64.902
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
1. satır: | 1. satır: | ||
= | <languages/> | ||
<translate> | |||
'''DÖRDÜNCÜ KISIM''' | |||
== Kastamonu Hayatı == | |||
Bediüzzaman Said Nursî, Eskişehir hapsinden çıktıktan sonra, Kastamonu vilayetine nefyediliyor. Uzun bir müddet polis karakolunda ikamete mecbur edildikten sonra, karakolun tam karşısında, daimî bir tarassud altında olan bir eve yerleştiriliyor. | Bediüzzaman Said Nursî, Eskişehir hapsinden çıktıktan sonra, Kastamonu vilayetine nefyediliyor. Uzun bir müddet polis karakolunda ikamete mecbur edildikten sonra, karakolun tam karşısında, daimî bir tarassud altında olan bir eve yerleştiriliyor. | ||
162. satır: | 166. satır: | ||
Sonra bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye (asm) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de o velayetin tarîkatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti: | Sonra bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye (asm) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de o velayetin tarîkatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti: | ||
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatm-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nurani bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonra | Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatm-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nurani bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonra سُب۟حَانَ اللّٰهِ سُب۟حَانَ اللّٰهِ deyip tesbihi çekerken o daire-i zikrin reisi olan Zat-ı Ahmediyenin (asm) muvacehesinde, yüz milyon, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle سُب۟حَانَ اللّٰهِ سُب۟حَانَ اللّٰهِ سُب۟حَانَ اللّٰهِ der. | ||
سُب۟حَانَ اللّٰهِ سُب۟حَانَ اللّٰهِ deyip tesbihi çekerken o daire-i zikrin reisi olan Zat-ı Ahmediyenin (asm) muvacehesinde, yüz milyon, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle | |||
سُب۟حَانَ اللّٰهِ سُب۟حَانَ اللّٰهِ سُب۟حَانَ اللّٰهِ der. | |||
اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ | Sonra o serzâkirin emr-i manevîsiyle اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş bulunan hatme-i Ahmediyenin (asm) dairesinde yüz milyon müridlerin اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ ile iştirak eder ve hâkeza اَللّٰهُ اَك۟بَرُ اَللّٰهُ اَك۟بَرُ ve duadan sonra لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ otuz üç defa o tarîkat-ı Ahmediyenin (asm) halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında sâbık mana ile o ihvan-ı tarîkatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâma müteveccih olup اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ der diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. | ||
der diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. | |||
Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var. | Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var. | ||
484. satır: | 476. satır: | ||
Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi –farz-ı muhal olarak– Risale-i Nur aleyhinde bir itiraz kutb-u a’zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp o mübarek kutb-u a’zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip teveccühünü de kazanmak için medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir. | Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi –farz-ı muhal olarak– Risale-i Nur aleyhinde bir itiraz kutb-u a’zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp o mübarek kutb-u a’zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip teveccühünü de kazanmak için medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir. | ||
Ey kardeşlerim! Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir. Evet | Ey kardeşlerim! Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir. Evet يَس۟تَحِبُّونَ ال۟حَيٰوةَ الدُّن۟يَا عَلَى ال۟اٰخِرَةِ âyetinin mana-yı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek | ||
يَس۟تَحِبُّونَ ال۟حَيٰوةَ الدُّن۟يَا عَلَى ال۟اٰخِرَةِ âyetinin mana-yı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek | |||
ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman safi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. O musibet sırrıyla, hakiki mü’minler dahi bazen ehl-i dalalete taraftar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. | ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman safi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. O musibet sırrıyla, hakiki mü’minler dahi bazen ehl-i dalalete taraftar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. | ||
623. satır: | 613. satır: | ||
== Karadağ’ın Bir Meyvesi == | == Karadağ’ın Bir Meyvesi == | ||
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ | بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ | ||
629. satır: | 620. satır: | ||
Bu defa mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz. Bir âyetin mana-yı işarîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyet’ten bu ana kadardır. Teşrinisânî otuzuncu gün, bin üç yüz elli sekizde (1358), Karadağ başına çıkıyordum. “İnsanların hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı ve ne vakte kadardır?” hatıra geldi. Birden her müşkülümü halleden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, Sure-i Ve’l-Asri’yi karşıma çıkardı. “Bak!” dedi. Baktım: | Bu defa mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz. Bir âyetin mana-yı işarîsinin külliyetinden bir ferdi, Hürriyet’ten bu ana kadardır. Teşrinisânî otuzuncu gün, bin üç yüz elli sekizde (1358), Karadağ başına çıkıyordum. “İnsanların hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı ve ne vakte kadardır?” hatıra geldi. Birden her müşkülümü halleden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, Sure-i Ve’l-Asri’yi karşıma çıkardı. “Bak!” dedi. Baktım: | ||
Her asra hitap ettiği gibi bu asrımıza da daha ziyade bakan | Her asra hitap ettiği gibi bu asrımıza da daha ziyade bakan وَ ال۟عَص۟رِ اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَفٖى خُس۟رٍ âyetindeki اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَفٖى خُس۟رٍ makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört (1324) edip Hürriyet İnkılabı’yla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harpleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî’nin zemin yüzünde fırtınaları gibi semavî ve arzî musibetler ile hasaret-i insaniye ile اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَفٖى خُس۟رٍ âyetinin bu asırda dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle gösterip bir lem’a-i i’cazını gösteriyor. | ||
وَ ال۟عَص۟رِ اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَفٖى خُس۟رٍ | |||
âyetindeki اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَفٖى خُس۟رٍ makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört (1324) edip Hürriyet İnkılabı’yla başlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harpleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî’nin zemin yüzünde fırtınaları gibi semavî ve arzî musibetler ile hasaret-i insaniye ile | |||
اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَفٖى خُس۟رٍ âyetinin bu asırda dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle gösterip bir lem’a-i i’cazını gösteriyor. | |||
اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ âhirdeki ت , ه sayılır, şedde sayılır ise makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz ve dokuz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi, iman ve a’mal-i saliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasaretin de sebeb-i yegânesi küfür ve küfran, şükürsüzlük yani imansızlık ve fısk ve sefahet olduğunu gösterdi. | اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ âhirdeki ت , ه sayılır, şedde sayılır ise makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli sekiz ve dokuz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi, iman ve a’mal-i saliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasaretin de sebeb-i yegânesi küfür ve küfran, şükürsüzlük yani imansızlık ve fısk ve sefahet olduğunu gösterdi. | ||
646. satır: | 631. satır: | ||
== Risale-i Nurun Küçük ve Masum Şakirdleri == | == Risale-i Nurun Küçük ve Masum Şakirdleri == | ||
'''Aziz, sıddık kardeşlerim!''' | '''Aziz, sıddık kardeşlerim!''' | ||
675. satır: | 661. satır: | ||
== Isparta’ya Gönderilen Bir Mektup == | == Isparta’ya Gönderilen Bir Mektup == | ||
'''Aziz, sıddık kardeşlerim!''' | '''Aziz, sıddık kardeşlerim!''' | ||
690. satır: | 677. satır: | ||
== Isparta’ya Gönderilen Bir Fıkradır == | == Isparta’ya Gönderilen Bir Fıkradır == | ||
'''Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sadakat ve daimî sarsılmaz bir sebat ister.''' Evet Risale-i Nur, on beş senede medresede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikîyi, on beş haftada ve bazılara on beş günde kazandırdığına, yirmi bin zat tecrübeleriyle şehadet ederler. | '''Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sadakat ve daimî sarsılmaz bir sebat ister.''' Evet Risale-i Nur, on beş senede medresede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikîyi, on beş haftada ve bazılara on beş günde kazandırdığına, yirmi bin zat tecrübeleriyle şehadet ederler. | ||
706. satır: | 694. satır: | ||
'''Sakın sakın! Dünya cereyanları hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin!''' | '''Sakın sakın! Dünya cereyanları hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin!''' | ||
اَل۟حُبُّ فِى اللّٰهِ وَ ال۟بُغ۟ضُ فِى اللّٰهِ düstur-u Rahmanî yerine | اَل۟حُبُّ فِى اللّٰهِ وَ ال۟بُغ۟ضُ فِى اللّٰهِ düstur-u Rahmanî yerine اَل۟حُبُّ فِى السِّيَاسَةِ وَ ال۟بُغ۟ضُ لِلسِّيَاسَةِ düstur-u şeytanî hükmederek, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine manen şerik eylemesin. | ||
اَل۟حُبُّ فِى السِّيَاسَةِ وَ ال۟بُغ۟ضُ لِلسِّيَاسَةِ düstur-u şeytanî hükmederek, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine manen şerik eylemesin. | |||
'''Evet bu zamandaki siyaset, kalpleri ifsad edip asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.''' | '''Evet bu zamandaki siyaset, kalpleri ifsad edip asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.''' | ||
714. satır: | 700. satır: | ||
Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben ya ruhen ya aklen ya bedenen gelen musibetten hissedarlıktan azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, merhamet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan, rikkat-i cinsiye sebebiyle nev-i beşerle alâkadar olduğundan, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleri ile dahi müteellim olup azap çekiyor. | Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben ya ruhen ya aklen ya bedenen gelen musibetten hissedarlıktan azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, merhamet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan, rikkat-i cinsiye sebebiyle nev-i beşerle alâkadar olduğundan, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleri ile dahi müteellim olup azap çekiyor. | ||
Çünkü lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfakî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdiselerini merakla dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler. “Zarara razı olana merhamet edilmez.” manasında | Çünkü lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfakî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdiselerini merakla dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler. “Zarara razı olana merhamet edilmez.” manasında اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُن۟ظَرُ لَهُ kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatini kendilerinden selbetmiştir. Onlara acınmaz ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına bela getiriyorlar. | ||
اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُن۟ظَرُ لَهُ kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatini kendilerinden selbetmiştir. Onlara acınmaz ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına bela getiriyorlar. | |||
Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakiki ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunun için de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur dairesine sadakatle girenlerdir. | Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakiki ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunun için de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur dairesine sadakatle girenlerdir. | ||
776. satır: | 760. satır: | ||
Evet, mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlana Hâlid’den sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendilerine intikaline bir alâmet telakki etmesindendir, derler. Hem de öyle olmak lâzım. Çünkü hadîs-i sahihte: | Evet, mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlana Hâlid’den sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendilerine intikaline bir alâmet telakki etmesindendir, derler. Hem de öyle olmak lâzım. Çünkü hadîs-i sahihte: | ||
اِنَّ اللّٰهَ يَب۟عَثُ لِهٰذِهِ ال۟اُمَّةِ عَلٰى رَا۟سِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَن۟ يُجَدِّدُ لَهَا دٖينَهَا | اِنَّ اللّٰهَ يَب۟عَثُ لِهٰذِهِ ال۟اُمَّةِ عَلٰى رَا۟سِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَن۟ يُجَدِّدُ لَهَا دٖينَهَا buyrulmuş. Mevlana Hazretlerinin veladeti 1193, Üstadımız Hazretlerinin ise 1293’tür. Bu hadîsin tam izahı Risale-i Gavsiye’de vardır. | ||
buyrulmuş. Mevlana Hazretlerinin veladeti 1193, Üstadımız Hazretlerinin ise 1293’tür. Bu hadîsin tam izahı Risale-i Gavsiye’de vardır. | |||
Üstadımız ara sıra bizlere hususan Feyzi’ye, latîfe tarzında buyururlardı ki: “Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz.” diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip hem bizi ikaz hem kable’l-vuku bir mühim hâdiseyi keşfen beyan ediyorlardı. Hakikaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı. | Üstadımız ara sıra bizlere hususan Feyzi’ye, latîfe tarzında buyururlardı ki: “Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz.” diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip hem bizi ikaz hem kable’l-vuku bir mühim hâdiseyi keşfen beyan ediyorlardı. Hakikaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı. | ||
792. satır: | 774. satır: | ||
Yine Üstadımız tevkifimizden evvel mükerreren buyururlardı ki: “Ehl-i dünya, Risale-i Nur’a ilişmesinler; ilişirlerse âfetlerin hücumuna sebep olurlar.” Hakikaten herkesçe malûmdur ki: Risale-i Nur şakirdleri tevkif edilir edilmez her tarafta âfetler, zelzeleler, hastalıklar başlardı tâ Risale-i Nur’un hakkaniyeti tasdik olunup vatana faydalı olduğu itiraf edilinceye kadar çok yerlerde, ezcümle Kastamonu’da zelzele devam etti. Hattâ Kastamonu’nun tarihî yüksek kalesi –ki bazı risalelerin medresesi hükmüne geçti– Risale-i Nur’a ve müellifi olan Üstadımıza iştiyak ve hasretinden matem tutup en sağlam, köklü taşlarını aşağı atarak Üstadımızın ihbar-ı gaybîsini maddeten tasdik etmiştir. | Yine Üstadımız tevkifimizden evvel mükerreren buyururlardı ki: “Ehl-i dünya, Risale-i Nur’a ilişmesinler; ilişirlerse âfetlerin hücumuna sebep olurlar.” Hakikaten herkesçe malûmdur ki: Risale-i Nur şakirdleri tevkif edilir edilmez her tarafta âfetler, zelzeleler, hastalıklar başlardı tâ Risale-i Nur’un hakkaniyeti tasdik olunup vatana faydalı olduğu itiraf edilinceye kadar çok yerlerde, ezcümle Kastamonu’da zelzele devam etti. Hattâ Kastamonu’nun tarihî yüksek kalesi –ki bazı risalelerin medresesi hükmüne geçti– Risale-i Nur’a ve müellifi olan Üstadımıza iştiyak ve hasretinden matem tutup en sağlam, köklü taşlarını aşağı atarak Üstadımızın ihbar-ı gaybîsini maddeten tasdik etmiştir. | ||
Üstadımız, tevkifimizden mukaddem buyururlardı ki: “Risale-i Nur’a müthiş bir hücum planı var fakat merak etmeyiniz. Müjde, inayet-i İlahiye imdadımıza yetişecek. Şöyle ki: Bugün okumak için Hizb-i A’zam-ı Nurî’yi açmıştım, birden karşıma | Üstadımız, tevkifimizden mukaddem buyururlardı ki: “Risale-i Nur’a müthiş bir hücum planı var fakat merak etmeyiniz. Müjde, inayet-i İlahiye imdadımıza yetişecek. Şöyle ki: Bugün okumak için Hizb-i A’zam-ı Nurî’yi açmıştım, birden karşıma وَ اص۟بِر۟ لِحُك۟مِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَع۟يُنِنَا وَ سَبِّح۟ بِحَم۟دِ رَبِّكَ âyeti çıktı. Manen “Bana bak!” dedi. Ben de baktım, gördüm ki manasının çok tabakalarından hususan mana-yı işarîsiyle ve cifrîsiyle hem hapis musibetine hem necatımıza işaret ve bize beşaret ediyor.” buyurdular. İşte Denizli mahkemesi, beraet kararı vermezden dokuz ay evvel, bilâ-tereddüt bu âyetin definesinden aldığı cevheri izhar edip hem bu âyet-i kerîmenin mühim nükte-i i’cazını keşif hem de bu kuvve-i maneviyeye muhtaç zayıf talebelerini tebşir etmekle bizleri mesrur eylemişlerdir. Bu âyetin tam izahı, Denizli Müdafaası’nda ve Lâhikası’ndadır. | ||
وَ اص۟بِر۟ لِحُك۟مِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَع۟يُنِنَا وَ سَبِّح۟ بِحَم۟دِ رَبِّكَ | |||
âyeti çıktı. Manen “Bana bak!” dedi. Ben de baktım, gördüm ki manasının çok tabakalarından hususan mana-yı işarîsiyle ve cifrîsiyle hem hapis musibetine hem necatımıza işaret ve bize beşaret ediyor.” buyurdular. İşte Denizli mahkemesi, beraet kararı vermezden dokuz ay evvel, bilâ- | |||
tereddüt bu âyetin definesinden aldığı cevheri izhar edip hem bu âyet-i kerîmenin mühim nükte-i i’cazını keşif hem de bu kuvve-i maneviyeye muhtaç zayıf talebelerini tebşir etmekle bizleri mesrur eylemişlerdir. Bu âyetin tam izahı, Denizli Müdafaası’nda ve Lâhikası’ndadır. | |||
Nüsha-i nadire-i zaman olan Üstadımız, gayet şecî ve metin ve ulü’l-azmane bir cesaret-i fevkalâdeye mâlik bir lisanü’l-haktır ki hak yolunda söz söylemekten çekinmez ve levm-i lâimden korkmazlar. Bir gün “Bismillah” yazılı kabir taşlarını lağımlar üzerine konurken görürler. Orada dünyaca mühim zatlar hazır oldukları halde, kimsenin söyleyemediği gayet acı sözlerle o haksız işe ve daha başka haksız işlere de sedd-i sedid olmuşlardır. | Nüsha-i nadire-i zaman olan Üstadımız, gayet şecî ve metin ve ulü’l-azmane bir cesaret-i fevkalâdeye mâlik bir lisanü’l-haktır ki hak yolunda söz söylemekten çekinmez ve levm-i lâimden korkmazlar. Bir gün “Bismillah” yazılı kabir taşlarını lağımlar üzerine konurken görürler. Orada dünyaca mühim zatlar hazır oldukları halde, kimsenin söyleyemediği gayet acı sözlerle o haksız işe ve daha başka haksız işlere de sedd-i sedid olmuşlardır. | ||
816. satır: | 792. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== Âyetü’l-Kübra Hakkında == | == Âyetü’l-Kübra Hakkında Birkaç Söz == | ||
Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’da iken, Âyetü’l-Kübra namıyla, Cenab-ı Hakk’ın varlığını, birliğini, kâinattaki mevcudatın lisanlarıyla ispat eden muazzam bir risale yazmıştır. | Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’da iken, Âyetü’l-Kübra namıyla, Cenab-ı Hakk’ın varlığını, birliğini, kâinattaki mevcudatın lisanlarıyla ispat eden muazzam bir risale yazmıştır. | ||
836. satır: | 811. satır: | ||
== Âyetü’l-Kübra == | == Âyetü’l-Kübra == | ||
'''Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.''' | '''Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.''' | ||
(Tevhid hakkında iki makamdan ibaret Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübra Risalesi’nin İkinci Makamı’nın bir kısmıdır.) | (Tevhid hakkında iki makamdan ibaret Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübra Risalesi’nin İkinci Makamı’nın bir kısmıdır.) | ||
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ | |||
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّب۟عُ وَال۟اَر۟ضُ وَمَن۟ فٖيهِنَّ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ وَلٰكِن۟ لَا تَف۟قَهُونَ تَس۟بٖيحَهُم۟ اِنَّهُ كَانَ حَلٖيمًا غَفُورًا | تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّب۟عُ وَال۟اَر۟ضُ وَمَن۟ فٖيهِنَّ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ وَلٰكِن۟ لَا تَف۟قَهُونَ تَس۟بٖيحَهُم۟ اِنَّهُ كَانَ حَلٖيمًا غَفُورًا | ||
1.592. satır: | 1.568. satır: | ||
'''Said Nursî''' | '''Said Nursî''' | ||
</translate> |
düzenleme