İçeriğe atla

Yirmi Dokuzuncu Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

Değişiklik özeti yok
4. satır: 4. satır:
== Bu kısım Birinci Kısım’dır ==
== Bu kısım Birinci Kısım’dır ==
'''Dokuz nüktedir.'''
'''Dokuz nüktedir.'''
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ


وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
33. satır: 35. satır:
Hem يٰسٓ ۝ وَال۟قُر۟اٰنِ ال۟حَكٖيمِ deki kasem ile i’cazat-ı Kur’aniyenin kudsiyetini ve ona kasem edilecek bir derece-i hürmette olduğunu ihtar eder.
Hem يٰسٓ ۝ وَال۟قُر۟اٰنِ ال۟حَكٖيمِ deki kasem ile i’cazat-ı Kur’aniyenin kudsiyetini ve ona kasem edilecek bir derece-i hürmette olduğunu ihtar eder.


وَ النَّج۟مِ اِذَا هَوٰى ۝ فَلَٓا اُق۟سِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ ۝
وَ النَّج۟مِ اِذَا هَوٰى ۝ فَلَٓا اُق۟سِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ ۝ وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَو۟ تَع۟لَمُونَ عَظٖيمٌ
 
وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَو۟ تَع۟لَمُونَ عَظٖيمٌ


deki kasem, yıldızların sukutuyla vahye şüphe îras etmemek için cin ve şeytanların gaybî haberlerden kesilmelerine alâmet olduğuna işaret etmekle beraber, yıldızları dehşetli azametleriyle ve kemal-i intizam ile yerlerine yerleştirmek ve seyyaratları hayret-engiz bir surette döndürmekteki azamet-i kudret ve kemal-i hikmeti, o kasem ile ihtar ediyor.
deki kasem, yıldızların sukutuyla vahye şüphe îras etmemek için cin ve şeytanların gaybî haberlerden kesilmelerine alâmet olduğuna işaret etmekle beraber, yıldızları dehşetli azametleriyle ve kemal-i intizam ile yerlerine yerleştirmek ve seyyaratları hayret-engiz bir surette döndürmekteki azamet-i kudret ve kemal-i hikmeti, o kasem ile ihtar ediyor.
65. satır: 65. satır:
İşte bu tarz ifadesi ve üslubudur ki en hârika edibleri, belâgatına secde ettiriyor.
İşte bu tarz ifadesi ve üslubudur ki en hârika edibleri, belâgatına secde ettiriyor.


Hem mesela
Hem mesela وَمِن۟ اٰيَاتِهٖٓ اَن۟ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَال۟اَر۟ضُ بِاَم۟رِهٖ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُم۟ دَع۟وَةً مِنَ ال۟اَر۟ضِ اِذَٓا اَن۟تُم۟ تَخ۟رُجُونَ âyetiyle, şöyle bir üslub-u âlî ile saltanat-ı rububiyetindeki haşmeti gösterir. Şöyle ki:
 
وَمِن۟ اٰيَاتِهٖٓ اَن۟ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَال۟اَر۟ضُ بِاَم۟رِهٖ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُم۟
 
دَع۟وَةً مِنَ ال۟اَر۟ضِ اِذَٓا اَن۟تُم۟ تَخ۟رُجُونَ
 
âyetiyle, şöyle bir üslub-u âlî ile saltanat-ı rububiyetindeki haşmeti gösterir. Şöyle ki:


“Gökler ve zemin; iki mutî kışla hükmünde ve iki muntazam ordu merkezi suretinde tek bir emirle veya boru gibi bir işaretle, o iki kışlada fena ve adem perdesinde yatan mevcudat, o emre kemal-i süratle ve itaatle “Lebbeyk!” deyip meydan-ı haşir ve imtihana çıkarlar.”
“Gökler ve zemin; iki mutî kışla hükmünde ve iki muntazam ordu merkezi suretinde tek bir emirle veya boru gibi bir işaretle, o iki kışlada fena ve adem perdesinde yatan mevcudat, o emre kemal-i süratle ve itaatle “Lebbeyk!” deyip meydan-ı haşir ve imtihana çıkarlar.”
105. satır: 99. satır:
Birden bir perde daha inkişaf etti: Yani İstanbul’un bütün mescidleri ittisal peyda etti. O şehir, o Bayezid Camii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine manen bir nevi mazhariyet hissettim.
Birden bir perde daha inkişaf etti: Yani İstanbul’un bütün mescidleri ittisal peyda etti. O şehir, o Bayezid Camii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine manen bir nevi mazhariyet hissettim.


Onda dahi rûy-i zemin mescidinde, Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm. اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim her bir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem hayalen bu perde açıldı, Kâbe-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları işhad edip tahiyyatta getirdiğim
Onda dahi rûy-i zemin mescidinde, Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm. اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim her bir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem hayalen bu perde açıldı, Kâbe-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları işhad edip tahiyyatta getirdiğim اَش۟هَدُ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَش۟هَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ olan imanın tercümanını mübarek Hacerü’l-Esved’e tevdi edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı. Gördüm ki: Dâhil olduğum cemaat '''üç daire'''ye ayrıldı:
 
اَش۟هَدُ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَش۟هَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ
 
olan imanın tercümanını mübarek Hacerü’l-Esved’e tevdi edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı. Gördüm ki: Dâhil olduğum cemaat '''üç daire'''ye ayrıldı:


'''Birinci Daire:''' Rûy-i zeminde mü’minler ve muvahhidîndeki cemaat-i uzma.
'''Birinci Daire:''' Rûy-i zeminde mü’minler ve muvahhidîndeki cemaat-i uzma.
144. satır: 134. satır:


=== Yedinci Nükte ===
=== Yedinci Nükte ===
Sonra o halde
Sonra o halde اِه۟دِنَا الصِّرَاطَ ال۟مُس۟تَقٖيمَ ۝ صِرَاطَ الَّذٖينَ اَن۟عَم۟تَ عَلَي۟هِم۟ dediğim vakit, baktım ki: Mazi tarafına göçüp giden kafile-i beşer içinde gayet nurani, parlak enbiya, sıddıkîn, şüheda, evliya, salihîn kafilelerini gördüm ki istikbal zulümatını dağıtıp ebede giden yolda bir cadde-i kübra-yı müstakimde gidiyorlar. Bu kelime beni o kafileye iltihak etmek için yol gösteriyor, belki iltihak ettiriyor.
 
اِه۟دِنَا الصِّرَاطَ ال۟مُس۟تَقٖيمَ ۝ صِرَاطَ الَّذٖينَ اَن۟عَم۟تَ عَلَي۟هِم۟
 
dediğim vakit, baktım ki: Mazi tarafına göçüp giden kafile-i beşer içinde gayet nurani, parlak enbiya, sıddıkîn, şüheda, evliya, salihîn kafilelerini gördüm ki istikbal zulümatını dağıtıp ebede giden yolda bir cadde-i kübra-yı müstakimde gidiyorlar. Bu kelime beni o kafileye iltihak etmek için yol gösteriyor, belki iltihak ettiriyor.


Birden, fesübhanallah dedim. Zulümat-ı istikbali tenvir eden ve kemal-i selâmetle giden bu nurani kafile-i uzmaya iltihak etmemek, ne kadar hasaret ve helâket olduğunu zerre miktar şuuru olan bilmesi lâzım. Acaba bid’aları icad etmekle o kafile-i uzmadan inhiraf eden; nereden nur bulabilir, hangi yoldan gidebilir?
Birden, fesübhanallah dedim. Zulümat-ı istikbali tenvir eden ve kemal-i selâmetle giden bu nurani kafile-i uzmaya iltihak etmemek, ne kadar hasaret ve helâket olduğunu zerre miktar şuuru olan bilmesi lâzım. Acaba bid’aları icad etmekle o kafile-i uzmadan inhiraf eden; nereden nur bulabilir, hangi yoldan gidebilir?
189. satır: 175. satır:
Bu İkinci Kısım, ramazan-ı şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden dokuz nüktedir.
Bu İkinci Kısım, ramazan-ı şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden dokuz nüktedir.


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
 
شَه۟رُ رَمَضَانَ الَّذٖٓى اُن۟زِلَ فٖيهِ ال۟قُر۟اٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ


وَ بَيِّنَاتٍ مِنَ ال۟هُدٰى وَ ال۟فُر۟قَانِ
شَه۟رُ رَمَضَانَ الَّذٖٓى اُن۟زِلَ فٖيهِ ال۟قُر۟اٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَ بَيِّنَاتٍ مِنَ ال۟هُدٰى وَ ال۟فُر۟قَانِ


=== Birinci Nükte ===
=== Birinci Nükte ===
243. satır: 227. satır:
Kur’an-ı Hakîm, madem şehr-i ramazanda nüzul etmiş; o Kur’an’ın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı, hüsn-ü istikbal etmek için ramazan-ı şerifte nefsin hâcat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlâttan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’an’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’an’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Kur’an-ı Hakîm, madem şehr-i ramazanda nüzul etmiş; o Kur’an’ın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı, hüsn-ü istikbal etmek için ramazan-ı şerifte nefsin hâcat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlâttan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’an’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’an’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.


Evet, ramazan-ı şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’an’ı, o hitab-ı semavîyi arzlılara işittiriyorlar. Her ramazan
Evet, ramazan-ı şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’an’ı, o hitab-ı semavîyi arzlılara işittiriyorlar. Her ramazan شَه۟رُ رَمَضَانَ الَّذٖٓى اُن۟زِلَ فٖيهِ ال۟قُر۟اٰنُ âyetini, nurani, parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan, Kur’an ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmanın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar. Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup yemek içmek ile o vaziyet-i nuraniden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatin manevî nefretine ne kadar hedef ise öyle de ramazan-ı şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de o derece umum o âlem-i İslâm’ın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.
 
شَه۟رُ رَمَضَانَ الَّذٖٓى اُن۟زِلَ فٖيهِ ال۟قُر۟اٰنُ
 
âyetini, nurani, parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan, Kur’an ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmanın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar. Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup yemek içmek ile o vaziyet-i nuraniden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatin manevî nefretine ne kadar hedef ise öyle de ramazan-ı şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de o derece umum o âlem-i İslâm’ın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.


=== Yedinci Nükte ===
=== Yedinci Nükte ===
306. satır: 286. satır:
Yani “Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir abdinim.”
Yani “Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir abdinim.”


اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تَكُونُ لَكَ رِضَاءً
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تَكُونُ لَكَ رِضَاءً وَ لِحَقِّهٖ اَدَاءً بِعَدَدِ ثَوَابِ قِرَائَةِ حُرُوفِ ال۟قُر۟اٰنِ فٖى شَه۟رِ رَمَضَانَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟
 
وَ لِحَقِّهٖ اَدَاءً بِعَدَدِ ثَوَابِ قِرَائَةِ حُرُوفِ ال۟قُر۟اٰنِ فٖى شَه۟رِ رَمَضَانَ
 
وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟


سُب۟حَانَ رَبِّكَ رَبِّ ال۟عِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلَامٌ عَلَى ال۟مُر۟سَلٖينَ
سُب۟حَانَ رَبِّكَ رَبِّ ال۟عِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلَامٌ عَلَى ال۟مُر۟سَلٖينَ
380. satır: 356. satır:
Dördüncü Nükte’yi bir derece göstermek için yeni bir Mushaf yazdırıyoruz ki en münteşir Mushafların aynı sahife, aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber, sanatkârların lâkaytlığı tesiriyle adem-i intizama maruz kalan yerleri tanzim edip tevafukatın hakiki intizamı inşâallah gösterilecektir. Ve gösterildi.
Dördüncü Nükte’yi bir derece göstermek için yeni bir Mushaf yazdırıyoruz ki en münteşir Mushafların aynı sahife, aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber, sanatkârların lâkaytlığı tesiriyle adem-i intizama maruz kalan yerleri tanzim edip tevafukatın hakiki intizamı inşâallah gösterilecektir. Ve gösterildi.


اَللّٰهُمَّ يَا مُن۟زِلَ ال۟قُر۟اٰنِ بِحَقِّ ال۟قُر۟اٰنِ فَهِّم۟نَا اَس۟رَارَ ال۟قُر۟اٰنِ
اَللّٰهُمَّ يَا مُن۟زِلَ ال۟قُر۟اٰنِ بِحَقِّ ال۟قُر۟اٰنِ فَهِّم۟نَا اَس۟رَارَ ال۟قُر۟اٰنِ مَادَارَ ال۟قَمَرَانِ وَ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ اَن۟زَل۟تَ عَلَي۟هِ ال۟قُر۟اٰنَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ
 
مَادَارَ ال۟قَمَرَانِ وَ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ اَن۟زَل۟تَ عَلَي۟هِ ال۟قُر۟اٰنَ
 
وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ
 
<nowiki>*</nowiki> * *


== Beşinci Risale Olan Beşinci Kısım ==
== Beşinci Risale Olan Beşinci Kısım ==
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ … الخ
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ … الخ âyet-i pür-envarının çok envar-ı esrarından bir nurunu, ramazan-ı şerifte bir halet-i ruhaniyede hissettim, hayal meyal gördüm. Şöyle ki:
 
âyet-i pür-envarının çok envar-ı esrarından bir nurunu, ramazan-ı şerifte bir halet-i ruhaniyede hissettim, hayal meyal gördüm. Şöyle ki:


Üveys-i Karanî’nin
Üveys-i Karanî’nin


اِلٰهٖى اَن۟تَ رَبّٖى وَ اَنَا ال۟عَب۟دُ ۝ وَ اَن۟تَ ال۟خَالِقُ وَ اَنَا ال۟مَخ۟لُوقُ ۝
اِلٰهٖى اَن۟تَ رَبّٖى وَ اَنَا ال۟عَب۟دُ ۝ وَ اَن۟تَ ال۟خَالِقُ وَ اَنَا ال۟مَخ۟لُوقُ ۝ وَ اَن۟تَ الرَّزَّاقُ وَ اَنَا ال۟مَر۟زُوقُ… الخ
 
وَ اَن۟تَ الرَّزَّاقُ وَ اَنَا ال۟مَر۟زُوقُ… الخ


münâcat-ı meşhuresi nevinden, bütün mevcudat-ı zevi’l-hayat, C­e­nab-ı Hakk’a karşı aynı münâcatı ettiklerini ve on sekiz bin âlemin her birinin ışığı, birer ism-i İlahî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-i kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Şöyle ki:
münâcat-ı meşhuresi nevinden, bütün mevcudat-ı zevi’l-hayat, C­e­nab-ı Hakk’a karşı aynı münâcatı ettiklerini ve on sekiz bin âlemin her birinin ışığı, birer ism-i İlahî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-i kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Şöyle ki:


Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi şu âlem, binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Her bir perde açıldıkça diğer bir âlemi görüyordum. O âlem ise âyet-i Nur’un arkasındaki
Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi şu âlem, binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Her bir perde açıldıkça diğer bir âlemi görüyordum. O âlem ise âyet-i Nur’un arkasındaki اَو۟ كَظُلُمَاتٍ فٖى بَح۟رٍ لُجِّىٍّ يَغ۟شٰيهُ مَو۟جٌ مِن۟ فَو۟قِهٖ مَو۟جٌ مِن۟ فَو۟قِهٖ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَع۟ضُهَا فَو۟قَ بَع۟ضٍ اِذَٓا اَخ۟رَجَ يَدَهُ لَم۟ يَكَد۟ يَرٰيهَا وَمَن۟ لَم۟ يَج۟عَلِ اللّٰهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِن۟ نُورٍ âyeti tasvir ettiği gibi; bir zulümat, bir vahşet, bir dehşet karanlığı içinde bana görünüyordu. Birden bir ism-i İlahînin cilvesi, bir nur-u azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu. Hangi perde akla karşı açılmışsa hayale karşı başka bir âlem fakat gafletle karanlıklı bir âlem görünüyorken güneş gibi bir ism-i İlahî tecelli eder, baştan başa o âlemi tenvir eder ve hâkeza… Bu seyr-i kalbî ve seyahat-i hayaliye çok devam etti. Ezcümle:
 
اَو۟ كَظُلُمَاتٍ فٖى بَح۟رٍ لُجِّىٍّ يَغ۟شٰيهُ مَو۟جٌ مِن۟ فَو۟قِهٖ مَو۟جٌ مِن۟ فَو۟قِهٖ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَع۟ضُهَا فَو۟قَ بَع۟ضٍ اِذَٓا اَخ۟رَجَ يَدَهُ لَم۟ يَكَد۟ يَرٰيهَا وَمَن۟ لَم۟ يَج۟عَلِ اللّٰهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِن۟ نُورٍ
 
âyeti tasvir ettiği gibi; bir zulümat, bir vahşet, bir dehşet karanlığı içinde bana görünüyordu. Birden bir ism-i İlahînin cilvesi, bir nur-u azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu. Hangi perde akla karşı açılmışsa hayale karşı başka bir âlem fakat gafletle karanlıklı bir âlem görünüyorken güneş gibi bir ism-i İlahî tecelli eder, baştan başa o âlemi tenvir eder ve hâkeza… Bu seyr-i kalbî ve seyahat-i hayaliye çok devam etti. Ezcümle:


Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi.
Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi.
431. satır: 393. satır:
O nurani tebessüm eden suretinde görülen yıldızlar, küre-i arzdan daha büyük ve ondan daha süratli bir surette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar. Bir dakika birisi yolunu şaşırtsa başkasıyla müsademe edecek, öyle bir patlak verecek ki kâinatın ödü patlayıp âlemi dağıtacak. Nur değil, ateş saçarlar; tebessümle değil, vahşetle bana baktılar. Hadsiz büyük, geniş, hâlî, boş, dehşet, hayret zulümatı içinde semavatı gördüm. Geldiğime bin pişman oldum.
O nurani tebessüm eden suretinde görülen yıldızlar, küre-i arzdan daha büyük ve ondan daha süratli bir surette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar. Bir dakika birisi yolunu şaşırtsa başkasıyla müsademe edecek, öyle bir patlak verecek ki kâinatın ödü patlayıp âlemi dağıtacak. Nur değil, ateş saçarlar; tebessümle değil, vahşetle bana baktılar. Hadsiz büyük, geniş, hâlî, boş, dehşet, hayret zulümatı içinde semavatı gördüm. Geldiğime bin pişman oldum.


Birden
Birden رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ ۝ رَبُّ ال۟مَلٰٓئِكَةِ وَ الرُّوحِ un esma-i hüsnası وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ ۝ وَ سَخَّرَ الشَّم۟سَ وَ ال۟قَمَرَ
 
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ ۝ رَبُّ ال۟مَلٰٓئِكَةِ وَ الرُّوحِ un esma-i hüsnası وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ ۝ وَ سَخَّرَ الشَّم۟سَ وَ ال۟قَمَرَ


burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. O mana cihetiyle, karanlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envar-ı azîmeden birer lem’a alıp yıldızlar adedince elektrik lambaları yakılmış gibi o âlem-i semavat nurlandı. O boş ve hâlî tevehhüm edilen semavat dahi melâikelerle, ruhanîlerle doldu, şenlendi. Sultan-ı ezel ve ebed’in hadsiz ordularından bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldızlar, bir manevra-i ulvi yapıyorlar tarzında, o Sultan-ı Zülcelal’in haşmetini ve şaşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gibi gördüm.
burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. O mana cihetiyle, karanlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envar-ı azîmeden birer lem’a alıp yıldızlar adedince elektrik lambaları yakılmış gibi o âlem-i semavat nurlandı. O boş ve hâlî tevehhüm edilen semavat dahi melâikelerle, ruhanîlerle doldu, şenlendi. Sultan-ı ezel ve ebed’in hadsiz ordularından bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldızlar, bir manevra-i ulvi yapıyorlar tarzında, o Sultan-ı Zülcelal’in haşmetini ve şaşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gibi gördüm.
441. satır: 401. satır:
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِن۟ شَجَرَةٍ
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِن۟ شَجَرَةٍ


مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ âyetini okudum; döndüm, indim, ayıldım;
مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ âyetini okudum; döndüm, indim, ayıldım; اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟قُر۟اٰنِ dedim.
 
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟قُر۟اٰنِ dedim.
 
<nowiki>*</nowiki> * *


== Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım ==
== Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım ==
475. satır: 431. satır:
İşte aynen bu misal gibi âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar; Frenk-meşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyircileri ise ecnebilerin nâşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Her bir Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise bu camide derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.
İşte aynen bu misal gibi âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlâksızlar; Frenk-meşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyircileri ise ecnebilerin nâşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Her bir Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise bu camide derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.


Eğer İslâmiyet’in bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahî cihetinde, Kur’an-ı Hakîm’in ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a’mal ondan sudûr etse, lisan-ı hali manen âyât-ı Kur’aniyeyi okusa o vakit manen âlem-i İslâm’ın her bir ferdinin vird-i zebanı olan
Eğer İslâmiyet’in bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahî cihetinde, Kur’an-ı Hakîm’in ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a’mal ondan sudûr etse, lisan-ı hali manen âyât-ı Kur’aniyeyi okusa o vakit manen âlem-i İslâm’ın her bir ferdinin vird-i zebanı olan اَللّٰهُمَّ اغ۟فِر۟ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ وَ ال۟مُؤ۟مِنَاتِ duasında dâhil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkârane alâkadar olur. Yalnız hayvanat-ı muzırra nevinden bazı ehl-i dalaletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.
 
اَللّٰهُمَّ اغ۟فِر۟ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ وَ ال۟مُؤ۟مِنَاتِ
 
duasında dâhil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkârane alâkadar olur. Yalnız hayvanat-ı muzırra nevinden bazı ehl-i dalaletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.


Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği selef-i salihînin cadde-i nuranilerini terk edip heveskârane, heva-perestane, riyakârane, şöhret-perverane, bid’akârane işlerde ve harekâtta bulunsa manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkiye düşer.
Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği selef-i salihînin cadde-i nuranilerini terk edip heveskârane, heva-perestane, riyakârane, şöhret-perverane, bid’akârane işlerde ve harekâtta bulunsa manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkiye düşer.


اِتَّقُوا فِرَاسَةَ ال۟مُؤ۟مِنِ فَاِنَّهُ يَن۟ظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ
اِتَّقُوا فِرَاسَةَ ال۟مُؤ۟مِنِ فَاِنَّهُ يَن۟ظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse soğuk görür, manen nefret eder.
 
sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse soğuk görür, manen nefret eder.


İşte hubb-u câha meftun ve şöhret-perestliğe müptela adam –ikinci adam– hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i safilîne düşer. Ehemmiyetsiz ve müstehzi ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında, muvakkat ve menhus bir mevki kazanır.
İşte hubb-u câha meftun ve şöhret-perestliğe müptela adam –ikinci adam– hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i safilîne düşer. Ehemmiyetsiz ve müstehzi ve hezeyancı bazı serserilerin nazarında, muvakkat ve menhus bir mevki kazanır.


اَل۟اَخِلَّٓاءُ يَو۟مَئِذٍ بَع۟ضُهُم۟ لِبَع۟ضٍ عَدُوٌّ اِلَّا ال۟مُتَّقٖينَ
اَل۟اَخِلَّٓاءُ يَو۟مَئِذٍ بَع۟ضُهُم۟ لِبَع۟ضٍ عَدُوٌّ اِلَّا ال۟مُتَّقٖينَ sırrına göre; dünyada zarar, berzahta azap, âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur.
 
sırrına göre; dünyada zarar, berzahta azap, âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur.


Birinci suretteki adam, faraza hubb-u câhı kalbinden çıkarmazsa fakat ihlası ve rıza-yı İlahîyi esas tutmak ve hubb-u câhı hedef ittihaz etmemek şartıyla; bir nevi meşru makam-ı manevî hem muhteşem bir makam kazanır ki o hubb-u câh damarını kemaliyle tatmin eder. Bu adam, az hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder; ona mukabil, çok hem pek çok kıymettar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona bedel, çok mübarek mahlukları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı, yabani eşek arılarını kaçırıp mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celbeder. Onların ellerinden bal yer gibi öyle dostlar bulur ki daima dualarıyla âb-ı kevser gibi feyizler, âlem-i İslâm’ın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a’maline geçirilir.
Birinci suretteki adam, faraza hubb-u câhı kalbinden çıkarmazsa fakat ihlası ve rıza-yı İlahîyi esas tutmak ve hubb-u câhı hedef ittihaz etmemek şartıyla; bir nevi meşru makam-ı manevî hem muhteşem bir makam kazanır ki o hubb-u câh damarını kemaliyle tatmin eder. Bu adam, az hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder; ona mukabil, çok hem pek çok kıymettar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona bedel, çok mübarek mahlukları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı, yabani eşek arılarını kaçırıp mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celbeder. Onların ellerinden bal yer gibi öyle dostlar bulur ki daima dualarıyla âb-ı kevser gibi feyizler, âlem-i İslâm’ın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a’maline geçirilir.
528. satır: 476. satır:
Hem ey kardeşlerim! Çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette işitmişlerdir. İşitmeyenler de benden işitsinler ki: “En ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.”
Hem ey kardeşlerim! Çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette işitmişlerdir. İşitmeyenler de benden işitsinler ki: “En ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.”


قُل۟ اِنَّ ال۟مَو۟تَ الَّذٖى تَفِرُّونَ مِن۟هُ فَاِنَّهُ مُلَاقٖيكُم۟
قُل۟ اِنَّ ال۟مَو۟تَ الَّذٖى تَفِرُّونَ مِن۟هُ فَاِنَّهُ مُلَاقٖيكُم۟ mana-yı işarîsiyle gösteriyor ki: “Firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar.”
 
mana-yı işarîsiyle gösteriyor ki: “Firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar.”


=== Üçüncü Desise-i Şeytaniye ===
=== Üçüncü Desise-i Şeytaniye ===
660. satır: 606. satır:
'''Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvidir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki elinizden kaçmasın!'''
'''Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvidir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki elinizden kaçmasın!'''


يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اص۟بِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اص۟بِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُم۟ تُف۟لِحُونَ ۝ وَلَا تَش۟تَرُوا بِاٰيَاتٖى ثَمَنًا قَلٖيلًا
 
لَعَلَّكُم۟ تُف۟لِحُونَ ۝ وَلَا تَش۟تَرُوا بِاٰيَاتٖى ثَمَنًا قَلٖيلًا
 
سُب۟حَانَ رَبِّكَ رَبِّ ال۟عِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلَامٌ عَلَى ال۟مُر۟سَلٖينَ


وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
سُب۟حَانَ رَبِّكَ رَبِّ ال۟عِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلَامٌ عَلَى ال۟مُر۟سَلٖينَ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ


سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ


اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ نِ النَّبِىِّ ال۟اُمِّىِّ ال۟حَبٖيبِ ال۟عَالِى ال۟قَد۟رِ ال۟عَظٖيمِ ال۟جَاهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟ اٰمٖينَ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ نِ النَّبِىِّ ال۟اُمِّىِّ ال۟حَبٖيبِ ال۟عَالِى ال۟قَد۟رِ ال۟عَظٖيمِ ال۟جَاهِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟ اٰمٖينَ
<nowiki>*</nowiki> * *


=== Kudsî Bir Tarihçe ===
=== Kudsî Bir Tarihçe ===
678. satır: 618. satır:


Kur’an kelimesi, ebced hesabıyla üç yüz elli birdir. İçinde iki elif var, mahfî elif “elfün” okunsa bin manasındaki “elfün”dür. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' İlm-i sarf kaidesince feilün, fe’lün okunur. Ketifün, ketfün okunması gibi. Buna binaen elifün, elfün okunur. O halde 1351 olur.</ref>)''' Demek 1351 senesine, Sene-i Kur’aniye tabir edilebilir. Çünkü lafz-ı Kur’an’daki tevafukatın sırr-ı acibi, Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında o sene göründü. Ve Kur’an’daki lafz-ı Celal’in i’cazkârane sırr-ı tevafuku, aynı senede tezahür etti. Ve bir nakş-ı i’cazîyi gösterecek bir Kur’an’ın yeni bir tarzda yazılması, aynı senede oluyor. Ve hatt-ı Kur’an’ın tebdiline karşı, Kur’an şakirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’anîyi muhafazaya çalışması aynı senededir. Ve Kur’an’ın mühim ezvak-ı i’caziyesi, aynı senede tezahür ediyor. Hem aynı senede Kur’an ile çok münasebettar hâdisat olmuş ve olacak gibi…
Kur’an kelimesi, ebced hesabıyla üç yüz elli birdir. İçinde iki elif var, mahfî elif “elfün” okunsa bin manasındaki “elfün”dür. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' İlm-i sarf kaidesince feilün, fe’lün okunur. Ketifün, ketfün okunması gibi. Buna binaen elifün, elfün okunur. O halde 1351 olur.</ref>)''' Demek 1351 senesine, Sene-i Kur’aniye tabir edilebilir. Çünkü lafz-ı Kur’an’daki tevafukatın sırr-ı acibi, Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında o sene göründü. Ve Kur’an’daki lafz-ı Celal’in i’cazkârane sırr-ı tevafuku, aynı senede tezahür etti. Ve bir nakş-ı i’cazîyi gösterecek bir Kur’an’ın yeni bir tarzda yazılması, aynı senede oluyor. Ve hatt-ı Kur’an’ın tebdiline karşı, Kur’an şakirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’anîyi muhafazaya çalışması aynı senededir. Ve Kur’an’ın mühim ezvak-ı i’caziyesi, aynı senede tezahür ediyor. Hem aynı senede Kur’an ile çok münasebettar hâdisat olmuş ve olacak gibi…
<nowiki>*</nowiki> * *


=== Altıncı Risale Olan Altıncı Kısmın Zeyli Es’ile-i Sitte ===
=== Altıncı Risale Olan Altıncı Kısmın Zeyli Es’ile-i Sitte ===
718. satır: 656. satır:
Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz! İlişseniz, intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlahiyeden ümit ederim ki mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var! Ben bütün tehdidatınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:
Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz! İlişseniz, intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlahiyeden ümit ederim ki mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var! Ben bütün tehdidatınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:


اَلَّذٖينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَد۟ جَمَعُوا لَكُم۟ فَاخ۟شَو۟هُم۟
اَلَّذٖينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَد۟ جَمَعُوا لَكُم۟ فَاخ۟شَو۟هُم۟ فَزَادَهُم۟ اٖيمَانًا وَ قَالُوا حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ
 
فَزَادَهُم۟ اٖيمَانًا وَ قَالُوا حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ
 
<nowiki>*</nowiki> * *


== Yedinci Kısım İşarat-ı Seb’a ==
== Yedinci Kısım İşarat-ı Seb’a ==
785. satır: 719. satır:
Hem İslâmiyet, havastan ziyade avamın tahassungâhı olmuştur. Vücub-u zekât ve hurmet-i riba ile havassı, avamın üstünde müstebit yapmak değil, bir cihette hâdim yapıyor.
Hem İslâmiyet, havastan ziyade avamın tahassungâhı olmuştur. Vücub-u zekât ve hurmet-i riba ile havassı, avamın üstünde müstebit yapmak değil, bir cihette hâdim yapıyor.


سَيِّدُ ال۟قَو۟مِ خَادِمُهُم۟ ۝ خَي۟رُ النَّاسِ مَن۟ يَن۟فَعُ النَّاسَ
سَيِّدُ ال۟قَو۟مِ خَادِمُهُم۟ ۝ خَي۟رُ النَّاسِ مَن۟ يَن۟فَعُ النَّاسَ diyor.
 
diyor.
 
Hem Kur’an-ı Hakîm lisanıyla
 
اَفَلَا تَع۟قِلُونَ ۝ اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ۝ اَفَلَا يَتَفَكَّرُونَ


gibi kudsî havaleler ile aklı istişhad ediyor ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevk ediyor. Onun ile ehl-i ilim ve ashab-ı akla din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor, körü körüne taklit istemiyor.
Hem Kur’an-ı Hakîm lisanıyla اَفَلَا تَع۟قِلُونَ ۝ اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ۝ اَفَلَا يَتَفَكَّرُونَ gibi kudsî havaleler ile aklı istişhad ediyor ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevk ediyor. Onun ile ehl-i ilim ve ashab-ı akla din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor, körü körüne taklit istemiyor.


Hakiki Hristiyanlık değil belki şimdiki Hristiyan dininin esasıyla İslâmiyet’in esası, mühim bir noktadan ayrıldığından sâbık farklar gibi çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar. O mühim nokta şudur:
Hakiki Hristiyanlık değil belki şimdiki Hristiyan dininin esasıyla İslâmiyet’in esası, mühim bir noktadan ayrıldığından sâbık farklar gibi çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar. O mühim nokta şudur:
856. satır: 784. satır:
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyne’s-sema ve’l-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir, vaadini elbette yapacaktır.
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyne’s-sema ve’l-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir, vaadini elbette yapacaktır.


Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse yine o kadar makul ve vukua lâyıktır ki eğer Muhbir-i Sadık’tan rivayet olmazsa dahi herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır, diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki: Felillahi’l-hamd
Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa gayet kolaydır. Eğer daire-i esbab ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse yine o kadar makul ve vukua lâyıktır ki eğer Muhbir-i Sadık’tan rivayet olmazsa dahi herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır, diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki: Felillahi’l-hamd اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّي۟تَ عَلٰى اِب۟رَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِب۟رَاهٖيمَ فِى ال۟عَالَمٖينَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ duası –umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua– bilmüşahede makbul olmuştur ki Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, Âl-i İbrahim aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecmalarında o nurani zatlar kumandanlık ediyorlar. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmedü’s-Sünûsî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüz binler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zâhirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebu’l-Hasan-ı Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.</ref>)''' Ve öyle bir kesrettedirler ki o kumandanların mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.
 
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّي۟تَ عَلٰى اِب۟رَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِب۟رَاهٖيمَ فِى ال۟عَالَمٖينَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ
 
duası –umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua– bilmüşahede makbul olmuştur ki Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, Âl-i İbrahim aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a’sarın mecmalarında o nurani zatlar kumandanlık ediyorlar. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmedü’s-Sünûsî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüz binler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zâhirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebu’l-Hasan-ı Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.</ref>)''' Ve öyle bir kesrettedirler ki o kumandanların mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.


Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.
Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır ve Hazret-i Mehdi’nin en has ordusudur.
889. satır: 813. satır:


اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّي۟تَ عَلٰى سَيِّدِنَا اِب۟رَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِب۟رَاهٖيمَ فِى ال۟عَالَمٖينَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّي۟تَ عَلٰى سَيِّدِنَا اِب۟رَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِب۟رَاهٖيمَ فِى ال۟عَالَمٖينَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ
<nowiki>*</nowiki> * *


== Sekizinci Kısım Olan Rumuzat-ı Semaniye ==
== Sekizinci Kısım Olan Rumuzat-ı Semaniye ==
896. satır: 818. satır:


İleride müstakillen neşredileceğinden buraya dercedilmedi.
İleride müstakillen neşredileceğinden buraya dercedilmedi.
<nowiki>*</nowiki> * *


== Dokuzuncu Kısım Telvihat-ı Tis’a ==
== Dokuzuncu Kısım Telvihat-ı Tis’a ==
1.158. satır: 1.078. satır:


اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلَى ال۟غَو۟ثِ ال۟اَك۟بَرِ فٖى كُلِّ ال۟عُصُورِ وَ ال۟قُط۟بِ ال۟اَع۟ظَمِ فٖى كُلِّ الدُّهُورِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ نِ الَّذٖى تَظَاهَرَت۟ حِش۟مَةُ وَلَايَتِهٖ وَ مَقَامُ مَح۟بُوبِيَّتِهٖ فٖى مِع۟رَاجِهٖ وَ اِن۟دَرَجَ كُلُّ ال۟وَلَايَاتِ فٖى ظِلِّ مِع۟رَاجِهٖ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلَى ال۟غَو۟ثِ ال۟اَك۟بَرِ فٖى كُلِّ ال۟عُصُورِ وَ ال۟قُط۟بِ ال۟اَع۟ظَمِ فٖى كُلِّ الدُّهُورِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ نِ الَّذٖى تَظَاهَرَت۟ حِش۟مَةُ وَلَايَتِهٖ وَ مَقَامُ مَح۟بُوبِيَّتِهٖ فٖى مِع۟رَاجِهٖ وَ اِن۟دَرَجَ كُلُّ ال۟وَلَايَاتِ فٖى ظِلِّ مِع۟رَاجِهٖ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
<nowiki>*</nowiki> * *


== Zeyl ==
== Zeyl ==
1.184. satır: 1.102. satır:
İkinci hatveye وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَن۟سٰيهُم۟ اَن۟فُسَهُم۟ âyeti işaret ediyor.
İkinci hatveye وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَن۟سٰيهُم۟ اَن۟فُسَهُم۟ âyeti işaret ediyor.


Üçüncü hatveye مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ
Üçüncü hatveye مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ âyeti işaret ediyor.
 
âyeti işaret ediyor.


Dördüncü hatveye كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ âyeti işaret ediyor.
Dördüncü hatveye كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ âyeti işaret ediyor.
1.203. satır: 1.119. satır:


=== Üçüncü hatvede ===
=== Üçüncü hatvede ===
مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ
مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahir ve ucbe girer. Bu hatvede nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp bütün mehasin ve kemalâtını, Fâtır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahir yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir.
 
dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahir ve ucbe girer. Bu hatvede nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp bütün mehasin ve kemalâtını, Fâtır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahir yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir.


Şu mertebede tezkiyesi قَد۟ اَف۟لَحَ مَن۟ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.
Şu mertebede tezkiyesi قَد۟ اَف۟لَحَ مَن۟ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.
1.215. satır: 1.129. satır:


Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakiki’den gaflet etse yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakiki’nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zat-ı Vâcibü’l-vücud’u bulan bir kalp, her şeyi bulur.
Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakiki’den gaflet etse yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakiki’nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zat-ı Vâcibü’l-vücud’u bulan bir kalp, her şeyi bulur.
<nowiki>*</nowiki> * *


=== Hâtime ===
=== Hâtime ===