele başladıktan sonra eski elbise-i fâhiresiyle meydan-ı zuhura çıktı.