Barla Lahikası 200. Mektup
(Hâfız Ali’nin fıkrasıdır.)
Üstad-ı Âlîşanım Efendim Hazretleri!
On bir nükteyi hâvi Mirkatü’s-Sünne’yi istinsaha muvaffak oldum. Bu ziyadar Lem’a şu zamanda şirk ile imanın ve kötü ile iyinin temyiz ve tefriki için öyle bir gevher mihenk ki memduhu gibi gözler hakikatini görmekte ve akıl hakikatine ermekte hayran ve âcizdirler. Zaten şu zamanın pek şiddetli zulümatını yırtacak, zıddının pek fevkinde bir nur-u lâyezalî, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden ümit edilirdi.
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى O nur, bilfiil Risale-i Nur’da nebean ettiği, her aklı başında olanlarca görülüyor. Değil böyle en büyük bir hakikati izah ve tefsir eden bir risale, hattâ bir ferdi ikaz için yazılan bir mektubun bile her meşrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor.
Ey aziz Üstad! Bizler nasıl şükretmeyelim, nasıl minnettar olmayalım ki Cenab-ı Hak şiddetli muhtaç olduğumuz dünyanın o koca güneşi gibi Kur’an güneşinin hakiki bir müfessirine bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü selâm olmasın ki ol Hazret-i Sipeh-sâlâr-ı enbiya olan Şah-ı Levlâke ki bizlerin görmez gözlerimizi nuruyla şuledar edip tarîk-i müstakime sevk eyledi. Nasıl duagû olmayalım ol Hazret-i Dellâl-ı Kur’an’a ki isyanımıza bakıp bizleri halka-i irşadından hariç ve hal-i aslîmizde bırakmadı ve inşâallah iki cihanda da bırakmayacaktır.
Sevgili Üstad! Her iki parçayı istinsah ederken kalbime geldi ki asıllarını taklit etmeyeyim. Zira üzerlerinde zâhir olan ezhar-ı tevafuku, cilve-i bedayi’ başka tarzda kendini nasıl gösterecek dedim. Ve takdim-i âcizanem olan iki nüshadaki sanat-ı bedîa, akıl ve istidad-ı beşerden pek uzak bir tarzda güya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhur ettiğini gösteriyor. Ve şu zamanın akıldan uzak eblehlerine manen diyorlar ki bizim halen üzerimizde tecelli eden cilve-i cemali, aklınızla ölçemezsiniz, yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.
Evet, baharda zeminin yüzünde sanat-ı Rabbaniye ile her tarafta sündüs-misal çiçeklerin açılmaları; cüz’î şuuru olan kimse bir kādir-i mutlak olan Zat-ı Zülcelal’den başkasına veremez. Öyle de risaleler umumiyetle Kur’an ömrünün asırlar, senelerinden on dördüncü asır nevruz-u sultanî misillü bir baharı taşıyorlar. Arı kadar aklı olan, bu baharda bu çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basîrete ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherire atana ne denir? Heyhat! Kendine zîşuur ve ehl-i fikir ve ehl-i basîret süsü verenlere…
Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur’anî elmaslar ile o koca baharın mübeşşirisin. “Cenab-ı Hak, maksud ve muradınıza nâil buyursun, âmin!” duasıyla dest ü dâmen-i muallâlarını öperim Efendim Hazretleri.
Fakir talebeniz
Ali