İçeriğe atla

Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
<languages/>
<translate>
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ


5. satır: 7. satır:
'''Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!'''
'''Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!'''


'''Evvela:''' Medresetü’z-Zehra erkânlarının arzularıyla verilen bir dersin bir hülâsasını sizlere de söylemeyi münasip gördük. O dersin mevzuu da: Umum kâinat mevcudatı hesabına Mi’rac Gecesinde, Fahr-i kâinat ve netice-i hilkat-i âlem Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, huzur-u İlahîde nev-i beşerin, belki umum zîhayat, belki umum mahlukat namına selâm yerinde
'''Evvela:''' Medresetü’z-Zehra erkânlarının arzularıyla verilen bir dersin bir hülâsasını sizlere de söylemeyi münasip gördük. O dersin mevzuu da: Umum kâinat mevcudatı hesabına Mi’rac Gecesinde, Fahr-i kâinat ve netice-i hilkat-i âlem Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, huzur-u İlahîde nev-i beşerin, belki umum zîhayat, belki umum mahlukat namına selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ اَل۟مُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ demesi ve içinde bir küllî mana bulunduğundan bütün ümmet her gün çok defa namazlarında zikretmesi ile ve ehl-i iman içinde, her bir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulunduğu ve bundan evvel “Hüve Nüktesi”nin hâşiyesinde, radyo vasıtasıyla hava unsurunun hârika mu’cizat-ı kudreti göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi ki:


اَلتَّحِيَّاتُ اَل۟مُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ
Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi netice verecek bu kısacık ömr-ü dünyevîde ettiği ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususi dünyasıyla beraber ibadet etmiş gibi kendi hususi dünyası kadar bir mükâfat alacağı işarat-ı Kur’aniyeden anlaşılır diye; Hüccetü’z-Zehra’nın İkinci Makamı’nda ilm-i İlahî mebhasında اَلتَّحِيَّاتُ اَل۟مُبَارَكَاتُ ... اِلٰى اٰخِرِ nin küllî manaları ruhuma gelip öylece teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ derken, birden hayalime hususi dünyamın dört unsuru olan '''toprak, su, hava, nur''' unsurları dört küllî dil oldular. Her bir dil, milyarlar hattâ trilyonlar, katrilyonlar adedince اَلتَّحِيَّاتُ اَل۟مُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ kelimelerini lisan-ı hal ile söylüyorlar; hayalen gördüm.


demesi ve içinde bir küllî mana bulunduğundan bütün ümmet her gün çok defa namazlarında zikretmesi ile ve ehl-i iman içinde, her bir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulunduğu ve bundan evvel “Hüve Nüktesi”nin hâşiyesinde, radyo vasıtasıyla hava unsurunun hârika mu’cizat-ı kudreti göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi ki:
Bu unsurlardan '''toprak''' unsuru bir dil olarak bütün zîhayatların her biri bir kelime-i zîhayat olup اَلتَّحِيَّاتُ derler. Çünkü her bir avuç toprak ekser nebatata saksılık edebilir ve menşe olabilir bir vaziyettedir. O halde her bir avuç toprakta, ya bütün beşerin meydana getirdikleri bütün fabrikaların adedince manevî küçücük mikyasta fabrikalar –her bir avuç toprakta– bulunacak. Bu ise hadsiz derecede imkânsız. Veyahut bir Kadîr-i Mutlak’ın hadsiz kudreti, nihayetsiz ilmi ve iradesiyle olacak.
 
Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi netice verecek bu kısacık ömr-ü dünyevîde ettiği ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususi dünyasıyla beraber ibadet etmiş gibi kendi hususi dünyası kadar bir mükâfat alacağı işarat-ı Kur’aniyeden anlaşılır diye; Hüccetü’z-Zehra’nın İkinci Makamı’nda ilm-i İlahî mebhasında
 
اَلتَّحِيَّاتُ اَل۟مُبَارَكَاتُ ... اِلٰى اٰخِرِ
 
nin küllî manaları ruhuma gelip öylece teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ derken, birden hayalime hususi dünyamın dört unsuru olan '''toprak, su, hava, nur''' unsurları dört küllî dil oldular. Her bir dil, milyarlar hattâ trilyonlar, katrilyonlar adedince
 
اَلتَّحِيَّاتُ اَل۟مُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ
 
kelimelerini lisan-ı hal ile söylüyorlar; hayalen gördüm.
 
Bu unsurlardan '''toprak''' unsuru bir dil olarak bütün zîhayatların her biri bir kelime-i zîhayat olup اَلتَّحِيَّاتُ derler. Çünkü her bir avuç
 
toprak ekser nebatata saksılık edebilir ve menşe olabilir bir vaziyettedir. O halde her bir avuç toprakta, ya bütün beşerin meydana getirdikleri bütün fabrikaların adedince manevî küçücük mikyasta fabrikalar –her bir avuç toprakta– bulunacak. Bu ise hadsiz derecede imkânsız. Veyahut bir Kadîr-i Mutlak’ın hadsiz kudreti, nihayetsiz ilmi ve iradesiyle olacak.


Demek toprak unsuru, bütün eczası ile ve zerratı ile bu mazhariyet için hadsiz اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ der. Yani ezelden ebede kadar bütün zîhayatların hayat hediyeleri Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a hastır.
Demek toprak unsuru, bütün eczası ile ve zerratı ile bu mazhariyet için hadsiz اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ der. Yani ezelden ebede kadar bütün zîhayatların hayat hediyeleri Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a hastır.
31. satır: 19. satır:
Çünkü suyun katrelerinin gördüğü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve tohumların intibahında ve uyanıp vazife-i fıtriyelerine mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel ve hârika o küçücük mahlukların ve yavruların büyük ve gayet intizamlı ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini bütün zîşuura tebrik ile bârekellah dediren ve hadsiz bârekellah, mâşâallah dedirmeye vesile olmaya lâyık olan o mübareklerin o vaziyetleri; o su unsurunun her bir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâzımdır. Bu ise suyun zerratı adedince muhaldir.
Çünkü suyun katrelerinin gördüğü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve tohumların intibahında ve uyanıp vazife-i fıtriyelerine mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel ve hârika o küçücük mahlukların ve yavruların büyük ve gayet intizamlı ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini bütün zîşuura tebrik ile bârekellah dediren ve hadsiz bârekellah, mâşâallah dedirmeye vesile olmaya lâyık olan o mübareklerin o vaziyetleri; o su unsurunun her bir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâzımdır. Bu ise suyun zerratı adedince muhaldir.


Öyle ise bir Kadîr-i Zülcelal’in ve bir Rahman-ı Rahîm’in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o hadsiz mu’cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince
Öyle ise bir Kadîr-i Zülcelal’in ve bir Rahman-ı Rahîm’in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o hadsiz mu’cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince اَل۟مُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ kelimesini külliyetiyle söylediklerinden, bütün mahlukat namına, Mi’rac Gecesinde, netice-i hilkat-i âlem olan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm اَل۟مُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ demiş. Yani bütün bu medar-ı tebrik ve mâşâallah ve bârekellah dediren bütün haletler ve sanatlar Zat-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğundan, bütün o hadsiz اَل۟مُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ leri Cenab-ı Hakk’a, huzuruyla hediye ediyor.
 
اَل۟مُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ kelimesini külliyetiyle söylediklerinden, bütün mahlukat namına, Mi’rac Gecesinde, netice-i hilkat-i âlem olan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm اَل۟مُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ demiş. Yani bütün bu medar-ı tebrik ve mâşâallah ve bârekellah dediren bütün haletler ve sanatlar Zat-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğundan, bütün o hadsiz اَل۟مُبَارَكَاتُ لِلّٰهِ leri Cenab-ı Hakk’a, huzuruyla hediye ediyor.


Sonra herkesin hususi dünyasındaki '''hava''' unsuru dahi bir hüve kadar her bir avuç havadaki her bir zerre, mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkilelik vazifeleri içinde bütün duaları ve salavatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için; hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni’lerine, Hâlık’larına takdim ettiklerinden onların namlarına o küllî mana ile Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Cenab-ı Hakk’a اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ diye takdim etmiştir. Yani “Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı külli şey’e mahsustur.”
Sonra herkesin hususi dünyasındaki '''hava''' unsuru dahi bir hüve kadar her bir avuç havadaki her bir zerre, mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkilelik vazifeleri içinde bütün duaları ve salavatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için; hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni’lerine, Hâlık’larına takdim ettiklerinden onların namlarına o küllî mana ile Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Cenab-ı Hakk’a اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ diye takdim etmiştir. Yani “Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı külli şey’e mahsustur.”
43. satır: 29. satır:
Sonra اَلطَّيِّبَاتُ kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden '''nâr''' ile '''nur''' unsuru yani hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak hadsiz ve nihayetsiz bir surette lisan-ı hal ile hadsiz diller ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ diyor.
Sonra اَلطَّيِّبَاتُ kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden '''nâr''' ile '''nur''' unsuru yani hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak hadsiz ve nihayetsiz bir surette lisan-ı hal ile hadsiz diller ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ diyor.


Yani “Bütün güzel sözler, güzel manalar, hârika güzel cemaller ve bütün kâinatın yüzünde cemalleri görünen ezelî esma-i hüsnanın cilveleri ve başta enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i imanın imanları ile kâinatın ve mahlukatın görünen güzellikleri ve ehl-i imanın imanlarından neş’et eden güzel sözler, hamdler, şükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler اِلَي۟هِ يَص۟عَدُ ال۟كَلِمُ الطَّيِّبُ sırrı ile arş-ı
Yani “Bütün güzel sözler, güzel manalar, hârika güzel cemaller ve bütün kâinatın yüzünde cemalleri görünen ezelî esma-i hüsnanın cilveleri ve başta enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i imanın imanları ile kâinatın ve mahlukatın görünen güzellikleri ve ehl-i imanın imanlarından neş’et eden güzel sözler, hamdler, şükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler اِلَي۟هِ يَص۟عَدُ ال۟كَلِمُ الطَّيِّبُ sırrı ile arş-ı a’zam tarafına giden o kelimat-ı tayyibeleri ve dünyanın üç adet yüzünden gayet güzel olan esma-i İlahiyeye âyinelik eden birinci yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler ve dünyanın âhiret tarlası olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar, hayırlar ve manevî meyveler ve güzellikler, tamamıyla ezel ebed sultanı Kadîr-i Zülcelal’e mahsustur.” diye nâr ve nur unsurunun bu küllî dili ile bu küllî ubudiyeti, Mabud-u Zülcelal’e takdim etmek manasında olarak Fahr-i kâinat aleyhissalâtü vesselâm umum mahlukat hesabına اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ demiş.
 
a’zam tarafına giden o kelimat-ı tayyibeleri ve dünyanın üç adet yüzünden gayet güzel olan esma-i İlahiyeye âyinelik eden birinci yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler ve dünyanın âhiret tarlası olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar, hayırlar ve manevî meyveler ve güzellikler, tamamıyla ezel ebed sultanı Kadîr-i Zülcelal’e mahsustur.” diye nâr ve nur unsurunun bu küllî dili ile bu küllî ubudiyeti, Mabud-u Zülcelal’e takdim etmek manasında olarak Fahr-i kâinat aleyhissalâtü vesselâm umum mahlukat hesabına اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ demiş.


Çünkü maddî ve manevî nur unsuru, mazhar oldukları vazifelerinin umumu hem beraber hem ayrı ayrı Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a işaret ve şehadet ettikleri milyarlar numuneleri var.
Çünkü maddî ve manevî nur unsuru, mazhar oldukları vazifelerinin umumu hem beraber hem ayrı ayrı Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a işaret ve şehadet ettikleri milyarlar numuneleri var.
61. satır: 45. satır:
İşte اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ bütün kâinattaki nurları, güzellikleri, tayyibeleri ve kelimat-ı tayyibeleri ve hayırları ve kemalâtları Zat-ı Zülcelal’e nur unsuru diliyle kâinat takdim ettiği gibi; netice-i hilkat-i kâinat ve sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm dahi namlarına mebus olduğu kâinattaki bütün mevcudat hesabına, Mi’rac Gecesinde o küllî mana ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ demiş.
İşte اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ bütün kâinattaki nurları, güzellikleri, tayyibeleri ve kelimat-ı tayyibeleri ve hayırları ve kemalâtları Zat-ı Zülcelal’e nur unsuru diliyle kâinat takdim ettiği gibi; netice-i hilkat-i kâinat ve sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm dahi namlarına mebus olduğu kâinattaki bütün mevcudat hesabına, Mi’rac Gecesinde o küllî mana ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ demiş.


Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm biadedi zerrati’l-enam,bu dört kelimat-ı cemileyi selâm yerinde söyledikten sonra –Risale-i Nur’da izah edildiği gibi– Cenab-ı Hak اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ demesiyle, bütün ümmeti öyle diyeceklerine işaret ve manevî emir ve ferman ve kabul hükmünde mukabele etmiş. Birden Peygamber
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm biadedi zerrati’l-enam,bu dört kelimat-ı cemileyi selâm yerinde söyledikten sonra –Risale-i Nur’da izah edildiği gibi– Cenab-ı Hak اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ demesiyle, bütün ümmeti öyle diyeceklerine işaret ve manevî emir ve ferman ve kabul hükmünde mukabele etmiş. Birden Peygamber اَلسَّلَامُ عَلَي۟نَا وَ عَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحٖينَ demekle, o kudsî selâmı hem kendine hem ümmetine hem bütün kendinden evvelki emsallerine ta’mim edip, küllî ve umumî bir selâm suretinde gösterip bütün mahlukatın mebusu olması noktasında onlara da o selâmı teşmil etmiş.
 
اَلسَّلَامُ عَلَي۟نَا وَ عَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحٖينَ demekle, o kudsî selâmı hem kendine hem ümmetine hem bütün kendinden evvelki emsallerine ta’mim edip, küllî ve umumî bir selâm suretinde gösterip bütün mahlukatın mebusu olması noktasında onlara da o selâmı teşmil etmiş.


Ümmeti ise her namazda اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ demeleri, o selâm-ı İlahîdeki emir ve fermana bir imtisaldir. Hem ona karşı biat etmektir ve her gün biatını yani memuriyetini kabul ve getirdiği fermanlara itaatlerini tecdid ve tazelemektir. Hem risaletini bir tebriktir. Hem umum âlem-i İslâm her gün bu kelime ile onun getirdiği saadet-i ebediye müjdesine karşı bir teşekkürdür.
Ümmeti ise her namazda اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ demeleri, o selâm-ı İlahîdeki emir ve fermana bir imtisaldir. Hem ona karşı biat etmektir ve her gün biatını yani memuriyetini kabul ve getirdiği fermanlara itaatlerini tecdid ve tazelemektir. Hem risaletini bir tebriktir. Hem umum âlem-i İslâm her gün bu kelime ile onun getirdiği saadet-i ebediye müjdesine karşı bir teşekkürdür.
69. satır: 51. satır:
Evet her insan, kendi vücudunun mahvolması ile müteellim olduğu gibi; hanesinin harap olması ile de elem çekiyor. Ve vatanının bozulması ile gayet müteessir oluyor. Ahbabının firak ve vefatıyla derinden derine kalbi acıyor. Dünya kadar büyük, has ve hususi dünyasının zeval ve firak ve âhirde tamamen mahvolmasını düşünmesi, manevî bir cehennem gibi ruhunu ve vicdanını yandırıyor.
Evet her insan, kendi vücudunun mahvolması ile müteellim olduğu gibi; hanesinin harap olması ile de elem çekiyor. Ve vatanının bozulması ile gayet müteessir oluyor. Ahbabının firak ve vefatıyla derinden derine kalbi acıyor. Dünya kadar büyük, has ve hususi dünyasının zeval ve firak ve âhirde tamamen mahvolmasını düşünmesi, manevî bir cehennem gibi ruhunu ve vicdanını yandırıyor.


İşte aklı başında her bir adam ruhsuz, kalpsiz, akılsız olmamak şartıyla bilecek ki: Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın Mi’rac Gecesinde gözü ile gördüğü saadet-i ebediyenin müjdesini ve ehl-i imanın cennetteki hayat-ı bâkiyesinin beşaretini ve insanın alâkadar olduğu sevdiklerinin mahvolmadıklarını ve onların zevallerinden sonra yine görüşmelerinin muhakkak olacağının gayet sürurlu, manevî hediyesine karşı umum âlem-i İslâm her gün çok defa
İşte aklı başında her bir adam ruhsuz, kalpsiz, akılsız olmamak şartıyla bilecek ki: Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın Mi’rac Gecesinde gözü ile gördüğü saadet-i ebediyenin müjdesini ve ehl-i imanın cennetteki hayat-ı bâkiyesinin beşaretini ve insanın alâkadar olduğu sevdiklerinin mahvolmadıklarını ve onların zevallerinden sonra yine görüşmelerinin muhakkak olacağının gayet sürurlu, manevî hediyesine karşı umum âlem-i İslâm her gün çok defa اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ dediği gibi; onun da getirdiği hediye-i maneviyesiyle hem kâinat sahifeleri ve tabakaları mektubat-ı Samedaniye olmasına hem mahlukatın hakiki kıymetleri ve kemalâtları onun risaleti ile tezahür etmesine mukabil bütün mahlukat manen اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ bu mezkûr hakikatin lisanı ile derler. Ve ümmet mabeyninde şeair-i İslâmiyeden olan birbirine اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ demeleri sünnet olması, bu büyük hakikatin şuâı olmasındandır.
 
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ dediği gibi; onun da getirdiği hediye-i maneviyesiyle hem kâinat sahifeleri ve tabakaları mektubat-ı Samedaniye olmasına hem mahlukatın hakiki kıymetleri ve kemalâtları onun risaleti ile tezahür etmesine mukabil bütün mahlukat manen
 
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كَ اَيُّهَا النَّبِىُّ bu mezkûr hakikatin lisanı ile derler. Ve ümmet mabeyninde şeair-i İslâmiyeden olan birbirine اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ demeleri sünnet olması, bu büyük hakikatin şuâı olmasındandır.


اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
79. satır: 57. satır:
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''


<nowiki>*</nowiki> * *
------
<center> [[Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup]] ⇐ | [[Emirdağ Lahikası]] | ⇒ [[Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup]] </center>
------
 
</translate>