Sikke-i Tasdik-i Gaybi 58. Mektup
Manevî bir ihtar ile bir iki ince meseleyi yazıyorum
BİRİNCİSİ
Geçen sene ramazan-ı şerifte, Ehl-i Sünnet’in selâmeti ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünmemesine hususi iki sebep ihtar edildi:
Birinci sebep: Bu asrın acib hâssasındandır ki: Elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder. Bu asırdaki ehl-i imanın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri âlîcenabane affetmesi ve bir tek haseneyi ve binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil taraftar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahîye fetva verirler; biz buna müstahakız derler.
Evet, elması bildiği halde yalnız zaruret-i kat’iye suretinde şişeyi ona tercih etmeye ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya tama’ veya hafif bir korku ile tercih edilse; eblehane bir cehalet ve hasarettir, tokada müstahak eder. Hem âlîcenabane affetmek ise yalnız kendine karşı cinayeti affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkaların hukukunu çiğneyen canilere afuvkârane bakmaya hakkı yoktur, zalemeye şerik olur.
İkinci Sebep: İzin olmadığından yazılmadı.
İKİNCİ MESELE
Kardeşlerim! Eskişehir Hapishanesinde, âhir zamanın hâdisatı hakkında gelen rivayetlerin tevilleri mutabık ve doğru çıktıkları halde, ehl-i ilim ve ehl-i iman onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım; bir iki sahife yazdım, perde kapandı, geri kaldı.
Bu beş senede, beş altı defa aynı meseleye müteveccih olup muvaffak olamıyordum. Yalnız o meselenin teferruatından bana ait bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
Hürriyet’in bidayetinde, Risaletü’n-Nur’dan çok evvel, kuvvetli bir ümit ve itikad ile ehl-i imanın meyusiyetlerini izale için “İstikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum.” diye müjdeler veriyordum. Hattâ Hürriyet’ten evvel talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayat’ımda Abdurrahman’ın yazdığı gibi Sünuhat misillü risalelerde dahi “Ben bir ışık görüyorum.” diye dehşetli hâdiselere karşı o ümit ile dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur ediyordum. Halbuki hâdisat-ı âlem iki harb-i umumî ile beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzip edip ümidimi kırdı.
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat’î kanaat verecek bir surette kalbime geldi ki: Ciddi bir alâka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin “Işık var, bir nur göreceğiz.” diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle âlem-i İslâm hakkında dahi ehemmiyetli, Risaletü’n-Nur’dur. Bu bir ışıktır ki seni şiddetli alâkadar etmiş idi. Ve bu bir nurdur ki eskide tahayyül ve tahmininle geniş dairede belki siyaset âleminde gelecek mesudane ve dindarane haletlerin ve vaziyetlerin mukaddimesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek, eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun.
Evet, otuz kırk sene evvel bir hiss-i kable’l-vuku ile hissettin. Fakat nasıl kırmızı bir perde ile siyah bir yere bakılsa karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı.
س ع