İçeriğe atla

Birinci Şuâ: Revizyonlar arasındaki fark

Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
<languages/>
<translate>
= Birinci Şuâ =
= Birinci Şuâ =
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


29. satır: 32. satır:


== BİRİNCİSİ ==
== BİRİNCİSİ ==
Sure-i Nur’dan Âyetü’n-Nur’dur ki Risale-i Nur’un Resaili’n-Nur ve Risalei’n-Nur ve Risaletü’n-Nur namlarıyla sebeb-i tesmiyesinin on altı sebebinden bir sebep olduğundan, birinci olarak onu beyan etmek gerektir. Bu Âyetü’n-Nur:
Sure-i Nur’dan Âyetü’n-Nur’dur ki Risale-i Nur’un Resaili’n-Nur ve Risalei’n-Nur ve Risaletü’n-Nur namlarıyla sebeb-i tesmiyesinin on altı sebebinden bir sebep olduğundan, birinci olarak onu beyan etmek gerektir. Bu Âyetü’n-Nur:


اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِن۟ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ وَيَض۟رِبُ اللّٰهُ ال۟اَم۟ثَالَ لِلنَّاسِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ
 
مِن۟ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ وَيَض۟رِبُ اللّٰهُ ال۟اَم۟ثَالَ لِلنَّاسِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ


Şu Âyet-i Nuriye’nin manaca çok tabakatı ve vücuh-u kesîresi vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işarî ve remzî bir vechi manaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risalei’n-Nur ve Risaletü’n-Nur’a dört beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu’cizane elektrikten haber veriyor.
Şu Âyet-i Nuriye’nin manaca çok tabakatı ve vücuh-u kesîresi vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işarî ve remzî bir vechi manaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risalei’n-Nur ve Risaletü’n-Nur’a dört beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu’cizane elektrikten haber veriyor.
39. satır: 41. satır:
'''Risale-i Nur’a Bakan Birinci Cümlesi:'''
'''Risale-i Nur’a Bakan Birinci Cümlesi:'''


مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ dur. Yani nur-u İlahînin veya nur-u Kur’anînin veya nur-u Muhammedînin (asm) misali, şu
مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ dur. Yani nur-u İlahînin veya nur-u Kur’anînin veya nur-u Muhammedînin (asm) misali, şu مِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ dur. Makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan sekiz (998) olarak aynen Risaletü’n-Nur –şeddeli “nun” iki “nun” sayılmak cihetiyle– tam tamına tevafukla ona işaret eder.
 
مِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ dur. Makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan sekiz (998) olarak aynen Risaletü’n-Nur –şeddeli “nun” iki “nun” sayılmak cihetiyle– tam tamına tevafukla ona işaret eder.


'''İkinci Cümlesi:''' اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ dur. Yirmi Sekizinci Lem’a’da tafsilen beyan edildiği gibi İmam-ı Ali (ra) Kaside-i Celcelutiye’sinde sarahat derecesinde Risalei’n-Nur’a bakarak ve ona işaret ederek demiş: اَقِد۟ كَو۟كَبٖى بِال۟اِس۟مِ نُورًا Ben tahmin ediyorum ki İmam-ı Ali’nin (ra) bu işareti, bu cümle-i Nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamı, beş yüz kırk altı (546) edip Risale-i Nur’un adedi olan beş yüz kırk sekize (548) gayet cüz’î ve sırlı iki fark ile tevafuk noktasından işaret ettiği gibi remzî bir manasıyla tam bakıyor.
'''İkinci Cümlesi:''' اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ dur. Yirmi Sekizinci Lem’a’da tafsilen beyan edildiği gibi İmam-ı Ali (ra) Kaside-i Celcelutiye’sinde sarahat derecesinde Risalei’n-Nur’a bakarak ve ona işaret ederek demiş: اَقِد۟ كَو۟كَبٖى بِال۟اِس۟مِ نُورًا Ben tahmin ediyorum ki İmam-ı Ali’nin (ra) bu işareti, bu cümle-i Nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamı, beş yüz kırk altı (546) edip Risale-i Nur’un adedi olan beş yüz kırk sekize (548) gayet cüz’î ve sırlı iki fark ile tevafuk noktasından işaret ettiği gibi remzî bir manasıyla tam bakıyor.
49. satır: 49. satır:
'''Dördüncü Cümlesi''': نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ dir ki dokuz yüz doksan dokuz (999) ederek sırlı bir tek farkla Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) tevafukla manasının kuvvetli münasebetine binaen işaret derecesinde remzeder.
'''Dördüncü Cümlesi''': نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ dir ki dokuz yüz doksan dokuz (999) ederek sırlı bir tek farkla Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) tevafukla manasının kuvvetli münasebetine binaen işaret derecesinde remzeder.


'''Beşinci Cümlesi:''' مَن۟ يَشَٓاءُ cümlesi gayet cüz’î bir farkla Risaletü’n-Nur müellifinin ismiyle meşhur bir lakabına tevafukla manası baktığı gibi bakıyor. Eğer يَشَٓاءُ daki mukadder zamir izhar edilirse
'''Beşinci Cümlesi:''' مَن۟ يَشَٓاءُ cümlesi gayet cüz’î bir farkla Risaletü’n-Nur müellifinin ismiyle meşhur bir lakabına tevafukla manası baktığı gibi bakıyor. Eğer يَشَٓاءُ daki mukadder zamir izhar edilirse مَن۟ يَشَٓائُهُ olur. Tam tamına tevafuk eder.
 
مَن۟ يَشَٓائُهُ olur. Tam tamına tevafuk eder.


Bu âyet nasıl ki Risalei’n-Nur’a ismiyle bakıyor, öyle de tarih-i telifine ve tekemmülüne tam tamına tevafukla remzen bakıyor:
Bu âyet nasıl ki Risalei’n-Nur’a ismiyle bakıyor, öyle de tarih-i telifine ve tekemmülüne tam tamına tevafukla remzen bakıyor:


كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ
كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ cümlesi كَمِش۟كٰوةٍ deki tenvin vakıf yeri olmadığından “nun” sayılmak ve فٖى زُجَاجَةٍ vakıf yeri olduğundan ه , ة olmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek, Resaili’n-Nur’un en nurani cüzlerinin telifi hengâmı ve tekemmül zamanı olan bin üç yüz kırk dokuz tarihine tam tamına tevafukla işaret eder.
 
cümlesi كَمِش۟كٰوةٍ deki tenvin vakıf yeri olmadığından “nun” sayılmak ve فٖى زُجَاجَةٍ vakıf yeri olduğundan ه , ة olmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek, Resaili’n-Nur’un en nurani cüzlerinin telifi hengâmı ve tekemmül zamanı olan bin üç yüz kırk dokuz tarihine tam tamına tevafukla işaret eder.


Hem اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ cümlesi bin üç yüz kırk beş (1345) ederek Resaili’n-Nur’un intişarı ve iştiharı ve parlaması tarihine tam tamına tevafuk eder. Çünkü şeddeli ر ikiر , şeddeli ن iki ن , şeddeli ز aslı itibarıyla bir ل bir ز ve birinci زُجَاجَة vakıf cihetiyle ه ; ikinci, vakıf olmadığından ت sayılır. Eğer şeddeli ز iki ز sayılsa o vakit bin üç yüz yirmi iki (1322) eder ki yine Risalei’n-Nur müellifi, mukaddimat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk eder.
Hem اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ cümlesi bin üç yüz kırk beş (1345) ederek Resaili’n-Nur’un intişarı ve iştiharı ve parlaması tarihine tam tamına tevafuk eder. Çünkü şeddeli ر ikiر , şeddeli ن iki ن , şeddeli ز aslı itibarıyla bir ل bir ز ve birinci زُجَاجَة vakıf cihetiyle ه ; ikinci, vakıf olmadığından ت sayılır. Eğer şeddeli ز iki ز sayılsa o vakit bin üç yüz yirmi iki (1322) eder ki yine Risalei’n-Nur müellifi, mukaddimat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk eder.
90. satır: 86. satır:


== Resaili’n-Nur’a İşaret Eden İKİNCİ ÂYET ==
== Resaili’n-Nur’a İşaret Eden İKİNCİ ÂYET ==
فَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ


âyet-i meşhuresidir ki شَيَّبَت۟نٖى سُورَةُ هُودٍ hadîsinin vürûduna sebep olmuş. اِس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَnin işareti Sekizinci Lem’a’da tafsilen beyan edildiği gibi Sure-i Hud’da فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ ilâ âhirihî âyetinin iki kuvvetli işaret veren sahifesinin mukabilindeki gayet meşhur bir âyetidir.
فَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ âyet-i meşhuresidir ki شَيَّبَت۟نٖى سُورَةُ هُودٍ hadîsinin vürûduna sebep olmuş. اِس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَnin işareti Sekizinci Lem’a’da tafsilen beyan edildiği gibi Sure-i Hud’da فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ ilâ âhirihî âyetinin iki kuvvetli işaret veren sahifesinin mukabilindeki gayet meşhur bir âyetidir.


Makam-ı cifrîsi bin üç yüz üç (1303) ederek hem Sure-i Şûra’nın ikinci sahifesinde وَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ ise bin üç yüz dokuz (1309) ederek o tarihte umum muhatapları içinde birisine hususan Kur’an hesabına iltifat edip istikametle emreder ki birinci tarih ise Resaili’n-Nur müellifinin Risale-i Nur’u netice veren ulûmun tahsiline başladığı tarihtir.
Makam-ı cifrîsi bin üç yüz üç (1303) ederek hem Sure-i Şûra’nın ikinci sahifesinde وَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ ise bin üç yüz dokuz (1309) ederek o tarihte umum muhatapları içinde birisine hususan Kur’an hesabına iltifat edip istikametle emreder ki birinci tarih ise Resaili’n-Nur müellifinin Risale-i Nur’u netice veren ulûmun tahsiline başladığı tarihtir.
99. satır: 94. satır:


== ÜÇÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE ==
== ÜÇÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE ==
وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَه۟دِيَنَّهُم۟ سُبُلَنَا


âyeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üç yüz kırk dört (1344) eder ki o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu âyetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zâhiren görülmüyor. Demek bu âyet, manasının müteaddid tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’an’ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى âyeti gibi manasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki bin üç yüz kırk dörtte nev-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak.
وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَه۟دِيَنَّهُم۟ سُبُلَنَا âyeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üç yüz kırk dört (1344) eder ki o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu âyetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zâhiren görülmüyor. Demek bu âyet, manasının müteaddid tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’an’ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى âyeti gibi manasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki bin üç yüz kırk dörtte nev-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak.


وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا âyeti ise o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor.
وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا âyeti ise o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor.
112. satır: 106. satır:


== DÖRDÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE ==
== DÖRDÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE ==
وَلَقَد۟ اٰتَي۟نَاكَ سَب۟عًا مِنَ ال۟مَثَانٖى


âyetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi Kur’an’ın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-i İslâmiyet olan yedi esası, Kur’an’ın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette ispat eden ve
وَلَقَد۟ اٰتَي۟نَاكَ سَب۟عًا مِنَ ال۟مَثَانٖى âyetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi Kur’an’ın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-i İslâmiyet olan yedi esası, Kur’an’ın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette ispat eden ve سَب۟عَ ال۟مَثَانٖى nuruna mazhar bir âyinesi olan Risalei’n-Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünkü اٰتَي۟نَاكَ سَب۟عًا مِنَ ال۟مَثَانٖى makam-ı ebcedîsi bin üç yüz otuz beş (1335) adediyle Risalei’n-Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle El-Bakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz beş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir.
 
سَب۟عَ ال۟مَثَانٖى nuruna mazhar bir âyinesi olan Risalei’n-Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünkü اٰتَي۟نَاكَ سَب۟عًا مِنَ ال۟مَثَانٖى makam-ı ebcedîsi bin üç yüz otuz beş (1335) adediyle Risalei’n-Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle El-Bakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz beş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir.


== BEŞİNCİ ÂYET ==
== BEŞİNCİ ÂYET ==
اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ


dir. Bu âyetin remzi latîftir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususi bir surette Risalei’n-Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki:
اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ dir. Bu âyetin remzi latîftir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususi bir surette Risalei’n-Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki:


مَي۟تًا kelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beş yüz (500) ederek “Saidü’n-Nursî” adedi olan beş yüze tevafukla işaret ediyor ki “Saidü’n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risaletü’n-Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.”
مَي۟تًا kelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beş yüz (500) ederek “Saidü’n-Nursî” adedi olan beş yüze tevafukla işaret ediyor ki “Saidü’n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risaletü’n-Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.”
137. satır: 127. satır:
'''Âyetinin Tetimmesi'''
'''Âyetinin Tetimmesi'''


اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ
اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ كَمَن۟ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَي۟سَ بِخَارِجٍ مِن۟هَا
 
كَمَن۟ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَي۟سَ بِخَارِجٍ مِن۟هَا


âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet birden ramazanda kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki مَي۟تًا kelimesine tam münasip Said’dir. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i “meyyit” unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet birden ramazanda kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki مَي۟تًا kelimesine tam münasip Said’dir. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i “meyyit” unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
159. satır: 147. satır:
يُرٖيدُونَ لِيُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ gibi âyetlerin bahsinde Birinci Şuâ’da yedi sekiz âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri bin üç yüz on altı ve yedi (1316-1317) tarihi ki Kur’an’a karşı olan suikastın mebdeidir.
يُرٖيدُونَ لِيُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ gibi âyetlerin bahsinde Birinci Şuâ’da yedi sekiz âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri bin üç yüz on altı ve yedi (1316-1317) tarihi ki Kur’an’a karşı olan suikastın mebdeidir.


فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا cifirce aynı tarihi gösteriyor. Eğer şeddeli “mim” iki “mim” sayılsa bin üç yüz elli yedi (1357), eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” sayılsa bin üç yüz kırk yedi (1347) ki bu asrın tâğiyane faaliyet tarihidir. Her iki şeddeli ikişer sayılsa bin üç yüz seksen yedi (1387) ki
فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا cifirce aynı tarihi gösteriyor. Eğer şeddeli “mim” iki “mim” sayılsa bin üç yüz elli yedi (1357), eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” sayılsa bin üç yüz kırk yedi (1347) ki bu asrın tâğiyane faaliyet tarihidir. Her iki şeddeli ikişer sayılsa bin üç yüz seksen yedi (1387) ki لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ dehşetli bir cereyanın müntehası tarihi olmak ihtimali var.
 
لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ dehşetli bir cereyanın müntehası tarihi olmak ihtimali var.


فَفِى النَّارِ لَهُم۟ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَ شَهٖيقٌ ise bin üç yüz altmış bir (1361), eğer فَفِى النَّارِ deki okunmayan ى sayılmazsa bin üç yüz elli bir (1351) tarihini, eğer şeddeli “nun” asıl itibarıyla bir “lâm” bir “nun” sayılsa yine bin üç yüz otuz bir (1331) tarihini ve Harb-i Umumî âfetinin feryad u fîzar içindeki yangınını göstererek cehennem ateşinde zefir ve şehîk eden ehl-i şakavetin azabını haber verip ehl-i imanı fitnelere düşüren şakîlerin hem dünyada hem âhirette cezalarına işaret eder.
فَفِى النَّارِ لَهُم۟ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَ شَهٖيقٌ ise bin üç yüz altmış bir (1361), eğer فَفِى النَّارِ deki okunmayan ى sayılmazsa bin üç yüz elli bir (1351) tarihini, eğer şeddeli “nun” asıl itibarıyla bir “lâm” bir “nun” sayılsa yine bin üç yüz otuz bir (1331) tarihini ve Harb-i Umumî âfetinin feryad u fîzar içindeki yangınını göstererek cehennem ateşinde zefir ve şehîk eden ehl-i şakavetin azabını haber verip ehl-i imanı fitnelere düşüren şakîlerin hem dünyada hem âhirette cezalarına işaret eder.


Aynen öyle de bu asra da zâhiren bakan, esrarlı olan Sure-i
Aynen öyle de bu asra da zâhiren bakan, esrarlı olan Sure-i وَ السَّمَٓاءِ ذَاتِ ال۟بُرُوجِ den şu âyetin اِنَّ الَّذٖينَ فَتَنُوا ال۟مُؤ۟مِنٖينَ وَال۟مُؤ۟مِنَاتِ ثُمَّ لَم۟ يَتُوبُوا فَلَهُم۟ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُم۟ عَذَابُ ال۟حَرٖيقِ ifadesi gibi hem İstanbul’un iki harîk-ı kebiri hem Harb-i Umumî’nin dehşetli yangınını cehennem azabı gibi o fitnenin bir cezasıdır diye işaret eder.
 
وَ السَّمَٓاءِ ذَاتِ ال۟بُرُوجِ den şu âyetin
 
اِنَّ الَّذٖينَ فَتَنُوا ال۟مُؤ۟مِنٖينَ وَال۟مُؤ۟مِنَاتِ ثُمَّ لَم۟ يَتُوبُوا فَلَهُم۟ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُم۟ عَذَابُ ال۟حَرٖيقِ
 
ifadesi gibi hem İstanbul’un iki harîk-ı kebiri hem Harb-i Umumî’nin dehşetli yangınını cehennem azabı gibi o fitnenin bir cezasıdır diye işaret eder.


'''Elhasıl:''' Bu âyet her asra baktığı gibi bu asra daha ziyade nazar-ı dikkati celbetmek için cifirce bu asrın üç dört devresinin tarihlerine ve hâdiselerine işaret ve manasının suretiyle ve tarz-ı ifadesiyle iki cereyanın keyfiyetlerine ve vaziyetlerine îma eder.
'''Elhasıl:''' Bu âyet her asra baktığı gibi bu asra daha ziyade nazar-ı dikkati celbetmek için cifirce bu asrın üç dört devresinin tarihlerine ve hâdiselerine işaret ve manasının suretiyle ve tarz-ı ifadesiyle iki cereyanın keyfiyetlerine ve vaziyetlerine îma eder.
182. satır: 162. satır:


== ALTINCI ÂYET ==
== ALTINCI ÂYET ==
Sure-i Hadîd’de وَ يَج۟عَل۟ لَكُم۟ نُورًا تَم۟شُونَ بِهٖ yani “Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz.” Lillahi’l-hamd Risale-i Nur bu kudsî ve küllî manasının parlak bir ferdi olduğu gibi نُورًا daki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle bin üç yüz on sekiz (1318) adediyle Resaili’n-Nur müellifi tedristen, telif vazifesine ve mücahidane seyahate başladığı zamanın beş sene evvelki zamanına ve çok âyetlerin işaret ettikleri bin üç yüz on altı (1316) tarihindeki mühim bir inkılab-ı fikrîden iki sene sonraki zamana tevafuk eder ki o zaman istihzarat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihtir.
Sure-i Hadîd’de وَ يَج۟عَل۟ لَكُم۟ نُورًا تَم۟شُونَ بِهٖ yani “Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz.” Lillahi’l-hamd Risale-i Nur bu kudsî ve küllî manasının parlak bir ferdi olduğu gibi نُورًا daki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle bin üç yüz on sekiz (1318) adediyle Resaili’n-Nur müellifi tedristen, telif vazifesine ve mücahidane seyahate başladığı zamanın beş sene evvelki zamanına ve çok âyetlerin işaret ettikleri bin üç yüz on altı (1316) tarihindeki mühim bir inkılab-ı fikrîden iki sene sonraki zamana tevafuk eder ki o zaman istihzarat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihtir.


187. satır: 168. satır:


== YEDİNCİ ÂYET ==
== YEDİNCİ ÂYET ==
وَ يُحِقُّ اللّٰهُ ال۟حَقَّ بِكَلِمَاتِهٖ


şu âyet-i meşhurenin küllî manasının bu zamanda zâhir bir mâsadakı Risaletü’n-Nur olduğu gibi lafzullahtaki şeddeli “lâm” bir “lâm” ve بِكَلِمَاتِهٖ deki melfuz “ya” sayılmak şartıyla dokuz yüz doksan sekiz (998) adediyle Risaletü’n-Nur’un dokuz yüz doksan sekiz adedine tam tamına tevafukla, münasebet-i maneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi latîfleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki:
وَ يُحِقُّ اللّٰهُ ال۟حَقَّ بِكَلِمَاتِهٖ şu âyet-i meşhurenin küllî manasının bu zamanda zâhir bir mâsadakı Risaletü’n-Nur olduğu gibi lafzullahtaki şeddeli “lâm” bir “lâm” ve بِكَلِمَاتِهٖ deki melfuz “ya” sayılmak şartıyla dokuz yüz doksan sekiz (998) adediyle Risaletü’n-Nur’un dokuz yüz doksan sekiz adedine tam tamına tevafukla, münasebet-i maneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi latîfleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki:


Risaletü’n-Nur’un eczaları Sözler namıyla iştihar etmişler. Sözler ise Arapça “kelimat”tır. Ve o kelimat ile Kur’an’ın hakaikini o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu ispat etmiş ki bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor.
Risaletü’n-Nur’un eczaları Sözler namıyla iştihar etmişler. Sözler ise Arapça “kelimat”tır. Ve o kelimat ile Kur’an’ın hakaikini o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu ispat etmiş ki bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor.


== SEKİZİNCİ ÂYET ==
== SEKİZİNCİ ÂYET ==
قُل۟ اِنَّنٖى هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ
dir. Şu âyet-i meşhure küllî manasının bu asırda muvafık ve münasip bir ferdi Risaletü’n-Nur olduğu gibi cifirle صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ kelimesi صِرَاطٍ deki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) yine iki sırlı '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani mertebesine işaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy değil, ilham ve istihraçtır. </ref>)''' fark ile baktığı gibi


هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ cümlesinin makam-ı ebcedîsi ile bin üç yüz on altı (1316) ederek Risale-i Nur müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üç yüz on altı adedine tam tamına tevafuk eder.
قُل۟ اِنَّنٖى هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ dir. Şu âyet-i meşhure küllî manasının bu asırda muvafık ve münasip bir ferdi Risaletü’n-Nur olduğu gibi cifirle صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ kelimesi صِرَاطٍ deki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) yine iki sırlı '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani mertebesine işaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy değil, ilham ve istihraçtır. </ref>)''' fark ile baktığı gibi هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ cümlesinin makam-ı ebcedîsi ile bin üç yüz on altı (1316) ederek Risale-i Nur müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üç yüz on altı adedine tam tamına tevafuk eder.


== DOKUZUNCU ÂYET ==
== DOKUZUNCU ÂYET ==
Hem “El-Bakara” suresinde hem “Lokman” suresinde


فَقَدِ اس۟تَم۟سَكَ بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى
Hem “El-Bakara” suresinde hem “Lokman” suresinde فَقَدِ اس۟تَم۟سَكَ بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى cümlesidir. Yani “Allah’a iman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapışır, temessük eder.” Risale-i Nur ise iman-ı billahın Kur’anî bürhanlarından bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden bu بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى külliyetinde hususi dâhil olduğuna teyiden makam-ı cifrîsi bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risaletü’n-Nur intişarının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Ve bu on dördüncü asırda Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinden neş’et eden bir urvetü’l-vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nuraniye Risalei’n-Nur olduğunu remzen bildirir.


cümlesidir. Yani “Allah’a iman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapışır, temessük eder.” Risale-i Nur ise iman-ı billahın Kur’anî bürhanlarından bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden bu بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى külliyetinde hususi dâhil olduğuna teyiden makam-ı cifrîsi bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risaletü’n-Nur intişarının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Ve bu on dördüncü asırda Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinden neş’et eden bir urvetü’l-vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nuraniye Risalei’n-Nur olduğunu remzen bildirir.
== ONUNCU ÂYET ==


== ONUNCU ÂYET ==
يُؤ۟تِى ال۟حِك۟مَةَ مَن۟ يَشَٓاءُ
يُؤ۟تِى ال۟حِك۟مَةَ مَن۟ يَشَٓاءُ


== ON BİRİNCİ ÂYET ==
== ON BİRİNCİ ÂYET ==
وَ يُعَلِّمُهُمُ ال۟كِتَابَ وَ ال۟حِك۟مَةَ وَ يُزَكّٖيهِم۟
وَ يُعَلِّمُهُمُ ال۟كِتَابَ وَ ال۟حِك۟مَةَ وَ يُزَكّٖيهِم۟


== ON İKİNCİ ÂYET ==
== ON İKİNCİ ÂYET ==
وَ يُزَكّٖيكُم۟ وَ يُعَلِّمُكُمُ ال۟كِتَابَ وَ ال۟حِك۟مَةَ


âyetleridir. Meal-i icmalîleri der ki: “Kur’an hikmet-i kudsiyeyi size bildiriyor. Sizi manevî kirlerden temizlendiriyor.” Bu üç âyetin küllî ve umumî manalarında Risale-i Nur kasdî bir surette dâhil olduğuna iki kuvvetli emare var:
وَ يُزَكّٖيكُم۟ وَ يُعَلِّمُكُمُ ال۟كِتَابَ وَ ال۟حِك۟مَةَ âyetleridir. Meal-i icmalîleri der ki: “Kur’an hikmet-i kudsiyeyi size bildiriyor. Sizi manevî kirlerden temizlendiriyor.” Bu üç âyetin küllî ve umumî manalarında Risale-i Nur kasdî bir surette dâhil olduğuna iki kuvvetli emare var:


'''Birisi şudur ki:''' Risale-i Nur’un müstesna bir hâssası, ism-i Hakem ve Hakîm’in mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde ism-i Hakem ve Hakîm’in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur’aniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi, hikmet-i Kur’aniyedir.
'''Birisi şudur ki:''' Risale-i Nur’un müstesna bir hâssası, ism-i Hakem ve Hakîm’in mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde ism-i Hakem ve Hakîm’in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur’aniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi, hikmet-i Kur’aniyedir.
227. satır: 202. satır:


== ON ÜÇÜNCÜ ÂYET ==
== ON ÜÇÜNCÜ ÂYET ==
Sure-i Âl-i İmran’da


وَمَا يَع۟لَمُ تَا۟وٖيلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ
Sure-i Âl-i İmran’da وَمَا يَع۟لَمُ تَا۟وٖيلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ


== ON DÖRDÜNCÜ ÂYET ==
== ON DÖRDÜNCÜ ÂYET ==
Sure-i Nisa’da


لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ مِن۟هُم۟
Sure-i Nisa’da لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ مِن۟هُم۟


Bu iki âyet bu asra da hususi bakarlar.
Bu iki âyet bu asra da hususi bakarlar.
242. satır: 215. satır:
Harb-i Umumî vasıtasıyla, bin seneden beri Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şübehatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve itirazları bu zamanda def’eden başta Risalei’n-Nur ve şakirdleri göründüğünden, bu âyet bu asra da baktığından Risalei’n-Nur ve şakirdlerine remzen bakmakla beraber ulema-i müteahhirînin mezhebine göre اِلَّا اللّٰهُ da vakfedilmez. O halde makam-ı cifrîsi aynen اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى nın makamı gibi bin üç yüz kırk dört (1344) ederek Resaili’n-Nur ve şakirdlerinin meydan-ı mücahede-i maneviyeye atılmaları tarihine tam tamına tevafukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor.
Harb-i Umumî vasıtasıyla, bin seneden beri Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şübehatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve itirazları bu zamanda def’eden başta Risalei’n-Nur ve şakirdleri göründüğünden, bu âyet bu asra da baktığından Risalei’n-Nur ve şakirdlerine remzen bakmakla beraber ulema-i müteahhirînin mezhebine göre اِلَّا اللّٰهُ da vakfedilmez. O halde makam-ı cifrîsi aynen اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى nın makamı gibi bin üç yüz kırk dört (1344) ederek Resaili’n-Nur ve şakirdlerinin meydan-ı mücahede-i maneviyeye atılmaları tarihine tam tamına tevafukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor.


Hem haşrin en kuvvetli ve parlak bir bürhanı olan Onuncu Söz’ün etrafa yayılması tarihine ve Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu beyan eden Yirmi Beşinci Söz’ün iştiharı hengâmına hem
Hem haşrin en kuvvetli ve parlak bir bürhanı olan Onuncu Söz’ün etrafa yayılması tarihine ve Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu beyan eden Yirmi Beşinci Söz’ün iştiharı hengâmına hem اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى adedine tam tamına tevafukla bakar.
 
اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى adedine tam tamına tevafukla bakar.


Eğer mezheb-i selef gibi اِلَّا اللّٰهُ da vakfolsa o halde اَلرَّاسِخُونَ deki şeddeli ر iki ر sayılsa bin üç yüz altmış (1360) küsur ederek Risaletü’n-Nur şakirdlerinin bundan on beş yirmi sene sonraki râsihane ve muhakkikane olan ilimlerine ve imanlarına remzen baktığı gibi şeddeli ر asıl itibarıyla bir “lâm” bir ر sayılsa bin iki yüz on iki (1212) ederek bundan bir buçuk asır evvel Mevlana Hâlid Zülcenaheyn’in Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rüsuhuyla o zamanda meydan alan tevilat-ı fâsideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği zamanın tarihine tam tamına tevafukla bakar.
Eğer mezheb-i selef gibi اِلَّا اللّٰهُ da vakfolsa o halde اَلرَّاسِخُونَ deki şeddeli ر iki ر sayılsa bin üç yüz altmış (1360) küsur ederek Risaletü’n-Nur şakirdlerinin bundan on beş yirmi sene sonraki râsihane ve muhakkikane olan ilimlerine ve imanlarına remzen baktığı gibi şeddeli ر asıl itibarıyla bir “lâm” bir ر sayılsa bin iki yüz on iki (1212) ederek bundan bir buçuk asır evvel Mevlana Hâlid Zülcenaheyn’in Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rüsuhuyla o zamanda meydan alan tevilat-ı fâsideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği zamanın tarihine tam tamına tevafukla bakar.
251. satır: 222. satır:


== ON BEŞİNCİ ÂYET ==
== ON BEŞİNCİ ÂYET ==
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَد۟ جَٓاءَكُم۟ بُر۟هَانٌ مِن۟ رَبِّكُم۟ وَاَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كُم۟ نُورًا مُبٖينًا
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَد۟ جَٓاءَكُم۟ بُر۟هَانٌ مِن۟ رَبِّكُم۟ وَاَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كُم۟ نُورًا مُبٖينًا


260. satır: 232. satır:


== ON ALTINCI ÂYET ==
== ON ALTINCI ÂYET ==
لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا هُدًى وَ شِفَٓاءٌ


dür. Şu şifalı âyet çok zamandır benim dertlerimin şifası ve ilacı olduğu gibi eczahane-i kübra-yı İlahiye olan Kur’an-ı Hakîm’in tiryakî ilaçlarından, Risalei’n-Nur eczalarının kavanozlarından alarak belki bin manevî dertlerime bin kudsî şifayı buldum ve Resaili’n-Nur şakirdleri dahi buldular. Ve fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka hastalığına müptela olanlardan çokları onunla şifalarını buldular.
لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا هُدًى وَ شِفَٓاءٌ dür. Şu şifalı âyet çok zamandır benim dertlerimin şifası ve ilacı olduğu gibi eczahane-i kübra-yı İlahiye olan Kur’an-ı Hakîm’in tiryakî ilaçlarından, Risalei’n-Nur eczalarının kavanozlarından alarak belki bin manevî dertlerime bin kudsî şifayı buldum ve Resaili’n-Nur şakirdleri dahi buldular. Ve fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka hastalığına müptela olanlardan çokları onunla şifalarını buldular.


İşte her derde şifa olan Kur’an’ın ilaçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde bulunan Resaili’n-Nur dahi bu şifadar âyetin bir medar-ı nazarı olduğuna kuvvetli bir emare şudur ki:
İşte her derde şifa olan Kur’an’ın ilaçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde bulunan Resaili’n-Nur dahi bu şifadar âyetin bir medar-ı nazarı olduğuna kuvvetli bir emare şudur ki:
269. satır: 240. satır:


== ON YEDİNCİ ÂYET ==
== ON YEDİNCİ ÂYET ==
فَاِن۟ تَوَلَّو۟ا فَقُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ


deki قُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ nün makam-ı cifrîsi şeddeli “lâm”lar birer “lâm” ve şeddeli “kâf” bir “kâf” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dokuz (1329) ederek, Harb-i Umumî’nin başlangıcı zamanında Resaili’n-Nur’un başlangıcı olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin tarih-i telifine tam tamına tevafukla beraber, şeddeli “kâf” iki “kâf” sayılmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek Harb-i Umumî’nin verdiği sarsıntılar zamanında Resaili’n-Nur’un حَس۟بِىَ اللّٰهُ diyerek ehl-i dünyadan hiçbir yerde himaye görmeden belki tehacüme hedef olmakla beraber çekinmeyerek yalnız başlarıyla müşkülat içinde envar-ı Kur’aniyeyi neşrettikleri aynı tarihe tam tamına tevafuku ise her cihetiyle ayn-ı şuur olan âyâtta elbette tesadüfî olamaz. Belki bu gibi âyetler, en müşkül zaman olan bu asra dahi hususi bakarlar ve o âyâtı kendilerine rehber ittihaz eden bir kısım şakirdlerine hususi iltifat edip iltifatlarıyla teşci ederler.
فَاِن۟ تَوَلَّو۟ا فَقُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ deki قُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ nün makam-ı cifrîsi şeddeli “lâm”lar birer “lâm” ve şeddeli “kâf” bir “kâf” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dokuz (1329) ederek, Harb-i Umumî’nin başlangıcı zamanında Resaili’n-Nur’un başlangıcı olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin tarih-i telifine tam tamına tevafukla beraber, şeddeli “kâf” iki “kâf” sayılmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek Harb-i Umumî’nin verdiği sarsıntılar zamanında Resaili’n-Nur’un حَس۟بِىَ اللّٰهُ diyerek ehl-i dünyadan hiçbir yerde himaye görmeden belki tehacüme hedef olmakla beraber çekinmeyerek yalnız başlarıyla müşkülat içinde envar-ı Kur’aniyeyi neşrettikleri aynı tarihe tam tamına tevafuku ise her cihetiyle ayn-ı şuur olan âyâtta elbette tesadüfî olamaz. Belki bu gibi âyetler, en müşkül zaman olan bu asra dahi hususi bakarlar ve o âyâtı kendilerine rehber ittihaz eden bir kısım şakirdlerine hususi iltifat edip iltifatlarıyla teşci ederler.


Bu âyet, sâbık âyetler gibi münasebet-i maneviyesi gerçi zâhiren görünmüyor fakat bir cihetle Resaili’n-Nur ile bir nevi münasebeti vardır. Şöyle ki: On üç senedir '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Telif tarihine göredir. (nâşir) </ref>)''' bu âyet Risaletü’n-Nur müellifinin ve sonra has şakirdlerinin mağribden sonra bir vird-i hususileridir. Hem bu âyetin manasına bu zamanda tam mazhar ve herkes onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek حَس۟بِىَ اللّٰهُ deyip mütevekkilane müşkülat-ı azîme içinde envar-ı imaniyeyi ve esrar-ı Kur’aniyeyi neşreden, ehl-i imanı meyusiyetten kurtaran başta Risaletü’n-Nur ve şakirdleridir.
Bu âyet, sâbık âyetler gibi münasebet-i maneviyesi gerçi zâhiren görünmüyor fakat bir cihetle Resaili’n-Nur ile bir nevi münasebeti vardır. Şöyle ki: On üç senedir '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Telif tarihine göredir. (nâşir) </ref>)''' bu âyet Risaletü’n-Nur müellifinin ve sonra has şakirdlerinin mağribden sonra bir vird-i hususileridir. Hem bu âyetin manasına bu zamanda tam mazhar ve herkes onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek حَس۟بِىَ اللّٰهُ deyip mütevekkilane müşkülat-ı azîme içinde envar-ı imaniyeyi ve esrar-ı Kur’aniyeyi neşreden, ehl-i imanı meyusiyetten kurtaran başta Risaletü’n-Nur ve şakirdleridir.


== ON SEKİZİNCİ ÂYET ==
== ON SEKİZİNCİ ÂYET ==
اِنَّ حِز۟بَ اللّٰهِ هُمُ ال۟غَالِبُونَ


dir. Bu âyet mealiyle hizbullahın zâhirî mağlubiyetinden gelen meyusiyeti izale için kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur’anînin hakikatte ve âkıbette galebesini haber verir. Ve bu asırda hizb-i Kur’anînin hadsiz efradından Resaili’n-Nur şakirdleri tezahür ettiklerinden bu âyetin küllî manasında hususi dâhil olmalarına bir emare olarak makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz elli (1350) adedi ile Resaili’n-Nur şakirdlerinin zâhirî mağlubiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde manevî galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan müthiş imha planını akîm bırakan ihlasları ve kuvve-i maneviyeleri tezahür etmesinin Rumî tarihi olan bin üç yüz elli ve elli bir ve elli iki (1350-1351-1352) adedine tam tamına tevafuku elbette şefkatkârane, teselliyettarane bir remz-i Kur’anîdir.
اِنَّ حِز۟بَ اللّٰهِ هُمُ ال۟غَالِبُونَ dir. Bu âyet mealiyle hizbullahın zâhirî mağlubiyetinden gelen meyusiyeti izale için kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur’anînin hakikatte ve âkıbette galebesini haber verir. Ve bu asırda hizb-i Kur’anînin hadsiz efradından Resaili’n-Nur şakirdleri tezahür ettiklerinden bu âyetin küllî manasında hususi dâhil olmalarına bir emare olarak makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz elli (1350) adedi ile Resaili’n-Nur şakirdlerinin zâhirî mağlubiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde manevî galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan müthiş imha planını akîm bırakan ihlasları ve kuvve-i maneviyeleri tezahür etmesinin Rumî tarihi olan bin üç yüz elli ve elli bir ve elli iki (1350-1351-1352) adedine tam tamına tevafuku elbette şefkatkârane, teselliyettarane bir remz-i Kur’anîdir.


== ON DOKUZUNCU ÂYET ==
== ON DOKUZUNCU ÂYET ==
وَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ نُورُهُم۟ يَس۟عٰى بَي۟نَ اَي۟دٖيهِم۟ وَ بِاَي۟مَانِهِم۟


يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَت۟مِم۟ لَنَا نُورَنَا وَ اغ۟فِر۟لَنَا
وَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ نُورُهُم۟ يَس۟عٰى بَي۟نَ اَي۟دٖيهِم۟ وَ بِاَي۟مَانِهِم۟ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَت۟مِم۟ لَنَا نُورَنَا وَ اغ۟فِر۟لَنَا


Şu âyetin umum manasındaki tabakalarından bir tabaka-i işariyesi bu asra dahi bakıyor. Çünkü يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَت۟مِم۟ لَنَا نُورَنَا hem manaca kuvvetli münasebeti var hem cifirce bin üç yüz yirmi altı (1326) ederek o tarihteki Hürriyet inkılabından neş’et eden fırtınaların hengâmında her şeyi sarsan o fırtınaların ve harplerin zulümatından kurtulmak için nur arayan mü’minler içinde, Resaili’n-Nur şakirdleri az bir zaman sonra tezahür ettiklerinden bu âyetin efrad-ı kesîresinden bu asırda bir mâsadakı onlar olduğuna bir emaredir. وَاغ۟فِر۟لَنَا cümlesi bin üç yüz altmışa (1360) bakıyor. Demek, bundan beş altı sene sonra istiğfar devresidir. Resaili’n-Nur şakirdleri o zamanda istiğfar dersini vereceğini remzen bir îmadır.
Şu âyetin umum manasındaki tabakalarından bir tabaka-i işariyesi bu asra dahi bakıyor. Çünkü يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَت۟مِم۟ لَنَا نُورَنَا hem manaca kuvvetli münasebeti var hem cifirce bin üç yüz yirmi altı (1326) ederek o tarihteki Hürriyet inkılabından neş’et eden fırtınaların hengâmında her şeyi sarsan o fırtınaların ve harplerin zulümatından kurtulmak için nur arayan mü’minler içinde, Resaili’n-Nur şakirdleri az bir zaman sonra tezahür ettiklerinden bu âyetin efrad-ı kesîresinden bu asırda bir mâsadakı onlar olduğuna bir emaredir. وَاغ۟فِر۟لَنَا cümlesi bin üç yüz altmışa (1360) bakıyor. Demek, bundan beş altı sene sonra istiğfar devresidir. Resaili’n-Nur şakirdleri o zamanda istiğfar dersini vereceğini remzen bir îmadır.


== YİRMİNCİ ÂYET ==
== YİRMİNCİ ÂYET ==
وَ نُنَزِّلُ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَ رَح۟مَةٌ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ
وَ نُنَزِّلُ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَ رَح۟مَةٌ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ


295. satır: 264. satır:


== YİRMİ BİRİNCİ ÂYET veya ÂYETLER ==
== YİRMİ BİRİNCİ ÂYET veya ÂYETLER ==
قُل۟ اِنَّنٖى هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ ۝ وَ هَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ
قُل۟ اِنَّنٖى هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ ۝ وَ هَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ


307. satır: 277. satır:
“Bu Kur’an, İslâm elinde varken biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız.” dediğini işitti, gayrete geldi. Birden makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan فَاَع۟رِض۟ عَن۟هُم۟ fermanını manen dinleyerek bir inkılab-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur’an’ın fehmine ve hakikatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını, yalnız Kur’an bildi. Ve Kur’an’ın i’caz-ı manevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı arızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra Harb-i Umumî’nin tarraka ve gürültüsü ile uyandı. O sabit fikir canlandı, bi’l-kuvveden bilfiile çıkmaya başladı.
“Bu Kur’an, İslâm elinde varken biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız.” dediğini işitti, gayrete geldi. Birden makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan فَاَع۟رِض۟ عَن۟هُم۟ fermanını manen dinleyerek bir inkılab-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur’an’ın fehmine ve hakikatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını, yalnız Kur’an bildi. Ve Kur’an’ın i’caz-ı manevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı arızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra Harb-i Umumî’nin tarraka ve gürültüsü ile uyandı. O sabit fikir canlandı, bi’l-kuvveden bilfiile çıkmaya başladı.


İşte hem ona hem Risaletü’n-Nur’a çok alâkası bulunan bu bin üç yüz on altı (1316) tarihine çok âyetler müttefikan bakarlar. Mesela, nasıl ki هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ âyeti tam tamına tevafukla işaret eder. Aynen öyle de bir âyet-i meşhure olan
İşte hem ona hem Risaletü’n-Nur’a çok alâkası bulunan bu bin üç yüz on altı (1316) tarihine çok âyetler müttefikan bakarlar. Mesela, nasıl ki هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ âyeti tam tamına tevafukla işaret eder. Aynen öyle de bir âyet-i meşhure olan اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ makam-ı cifrîsi şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa ve tenvin sayılmazsa bin üç yüz on altı ederek aynen tam tamına o tarihe işaret eder.


اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ makam-ı cifrîsi şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa ve tenvin sayılmazsa bin üç yüz on altı ederek aynen tam tamına o tarihe işaret eder.
Hem nasıl ki yedi sekiz surelerde gelen âyetler ve o âyetlerde gelen “sırat-ı müstakim” cümleleri Risaletü’n-Nur ismine tevafukla beraber, bu mezkûr iki âyet gibi bir kısmı Risaletü’n-Nur telifinin tarihini de gösterir. Aynen öyle de yedi adet surelerin başlarında yedi defa تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ cümle-i kudsiyesi makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz on altı veya yedi (1316-1317) ederek aynen tam tamına o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret ettiği gibi طٰسٓ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ âyeti dahi aynen bin üç yüz on altı ederek o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret eder. Güya nasıl ki asr-ı saadette Kur’an’daki iman hakikatlerine alâmetler, deliller ve o Kitab-ı Mübin’in davalarına bürhanları ve hüccetleri gözlere de göstermek manasında tekrar ile تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ۝ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ۝ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ fermanlarıyla Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan ilanat yapıyor. Öyle de bu dehşetli asırda dahi bir mana-yı işarîsiyle o âyât-ı Furkaniyenin bürhanları ve hakkaniyetinin alâmetleri ve hakikatlerinin hüccetleri ve hak kelâmullah olduğuna delilleri olan Resaili’n-Nur’a mana-yı işarîsiyle alâmet ve bürhan ve emare ve delil manasıyla âyâtın âyetleri diye tekrar ile تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ferman ederek nazar-ı dikkati Kur’an hesabına bu asra ve bu asırdaki Resaili’n-Nur’a çeviriyor itikad ediyorum.
 
Hem nasıl ki yedi sekiz surelerde gelen âyetler ve o âyetlerde gelen “sırat-ı müstakim” cümleleri Risaletü’n-Nur ismine tevafukla beraber, bu mezkûr iki âyet gibi bir kısmı Risaletü’n-Nur telifinin tarihini de gösterir. Aynen öyle de yedi adet surelerin başlarında yedi defa
 
تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ cümle-i kudsiyesi makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz on altı veya yedi (1316-1317) ederek aynen tam tamına o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret ettiği gibi طٰسٓ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ âyeti dahi aynen bin üç yüz on altı ederek o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret eder. Güya nasıl ki asr-ı saadette Kur’an’daki iman hakikatlerine alâmetler, deliller ve o Kitab-ı Mübin’in davalarına bürhanları ve hüccetleri gözlere de göstermek manasında tekrar ile
 
تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ۝ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ۝ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ
 
fermanlarıyla Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan ilanat yapıyor. Öyle de bu dehşetli asırda dahi bir mana-yı işarîsiyle o âyât-ı Furkaniyenin bürhanları ve hakkaniyetinin alâmetleri ve hakikatlerinin hüccetleri ve hak kelâmullah olduğuna delilleri olan Resaili’n-Nur’a mana-yı işarîsiyle alâmet ve bürhan ve emare ve delil manasıyla âyâtın âyetleri diye tekrar ile
 
تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ferman ederek nazar-ı dikkati Kur’an hesabına bu asra ve bu asırdaki Resaili’n-Nur’a çeviriyor itikad ediyorum.


Evet, her bir cihet ile ayn-ı şuur olan âyât-ı Kur’aniyenin böyle yirmi vecihle ve yirmi parmakla aynı şeye müttefikan işaretleri tasrih derecesinde bana kanaat veriyor. Benim kanaatime iştirak etmeyen bu ittifaka ne diyecek ve ne diyebilir? Hangi kuvvet bu ittifakı bozar?
Evet, her bir cihet ile ayn-ı şuur olan âyât-ı Kur’aniyenin böyle yirmi vecihle ve yirmi parmakla aynı şeye müttefikan işaretleri tasrih derecesinde bana kanaat veriyor. Benim kanaatime iştirak etmeyen bu ittifaka ne diyecek ve ne diyebilir? Hangi kuvvet bu ittifakı bozar?
326. satır: 286. satır:


== YİRMİ İKİNCİ ÂYET ve ÂYETLER ==
== YİRMİ İKİNCİ ÂYET ve ÂYETLER ==
Hem Yunus hem Yusuf hem Ra’d hem Hicr hem Şuara hem Kasas hem Lokman Surelerinin başlarında bulunan تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ilan-ı kudsîsidir. Yirmi Birinci âyetin hâtimesinde bunun münasebet-i maneviyesi bir derece beyan edilmiş. Cifrîsi ise bu âyette üç ت bin iki yüz eder ve iki ك iki ل yüz eder, yekûnü bin üç yüz. Bir ى bir ب dört veya beş ا mecmuu bin üç yüz on altı veya on yedi (1316-1317) ederek Resaili’n-Nur müellifi bir inkılab-ı fikrî ile ulûm-u mütenevviayı Kur’an’ın hakaikine çıkmak için basamaklar yaptığı bir tarihe tam tamına tevafuku münasebet-i maneviyesinin kuvvetine istinaden deriz:
Hem Yunus hem Yusuf hem Ra’d hem Hicr hem Şuara hem Kasas hem Lokman Surelerinin başlarında bulunan تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ilan-ı kudsîsidir. Yirmi Birinci âyetin hâtimesinde bunun münasebet-i maneviyesi bir derece beyan edilmiş. Cifrîsi ise bu âyette üç ت bin iki yüz eder ve iki ك iki ل yüz eder, yekûnü bin üç yüz. Bir ى bir ب dört veya beş ا mecmuu bin üç yüz on altı veya on yedi (1316-1317) ederek Resaili’n-Nur müellifi bir inkılab-ı fikrî ile ulûm-u mütenevviayı Kur’an’ın hakaikine çıkmak için basamaklar yaptığı bir tarihe tam tamına tevafuku münasebet-i maneviyesinin kuvvetine istinaden deriz:


335. satır: 296. satır:


== YİRMİ ÜÇÜNCÜ ÂYET ==
== YİRMİ ÜÇÜNCÜ ÂYET ==
عَسٰى رَبُّنَٓا اَن۟ يُب۟دِلَنَا خَي۟رًا
عَسٰى رَبُّنَٓا اَن۟ يُب۟دِلَنَا خَي۟رًا


344. satır: 306. satır:


== YİRMİ DÖRDÜNCÜ ÂYET ve ÂYETLER ==
== YİRMİ DÖRDÜNCÜ ÂYET ve ÂYETLER ==
Hem Sure-i Zümer hem Sure-i Câsiye hem Sure-i Ahkaf’ın başlarında bulunan تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَكٖيمِ âyât-ı azîmeleridir. Şu âyetler dahi yirmi ikincideki âyetler gibi Risaletü’n-Nur’un ismine ve zatına hem telif ve intişarına bir mana-yı remziyle bakıyorlar.
Hem Sure-i Zümer hem Sure-i Câsiye hem Sure-i Ahkaf’ın başlarında bulunan تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَكٖيمِ âyât-ı azîmeleridir. Şu âyetler dahi yirmi ikincideki âyetler gibi Risaletü’n-Nur’un ismine ve zatına hem telif ve intişarına bir mana-yı remziyle bakıyorlar.


382. satır: 345. satır:
İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz.
İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz.


Sure-i Zümer, Câsiye, Ahkaf’ın başlarındaki
Sure-i Zümer, Câsiye, Ahkaf’ın başlarındaki تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَكٖيمِ olan âyetler, sâbık ihtarın ikinci noktasında, münasebet-i maneviyesi beyan edildiğinden burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz.
 
تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَكٖيمِ
 
olan âyetler, sâbık ihtarın ikinci noktasında, münasebet-i maneviyesi beyan edildiğinden burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz.


Şöyle ki: İki ت sekiz yüz, iki ن yüz, iki م seksen, iki ك kırk, üç ز yirmi bir, üç ى otuz, bir ب bir ح on “lafzullah” altmış yedi, bir ع yetmiş, dört ل dört ا yüz yirmi dört olup yekûnü bin üç yüz kırk iki (1342) ederek bu asrın şu tarihine nazar-ı dikkati celbetmekle beraber, Kur’an’ın tenziliyle çok alâkadar bir Nur’a parmak basıyor.
Şöyle ki: İki ت sekiz yüz, iki ن yüz, iki م seksen, iki ك kırk, üç ز yirmi bir, üç ى otuz, bir ب bir ح on “lafzullah” altmış yedi, bir ع yetmiş, dört ل dört ا yüz yirmi dört olup yekûnü bin üç yüz kırk iki (1342) ederek bu asrın şu tarihine nazar-ı dikkati celbetmekle beraber, Kur’an’ın tenziliyle çok alâkadar bir Nur’a parmak basıyor.
396. satır: 355. satır:
'''Birden hatıra geldi ki:''' Bu üç farkın sırrı ise Risaletü’n-Nur’un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil belki ekseriyetle Kur’an’ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur’aniyedir.
'''Birden hatıra geldi ki:''' Bu üç farkın sırrı ise Risaletü’n-Nur’un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil belki ekseriyetle Kur’an’ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur’aniyedir.


'''Cây-ı dikkattir ki''' birinci حٰمٓ olan Sure-i Mü’min’de
'''Cây-ı dikkattir ki''' birinci حٰمٓ olan Sure-i Mü’min’de تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟عَلٖيمِ makam-ı cifrîsi, bazı mühim âyetler gibi bin üç yüz yetmişe (1370) bakıyor. Acaba on beş yirmi sene sonra başka bir nur-u Kur’an zuhur mu edecek, yahut Resaili’n-Nur’un bir inkişaf-ı fevkalâde ile bir fütuhatı mı olacak bilmediğimden o kapıyı açamıyorum.
 
تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟عَلٖيمِ
 
makam-ı cifrîsi, bazı mühim âyetler gibi bin üç yüz yetmişe (1370) bakıyor. Acaba on beş yirmi sene sonra başka bir nur-u Kur’an zuhur mu edecek, yahut Resaili’n-Nur’un bir inkişaf-ı fevkalâde ile bir fütuhatı mı olacak bilmediğimden o kapıyı açamıyorum.


== YİRMİ BEŞİNCİ ÂYET ==
== YİRMİ BEŞİNCİ ÂYET ==
حٰمٓ ۝ تَن۟زٖيلٌ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ


âyet-i kudsiyesidir. Bu âyetin mana-yı işarîsi, Resaili’n-Nur ile münasebeti çok kuvvetlidir. Bir ciheti şudur ki Risaletü’n-Nur’un ve şakirdlerinin mesleği, dört esas üzerine gidiyor.
حٰمٓ ۝ تَن۟زٖيلٌ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ âyet-i kudsiyesidir. Bu âyetin mana-yı işarîsi, Resaili’n-Nur ile münasebeti çok kuvvetlidir. Bir ciheti şudur ki Risaletü’n-Nur’un ve şakirdlerinin mesleği, dört esas üzerine gidiyor.


Birincisi tefekkürdür, Hakîm ismine bakıyor.
Birincisi tefekkürdür, Hakîm ismine bakıyor.
422. satır: 376. satır:


== YİRMİ ALTINCI ÂYET ==
== YİRMİ ALTINCI ÂYET ==
Sure-i Hud’da فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ âyetinin iki satır sonra gelen وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِى ال۟جَنَّةِ âyetidir. Şu âyetin şeddeli “mim” ve şeddeli “lâm” ve şeddeli “nun” ikişer sayılmak ve اَل۟جَنَّةِ deki ة vakıfta olduğundan ه olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki (1352) olmakla tam tamına Resaili’n-Nur şakirdlerinin en meyusiyetli ve musibetli zamanları olan bin üç yüz elli iki tarihine tam tamına tevafukla o acınacak hallerinde kudsî ve semavî bir teselli, bir beşarettir. Ve âyetin münasebet-i maneviyesi bir iki risalede, yani Keramat-ı Aleviye’de ve Gavsiye’de beyan edilmiştir. وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا deki سُعِدُوا kelimesi فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ deki سَعٖيدٌ kelimesine Kur’an sahifesinde tam muvazi ve mukabil gelmesi, bu tevafuka bir letafet daha katar. Bu âyetin küllî ve çok geniş mana-yı kudsîsinin cüz’iyatından Risale-i Nur şakirdleri gibi teselliye çok muhtaç bir cüz’îsi bu asırda bin üç yüz elli ikide bulunduğuna tam tamına tevafukla işaret ederek başına parmak basıyor.
Sure-i Hud’da فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ âyetinin iki satır sonra gelen وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِى ال۟جَنَّةِ âyetidir. Şu âyetin şeddeli “mim” ve şeddeli “lâm” ve şeddeli “nun” ikişer sayılmak ve اَل۟جَنَّةِ deki ة vakıfta olduğundan ه olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki (1352) olmakla tam tamına Resaili’n-Nur şakirdlerinin en meyusiyetli ve musibetli zamanları olan bin üç yüz elli iki tarihine tam tamına tevafukla o acınacak hallerinde kudsî ve semavî bir teselli, bir beşarettir. Ve âyetin münasebet-i maneviyesi bir iki risalede, yani Keramat-ı Aleviye’de ve Gavsiye’de beyan edilmiştir. وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا deki سُعِدُوا kelimesi فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ deki سَعٖيدٌ kelimesine Kur’an sahifesinde tam muvazi ve mukabil gelmesi, bu tevafuka bir letafet daha katar. Bu âyetin küllî ve çok geniş mana-yı kudsîsinin cüz’iyatından Risale-i Nur şakirdleri gibi teselliye çok muhtaç bir cüz’îsi bu asırda bin üç yüz elli ikide bulunduğuna tam tamına tevafukla işaret ederek başına parmak basıyor.


437. satır: 392. satır:


== YİRMİ YEDİNCİ ÂYET ==
== YİRMİ YEDİNCİ ÂYET ==
Sure-i Saf’ta


يُرٖيدُونَ لِيُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَو۟ كَرِهَ ال۟كَافِرُونَ
Sure-i Saf’ta يُرٖيدُونَ لِيُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَو۟ كَرِهَ ال۟كَافِرُونَ dur. Bu âyetteki نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ cümlesinin makam-ı cifrîsi, bin üç yüz on altı veya yedidir (1316-1317). Ve bu tarih ise sâbıkan yirmi birinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkılab-ı fikrî sadedinde; Avrupa’nın bir müstemlekat nâzırı, Kur’an’ın nurunu söndürmesine çalışması tarihine ve Resaili’n-Nur müellifi dahi ona karşı o inkılab-ı fikrî sayesinde o nuru parlatmaya çalışması aynı tarihe hem yedi surede yedi defa تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ aynı tarihe
 
dur. Bu âyetteki نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ cümlesinin makam-ı cifrîsi, bin üç yüz on altı veya yedidir (1316-1317). Ve bu tarih ise sâbıkan yirmi birinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkılab-ı fikrî sadedinde; Avrupa’nın bir müstemlekat nâzırı, Kur’an’ın nurunu söndürmesine çalışması tarihine ve Resaili’n-Nur müellifi dahi ona karşı o inkılab-ı fikrî sayesinde o nuru parlatmaya çalışması aynı tarihe hem yedi surede yedi defa تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ aynı tarihe


hem طٰسٓ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ dahi aynı tarihe
hem طٰسٓ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ dahi aynı tarihe
456. satır: 408. satır:


== YİRMİ SEKİZİNCİ ÂYET ==
== YİRMİ SEKİZİNCİ ÂYET ==
Sure-i Tevbe’de


يُرٖيدُونَ اَن۟ يُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَيَا۟بَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَن۟ يُتِمَّ نُورَهُ
Sure-i Tevbe’de يُرٖيدُونَ اَن۟ يُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَيَا۟بَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَن۟ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَو۟ كَرِهَ ال۟كَافِرُونَ âyetindeki نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَيَا۟بَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَن۟ يُتِمَّ نُورَهُ cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli “lâmlar” birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dört (1324) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast planı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyet-perverleri, Hürriyet’i yirmi dörtte ilanıyla o planı akîm bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf altı yedi sene sonra, Harb-i Umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle Sevr Muahede’sinde Kur’an’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan planlarını akîm bırakmak için Türk milliyet-perverleri cumhuriyeti ilanla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üç yüz yirmi dörde, tâ otuz dörde, tâ elli dörde tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur’an’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resaili’n-Nur müellifi yirmi dörtte (1324) ve Resaili’n-Nur’un mukaddimatı otuz dörtte (1334) ve Resaili’n-Nur’un nurani cüzleri ve fedakâr şakirdleri elli dörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-i hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevk ettiler ve bu itfa suikastına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur’an’a muhalif haletlerin ekserisi, o suikastların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahim neticeleridir.
 
وَلَو۟ كَرِهَ ال۟كَافِرُونَ
 
âyetindeki نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَيَا۟بَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَن۟ يُتِمَّ نُورَهُ cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli “lâmlar” birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dört (1324) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast planı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyet-perverleri, Hürriyet’i yirmi dörtte ilanıyla o planı akîm bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf altı yedi sene sonra, Harb-i Umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle Sevr Muahede’sinde Kur’an’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan planlarını akîm bırakmak için Türk milliyet-perverleri cumhuriyeti ilanla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üç yüz yirmi dörde, tâ otuz dörde, tâ elli dörde tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur’an’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resaili’n-Nur müellifi yirmi dörtte (1324) ve Resaili’n-Nur’un mukaddimatı otuz dörtte (1334) ve Resaili’n-Nur’un nurani cüzleri ve fedakâr şakirdleri elli dörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-i hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevk ettiler ve bu itfa suikastına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur’an’a muhalif haletlerin ekserisi, o suikastların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahim neticeleridir.


Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli “lâmlar” gibi bir sayılsa o vakit bin iki yüz seksen dört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un doksan üç (1293) muharebe-i meş’umesiyle âlem-i İslâm’ın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resaili’n-Nur şakirdleri yerinde Mevlana Hâlid’in (ks) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor.
Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli “lâmlar” gibi bir sayılsa o vakit bin iki yüz seksen dört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un doksan üç (1293) muharebe-i meş’umesiyle âlem-i İslâm’ın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resaili’n-Nur şakirdleri yerinde Mevlana Hâlid’in (ks) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor.
469. satır: 416. satır:


== YİRMİ DOKUZUNCU ÂYET ==
== YİRMİ DOKUZUNCU ÂYET ==
Sure-i İbrahim’in başında
الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ اِلٰى صِرَاطِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَمٖيدِ


âyetidir. Şu âyetin dört beş cümlesinde dört beş îma var. Mecmuu bir işaret hükmüne geçer.
Sure-i İbrahim’in başında الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ اِلٰى صِرَاطِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَمٖيدِ âyetidir. Şu âyetin dört beş cümlesinde dört beş îma var. Mecmuu bir işaret hükmüne geçer.


'''Birincisi:''' اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ cümlesi ifade eder ki: “Kitab-ı
'''Birincisi:''' اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ cümlesi ifade eder ki: “Kitab-ı
500. satır: 444. satır:


== YİRMİ DOKUZUNCU ÂYETİN SEHVİNE DAİR TAFSİLAT ==
== YİRMİ DOKUZUNCU ÂYETİN SEHVİNE DAİR TAFSİLAT ==
Küçük bir sehivden kuvvetli bir işaret-i gaybiye gördüm. Ondan bildim ki o sehiv bunun içinmiş. Şöyle ki:
Küçük bir sehivden kuvvetli bir işaret-i gaybiye gördüm. Ondan bildim ki o sehiv bunun içinmiş. Şöyle ki:


Birinci Şuâ olan İşarat-ı Kur’aniyenin yirmi dokuzuncu âyet Sure-i İbrahim’in başında,
Birinci Şuâ olan İşarat-ı Kur’aniyenin yirmi dokuzuncu âyet Sure-i İbrahim’in başında, الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ içinde اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ cümlesine, makam-ı cifrîsi sehven bin üç yüz otuz dört (1334) ederek Risale-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin zuhuru ve tabı tarihine tevafukla bakar denilmiş. Halbuki melfuz harflerinin makamı, bin üç yüz otuz dokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde iştiharı ve Dârülhikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddid ve maddî ve manevî inkılabların sarsıntılarından vikaye noktasında –çok emareler ve müftülerin itirafıyla– birer kale ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki “elif” sayılsa bin üç yüz kırk bir (1341) edip Risale-i Nur’un mebde-i zuhuruna tam tamına tevafukla bakar.
 
الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟
 
içinde اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ cümlesine, makam-ı cifrîsi sehven bin üç yüz otuz dört (1334) ederek Risale-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin zuhuru ve tabı tarihine tevafukla bakar denilmiş. Halbuki melfuz harflerinin makamı, bin üç yüz otuz dokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde iştiharı ve Dârülhikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddid ve maddî ve manevî inkılabların sarsıntılarından vikaye noktasında –çok emareler ve müftülerin itirafıyla– birer kale ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki “elif” sayılsa bin üç yüz kırk bir (1341) edip Risale-i Nur’un mebde-i zuhuruna tam tamına tevafukla bakar.


Bu küçük sehiv şöyle bir manayı birden kuvvetli ihtar etti ki: O Sure-i İbrahim’in (as) başındaki âyetin Risale-i Nur’a remzen bakan yalnız onun dört cümlesi değil belki o birinci sahife âhirine kadar münasebat-ı maneviye cihetinde bir mana-yı remziyle –efrad-ı kesîresi içinde– Risale-i Nur’a gizli bir hususiyet ile îma eder, remzen bakar. Ben şimdilik o hakikat-i remziyeyi beyan edemem. Yalnız kısa bir işaret edilecek.
Bu küçük sehiv şöyle bir manayı birden kuvvetli ihtar etti ki: O Sure-i İbrahim’in (as) başındaki âyetin Risale-i Nur’a remzen bakan yalnız onun dört cümlesi değil belki o birinci sahife âhirine kadar münasebat-ı maneviye cihetinde bir mana-yı remziyle –efrad-ı kesîresi içinde– Risale-i Nur’a gizli bir hususiyet ile îma eder, remzen bakar. Ben şimdilik o hakikat-i remziyeyi beyan edemem. Yalnız kısa bir işaret edilecek.
518. satır: 459. satır:
Bu dahi üç cümlesiyle bazı münasebat-ı maneviye ve muvafakat-ı mefhumiye cihetinde ve hem Risale-i Nur’un mesleğine hem mülhidlerin mesleğine îmaen bakar.
Bu dahi üç cümlesiyle bazı münasebat-ı maneviye ve muvafakat-ı mefhumiye cihetinde ve hem Risale-i Nur’un mesleğine hem mülhidlerin mesleğine îmaen bakar.


'''Ve birinci cümlesiyle der ki:''' “O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın
'''Ve birinci cümlesiyle der ki:''' “O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın –imanları beraber olduğu halde– ve bir kısım ehl-i ilmin –âhireti tam bildikleri halde– onlara iltihak delâletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler.”
 
–imanları beraber olduğu halde– ve bir kısım ehl-i ilmin –âhireti tam bildikleri halde– onlara iltihak delâletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler.”


Bu cümlenin bu asra bir hususiyeti var. Çünkü hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş. Sair asırlarda o ehl-i dalalet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor. Elması elmas bilmiyor, dünyayı tercih ediyor.
Bu cümlenin bu asra bir hususiyeti var. Çünkü hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş. Sair asırlarda o ehl-i dalalet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor. Elması elmas bilmiyor, dünyayı tercih ediyor.
540. satır: 479. satır:
'''Beşinci Âyette:'''
'''Beşinci Âyette:'''


اَن۟ اَخ۟رِج۟ قَو۟مَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّر۟هُم۟ بِاَيَّامِ اللّٰهِ
اَن۟ اَخ۟رِج۟ قَو۟مَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّر۟هُم۟ بِاَيَّامِ اللّٰهِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّر۟هُم۟ بِاَيَّامِ اللّٰهِ cümlesinde makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde bin üç yüz elli bir (1351) ederek Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evamir-i Kur’aniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı maneviye karinesiyle ve kıssadan hisse almak münasebat-ı mefhumiye remzi ile Risale-i Nur’a îmaen bakar.
 
اِلَى النُّورِ وَذَكِّر۟هُم۟ بِاَيَّامِ اللّٰهِ cümlesinde makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde bin üç yüz elli bir (1351) ederek Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evamir-i Kur’aniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı maneviye karinesiyle ve kıssadan hisse almak münasebat-ı mefhumiye remzi ile Risale-i Nur’a îmaen bakar.


Daha yazılacak çok gaybî işaretler var fakat izin verilmedi, şimdilik kaldı.
Daha yazılacak çok gaybî işaretler var fakat izin verilmedi, şimdilik kaldı.
549. satır: 486. satır:
<center> [[On Beşinci Şuâ]] ⇐ | [[Şualar]] | ⇒ [[Sekizinci Şuâ]] </center>
<center> [[On Beşinci Şuâ]] ⇐ | [[Şualar]] | ⇒ [[Sekizinci Şuâ]] </center>
------
------
</translate>