64.902
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
824. satır: | 824. satır: | ||
Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen her bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet sanatkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta '''gökler'''in nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: “Bana bak, aradığını sana bildireceğim!” der. O da bakar görür ki: | Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen her bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet sanatkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta '''gökler'''in nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: “Bana bak, aradığını sana bildireceğim!” der. O da bakar görür ki: | ||
Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece süratli yüz binler ecram-ı semaviyeyi direksiz, düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevka’l-had çabuk ve beraber gezdiren, yağsız söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lambaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilal çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve güneş ve kamerin vazifeleri gibi hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlukları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesap rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren ve o nihayetsiz kalabalığın enkazları gibi göğün yüzünü kirletecek süprüntülere meydan vermeden pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve bir muntazam ordu manevrası gibi manevra ile gezdiren ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın başka bir surette hakiki ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlukatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet ve o rububiyet faaliyeti içinde görünen teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkeb bir hakikat, bu azameti ve ihatatı ile o semavat Hâlık’ının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti, semavatın mevcudiyetinden daha zâhir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder manasıyla '''Birinci Makam’ın birinci basamağında''' | Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece süratli yüz binler ecram-ı semaviyeyi direksiz, düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevka’l-had çabuk ve beraber gezdiren, yağsız söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lambaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilal çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve güneş ve kamerin vazifeleri gibi hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlukları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesap rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren ve o nihayetsiz kalabalığın enkazları gibi göğün yüzünü kirletecek süprüntülere meydan vermeden pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve bir muntazam ordu manevrası gibi manevra ile gezdiren ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın başka bir surette hakiki ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlukatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet ve o rububiyet faaliyeti içinde görünen teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkeb bir hakikat, bu azameti ve ihatatı ile o semavat Hâlık’ının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti, semavatın mevcudiyetinden daha zâhir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder manasıyla '''Birinci Makam’ın birinci basamağında''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهِ السَّمٰوَاتُ بِجَمٖيعِ مَا فٖيهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّس۟خٖيرِ وَ التَّد۟بٖيرِ وَ التَّد۟وٖيرِ وَ التَّن۟ظٖيمِ وَ التَّن۟ظٖيفِ وَ التَّو۟ظٖيفِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ denilmiştir. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى | |||
وَح۟دَتِهِ السَّمٰوَاتُ بِجَمٖيعِ مَا فٖيهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّس۟خٖيرِ وَ التَّد۟بٖيرِ وَ التَّد۟وٖيرِ وَ التَّن۟ظٖيمِ وَ التَّن۟ظٖيفِ وَ التَّو۟ظٖيفِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acayip olan '''feza''' gürültü ile konuşarak bağırıyor: “Bana bak! Merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin.” der. O misafir, onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki: | Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acayip olan '''feza''' gürültü ile konuşarak bağırıyor: “Bana bak! Merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin.” der. O misafir, onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki: | ||
848. satır: | 842. satır: | ||
Güya her bir zerresi, her bir işi bilir ve o âmirin her bir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi hava içinde cereyan eden her bir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ve idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatine ve bilhassa seslerin ve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidü’l-humuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüz binler tarzda bulunan Rabbanî sanatlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor, görüyorum. | Güya her bir zerresi, her bir işi bilir ve o âmirin her bir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi hava içinde cereyan eden her bir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ve idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatine ve bilhassa seslerin ve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidü’l-humuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüz binler tarzda bulunan Rabbanî sanatlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor, görüyorum. | ||
Demek وَتَص۟رٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ ال۟مُسَخَّرِ بَي۟نَ السَّمَٓاءِ وَال۟اَر۟ضِ | Demek وَتَص۟رٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ ال۟مُسَخَّرِ بَي۟نَ السَّمَٓاءِ وَال۟اَر۟ضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden ancak Vâcibü’l-vücud ve Kādir-i külli şey ve Âlim-i külli şey bir Rabb-i Zülcelali ve’l-ikram’dır der, hükmeder. | ||
âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden ancak Vâcibü’l-vücud ve Kādir-i külli şey ve Âlim-i külli şey bir Rabb-i Zülcelali ve’l-ikram’dır der, hükmeder. | |||
Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince Rahmanî cilveler ve reşhaları miktarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latîf ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halk ediliyor ki hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki fırtınalar ile çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların muvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp birleştirip zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhassa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidü’l-mâ ve müvellidü’l-humuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve sanatlarda istihdam ediliyor. Demek, bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle | Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince Rahmanî cilveler ve reşhaları miktarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latîf ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halk ediliyor ki hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki fırtınalar ile çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların muvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp birleştirip zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhassa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidü’l-mâ ve müvellidü’l-humuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve sanatlarda istihdam ediliyor. Demek, bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle وَهُوَ الَّذٖى يُنَزِّلُ ال۟غَي۟ثَ مِن۟ بَع۟دِ مَا قَنَطُوا وَيَن۟شُرُ رَح۟مَتَهُ âyetini maddeten tefsir ediyor. | ||
Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tam tamına وَيُسَبِّحُ الرَّع۟دُ بِحَم۟دِهٖ ve يَكَادُ سَنَا بَر۟قِهٖ يَذ۟هَبُ بِال۟اَب۟صَارِ âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip muhtaçlara müjde ediyorlar. | |||
Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tam tamına وَيُسَبِّحُ الرَّع۟دُ بِحَم۟دِهٖ ve | |||
يَكَادُ سَنَا بَر۟قِهٖ يَذ۟هَبُ بِال۟اَب۟صَارِ âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip muhtaçlara müjde ediyorlar. | |||
Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nâr ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zatın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.” diye ihtar ediyorlar. | Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nâr ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zatın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.” diye ihtar ediyorlar. | ||
İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden terekküp eden bir hakikatin yüksek ve aşikâr şehadetini işitir “Âmentü billah” der. '''Birinci Makam’ın ikinci mertebesinde''' | İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden terekküp eden bir hakikatin yüksek ve aşikâr şehadetini işitir “Âmentü billah” der. '''Birinci Makam’ın ikinci mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ال۟جَوُّ بِجَمٖيعِ مَا فٖيهِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّس۟خٖيرِ وَ التَّص۟رٖيفِ وَ التَّن۟زٖيلِ وَ التَّد۟بٖيرِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ fıkrası, bu yolcunun cevve dair mezkûr müşahedatını ifade eder. '''(İhtar'''<ref>'''İhtar:''' Birinci Makam’da geçen otuz üç mertebe-i tevhidi bir parça izah etmek isterdim. Fakat şimdiki vaziyetim ve halimin müsaadesizliği cihetiyle, yalnız gayet muhtasar bürhanlarına ve mealinin tercümesine iktifaya mecbur oldum. Risale-i Nur’un otuz, belki yüz risalelerinde bu otuz üç mertebe, delilleriyle, ayrı ayrı tarzlarda, her bir risalede bir kısım mertebeler beyan edildiğinden tafsili onlara havale edilmiş.</ref>''')''' | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ال۟جَوُّ بِجَمٖيعِ مَا فٖيهِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّس۟خٖيرِ وَ التَّص۟رٖيفِ | |||
وَ التَّن۟زٖيلِ وَ التَّد۟بٖيرِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ | |||
fıkrası, bu yolcunun cevve dair mezkûr müşahedatını ifade eder. '''(İhtar'''<ref>'''İhtar:''' Birinci Makam’da geçen otuz üç mertebe-i tevhidi bir parça izah etmek isterdim. Fakat şimdiki vaziyetim ve halimin müsaadesizliği cihetiyle, yalnız gayet muhtasar bürhanlarına ve mealinin tercümesine iktifaya mecbur oldum. Risale-i Nur’un otuz, belki yüz risalelerinde bu otuz üç mertebe, delilleriyle, ayrı ayrı tarzlarda, her bir risalede bir kısım mertebeler beyan edildiğinden tafsili onlara havale edilmiş.</ref>''')''' | |||
Sonra o seyahat-i fikriyeye alışan o mütefekkir misafire, '''küre-i arz''' lisan-ı haliyle diyor ki: “Gökte, fezada, havada ne geziyorsun? Gel, ben sana aradığını tanıttıracağım. Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku!” O da bakar görür ki: | Sonra o seyahat-i fikriyeye alışan o mütefekkir misafire, '''küre-i arz''' lisan-ı haliyle diyor ki: “Gökte, fezada, havada ne geziyorsun? Gel, ben sana aradığını tanıttıracağım. Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku!” O da bakar görür ki: | ||
882. satır: | 862. satır: | ||
Ve bilhassa o erzak paketleri içinde yavrulara gönderilen süt konserveleri ve validelerinin şefkatli sinelerinde asılan şekerli süt tulumbacıklarını göndermek, o kadar şefkat ve merhamet ve hikmet içinde görünüyor ki bilbedahe bir Rahman-ı Rahîm’in gayet müşfikane ve mürebbiyane bir cilve-i rahmeti ve ihsanı olduğunu ispat eder. | Ve bilhassa o erzak paketleri içinde yavrulara gönderilen süt konserveleri ve validelerinin şefkatli sinelerinde asılan şekerli süt tulumbacıklarını göndermek, o kadar şefkat ve merhamet ve hikmet içinde görünüyor ki bilbedahe bir Rahman-ı Rahîm’in gayet müşfikane ve mürebbiyane bir cilve-i rahmeti ve ihsanı olduğunu ispat eder. | ||
'''Elhasıl,''' bu sahife-i hayatiye-i bahariye, haşr-i a’zamın yüz bin numunelerini ve misallerini göstermekle | '''Elhasıl,''' bu sahife-i hayatiye-i bahariye, haşr-i a’zamın yüz bin numunelerini ve misallerini göstermekle فَان۟ظُر۟ اِلٰٓى اٰثَارِ رَح۟مَتِ اللّٰهِ كَي۟فَ يُح۟يِى ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُح۟يِى ال۟مَو۟تٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ âyetini maddeten gayet parlak tefsir ettiği gibi bu âyet dahi bu sahifenin manalarını mu’cizane ifade eder. Ve arzın bütün sahifeleriyle büyüklüğü nisbetinde ve kuvvetinde لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ dediğini anladı. | ||
فَان۟ظُر۟ اِلٰٓى اٰثَارِ رَح۟مَتِ اللّٰهِ كَي۟فَ يُح۟يِى ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا | |||
اِنَّ ذٰلِكَ لَمُح۟يِى ال۟مَو۟تٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | |||
âyetini maddeten gayet parlak tefsir ettiği gibi bu âyet dahi bu sahifenin manalarını mu’cizane ifade eder. Ve arzın bütün sahifeleriyle büyüklüğü nisbetinde ve kuvvetinde لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ dediğini anladı. | |||
İşte, küre-i arzın yirmiden ziyade büyük sahifelerinden bir tek sahifenin yirmi vechinden bir tek vechinin muhtasar şehadeti ile o yolcunun sair vecihlerin sahifelerindeki müşahedatı manasında olarak ve o müşahedatları ifade için '''Birinci Makam’ın üçüncü mertebesinde''' böyle denilmiş: | İşte, küre-i arzın yirmiden ziyade büyük sahifelerinden bir tek sahifenin yirmi vechinden bir tek vechinin muhtasar şehadeti ile o yolcunun sair vecihlerin sahifelerindeki müşahedatı manasında olarak ve o müşahedatları ifade için '''Birinci Makam’ın üçüncü mertebesinde''' böyle denilmiş: | ||
904. satır: | 878. satır: | ||
Mesela, Mısır’ın kumistanını bir cennete çeviren Nil-i Mübarek; cenup tarafından “Cebel-i Kamer” denilen bir dağdan mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa o dağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısmından bir kısım olmaz. Vâridatı ise o mıntıka-i harrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vâsiayı muhafaza edemediğinden o Nil-i Mübarek, âdet-i arziye fevkinde bir gaybî cennetten çıkıyor diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikati ifade ediyor. | Mesela, Mısır’ın kumistanını bir cennete çeviren Nil-i Mübarek; cenup tarafından “Cebel-i Kamer” denilen bir dağdan mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa o dağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısmından bir kısım olmaz. Vâridatı ise o mıntıka-i harrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vâsiayı muhafaza edemediğinden o Nil-i Mübarek, âdet-i arziye fevkinde bir gaybî cennetten çıkıyor diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikati ifade ediyor. | ||
İşte deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin ve şehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bi’l-icma denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ der ve bu şehadete denizler mahlukatı adedince şahitler gösterir, diye anladı. Ve denizlerin ve nehirlerin umum şehadetlerini irade ederek ifade etmek manasında '''Birinci Makam’ın dördüncü mertebesinde''' | İşte deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin ve şehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bi’l-icma denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ der ve bu şehadete denizler mahlukatı adedince şahitler gösterir, diye anladı. Ve denizlerin ve nehirlerin umum şehadetlerini irade ederek ifade etmek manasında '''Birinci Makam’ın dördüncü mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ جَمٖيعُ ال۟بِحَارِ وَ ال۟اَن۟هَارِ بِجَمٖيعِ مَا فٖيهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّس۟خٖيرِ وَ ال۟مُحَافَظَةِ وَ ال۟اِدِّخَارِ وَ ال۟اِدَارَةِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُن۟تَظَمَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ جَمٖيعُ ال۟بِحَارِ وَ ال۟اَن۟هَارِ بِجَمٖيعِ مَا فٖيهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّس۟خٖيرِ وَ ال۟مُحَافَظَةِ وَ ال۟اِدِّخَارِ وَ ال۟اِدَارَةِ | |||
ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُن۟تَظَمَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ | |||
denilmiş. | |||
Sonra '''dağlar ve sahralar''', seyahat-i fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar “Sahifelerimizi de oku!” diyorlar. O da bakar, görür ki: | Sonra '''dağlar ve sahralar''', seyahat-i fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar “Sahifelerimizi de oku!” diyorlar. O da bakar, görür ki: | ||
916. satır: | 884. satır: | ||
Dağların küllî vazifeleri ve umumî hizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler, akılları hayret içinde bırakır. Mesela, dağların zeminden emr-i Rabbanî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden neş’et eden heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek zemin, o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlerini bozmuyor. | Dağların küllî vazifeleri ve umumî hizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler, akılları hayret içinde bırakır. Mesela, dağların zeminden emr-i Rabbanî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden neş’et eden heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek zemin, o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlerini bozmuyor. | ||
Demek, nasıl ki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve muvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de dağlar, zemin sefinesine bu manada hazineli direkler olduklarını, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan | Demek, nasıl ki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve muvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de dağlar, zemin sefinesine bu manada hazineli direkler olduklarını, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan وَ ال۟جِبَالَ اَو۟تَادًا وَاَل۟قَي۟نَا فٖيهَا رَوَاسِىَ وَال۟جِبَالَ اَر۟سٰيهَا gibi çok âyetlerle ferman ediyor. | ||
وَ ال۟جِبَالَ اَو۟تَادًا وَاَل۟قَي۟نَا فٖيهَا رَوَاسِىَ وَال۟جِبَالَ اَر۟سٰيهَا | |||
gibi çok âyetlerle ferman ediyor. | |||
Hem mesela, dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menbalar, sular, madenler, maddeler, ilaçlar o kadar hakîmane ve müdebbirane ve kerîmane ve ihtiyatkârane iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Kadîr’in ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîm’in hazineleri ve ambarları ve hizmetkârları olduklarını ispat ederler, diye anlar. | Hem mesela, dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menbalar, sular, madenler, maddeler, ilaçlar o kadar hakîmane ve müdebbirane ve kerîmane ve ihtiyatkârane iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Kadîr’in ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîm’in hazineleri ve ambarları ve hizmetkârları olduklarını ispat ederler, diye anlar. | ||
926. satır: | 890. satır: | ||
Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür “Âmentü billah” der. | Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür “Âmentü billah” der. | ||
İşte bu manayı ifade için '''Birinci Makam’ın beşinci mertebesinde''' | İşte bu manayı ifade için '''Birinci Makam’ın beşinci mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ جَمٖيعُ ال۟جِبَالِ وَ الصَّحَارٰى بِجَمٖيعِ مَا فٖيهَا وَ مَا عَلَي۟هَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اِدِّخَارِ وَ ال۟اِدَارَةِ وَ نَش۟رِ ال۟بُذُورِ وَ ال۟مُحَافَظَةِ وَ التَّد۟بٖيرِ ال۟اِح۟تِيَاطِيَّةِ الرَّبَّانِيَّةِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟عَامَّةِ ال۟مُن۟تَظَمَةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ جَمٖيعُ ال۟جِبَالِ وَ الصَّحَارٰى بِجَمٖيعِ مَا فٖيهَا وَ مَا عَلَي۟هَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اِدِّخَارِ وَ ال۟اِدَارَةِ وَ نَش۟رِ ال۟بُذُورِ | |||
وَ ال۟مُحَافَظَةِ وَ التَّد۟بٖيرِ ال۟اِح۟تِيَاطِيَّةِ الرَّبَّانِيَّةِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟عَامَّةِ ال۟مُن۟تَظَمَةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِال۟مُشَاهَدَةِ | |||
denilmiş. | |||
Sonra o yolcu, dağda ve sahrada fikriyle gezerken '''eşcar ve nebatat''' âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar. “Gel dairemizde de gez, yazılarımızı da oku!” dediler. O da girdi, gördü ki: | Sonra o yolcu, dağda ve sahrada fikriyle gezerken '''eşcar ve nebatat''' âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar. “Gel dairemizde de gez, yazılarımızı da oku!” dediler. O da girdi, gördü ki: | ||
944. satır: | 902. satır: | ||
'''Üçüncüsü:''' O hadsiz masnuatın yüz bin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri; gayet muntazam, mizanlı, ziynetli olarak, mahdud ve ma’dud ve birbirinin misli ve basit ve camid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden o iki yüz bin nevilerin farikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, muvazeneli, hayattar, hikmetli, yanlışsız, hatasız bir vaziyette umum efradının suretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattir ki güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları ve mevcudatı sayısınca o hakikati ispat eden şahitler var, diye bildi. اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى نِع۟مَةِ ال۟اٖيمَانِ dedi. | '''Üçüncüsü:''' O hadsiz masnuatın yüz bin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri; gayet muntazam, mizanlı, ziynetli olarak, mahdud ve ma’dud ve birbirinin misli ve basit ve camid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden o iki yüz bin nevilerin farikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, muvazeneli, hayattar, hikmetli, yanlışsız, hatasız bir vaziyette umum efradının suretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattir ki güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları ve mevcudatı sayısınca o hakikati ispat eden şahitler var, diye bildi. اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى نِع۟مَةِ ال۟اٖيمَانِ dedi. | ||
İşte bu mezkûr hakikatleri ve şehadetleri ifade manasıyla '''Birinci Makam’ın altıncı mertebesinde''' | İşte bu mezkûr hakikatleri ve şehadetleri ifade manasıyla '''Birinci Makam’ın altıncı mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ جَمٖيعِ اَن۟وَاعِ ال۟اَش۟جَارِ وَ النَّبَاتَاتِ ال۟مُسَبِّحَاتِ النَّاطِقَاتِ بِكَلِمَاتِ اَو۟رَاقِهَا ال۟مَو۟زُونَاتِ ال۟فَصٖيحَاتِ وَ اَز۟هَارِهَا ال۟مُزَيَّنَاتِ ال۟جَزٖيلَاتِ وَ اَث۟مَارِهَا ال۟مُن۟تَظَمَاتِ ال۟بَلٖيغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اِن۟عَامِ وَ ال۟اِك۟رَامِ وَ ال۟اِح۟سَانِ بِقَص۟دٍ وَ رَح۟مَةٍ وَ حَقٖيقَةِ التَّم۟يٖيزِ وَ التَّز۟يٖينِ وَ التَّص۟وٖيرِ بِاِرَادَةٍ وَ حِك۟مَةٍ مَعَ قَط۟عِيَّةِ دَلَالَةِ حَقٖيقَةِ فَت۟حِ جَمٖيعِ صُوَرِهَا ال۟مَو۟زُونَاتِ ال۟مُزَيَّنَاتِ ال۟مُتَبَايِنَةِ ال۟مُتَنَوِّعَةِ ال۟غَي۟رِ ال۟مَح۟دُودَةِ مِن۟ نُوَاتَاتٍ وَ حَبَّاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَح۟صُورَةٍ مَع۟دُودَةٍ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ جَمٖيعِ اَن۟وَاعِ ال۟اَش۟جَارِ وَ النَّبَاتَاتِ ال۟مُسَبِّحَاتِ النَّاطِقَاتِ بِكَلِمَاتِ اَو۟رَاقِهَا ال۟مَو۟زُونَاتِ ال۟فَصٖيحَاتِ وَ اَز۟هَارِهَا ال۟مُزَيَّنَاتِ ال۟جَزٖيلَاتِ وَ اَث۟مَارِهَا ال۟مُن۟تَظَمَاتِ ال۟بَلٖيغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اِن۟عَامِ وَ ال۟اِك۟رَامِ وَ ال۟اِح۟سَانِ بِقَص۟دٍ وَ رَح۟مَةٍ وَ حَقٖيقَةِ التَّم۟يٖيزِ وَ التَّز۟يٖينِ وَ التَّص۟وٖيرِ بِاِرَادَةٍ وَ حِك۟مَةٍ مَعَ | |||
قَط۟عِيَّةِ دَلَالَةِ حَقٖيقَةِ فَت۟حِ جَمٖيعِ صُوَرِهَا ال۟مَو۟زُونَاتِ ال۟مُزَيَّنَاتِ ال۟مُتَبَايِنَةِ ال۟مُتَنَوِّعَةِ ال۟غَي۟رِ ال۟مَح۟دُودَةِ مِن۟ نُوَاتَاتٍ وَ حَبَّاتٍ | |||
مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَح۟صُورَةٍ مَع۟دُودَةٍ | |||
denilmiş. | |||
Sonra seyahat-i fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken '''hayvanat ve tuyûr''' âleminin kapısı hakikatbîn olan aklına ve marifet-aşina olan fikrine açıldı. Yüz bin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar “Buyurun!” dediler. O da girdi ve gördü ki: | Sonra seyahat-i fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken '''hayvanat ve tuyûr''' âleminin kapısı hakikatbîn olan aklına ve marifet-aşina olan fikrine açıldı. Yüz bin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar “Buyurun!” dediler. O da girdi ve gördü ki: | ||
964. satır: | 914. satır: | ||
'''Üçüncüsü:''' Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benzeyen mahsur ve mahdud yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nutfe denilen su katrelerinden o hadsiz hayvanların yüz binler çeşit tarzlarda ve birer mu’cize-i hikmet mahiyetinde bulunan suretlerini, gayet muntazam ve muvazeneli ve hatasız bir heyette açmak ve fethetmek öyle parlak bir hakikattir ki hayvanlar adedince senetler, deliller o hakikati tenvir eder. | '''Üçüncüsü:''' Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benzeyen mahsur ve mahdud yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nutfe denilen su katrelerinden o hadsiz hayvanların yüz binler çeşit tarzlarda ve birer mu’cize-i hikmet mahiyetinde bulunan suretlerini, gayet muntazam ve muvazeneli ve hatasız bir heyette açmak ve fethetmek öyle parlak bir hakikattir ki hayvanlar adedince senetler, deliller o hakikati tenvir eder. | ||
İşte bu üç hakikatin ittifakıyla, hayvanların bütün envaı, beraber öyle bir لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ deyip şehadet getiriyorlar ki güya zemin büyük bir insan gibi büyüklüğü nisbetinde لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ diyerek semavat | İşte bu üç hakikatin ittifakıyla, hayvanların bütün envaı, beraber öyle bir لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ deyip şehadet getiriyorlar ki güya zemin büyük bir insan gibi büyüklüğü nisbetinde لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ diyerek semavat ehline işittiriyor mahiyetinde gördü ve tam ders aldı. '''Birinci Makam’ın yedinci mertebesinde''' bu mezkûr hakikatleri ifade manasıyla لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ جَمٖيعِ اَن۟وَاعِ ال۟حَيَوَانَاتِ وَ الطُّيُورِ ال۟حَامِدَاتِ الشَّاهِدَاتِ بِكَلِمَاتِ حَوَاسِّهَا وَ قُوَاهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ لَطَائِفِهَا ال۟مَو۟زُونَاتِ ال۟مُن۟تَظَمَاتِ ال۟فَصٖيحَاتِ وَ بِكَلِمَاتِ جِهَازَاتِهَا وَ جَوَارِحِهَا وَ اَع۟ضَائِهَا وَاٰلَاتِهَا ال۟مُكَمَّلَةِ ال۟بَلٖيغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اٖيجَادِ وَ الصُّن۟عِ وَ ال۟اِب۟دَاعِ بِال۟اِرَادَةِ وَ حَقٖيقَةِ التَّم۟يٖيزِ وَ التَّز۟يٖينِ بِال۟قَص۟دِ وَ حَقٖيقَةِ التَّق۟دٖيرِ وَ التَّص۟وٖيرِ بِال۟حِك۟مَةِ مَعَ قَط۟عِيَّةِ دَلَالَةِ حَقٖيقَةِ فَت۟حِ جَمٖيعِ صُوَرِهَا ال۟مُن۟تَظَمَةِ ال۟مُتَخَالِفَةِ ال۟مُتَنَوِّعَةِ ال۟غَي۟رِ ال۟مَح۟صُورَةِ مِن۟ بَي۟ضَاتٍ وَ قَطَرَاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَح۟صُورَةٍ مَح۟دُودَةٍ denilmiştir. | ||
ehline işittiriyor mahiyetinde gördü ve tam ders aldı. '''Birinci Makam’ın yedinci mertebesinde''' bu mezkûr hakikatleri ifade manasıyla | |||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ جَمٖيعِ اَن۟وَاعِ ال۟حَيَوَانَاتِ وَ الطُّيُورِ ال۟حَامِدَاتِ الشَّاهِدَاتِ بِكَلِمَاتِ حَوَاسِّهَا وَ قُوَاهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ لَطَائِفِهَا ال۟مَو۟زُونَاتِ ال۟مُن۟تَظَمَاتِ ال۟فَصٖيحَاتِ وَ بِكَلِمَاتِ جِهَازَاتِهَا وَ جَوَارِحِهَا وَ اَع۟ضَائِهَا وَاٰلَاتِهَا ال۟مُكَمَّلَةِ ال۟بَلٖيغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اٖيجَادِ وَ الصُّن۟عِ وَ ال۟اِب۟دَاعِ بِال۟اِرَادَةِ | |||
وَ حَقٖيقَةِ التَّم۟يٖيزِ وَ التَّز۟يٖينِ بِال۟قَص۟دِ وَ حَقٖيقَةِ التَّق۟دٖيرِ وَ التَّص۟وٖيرِ بِال۟حِك۟مَةِ مَعَ قَط۟عِيَّةِ دَلَالَةِ حَقٖيقَةِ فَت۟حِ جَمٖيعِ صُوَرِهَا ال۟مُن۟تَظَمَةِ ال۟مُتَخَالِفَةِ ال۟مُتَنَوِّعَةِ ال۟غَي۟رِ ال۟مَح۟صُورَةِ مِن۟ بَي۟ضَاتٍ | |||
وَ قَطَرَاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَح۟صُورَةٍ مَح۟دُودَةٍ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra o mütefekkir yolcu, marifet-i İlahiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvakında ve envarında daha ileri gitmek için insanlar âlemine ve beşer dünyasına girmek isterken, başta '''enbiyalar''' olarak onu içeriye davet ettiler; o da girdi. En evvel geçmiş zamanın menziline baktı, gördü ki: | Sonra o mütefekkir yolcu, marifet-i İlahiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvakında ve envarında daha ileri gitmek için insanlar âlemine ve beşer dünyasına girmek isterken, başta '''enbiyalar''' olarak onu içeriye davet ettiler; o da girdi. En evvel geçmiş zamanın menziline baktı, gördü ki: | ||
984. satır: | 924. satır: | ||
Evet enbiyayı aleyhimüsselâm Cenab-ı Hak tarafından fiilen tasdik hükmünde olan hadsiz mu’cizatlarından ve hakkaniyetlerini gösteren, muarızlarına gelen semavî pek çok tokatlarından ve hak olduklarına delâlet eden şahsî kemalâtlarından ve hakikatli talimatlarından ve doğru olduklarına şehadet eden kuvvet-i imanlarından ve tam ciddiyetlerinden ve fedakârlıklarından ve ellerinde bulunan kudsî kitap ve suhuflarından ve onların yolları doğru ve hak olduğuna şehadet eden ittibalarıyla hakikate, kemalâta, nura vâsıl olan hadsiz tilmizlerinden başka, onların ve o pek ciddi muhbirlerin müsbet meselelerde icmaı ve ittifakı ve tevatürü ve ispatta tevafuku ve tesanüdü ve tetabuku öyle bir hüccettir ve öyle bir kuvvettir ki dünyada hiçbir kuvvet karşısına çıkamaz ve hiçbir şüphe ve tereddüdü bırakmaz. Ve imanın erkânında umum enbiyayı aleyhimüsselâm tasdik dahi dâhil olması, o tasdik büyük bir kuvvet menbaı olduğunu anladı. Onların derslerinden çok feyz-i imanî aldı. | Evet enbiyayı aleyhimüsselâm Cenab-ı Hak tarafından fiilen tasdik hükmünde olan hadsiz mu’cizatlarından ve hakkaniyetlerini gösteren, muarızlarına gelen semavî pek çok tokatlarından ve hak olduklarına delâlet eden şahsî kemalâtlarından ve hakikatli talimatlarından ve doğru olduklarına şehadet eden kuvvet-i imanlarından ve tam ciddiyetlerinden ve fedakârlıklarından ve ellerinde bulunan kudsî kitap ve suhuflarından ve onların yolları doğru ve hak olduğuna şehadet eden ittibalarıyla hakikate, kemalâta, nura vâsıl olan hadsiz tilmizlerinden başka, onların ve o pek ciddi muhbirlerin müsbet meselelerde icmaı ve ittifakı ve tevatürü ve ispatta tevafuku ve tesanüdü ve tetabuku öyle bir hüccettir ve öyle bir kuvvettir ki dünyada hiçbir kuvvet karşısına çıkamaz ve hiçbir şüphe ve tereddüdü bırakmaz. Ve imanın erkânında umum enbiyayı aleyhimüsselâm tasdik dahi dâhil olması, o tasdik büyük bir kuvvet menbaı olduğunu anladı. Onların derslerinden çok feyz-i imanî aldı. | ||
İşte bu yolcunun mezkûr dersini ifade manasında '''Birinci Makam’ın sekizinci mertebesinde''' | İşte bu yolcunun mezkûr dersini ifade manasında '''Birinci Makam’ın sekizinci mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ جَمٖيعِ ال۟اَن۟بِيَاءِ بِقُوَّةِ مُع۟جِزَاتِهِمُ ال۟بَاهِرَةِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ جَمٖيعِ ال۟اَن۟بِيَاءِ بِقُوَّةِ مُع۟جِزَاتِهِمُ ال۟بَاهِرَةِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ | |||
denilmiş. | |||
Sonra imanın kuvvetinden ulvi bir zevk-i hakikat alan o seyyah-ı talip, enbiya aleyhimüsselâmın meclisinden gelirken, ulemanın ilmelyakîn suretinde kat’î ve kuvvetli delillerle, enbiyaların aleyhimüsselâm davalarını ispat eden ve asfiya ve sıddıkîn denilen mütebahhir, müçtehid '''muhakkikler''', onu dershanelerine çağırdılar. O da girdi, gördü ki: | Sonra imanın kuvvetinden ulvi bir zevk-i hakikat alan o seyyah-ı talip, enbiya aleyhimüsselâmın meclisinden gelirken, ulemanın ilmelyakîn suretinde kat’î ve kuvvetli delillerle, enbiyaların aleyhimüsselâm davalarını ispat eden ve asfiya ve sıddıkîn denilen mütebahhir, müçtehid '''muhakkikler''', onu dershanelerine çağırdılar. O da girdi, gördü ki: | ||
996. satır: | 932. satır: | ||
Bu seyyah; bu muhteşem ve geniş dershanede, bu muhterem ve mütebahhir üstadların neşrettikleri nurlar, zeminin yarısını bin seneden ziyade ışıklandırdığını bildi. Ve öyle bir kuvve-i maneviyeyi buldu ki bütün ehl-i inkâr toplansa onu kıl kadar şaşırtmaz ve sarsmaz. | Bu seyyah; bu muhteşem ve geniş dershanede, bu muhterem ve mütebahhir üstadların neşrettikleri nurlar, zeminin yarısını bin seneden ziyade ışıklandırdığını bildi. Ve öyle bir kuvve-i maneviyeyi buldu ki bütün ehl-i inkâr toplansa onu kıl kadar şaşırtmaz ve sarsmaz. | ||
İşte bu yolcunun bu dershaneden aldığı derse bir kısa işaret olarak '''Birinci Makam’ın dokuzuncu mertebesinde''' | İşte bu yolcunun bu dershaneden aldığı derse bir kısa işaret olarak '''Birinci Makam’ın dokuzuncu mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ جَمٖيعِ ال۟اَص۟فِيَاءِ بِقُوَّةِ بَرَاهٖينِهِمُ الظَّاهِرَةِ ال۟مُحَقَّقَةِ ال۟مُتَّفِقَةِ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ جَمٖيعِ ال۟اَص۟فِيَاءِ بِقُوَّةِ بَرَاهٖينِهِمُ الظَّاهِرَةِ ال۟مُحَقَّقَةِ ال۟مُتَّفِقَةِ | |||
denilmiş. | |||
Sonra imanın daha ziyade kuvvetlenmesinde ve inkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakîn mertebesine terakkisindeki envarı ve ezvakı görmeye çok müştak olan o mütefekkir yolcu, medreseden gelirken hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin telahukuyla tevessü eden gayet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekye, bir hangâh, bir zikirhane, bir irşadgâhta ve cadde-i kübra-yı Muhammedînin (asm) ve mi’rac-ı Ahmedînin (asm) gölgesinde hakikate çalışan ve hakka erişen ve aynelyakîne yetişen binlerle ve milyonlarla kudsî '''mürşidler''' onu dergâha çağırdılar. O da girdi, gördü ki: | Sonra imanın daha ziyade kuvvetlenmesinde ve inkişafında ve ilmelyakîn derecesinden aynelyakîn mertebesine terakkisindeki envarı ve ezvakı görmeye çok müştak olan o mütefekkir yolcu, medreseden gelirken hadsiz küçük tekyelerin ve zaviyelerin telahukuyla tevessü eden gayet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekye, bir hangâh, bir zikirhane, bir irşadgâhta ve cadde-i kübra-yı Muhammedînin (asm) ve mi’rac-ı Ahmedînin (asm) gölgesinde hakikate çalışan ve hakka erişen ve aynelyakîne yetişen binlerle ve milyonlarla kudsî '''mürşidler''' onu dergâha çağırdılar. O da girdi, gördü ki: | ||
1.006. satır: | 938. satır: | ||
O ehl-i keşif ve keramet mürşidler, keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve kerametlerine istinaden bi’l-icma müttefikan لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ diyerek vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbaniyeyi kâinata ilan ediyorlar. Güneşin ziyasındaki yedi renk ile güneşi tanımak gibi yetmiş renk ile belki esma-i hüsna adedince, Şems-i Ezelî’nin ziyasından tecelli eden ayrı ayrı nurlu renkler ve çeşit çeşit ziyalı levnler ve başka başka hakikatli tarîkatlar ve muhtelif doğru meslekler ve mütenevvi haklı meşreplerde bulunan o kudsî dâhîlerin ve nurani âriflerin icma ve ittifakla imza ettikleri bir hakikat, ne derece zâhir ve bâhir olduğunu aynelyakîn müşahede etti. Ve enbiyanın (aleyhimüsselâm) icmaı ve asfiyanın ittifakı ve evliyanın tevafuku ve bu üç icmaın birden ittifakı, güneşi gösteren gündüzün ziyasından daha parlak gördü. | O ehl-i keşif ve keramet mürşidler, keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve kerametlerine istinaden bi’l-icma müttefikan لَٓا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ diyerek vücub-u vücud ve vahdet-i Rabbaniyeyi kâinata ilan ediyorlar. Güneşin ziyasındaki yedi renk ile güneşi tanımak gibi yetmiş renk ile belki esma-i hüsna adedince, Şems-i Ezelî’nin ziyasından tecelli eden ayrı ayrı nurlu renkler ve çeşit çeşit ziyalı levnler ve başka başka hakikatli tarîkatlar ve muhtelif doğru meslekler ve mütenevvi haklı meşreplerde bulunan o kudsî dâhîlerin ve nurani âriflerin icma ve ittifakla imza ettikleri bir hakikat, ne derece zâhir ve bâhir olduğunu aynelyakîn müşahede etti. Ve enbiyanın (aleyhimüsselâm) icmaı ve asfiyanın ittifakı ve evliyanın tevafuku ve bu üç icmaın birden ittifakı, güneşi gösteren gündüzün ziyasından daha parlak gördü. | ||
İşte bu misafirin tekyeden aldığı feyze kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın onuncu mertebesinde''' | İşte bu misafirin tekyeden aldığı feyze kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın onuncu mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ ال۟اَو۟لِيَاءِ بِكَش۟فِيَّاتِهِم۟ وَ كَرَامَاتِهِمُ الظَّاهِرَةِ ال۟مُحَقَّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ ال۟اَو۟لِيَاءِ بِكَش۟فِيَّاتِهِم۟ وَ كَرَامَاتِهِمُ الظَّاهِرَةِ ال۟مُحَقَّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ | |||
denilmiş. | |||
Sonra kemalât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki bi’l-cümle kemalât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billahtan ve marifetullahtan neş’et eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letaifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semavata baktı. Kendi aklına dedi ki: | Sonra kemalât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki bi’l-cümle kemalât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billahtan ve marifetullahtan neş’et eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letaifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semavata baktı. Kendi aklına dedi ki: | ||
1.018. satır: | 946. satır: | ||
“Madem bizim ile görüşmek ve dersimizi dinlemek istersin, bil ki: Başta Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan olarak bütün peygamberlere vasıtamızla gelen mesail-i imaniyeye en evvel biz iman etmişiz. Hem insanlara temessül edip görünen ve bizlerden olan bütün ervah-ı tayyibe, bilâ-istisna ve bi’l-ittifak, bu kâinat hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve sıfât-ı kudsiyesine şehadet edip birbirine muvafık ve mutabık olarak ihbar etmişler. Bu hadsiz ihbaratın tevafuku ve tetabuku, güneş gibi sana bir rehberdir.” dediklerini bildi ve onun nur-u imanı parladı, zeminden göklere çıktı. | “Madem bizim ile görüşmek ve dersimizi dinlemek istersin, bil ki: Başta Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan olarak bütün peygamberlere vasıtamızla gelen mesail-i imaniyeye en evvel biz iman etmişiz. Hem insanlara temessül edip görünen ve bizlerden olan bütün ervah-ı tayyibe, bilâ-istisna ve bi’l-ittifak, bu kâinat hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve sıfât-ı kudsiyesine şehadet edip birbirine muvafık ve mutabık olarak ihbar etmişler. Bu hadsiz ihbaratın tevafuku ve tetabuku, güneş gibi sana bir rehberdir.” dediklerini bildi ve onun nur-u imanı parladı, zeminden göklere çıktı. | ||
İşte bu yolcunun melâikeden aldığı derse kısa bir işaret olarak Birinci Makam’ın '''on birinci mertebesinde''' | İşte bu yolcunun melâikeden aldığı derse kısa bir işaret olarak Birinci Makam’ın '''on birinci mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ ال۟مَلٰئِكَةِ ال۟مُتَمَثِّلٖينَ لِاَن۟ظَارِ النَّاسِ وَ ال۟مُتَكَلِّمٖينَ مَعَ خَوَاصِّ ال۟بَشَرِ بِاِخ۟بَارَاتِهِمُ ال۟مُتَطَابِقَةِ ال۟مُتَوَافِقَةِ denilmiştir. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ ال۟مَلٰئِكَةِ ال۟مُتَمَثِّلٖينَ لِاَن۟ظَارِ النَّاسِ وَ ال۟مُتَكَلِّمٖينَ مَعَ خَوَاصِّ ال۟بَشَرِ بِاِخ۟بَارَاتِهِمُ ال۟مُتَطَابِقَةِ ال۟مُتَوَافِقَةِ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra pür-merak ve pür-iştiyak o misafir, âlem-i şehadet ve cismanî ve maddî cihetinde ve mahsus taifelerin dillerinden ve lisan-ı hallerinden ders aldığından, âlem-i gayb ve âlem-i berzahta dahi mütalaa ile bir seyahat ve bir taharri-i hakikat arzu ederken, her taife-i insaniyede bulunan ve kâinatın meyvesi olan insanın çekirdeği hükmünde bulunan ve küçüklüğü ile beraber manen kâinat kadar inbisat edebilen '''müstakim ve münevver akıllar'''ın, '''selim ve nurani kalpler'''in kapısı açıldı. | Sonra pür-merak ve pür-iştiyak o misafir, âlem-i şehadet ve cismanî ve maddî cihetinde ve mahsus taifelerin dillerinden ve lisan-ı hallerinden ders aldığından, âlem-i gayb ve âlem-i berzahta dahi mütalaa ile bir seyahat ve bir taharri-i hakikat arzu ederken, her taife-i insaniyede bulunan ve kâinatın meyvesi olan insanın çekirdeği hükmünde bulunan ve küçüklüğü ile beraber manen kâinat kadar inbisat edebilen '''müstakim ve münevver akıllar'''ın, '''selim ve nurani kalpler'''in kapısı açıldı. | ||
1.036. satır: | 960. satır: | ||
Çünkü hiçbir cihetle hiçbir imkân ve hiçbir ihtimal yok ki hakikatten başka bir vehim ve hakikatsiz bir fikir ve asılsız bir sıfat, bu kadar müstemirrane ve râsihane, bu pek büyük ve keskin gözlerin umumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğratsın. Buna ihtimal veren bozulmuş ve çürümüş bir akla, bu kâinatı inkâr eden ahmak sofestaîler dahi razı olmazlar, reddederler, diye anladı. Kendi akıl ve kalbiyle beraber “Âmentü billah” dediler. | Çünkü hiçbir cihetle hiçbir imkân ve hiçbir ihtimal yok ki hakikatten başka bir vehim ve hakikatsiz bir fikir ve asılsız bir sıfat, bu kadar müstemirrane ve râsihane, bu pek büyük ve keskin gözlerin umumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğratsın. Buna ihtimal veren bozulmuş ve çürümüş bir akla, bu kâinatı inkâr eden ahmak sofestaîler dahi razı olmazlar, reddederler, diye anladı. Kendi akıl ve kalbiyle beraber “Âmentü billah” dediler. | ||
İşte bu yolcunun müstakim akıllardan ve münevver kalplerden istifade ettiği marifet-i imaniyeye kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on ikinci ve on üçüncü mertebelerinde''' | İşte bu yolcunun müstakim akıllardan ve münevver kalplerden istifade ettiği marifet-i imaniyeye kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on ikinci ve on üçüncü mertebelerinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ ال۟عُقُولِ ال۟مُس۟تَقٖيمَةِ ال۟مُنَوَّرَةِ بِاِع۟تِقَادَاتِهَا ال۟مُتَوَافِقَةِ وَ بِقَنَاعَاتِهَا وَ يَقٖينِيَّاتِهَا ال۟مُتَطَابِقَةِ مَعَ تَخَالُفِ ال۟اِس۟تِع۟دَادَاتِ وَ ال۟مَذَاهِبِ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ ال۟قُلُوبِ السَّلٖيمَةِ النُّورَانِيَّةِ بِكَش۟فِيَّاتِهَا ال۟مُتَطَابِقَةِ وَ بِمُشَاهَدَاتِهَا ال۟مُتَوَافِقَةِ مَعَ تَبَايُنِ ال۟مَسَالِكِ وَ ال۟مَشَارِبِ denilmiş. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ ال۟عُقُولِ ال۟مُس۟تَقٖيمَةِ ال۟مُنَوَّرَةِ بِاِع۟تِقَادَاتِهَا ال۟مُتَوَافِقَةِ وَ بِقَنَاعَاتِهَا وَ يَقٖينِيَّاتِهَا ال۟مُتَطَابِقَةِ مَعَ تَخَالُفِ ال۟اِس۟تِع۟دَادَاتِ | |||
وَ ال۟مَذَاهِبِ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ ال۟قُلُوبِ السَّلٖيمَةِ النُّورَانِيَّةِ بِكَش۟فِيَّاتِهَا ال۟مُتَطَابِقَةِ وَ بِمُشَاهَدَاتِهَا ال۟مُتَوَافِقَةِ مَعَ تَبَايُنِ ال۟مَسَالِكِ وَ ال۟مَشَارِبِ | |||
denilmiş. | |||
Sonra âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalpte seyahat eden o yolcu, acaba âlem-i gayb ne diyor, diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yani madem bu cismanî âlem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve sanatlı hadsiz masnûlarıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemalâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir zat, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve herhalde, fiilen ve halen olduğu gibi kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyle ise âlem-i gayb cihetinde onu, onun tezahüratından bilmeliyiz, dedi. Kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki: | Sonra âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalpte seyahat eden o yolcu, acaba âlem-i gayb ne diyor, diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yani madem bu cismanî âlem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve sanatlı hadsiz masnûlarıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemalâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir zat, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve herhalde, fiilen ve halen olduğu gibi kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyle ise âlem-i gayb cihetinde onu, onun tezahüratından bilmeliyiz, dedi. Kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki: | ||
1.076. satır: | 994. satır: | ||
'''İkinci fark:''' Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pek çok envalarıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor. | '''İkinci fark:''' Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pek çok envalarıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor. | ||
لَو۟ كَانَ ال۟بَح۟رُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى لَنَفِدَ ال۟بَح۟رُ قَب۟لَ | لَو۟ كَانَ ال۟بَح۟رُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى لَنَفِدَ ال۟بَح۟رُ قَب۟لَ اَن۟ تَن۟فَدَ كَلِمَاتُ رَبّٖى âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı. | ||
اَن۟ تَن۟فَدَ كَلِمَاتُ رَبّٖى | |||
âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı. | |||
'''Sonra ilhamın mahiyetine ve hikmetine ve şehadetine baktı, gördü ki:''' Mahiyeti ile hikmeti ve neticesi dört nurdan terekküp ediyor. | '''Sonra ilhamın mahiyetine ve hikmetine ve şehadetine baktı, gördü ki:''' Mahiyeti ile hikmeti ve neticesi dört nurdan terekküp ediyor. | ||
1.096. satır: | 1.010. satır: | ||
Aynen öyle de ezel ve ebedin Zülcelal Sultan’ı ve bütün mevcudatın Zülcemal Hâlık-ı Zîşan’ı olan Şems-i Sermedî’nin mükâlemesi dahi onun ilmi ve kudreti gibi küllî ve muhit olarak her şeyin kabiliyetine göre tecelli etmesi; hiçbir sual bir suale, bir iş bir işe, bir hitap bir hitaba mani olmaması ve karıştırmaması bilbedahe anlaşılıyor. Ve bütün o cilveler, o konuşmalar, o ilhamlar birer birer ve beraber bi’l-ittifak o Şems-i Ezelî’nin huzuruna ve vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine delâlet ve şehadet ettiklerini aynelyakîne yakın bir ilmelyakîn ile bildi. | Aynen öyle de ezel ve ebedin Zülcelal Sultan’ı ve bütün mevcudatın Zülcemal Hâlık-ı Zîşan’ı olan Şems-i Sermedî’nin mükâlemesi dahi onun ilmi ve kudreti gibi küllî ve muhit olarak her şeyin kabiliyetine göre tecelli etmesi; hiçbir sual bir suale, bir iş bir işe, bir hitap bir hitaba mani olmaması ve karıştırmaması bilbedahe anlaşılıyor. Ve bütün o cilveler, o konuşmalar, o ilhamlar birer birer ve beraber bi’l-ittifak o Şems-i Ezelî’nin huzuruna ve vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine delâlet ve şehadet ettiklerini aynelyakîne yakın bir ilmelyakîn ile bildi. | ||
İşte bu meraklı misafirin âlem-i gaybdan aldığı ders-i marifetine kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on dördüncü ve on beşinci mertebelerinde''' | İşte bu meraklı misafirin âlem-i gaybdan aldığı ders-i marifetine kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on dördüncü ve on beşinci mertebelerinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ جَمٖيعِ ال۟وَح۟يَاتِ ال۟حَقَّةِ ال۟مُتَضَمِّنَةِ لِلتَّنَزُّلَاتِ ال۟اِلٰهِيَّةِ وَ لِل۟مُكَالَمَاتِ السُّب۟حَانِيَّةِ وَ لِلتَّعَرُّفَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ وَ لِل۟مُقَابَلَاتِ الرَّح۟مَانِيَّةِ عِن۟دَ مُنَاجَاةِ عِبَادِهٖ وَلِل۟اِش۟عَارَاتِ الصَّمَدَانِيَّةِ لِوُجُودِهٖ لِمَخ۟لُوقَاتِهٖ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ ال۟اِل۟هَامَاتِ الصَّادِقَةِ ال۟مُتَضَمِّنَةِ لِلتَّوَدُّدَاتِ ال۟اِلٰهِيَّةِ وَ لِل۟اِجَابَاتِ الرَّح۟مَانِيَّةِ لِدَعَوَاتِ مَخ۟لُوقَاتِهٖ وَ لِل۟اِم۟دَادَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ لِاِس۟تِغَاثَاتِ عِبَادِهٖ وَ لِل۟اِح۟سَاسَاتِ السُّب۟حَانِيَّةِ لِوُجُودِهٖ لِمَص۟نُوعَاتِهٖ denilmiştir. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِج۟مَاعُ جَمٖيعِ ال۟وَح۟يَاتِ ال۟حَقَّةِ ال۟مُتَضَمِّنَةِ لِلتَّنَزُّلَاتِ ال۟اِلٰهِيَّةِ وَ لِل۟مُكَالَمَاتِ السُّب۟حَانِيَّةِ وَ لِلتَّعَرُّفَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ وَ لِل۟مُقَابَلَاتِ الرَّح۟مَانِيَّةِ عِن۟دَ مُنَاجَاةِ عِبَادِهٖ وَلِل۟اِش۟عَارَاتِ الصَّمَدَانِيَّةِ لِوُجُودِهٖ لِمَخ۟لُوقَاتِهٖ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اِتِّفَاقُ ال۟اِل۟هَامَاتِ الصَّادِقَةِ ال۟مُتَضَمِّنَةِ لِلتَّوَدُّدَاتِ ال۟اِلٰهِيَّةِ وَ لِل۟اِجَابَاتِ الرَّح۟مَانِيَّةِ | |||
لِدَعَوَاتِ مَخ۟لُوقَاتِهٖ وَ لِل۟اِم۟دَادَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ لِاِس۟تِغَاثَاتِ عِبَادِهٖ | |||
وَ لِل۟اِح۟سَاسَاتِ السُّب۟حَانِيَّةِ لِوُجُودِهٖ لِمَص۟نُوعَاتِهٖ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra o dünya seyyahı, kendi aklına dedi ki: “Madem bu kâinatın mevcudatıyla mâlikimi ve hâlıkımı arıyorum. Elbette her şeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a’dasının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’an’ıyla ışıklandıran '''Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı''' ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için asr-ı saadete beraber gitmeliyiz.” diyerek, aklıyla beraber o asra girdi, gördü ki: | Sonra o dünya seyyahı, kendi aklına dedi ki: “Madem bu kâinatın mevcudatıyla mâlikimi ve hâlıkımı arıyorum. Elbette her şeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a’dasının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’an’ıyla ışıklandıran '''Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı''' ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için asr-ı saadete beraber gitmeliyiz.” diyerek, aklıyla beraber o asra girdi, gördü ki: | ||
1.112. satır: | 1.018. satır: | ||
Hem kendi aklına dedi: Biz, en evvel bu fevkalâde zatın (asm) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz, sonra hâlıkımızı ondan sormalıyız, diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat’î delillerden burada, yalnız dokuz külliyetine birer kısa işaret edilecek. | Hem kendi aklına dedi: Biz, en evvel bu fevkalâde zatın (asm) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz, sonra hâlıkımızı ondan sormalıyız, diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat’î delillerden burada, yalnız dokuz külliyetine birer kısa işaret edilecek. | ||
'''Birincisi:''' Bu zatta (asm) –hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi– bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması ve | '''Birincisi:''' Bu zatta (asm) –hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi– bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması ve وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ وَمَا رَمَي۟تَ اِذ۟ رَمَي۟تَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى âyetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki parça olması ve bir avucu ile a’dasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi; nakl-i kat’î ile ve bir kısmı tevatür ile yüzer mu’cizatın onun elinde zâhir olmasıdır. Bu mu’cizattan üç yüzden ziyade bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) namındaki hârika ve kerametli bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyan edildiğinden onları, ona havale ederek dedi ki: | ||
وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ وَمَا رَمَي۟تَ اِذ۟ رَمَي۟تَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى | |||
âyetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki parça olması ve bir avucu ile a’dasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi; nakl-i kat’î ile ve bir kısmı tevatür ile yüzer mu’cizatın onun elinde zâhir olmasıdır. Bu mu’cizattan üç yüzden ziyade bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) namındaki hârika ve kerametli bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyan edildiğinden onları, ona havale ederek dedi ki: | |||
Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemalâtla beraber, bu kadar mu’cizat-ı bâhiresi bulunan bir zat (asm) elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kabil değil. | Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemalâtla beraber, bu kadar mu’cizat-ı bâhiresi bulunan bir zat (asm) elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kabil değil. | ||
1.170. satır: | 1.072. satır: | ||
Demek, bu zatın vahdaniyete şehadeti şahsî ve cüz’î değil belki umumî ve küllî ve sarsılmaz ve bütün şeytanlar toplansa karşısına hiçbir cihetle çıkamaz bir şehadettir, diye hükmetti. | Demek, bu zatın vahdaniyete şehadeti şahsî ve cüz’î değil belki umumî ve küllî ve sarsılmaz ve bütün şeytanlar toplansa karşısına hiçbir cihetle çıkamaz bir şehadettir, diye hükmetti. | ||
İşte asr-ı saadette aklıyla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden aldığı derse kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on altıncı mertebesinde''' böyle | İşte asr-ı saadette aklıyla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden aldığı derse kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on altıncı mertebesinde''' böyle لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ فَخ۟رُ ال۟عَالَمِ وَ شَرَفُ نَو۟عِ بَنٖى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَل۟طَنَةِ قُر۟اٰنِهٖ وَ حَش۟مَةِ وُس۟عَةِ دٖينِهٖ وَ كَث۟رَةِ كَمَالَاتِهٖ وَ عُل۟وِيَّةِ اَخ۟لَاقِهٖ حَتّٰى بِتَص۟دٖيقِ اَع۟دَائِهٖ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ مُع۟جِزَاتِهِ الظَّاهِرَةِ ال۟بَاهِرَةِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ دٖينِهِ السَّاطِعَةِ ال۟قَاطِعَةِ بِاِج۟مَاعِ اٰلِهٖ ذَوِى ال۟اَن۟وَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَص۟حَابِهٖ ذَوِى ال۟اَب۟صَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّقٖى اُمَّتِهٖ ذَوِى ال۟بَرَاهٖينِ وَ ال۟بَصَائِرِ النَّوَّارَةِ denilmiştir. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ فَخ۟رُ ال۟عَالَمِ وَ شَرَفُ نَو۟عِ بَنٖى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَل۟طَنَةِ قُر۟اٰنِهٖ وَ حَش۟مَةِ وُس۟عَةِ دٖينِهٖ وَ كَث۟رَةِ كَمَالَاتِهٖ وَ عُل۟وِيَّةِ اَخ۟لَاقِهٖ حَتّٰى بِتَص۟دٖيقِ اَع۟دَائِهٖ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ مُع۟جِزَاتِهِ الظَّاهِرَةِ ال۟بَاهِرَةِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ دٖينِهِ السَّاطِعَةِ ال۟قَاطِعَةِ بِاِج۟مَاعِ اٰلِهٖ ذَوِى ال۟اَن۟وَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَص۟حَابِهٖ ذَوِى ال۟اَب۟صَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّقٖى اُمَّتِهٖ ذَوِى ال۟بَرَاهٖينِ وَ ال۟بَصَائِرِ النَّوَّارَةِ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı iman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu, kendi kalbine dedi ki: “Aradığımız zatın sözü ve kelâmı denilen bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asırda meydan okuyan '''Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan''' namındaki kitaba müracaat edip o ne diyor, bilelim. Fakat en evvel, bu kitap bizim Hâlık’ımızın kitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır.” diye taharriye başladı. | Sonra bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı iman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu, kendi kalbine dedi ki: “Aradığımız zatın sözü ve kelâmı denilen bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asırda meydan okuyan '''Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan''' namındaki kitaba müracaat edip o ne diyor, bilelim. Fakat en evvel, bu kitap bizim Hâlık’ımızın kitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır.” diye taharriye başladı. | ||
1.234. satır: | 1.132. satır: | ||
İşte böyle her cihetle mu’cizatlı bu Kur’an; surelerinin icmaıyla ve âyâtının ittifakıyla ve esrar ve envarının tevafukuyla ve semerat ve âsârının tetabukuyla bir tek Vâcibü’l-vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfât ve esmasına deliller ile ispat suretinde öyle şehadet etmiş ki bütün ehl-i imanın hadsiz şehadetleri, onun şehadetinden tereşşuh etmişler. | İşte böyle her cihetle mu’cizatlı bu Kur’an; surelerinin icmaıyla ve âyâtının ittifakıyla ve esrar ve envarının tevafukuyla ve semerat ve âsârının tetabukuyla bir tek Vâcibü’l-vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfât ve esmasına deliller ile ispat suretinde öyle şehadet etmiş ki bütün ehl-i imanın hadsiz şehadetleri, onun şehadetinden tereşşuh etmişler. | ||
İşte bu yolcunun Kur’an’dan aldığı ders-i tevhid ve imana kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on yedinci mertebesinde''' böyle | İşte bu yolcunun Kur’an’dan aldığı ders-i tevhid ve imana kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on yedinci mertebesinde''' böyle لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهِ ال۟قُر۟اٰنُ ال۟مُع۟جِزُ ال۟بَيَانِ اَل۟مَق۟بُولُ ال۟مَر۟غُوبُ لِاَج۟نَاسِ ال۟مَلَكِ وَ ال۟اِن۟سِ وَ ال۟جَانِّ اَل۟مَق۟رُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهٖ فٖى كُلِّ دَقٖيقَةٍ بِكَمَالِ ال۟اِح۟تِرَامِ بِاَل۟سِنَةِ مِأٰتِ مِل۟يُونٍ مِن۟ نَو۟عِ ال۟اِن۟سَانِ اَلدَّائِمُ سَل۟طَنَتُهُ ال۟قُد۟سِيَّةُ عَلٰى اَق۟طَارِ ال۟اَر۟ضِ وَ ال۟اَك۟وَانِ وَ عَلٰى وُجُوهِ ال۟اَع۟صَارِ وَ الزَّمَانِ وَ ال۟جَارٖى حَاكِمِيَّتُهُ ال۟مَع۟نَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِص۟فِ ال۟اَر۟ضِ وَ خُم۟سِ ال۟بَشَرِ فٖى اَر۟بَعَةَ عَشَرَ عَص۟رًا بِكَمَالِ ال۟اِح۟تِشَامِ . وَ كَذَا : شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِاِج۟مَاعِ سُوَرِهِ ال۟قُد۟سِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ وَ بِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ ال۟اِلٰهِيَّةِ وَ بِتَوَافُقِ اَس۟رَارِهٖ وَ اَن۟وَارِهٖ وَ بِتَطَابُقِ حَقَائِقِهٖ وَ ثَمَرَاتِهٖ وَ اٰثَارِهٖ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَ ال۟عِيَانِ denilmiştir. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهِ ال۟قُر۟اٰنُ ال۟مُع۟جِزُ ال۟بَيَانِ اَل۟مَق۟بُولُ ال۟مَر۟غُوبُ لِاَج۟نَاسِ ال۟مَلَكِ وَ ال۟اِن۟سِ وَ ال۟جَانِّ اَل۟مَق۟رُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهٖ فٖى كُلِّ دَقٖيقَةٍ بِكَمَالِ ال۟اِح۟تِرَامِ بِاَل۟سِنَةِ مِأٰتِ مِل۟يُونٍ مِن۟ نَو۟عِ ال۟اِن۟سَانِ اَلدَّائِمُ سَل۟طَنَتُهُ ال۟قُد۟سِيَّةُ عَلٰى اَق۟طَارِ ال۟اَر۟ضِ وَ ال۟اَك۟وَانِ وَ عَلٰى وُجُوهِ ال۟اَع۟صَارِ وَ الزَّمَانِ وَ ال۟جَارٖى حَاكِمِيَّتُهُ ال۟مَع۟نَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِص۟فِ ال۟اَر۟ضِ وَ خُم۟سِ ال۟بَشَرِ فٖى اَر۟بَعَةَ عَشَرَ عَص۟رًا بِكَمَالِ ال۟اِح۟تِشَامِ . وَ كَذَا : شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِاِج۟مَاعِ سُوَرِهِ ال۟قُد۟سِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ وَ بِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ ال۟اِلٰهِيَّةِ وَ بِتَوَافُقِ اَس۟رَارِهٖ وَ اَن۟وَارِهٖ وَ بِتَطَابُقِ حَقَائِقِهٖ وَ ثَمَرَاتِهٖ وَ اٰثَارِهٖ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَ ال۟عِيَانِ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra bir fakir insana değil fâni ve muvakkat bir tarlayı, bir haneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi kazandıran ve bir fâni adama ebedî bir hayatın levazımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir bîçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i sermediyenin hazinesini açan en kıymettar sermaye-i insaniyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yolcusu, kendi nefsine dedi ki: | Sonra bir fakir insana değil fâni ve muvakkat bir tarlayı, bir haneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi kazandıran ve bir fâni adama ebedî bir hayatın levazımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir bîçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i sermediyenin hazinesini açan en kıymettar sermaye-i insaniyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yolcusu, kendi nefsine dedi ki: | ||
1.274. satır: | 1.168. satır: | ||
İşte kâinatta cari olan teavün-ü umumî, seyyarattan tâ zîhayatın aza ve cihazat ve zerrat-ı bedeniyesine kadar kemal-i intizamla cereyan eden muvazene-i âmme ve muhafaza-i şâmile ve semavatın yaldızlı yüzünden ve zeminin ziynetli yüzünden tâ çiçeklerin süslü yüzlerine kadar kalem gezdiren tezyin ve Kehkeşan’dan ve manzume-i şemsiyeden tâ mısır ve nar gibi meyvelere kadar hükmeden tanzim ve güneş ve kamerden ve unsurlardan ve bulutlardan tâ bal arılarına kadar memuriyet veren tavzif gibi pek büyük hakikatlerin büyüklükleri nisbetindeki şehadetleri, kâinatın şehadetinin ikinci kanadını ispat ve teşkil ederler. Madem Risale-i Nur bu büyük şehadeti ispat ve izah etmiş, biz burada bu kısacık işaretle iktifa ederiz. | İşte kâinatta cari olan teavün-ü umumî, seyyarattan tâ zîhayatın aza ve cihazat ve zerrat-ı bedeniyesine kadar kemal-i intizamla cereyan eden muvazene-i âmme ve muhafaza-i şâmile ve semavatın yaldızlı yüzünden ve zeminin ziynetli yüzünden tâ çiçeklerin süslü yüzlerine kadar kalem gezdiren tezyin ve Kehkeşan’dan ve manzume-i şemsiyeden tâ mısır ve nar gibi meyvelere kadar hükmeden tanzim ve güneş ve kamerden ve unsurlardan ve bulutlardan tâ bal arılarına kadar memuriyet veren tavzif gibi pek büyük hakikatlerin büyüklükleri nisbetindeki şehadetleri, kâinatın şehadetinin ikinci kanadını ispat ve teşkil ederler. Madem Risale-i Nur bu büyük şehadeti ispat ve izah etmiş, biz burada bu kısacık işaretle iktifa ederiz. | ||
İşte dünya seyyahının kâinattan aldığı ders-i imanîye kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on sekizinci mertebesinde''' böyle | İşte dünya seyyahının kâinattan aldığı ders-i imanîye kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on sekizinci mertebesinde''' böyle لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟مُم۟تَنِعُ نَظٖيرُهُ اَل۟مُم۟كِنُ كُلُّ مَاسِوَاهُ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ هٰذِهِ ال۟كَائِنَاتُ ال۟كِتَابُ ال۟كَبٖيرُ ال۟مُجَسَّمُ وَ ال۟قُر۟اٰنُ ال۟جِس۟مَانِىُّ ال۟مُعَظَّمُ وَ ال۟قَص۟رُ ال۟مُزَيَّنُ ال۟مُنَظَّمُ وَ ال۟بَلَدُ ال۟مُح۟تَشَمُ ال۟مُن۟تَظَمُ بِاِج۟مَاعِ سُوَرِهٖ وَ اٰيَاتِهٖ وَ كَلِمَاتِهٖ وَ حُرُوفِهٖ وَ اَب۟وَابِهٖ وَ فُصُولِهٖ وَ صُحُفِهٖ وَ سُطُورِهٖ وَ اِتِّفَاقِ اَر۟كَانِهٖ وَ اَن۟وَاعِهٖ وَ اَج۟زَائِهٖ وَ جُز۟ئِيَّاتِهٖ وَ سَكَنَتِهٖ وَ مُش۟تَمِلَاتِهٖ وَ وَارِدَاتِهٖ وَ مَصَارِفِهٖ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟حُدُوثِ وَ التَّغَيُّرِ وَ ال۟اِم۟كَانِ بِاِج۟مَاعِ جَمٖيعِ عُلَمَاءِ عِل۟مِ ال۟كَلَامِ وَ بِشَهَادَةِ حَقٖيقَةِ تَب۟دٖيلِ صُورَتِهٖ وَ مُش۟تَمِلَاتِهٖ بِال۟حِك۟مَةِ وَ ال۟اِن۟تِظَامِ وَ تَج۟دٖيدِ حُرُوفِهٖ وَ كَلِمَاتِهٖ بِالنِّظَامِ وَ ال۟مٖيزَانِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّعَاوُنِ وَ التَّجَاوُبِ وَ التَّسَانُدِ وَ التَّدَاخُلِ وَ ال۟مُوَازَنَةِ وَ ال۟مُحَافَظَةِ فٖى مَو۟جُودَاتِهٖ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَ ال۟عِيَانِ denilmiştir. | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟مُم۟تَنِعُ نَظٖيرُهُ اَل۟مُم۟كِنُ كُلُّ مَاسِوَاهُ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ هٰذِهِ ال۟كَائِنَاتُ ال۟كِتَابُ ال۟كَبٖيرُ ال۟مُجَسَّمُ وَ ال۟قُر۟اٰنُ ال۟جِس۟مَانِىُّ ال۟مُعَظَّمُ وَ ال۟قَص۟رُ ال۟مُزَيَّنُ ال۟مُنَظَّمُ وَ ال۟بَلَدُ ال۟مُح۟تَشَمُ ال۟مُن۟تَظَمُ بِاِج۟مَاعِ سُوَرِهٖ وَ اٰيَاتِهٖ وَ كَلِمَاتِهٖ وَ حُرُوفِهٖ وَ اَب۟وَابِهٖ وَ فُصُولِهٖ وَ صُحُفِهٖ وَ سُطُورِهٖ وَ اِتِّفَاقِ اَر۟كَانِهٖ وَ اَن۟وَاعِهٖ وَ اَج۟زَائِهٖ وَ جُز۟ئِيَّاتِهٖ وَ سَكَنَتِهٖ وَ مُش۟تَمِلَاتِهٖ وَ وَارِدَاتِهٖ وَ مَصَارِفِهٖ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟حُدُوثِ | |||
وَ التَّغَيُّرِ وَ ال۟اِم۟كَانِ بِاِج۟مَاعِ جَمٖيعِ عُلَمَاءِ عِل۟مِ ال۟كَلَامِ | |||
وَ بِشَهَادَةِ حَقٖيقَةِ تَب۟دٖيلِ صُورَتِهٖ وَ مُش۟تَمِلَاتِهٖ بِال۟حِك۟مَةِ وَ ال۟اِن۟تِظَامِ وَ تَج۟دٖيدِ حُرُوفِهٖ وَ كَلِمَاتِهٖ بِالنِّظَامِ وَ ال۟مٖيزَانِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ التَّعَاوُنِ وَ التَّجَاوُبِ وَ التَّسَانُدِ وَ التَّدَاخُلِ وَ ال۟مُوَازَنَةِ | |||
وَ ال۟مُحَافَظَةِ فٖى مَو۟جُودَاتِهٖ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَ ال۟عِيَانِ | |||
denilmiştir. | |||
Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mi’rac-ı imanî ile gaibane marifetten hazırane ve muhatabane bir makama terakki eden meraklı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki: | Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mi’rac-ı imanî ile gaibane marifetten hazırane ve muhatabane bir makama terakki eden meraklı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki: | ||
1.324. satır: | 1.208. satır: | ||
'''İkinci Hakikat:''' Sıfat-ı kelâmdan gelen tekellüm-ü İlahîdir. | '''İkinci Hakikat:''' Sıfat-ı kelâmdan gelen tekellüm-ü İlahîdir. | ||
لَو۟ كَانَ ال۟بَح۟رُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى | لَو۟ كَانَ ال۟بَح۟رُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى âyetinin sırrıyla: Kelâm-ı İlahî, nihayetsizdir. Bir zatın vücudunu bildiren en zâhir alâmet, konuşmasıdır. Demek bu hakikat, nihayetsiz bir surette Mütekellim-i Ezelî’nin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet eder. | ||
âyetinin sırrıyla: Kelâm-ı İlahî, nihayetsizdir. Bir zatın vücudunu bildiren en zâhir alâmet, konuşmasıdır. Demek bu hakikat, nihayetsiz bir surette Mütekellim-i Ezelî’nin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet eder. | |||
وَ اُولُوا ال۟عِل۟مِ قَٓائِمًا بِال۟قِس۟طِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟عَزٖيزُ ال۟حَكٖيمُ | Bu hakikatin iki kuvvetli şehadeti, bu risalenin on dördüncü ve on beşinci mertebelerinde beyan edilen vahiyler ve ilhamlar cihetiyle ve geniş bir şehadeti dahi onuncu mertebesinde işaret edilen kütüb-ü mukaddese-i semaviye cihetiyle ve çok parlak ve câmi’ bir diğer şehadeti dahi on yedinci mertebesinde Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan cihetiyle geldiğinden, bu hakikatin beyan ve şehadetini o mertebelere havale edip o hakikati mu’cizane ilan eden ve şehadetini sair hakikatlerin şehadetleriyle beraber ifade eden شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَال۟مَلٰٓئِكَةُ وَ اُولُوا ال۟عِل۟مِ قَٓائِمًا بِال۟قِس۟طِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟عَزٖيزُ ال۟حَكٖيمُ âyet-i muazzamanın envarı ve esrarı, bizim bu yolcuya kâfi ve vâfi gelmiş ki daha ileri gidememiş. | ||
denilmiştir. | İşte bu yolcunun bu makam-ı kudsîden aldığı dersin kısa bir mealine bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın on dokuzuncu mertebesinde''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ لَهُ ال۟اَس۟مَاءُ ال۟حُس۟نٰى وَ لَهُ الصِّفَاتُ ال۟عُل۟يَا وَ لَهُ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى اَلَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ اَلذَّاتُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ بِاِج۟مَاعِ جَمٖيعِ صِفَاتِهِ ال۟قُد۟سِيَّةِ ال۟مُحٖيطَةِ وَ جَمٖيعِ اَس۟مَائِهِ ال۟حُس۟نٰى اَل۟مُتَجَلِّيَّةِ بِاِتِّفَاقِ جَمٖيعِ شُؤُنَاتِهٖ وَ اَف۟عَالِهِ ال۟مُتَصَرِّفَةِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ حَقٖيقَةِ تَبَارُزِ ال۟اُلُوهِيَّةِ فٖى تَظَاهُرِ الرُّبُوبِيَّةِ فٖى دَوَامِ ال۟فَعَّالِيَّةِ ال۟مُس۟تَو۟لِيَةِ بِفِع۟لِ ال۟اٖيجَادِ وَ ال۟خَل۟قِ وَ الصُّن۟عِ وَ ال۟اِب۟دَاعِ بِاِرَادَةٍ وَ قُد۟رَةٍ وَ بِفِع۟لِ التَّق۟دٖيرِ وَ التَّص۟وٖيرِ وَ التَّد۟بٖيرِ وَ التَّد۟وٖيرِ بِاِخ۟تِيَارٍ وَ حِك۟مَةٍ وَ بِفِع۟لِ التَّص۟رٖيفِ وَ التَّن۟ظٖيمِ وَ ال۟مُحَافَظَةِ وَ ال۟اِدَارَةِ وَ ال۟اِعَاشَةِ بِقَص۟دٍ وَ رَح۟مَةٍ وَ بِكَمَالِ ال۟اِن۟تِظَامِ وَ ال۟مُوَازَنَةِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ اَس۟رَارِ - شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَ ال۟مَلٰٓئِكَةُ وَ اُولُوا ال۟عِل۟مِ قَٓائِمًا بِال۟قِس۟طِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟عَزٖيزُ ال۟حَكٖيمُ denilmiştir. | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
1.351. satır: | 1.221. satır: | ||
== Mukaddime == | == Mukaddime == | ||
Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye, vücub-u vücuda ve vahdaniyete delâlet ettiği gibi hem delail-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder. | Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye, vücub-u vücuda ve vahdaniyete delâlet ettiği gibi hem delail-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder. | ||
1.359. satır: | 1.230. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== | == [[Münâcat]] == | ||
------ | |||
<center> [[Eskişehir Hayatı]] ⇐ | [[Tarihçe-i Hayat]] | ⇒ [[Denizli Hayatı]] </center> | |||
------ | |||
</translate> | </translate> |
düzenleme