Kastamonu Lahikası 85. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    08.31, 27 Ekim 2023 tarihinde Said (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 7759 numaralı sürüm

    بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ

    اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ كَلِمَاتِ ال۟قُر۟اٰنِ وَحُرُوفَاتِهَا

    Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniyede kuvvetli, faal, sebatkâr arkadaşlarım!

    Bugünlerde benimle altı adam, başta Marangoz Ahmed, âhirinde ben, manevî ihtara binaen birer meseleye medar olmuşuz:

    Birincisi: Faal, cidden çalışkan, Risale-i Nur ve Medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed’in mektubunda, Eşref namında on yaşında bir masum çocuğun; köyünü, malını terk edip iki gün mesafeden gelip hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur’u yazmaya muvaffak olması, Risale-i Nur’un bir kerameti olduğu gibi Medrese-i Nuriye’nin de hârika bir çiçeğidir deniliyor.

    Evet, biz de deriz ki: Maddî bir kışta güzel çiçeklerin açılması, bir hârika-i kudret olduğu gibi; bu asrın manevî ve dehşetli kışında, Sava karyesinin yani Sava şeceresi bin güzel çiçekler ve cennet meyveleri açması ve Isparta memleket bahçesi, binler gül-ü Muhammedî (asm) çiçekleri açması (Hâşiye[1]) elbette hârika bir mu’cize-i rahmet ve bu memlekete hârika bir keramet-i inayet-i Rabbaniye ve Risale-i Nur talebelerine hârikulâde bir ikram-ı İlahîdir diye itikad edip Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrederiz.

    Marangoz Ahmed’in mektubunda, Darıviran köyünün eski zamanın çalışkan talebelerini andıran fedakâr talebeler, bizi ve eski zaman talebelerini tahassürle yâd eden medreseden yetişme, Risale-i Nur talebelerine derin bir sürur verdi. Medrese-i Nuriye’nin hanımlar talebeleri; evrad-ı Kur’aniye ile dualarıyla, evradlarıyla çalışkan kalemlere manevî yardımları çok güzeldir. Bu havalideki hanımlara da tam bir ders olur. Cenab-ı Hak onlardan ve o medresenin umum talebelerinden ve üstadlarından ebeden razı olsun.

    Ahmed’in rüyası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa’nın (as) kuvvetli sadâsını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdat Hizbü’l-Kur’an’a iltihak etmeye işaret olabilir.

    İkinci Adam ve Meselesi: Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şafiî’nin (ra) dediği gibi: “Haram nazar, nisyan verir.”

    Evet, ehl-i İslâm’da nazar-ı haram ziyadeleştikçe hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip vücudunda sû-i istimalat ile israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.

    Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden hususan bu memalik-i harrede o sû-i nazardan sû-i istimalat, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes cüz’î küllî o şekvadadır. İşte bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’an’a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek, o hadîsin tevilini gösterecek. لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ

    Üçüncü Adam ve Meselesi: Bizlerle pek çok alâkadar bir zat çok defa dehşetli şekva ediyor ki: “Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, manevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum.” diye meded istiyor. Ona yazıyoruz ki:

    “Bu dünya dârü’l-hizmettir, ücret almak yeri değildir. A’mal-i salihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tabi etmek demektir. O amel-i salihin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse teşvik için verildiğini düşünüp şükreder.”

    Evet bu asırda, bir iki mektupta beyan edildiği gibi o derece hayat-ı dünyeviye damarına dokunmuş ve yaralamış ve heyecana getirmiş ki mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salahat olan bir zat dahi dünyada bir nevi hayat-ı uhreviye ezvakını istiyor; birinci derecede, dünyada zevk-i hayat onda hükmediyor.

    Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zat, pek çokların şekva ettikleri gibi; eskiden şiddetli bir tarîkatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifane şekva etti. Ona dedik:

    Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor, asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de bazen manevî hava bozuluyor. Hususan maneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede manevî havayı tasfiye eden âlem-i İslâm’ın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup havayı bozan dalaletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i imanda, hayat-ı uhreviyeye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi anında elbette böyle kudsî evradlarda zevk, şevk yerinde esnemek ve fütur gelir. Fakat madem خَي۟رُ ال۟اُمُورِ اَح۟مَزُهَا sırrıyla; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı a’mal-i saliha ve umûr-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir.

    Beşincisi: Risale-i Nur’un bir talebesi, Risale-i Nur’a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur’a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünkü bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki Risale-i Nur’a çalıştıkça yaşamakta kolaylık ve kalpte ferahlık ve maişette suhulet görüyoruz.

    Altıncısı: Bu bîçare Said’dir. Herkesin arzu ettiği ve istediği ve ferahla kabul ettiği, şahsına karşı hürmet ve muhabbet ve sohbet –fakat Risale-i Nur’a taalluk eden noktalar haricinde– bana ağır geliyor, beni sıkıyor, müteessir ediyor. Tahmin ediyorum ki Risale-i Nur’un yüksek hâsiyetleri ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin pek büyük meziyetleri, şahsım gibi meslek-i aczde fazla ileri giden bir âciz ve bîçarenin zayıf omuzuna o dağ gibi manalar yüklense altında ezilir, sıkılır diye anladım.

    Bu âhirki iki meselede pek kısa kesmeye kâğıt mecbur etti. Nur, Gül ve Lütfü’nün kahraman vârisleri, Mübarekler Yüksek Heyeti ve Medrese-i Nuriye ve masumlar ve ümmi ihtiyarların her birisine binler selâm ediyoruz.

    Duanıza muhtaç, size müştak kardeşiniz

    Said Nursî


    Kastamonu Lahikası 84. Mektup ⇐ | Kastamonu Lahikası | ⇒ Kastamonu Lahikası 86. Mektup

    1. Hâşiye: Ve her biri “sad berk” olarak yani her bir çiçekte yüz parça yaprak.