İçeriğe atla

Bakara Sûresi: Revizyonlar arasındaki fark

düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
802. satır: 802. satır:
لَا يُؤ۟مِنُونَ kelimesi ise inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek سَوَٓاءٌ kelimesine tekiddir.
لَا يُؤ۟مِنُونَ kelimesi ise inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek سَوَٓاءٌ kelimesine tekiddir.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِم۟ وَعَلٰى سَم۟عِهِم۟ وَعَلٰٓى اَب۟صَارِهِم۟ غِشَاوَةٌ وَلَهُم۟ عَذَابٌ عَظٖيمٌ ==
== خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِم۟ وَعَلٰى سَم۟عِهِم۟ وَعَلٰٓى اَب۟صَارِهِم۟ غِشَاوَةٌ وَلَهُم۟ عَذَابٌ عَظٖيمٌ ==
1.001. satır: 1.001. satır:
Maahâzâ cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir. Evet, dünyada çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır.
Maahâzâ cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir. Evet, dünyada çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== وَمِنَ النَّاسِ مَن۟ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ وَمَا هُم۟ بِمُؤ۟مِنٖينَ ==
== وَمِنَ النَّاسِ مَن۟ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ وَمَا هُم۟ بِمُؤ۟مِنٖينَ ==
1.098. satır: 1.098. satır:
'''Cevap:''' Onların zâhiren imanları varsa da, hakikatte imana ehil ve lâyık insanlar olup mü’minîn sınıfından addedilmediklerine delâlet için مَا nın haberi üzerine ب dâhil olmuştur.
'''Cevap:''' Onların zâhiren imanları varsa da, hakikatte imana ehil ve lâyık insanlar olup mü’minîn sınıfından addedilmediklerine delâlet için مَا nın haberi üzerine ب dâhil olmuştur.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَمَايَخ۟دَعُونَ اِلَّٓا اَن۟فُسَهُم۟ وَمَا يَش۟عُرُونَ ۝ فٖى قُلُوبِهِم۟ مَرَضٌ فَزَادَ هُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَك۟ذِبُونَ ==
== يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَمَايَخ۟دَعُونَ اِلَّٓا اَن۟فُسَهُم۟ وَمَا يَش۟عُرُونَ ۝ فٖى قُلُوبِهِم۟ مَرَضٌ فَزَادَ هُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَك۟ذِبُونَ ==
1.267. satır: 1.267. satır:
Muhammed-i Hâşimî’yi aleyhisselâm meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.
Muhammed-i Hâşimî’yi aleyhisselâm meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ لَاتُف۟سِدُوا فِى ال۟اَر۟ضِ قَالُٓوا اِنَّمَا نَح۟نُ مُص۟لِحُونَ ۝ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ ال۟مُف۟سِدُونَ وَلٰكِن۟ لَايَش۟عُرُونَ ==
== وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ لَاتُف۟سِدُوا فِى ال۟اَر۟ضِ قَالُٓوا اِنَّمَا نَح۟نُ مُص۟لِحُونَ ۝ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ ال۟مُف۟سِدُونَ وَلٰكِن۟ لَايَش۟عُرُونَ ==
1.344. satır: 1.344. satır:
Şuurdan mahrum olduklarını ifade eden وَلٰكِن۟ لَا يَش۟عُرُونَ cümlesi, onların zu’mlarınca davalarının malûmiyeti dolayısıyla, nasihate ihtiyaçları olmadığına ve nasihat edenleri tezyif ettiklerine karşı bir müdafaadır.
Şuurdan mahrum olduklarını ifade eden وَلٰكِن۟ لَا يَش۟عُرُونَ cümlesi, onların zu’mlarınca davalarının malûmiyeti dolayısıyla, nasihate ihtiyaçları olmadığına ve nasihat edenleri tezyif ettiklerine karşı bir müdafaadır.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤ۟مِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِن۟ لَا يَع۟لَمُونَ ==
== وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤ۟مِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِن۟ لَا يَع۟لَمُونَ ==
1.560. satır: 1.560. satır:
يَع۟مَهُونَ Yani ''“Tuğyan ve dalaletlerinde mütehayyir ve mütereddid şahıslardır. Ne meslekleri var ve ne muayyen bir maksatları vardır.”''
يَع۟مَهُونَ Yani ''“Tuğyan ve dalaletlerinde mütehayyir ve mütereddid şahıslardır. Ne meslekleri var ve ne muayyen bir maksatları vardır.”''


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اش۟تَرَوُا الضَّلَالَةَ بِال۟هُدٰى فَمَا رَبِحَت۟ تِجَارَتُهُم۟ وَمَا كَانُوا مُه۟تَدٖينَ ==
== اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اش۟تَرَوُا الضَّلَالَةَ بِال۟هُدٰى فَمَا رَبِحَت۟ تِجَارَتُهُم۟ وَمَا كَانُوا مُه۟تَدٖينَ ==
1.621. satır: 1.621. satır:
هُدًى لِل۟مُتَّقٖينَ cümlesine gizli bir remiz vardır ki Kur’an-ı Kerim, hidayeti vermemiş değildir. Hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.
هُدًى لِل۟مُتَّقٖينَ cümlesine gizli bir remiz vardır ki Kur’an-ı Kerim, hidayeti vermemiş değildir. Hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== مَثَلُهُم۟ كَمَثَلِ الَّذِى اس۟تَو۟قَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَت۟ مَا حَو۟لَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِم۟ وَ تَرَكَهُم۟ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُب۟صِرُونَ ۝ صُمٌّ بُك۟مٌ عُم۟ىٌ فَهُم۟ لَا يَر۟جِعُونَ ۝ اَو۟ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَع۟دٌ وَ بَر۟قٌ يَج۟عَلُونَ اَصَابِعَهُم۟ فٖٓى اٰذَانِهِم۟ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ ال۟مَو۟تِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِال۟كَافِرٖينَ ۝ يَكَادُ ال۟بَر۟قُ يَخ۟طَفُ اَب۟صَارَهُم۟ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُم۟ مَشَو۟ا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظ۟لَمَ عَلَي۟هِم۟ قَامُوا وَلَو۟ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَم۟عِهِم۟ وَاَب۟صَارِهِم۟ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ ==
== مَثَلُهُم۟ كَمَثَلِ الَّذِى اس۟تَو۟قَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَت۟ مَا حَو۟لَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِم۟ وَ تَرَكَهُم۟ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُب۟صِرُونَ ۝ صُمٌّ بُك۟مٌ عُم۟ىٌ فَهُم۟ لَا يَر۟جِعُونَ ۝ اَو۟ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَع۟دٌ وَ بَر۟قٌ يَج۟عَلُونَ اَصَابِعَهُم۟ فٖٓى اٰذَانِهِم۟ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ ال۟مَو۟تِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِال۟كَافِرٖينَ ۝ يَكَادُ ال۟بَر۟قُ يَخ۟طَفُ اَب۟صَارَهُم۟ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُم۟ مَشَو۟ا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظ۟لَمَ عَلَي۟هِم۟ قَامُوا وَلَو۟ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَم۟عِهِم۟ وَاَب۟صَارِهِم۟ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ ==
2.111. satır: 2.111. satır:
قَادِرٌ kelimesine bedel sübut ve devamı ifade eden قَدٖيرٌ sîgasından anlaşılır ki kudret, makdurat nisbetinde olmayıp daire-i tasarrufu pek geniştir. Ve kudret zatiyedir, tagayyürü kabul etmez. Ve kudret lâzımedir, ziyade ve noksana kabiliyeti yoktur. Ve kudret, “Rezzak, Gaffar, Muhyî, Mümit” gibi sıfât-ı fiiliyenin merci ve mizanıdır.
قَادِرٌ kelimesine bedel sübut ve devamı ifade eden قَدٖيرٌ sîgasından anlaşılır ki kudret, makdurat nisbetinde olmayıp daire-i tasarrufu pek geniştir. Ve kudret zatiyedir, tagayyürü kabul etmez. Ve kudret lâzımedir, ziyade ve noksana kabiliyeti yoktur. Ve kudret, “Rezzak, Gaffar, Muhyî, Mümit” gibi sıfât-ı fiiliyenin merci ve mizanıdır.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اع۟بُدُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُم۟ وَ الَّذٖينَ مِن۟ قَب۟لِكُم۟ لَعَلَّكُم۟ تَتَّقُونَ ۝ اَلَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ ال۟اَر۟ضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَن۟زَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخ۟رَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِز۟قًا لَكُم۟ فَلَا تَج۟عَلُوا لِلّٰهِ اَن۟دَادًا وَ اَن۟تُم۟ تَع۟لَمُونَ ==
== يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اع۟بُدُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُم۟ وَ الَّذٖينَ مِن۟ قَب۟لِكُم۟ لَعَلَّكُم۟ تَتَّقُونَ ۝ اَلَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ ال۟اَر۟ضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَن۟زَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخ۟رَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِز۟قًا لَكُم۟ فَلَا تَج۟عَلُوا لِلّٰهِ اَن۟دَادًا وَ اَن۟تُم۟ تَع۟لَمُونَ ==
2.511. satır: 2.511. satır:
تَع۟لَمُونَ ye bir mef’ulün terki, çok mef’ullerin takdirine sebep olmuştur. Demek, îcaz ve ihtisarı yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken daha ziyade itnaba, tatvile sebep olmuştur. Yani Allah’tan başka mabudunuz olmadığını, hâlıkınızın bulunmadığını, başka bir kādir-i mutlak olmadığını ve mün’iminizin bulunmadığını bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kādir olmayıp onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir.
تَع۟لَمُونَ ye bir mef’ulün terki, çok mef’ullerin takdirine sebep olmuştur. Demek, îcaz ve ihtisarı yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken daha ziyade itnaba, tatvile sebep olmuştur. Yani Allah’tan başka mabudunuz olmadığını, hâlıkınızın bulunmadığını, başka bir kādir-i mutlak olmadığını ve mün’iminizin bulunmadığını bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kādir olmayıp onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== '''NÜBÜVVET HAKKINDA''' ==
== '''NÜBÜVVET HAKKINDA''' ==
2.730. satır: 2.730. satır:
Buna binaen bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garib meselelerden bahsetmek; onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir fayda vermezdi.
Buna binaen bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garib meselelerden bahsetmek; onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir fayda vermezdi.


Mesela, Kur’an-ı Kerîm “Ey insanlar! Şemsin sükûnuna, arzın hareketine (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:<nowiki><br></nowiki>
Mesela, Kur’an-ı Kerîm “Ey insanlar! Şemsin sükûnuna, arzın hareketine (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:<br>


Şemsin yerinde mevlevîvari yaptığı semavî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek, şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.<nowiki><br></nowiki>
Şemsin yerinde mevlevîvari yaptığı semavî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek, şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.<br>


'''Said Nursî<nowiki><br></nowiki>'''
'''Said Nursî<br>'''


Muhterem müellif, diğer bir risalesinde şöyle diyor:<nowiki><br></nowiki>
Muhterem müellif, diğer bir risalesinde şöyle diyor:<br>


Evet güneş bir meyvedardır, silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri<nowiki><br></nowiki>
Evet güneş bir meyvedardır, silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri<br>


Eğer sükûnuyla sükûnet eylese cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.<nowiki><br></nowiki>
Eğer sükûnuyla sükûnet eylese cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.<br>


'''Mütercim''' </ref>) ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i İlahiyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevk etmiş olurdu. Çünkü hiss-i zâhirîye muhaliftir. Maahâzâ on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek, makam-ı irşada muhalif olduğu gibi ruh-u belâgatla da kabil-i telif değildir.
'''Mütercim''' </ref>) ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i İlahiyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevk etmiş olurdu. Çünkü hiss-i zâhirîye muhaliftir. Maahâzâ on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek, makam-ı irşada muhalif olduğu gibi ruh-u belâgatla da kabil-i telif değildir.
2.750. satır: 2.750. satır:
Fakat Kur’an-ı Kerîm, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emarelerin vaz’ıyla, hakikatlere işaretler yapmıştır. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Mu’cizat-ı Kur’aniye risale-i nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş.  
Fakat Kur’an-ı Kerîm, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emarelerin vaz’ıyla, hakikatlere işaretler yapmıştır. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Mu’cizat-ı Kur’aniye risale-i nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş.  


<nowiki><br></nowiki>
<br>


'''Mütercim''' </ref>)
'''Mütercim''' </ref>)
2.786. satır: 2.786. satır:
'''Sual:''' İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret etmesi lâzım bir mu’cize iken âlemce o kadar şöhret bulmamıştır. Esbabı nedir?
'''Sual:''' İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret etmesi lâzım bir mu’cize iken âlemce o kadar şöhret bulmamıştır. Esbabı nedir?


'''Cevap:''' Matla’ların ihtilafı ve havanın bulutlu olmasının ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın âni olması gibi esbabdan dolayı, herkesçe o vak’anın görünmesi ve malûm olması lâzım gelmez. Maahâzâ Hicaz matlaıyla matla’ları bir olan yerlerde, o gece yollarda bulunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua geldiği hakkında çok rivayetler vardır. (*<ref>* Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Bey’in evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla müellif Bediüzzaman’ın esaretine rast gelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve hârikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehit olarak kanlarının dökülmesine hârika bir işarettir.<nowiki><br></nowiki>
'''Cevap:''' Matla’ların ihtilafı ve havanın bulutlu olmasının ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın âni olması gibi esbabdan dolayı, herkesçe o vak’anın görünmesi ve malûm olması lâzım gelmez. Maahâzâ Hicaz matlaıyla matla’ları bir olan yerlerde, o gece yollarda bulunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua geldiği hakkında çok rivayetler vardır. (*<ref>* Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Bey’in evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla müellif Bediüzzaman’ın esaretine rast gelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve hârikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehit olarak kanlarının dökülmesine hârika bir işarettir.<br>


Said’in küçük kardeşi, yirmi senelik talebesi<nowiki><br></nowiki>
Said’in küçük kardeşi, yirmi senelik talebesi<br>


'''Abdülmecid'''
'''Abdülmecid'''


<nowiki><br></nowiki>
<br>


Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın kuyruğunu müellif Bediüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor.<nowiki><br></nowiki>
Ve keza bu nakış, başı kesilmiş bir yılanın kuyruğunu müellif Bediüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti andırıyor.<br>


Eski Said’in ehemmiyetli talebesi<nowiki><br></nowiki>
Eski Said’in ehemmiyetli talebesi<br>


'''Hamza''' </ref>)
'''Hamza''' </ref>)
3.100. satır: 3.100. satır:
Yani “Siz cehennemliksiniz zira kâfirlerdensiniz. Cehennem de kâfirler içindir.”
Yani “Siz cehennemliksiniz zira kâfirlerdensiniz. Cehennem de kâfirler içindir.”


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُم۟ جَنَّاتٍ تَج۟رٖى مِن۟ تَح۟تِهَا ال۟اَن۟هَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِن۟هَا مِن۟ ثَمَرَةٍ رِز۟قًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِق۟نَا مِن۟ قَب۟لُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَلَهُم۟ فٖيهَٓا اَز۟وَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُم۟ فٖيهَا خَالِدُونَ ==
== وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُم۟ جَنَّاتٍ تَج۟رٖى مِن۟ تَح۟تِهَا ال۟اَن۟هَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِن۟هَا مِن۟ ثَمَرَةٍ رِز۟قًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِق۟نَا مِن۟ قَب۟لُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَلَهُم۟ فٖيهَٓا اَز۟وَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُم۟ فٖيهَا خَالِدُونَ ==
3.133. satır: 3.133. satır:
Evet mademki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemeyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra kötü insanlar: وَام۟تَازُوا ال۟يَو۟مَ اَيُّهَا ال۟مُج۟رِمُونَ ''“Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz!”'' diye olan tüy ürpertici, sâıkavari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi insanlar da فَاد۟خُلُوهَا خَالِدٖينَ ''“Daimî kalmak üzere cennete giriniz.”'' diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır. İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle cehennemin; iyiliği, hayrı, nef’i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle cennetin teçhizatları ikmal edilecektir.
Evet mademki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemeyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra kötü insanlar: وَام۟تَازُوا ال۟يَو۟مَ اَيُّهَا ال۟مُج۟رِمُونَ ''“Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz!”'' diye olan tüy ürpertici, sâıkavari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi insanlar da فَاد۟خُلُوهَا خَالِدٖينَ ''“Daimî kalmak üzere cennete giriniz.”'' diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır. İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle cehennemin; iyiliği, hayrı, nef’i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle cennetin teçhizatları ikmal edilecektir.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


'''MUKADDİME'''
'''MUKADDİME'''
3.361. satır: 3.361. satır:
Yani ''“Onlar da ezvacları da cennet de cennetin lezaizi de hep ebedîdirler.”''
Yani ''“Onlar da ezvacları da cennet de cennetin lezaizi de hep ebedîdirler.”''


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== اِنَّ اللّٰهَ لَا يَس۟تَح۟يٖٓى اَن۟ يَض۟رِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَو۟قَهَا فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ مِن۟ رَبِّهِم۟ وَ اَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا وَ يَه۟دٖى بِهٖ كَثٖيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ ۝ اَلَّذٖينَ يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ مِن۟ بَع۟دِ مٖيثَاقِهٖ وَ يَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ وَ يُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ اُولٰٓئِكَ هُمُ ال۟خَاسِرُونَ ==
== اِنَّ اللّٰهَ لَا يَس۟تَح۟يٖٓى اَن۟ يَض۟رِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَو۟قَهَا فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ مِن۟ رَبِّهِم۟ وَ اَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا وَ يَه۟دٖى بِهٖ كَثٖيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ ۝ اَلَّذٖينَ يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ مِن۟ بَع۟دِ مٖيثَاقِهٖ وَ يَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ وَ يُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ اُولٰٓئِكَ هُمُ ال۟خَاسِرُونَ ==
3.394. satır: 3.394. satır:
İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden Cenab-ı Hakk’ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: “Allah celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?”
İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden Cenab-ı Hakk’ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: “Allah celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?”


Acaba o süfeha takımı; Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şâmil, muhit olduklarını bilmezler mi? Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın azametine mikyas ancak mecmu âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz! Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki eşcar kalem, denizler mürekkep olsa o kelimatı yazıp bitiremezler. (Hâşiye)[[İşaratü'l-İ'caz 21.6.23-a1 (syf 233).html#footnote-003|10]]
Acaba o süfeha takımı; Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şâmil, muhit olduklarını bilmezler mi? '''Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın azametine mikyas ancak mecmu âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz!''' Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki eşcar kalem, denizler mürekkep olsa o kelimatı yazıp bitiremezler. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu mealdeki âyette bir mübalağa, bir müzayede görünür. Fakat hakikate, vakıa bakılırsa ziyadelik yoktur. Çünkü “kelime” bir manayı ifade eden şeye denir. Amma nahvîlerin lafız ile takyid ve tahsis ettikleri, onlara mahsus bir ıstılahtır. Evet biri kāl, diğeri hal olmak üzere iki lisan vardır. Lisan-ı kālin kelimatı elfaz ise lisan-ı halin kelimatı da ahvaldir. Binaenaleyh kudsî şairin<br>
 
وَفِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ
 
<br>
 
dediği gibi; kitab-ı kebir-i kâinatta yaratılan herhangi bir şey, Hâlık’ın azametine delâlet eden bir kelime-i haliyedir.<br>
 
Eşcar ile denizler, kâinat kitabında mevcud kelimat-ı haliyelerin yazılmasına kâfi geldiği takdirde, o denizlerin katreleri, o ağaçların zerreleri birer halî kelime olduğundan, onların da yazılması için mürekkep, kalem lâzımdır. Öyle ise onlar için de onlar kadar başka eşcar ve denizler lâzımdır. Ve hâkeza her bir birincinin katreleri ve kelimatı yazıldıktan sonra, ona da onun kadar ikinci birtakım eşcar ve denizler lâzımdır. Hal böylece ilâ gayrı’n-nihaye teselsül eder gider. Cenab-ı Hakk’ın kelimatı, yani Cenab-ı Hakk’ın azametine delâlet eden kelimat-ı haliyesi bitmez. Demek hakikatte  اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّى وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِـه۪ مَدَدًا  âyetinin ifâde ettiği mânâda hiçbir cihetle mübâlağa, müzâyede yoktur, belki tenâkus vardır.<br>
 
Mütercim
 
<br>
 
'''Abdülmecîd'''</ref>)


Mesela şems; âkıl, ihtiyar ve irade sahibi farz edilse ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı “Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi?” diye itiraz edilebilir mi? Hâşâ! Şemsin azametine bir nakîse gelir mi? Yok.
Mesela şems; âkıl, ihtiyar ve irade sahibi farz edilse ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı “Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi?” diye itiraz edilebilir mi? Hâşâ! Şemsin azametine bir nakîse gelir mi? Yok.
3.404. satır: 3.418. satır:
'''Hülâsa:''' Zerre gibi küçük şeyler veya âdi fiiller, Hâlık’ın halkıyla vücuda geldikleri için onun daire-i ilminde dâhil oldukları bedihîdir. Bu itibarla onlardan bahsetmekte bilbedahe müşahat (münakaşa etmek) yoktur. Kur’an-ı Kerîm اَلَا يَع۟لَمُ مَن۟ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطٖيفُ ال۟خَبٖيرُ âyetiyle bu sırra işaret etmiştir. Yani halk eden Hâlık, mahlukunu bilmez mi ve bilmemesinin imkânı var mı? Öyle ise mahlukundan ne için bahsetmesin, ne için mahlukuyla konuşmasın?
'''Hülâsa:''' Zerre gibi küçük şeyler veya âdi fiiller, Hâlık’ın halkıyla vücuda geldikleri için onun daire-i ilminde dâhil oldukları bedihîdir. Bu itibarla onlardan bahsetmekte bilbedahe müşahat (münakaşa etmek) yoktur. Kur’an-ı Kerîm اَلَا يَع۟لَمُ مَن۟ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطٖيفُ ال۟خَبٖيرُ âyetiyle bu sırra işaret etmiştir. Yani halk eden Hâlık, mahlukunu bilmez mi ve bilmemesinin imkânı var mı? Öyle ise mahlukundan ne için bahsetmesin, ne için mahlukuyla konuşmasın?


İkinci Mugalata: Onlar “Kur’an’ın üslupları ve şivesi altında bir insanın timsali görünür.” diyorlar. Çünkü Kur’an’da bahsedilen âdi işler ve hakir şeyler, insanların arasında yapılan muhavere ve konuşmalar gibidir.
'''İkinci Mugalata:''' Onlar “Kur’an’ın üslupları ve şivesi altında bir insanın timsali görünür.” diyorlar. Çünkü Kur’an’da bahsedilen âdi işler ve hakir şeyler, insanların arasında yapılan muhavere ve konuşmalar gibidir.


Bu cahil herifler bilmezler mi ki söylenilen bir kelâm, bir cihetten mütekellimine bakarsa birkaç cihetten de muhatabına bakar. Çünkü muhatabın ahvalini nazara almak lâzımdır ki söylenilen söz o ahvalin iktizası üzerine söylensin. Binaenaleyh Kur’an’ın muhatabı beşerdir. Kur’an’ın maksadı da tefhimdir. Yani beşerin bilmediği şeyleri bildirmektir. Buna binaendir ki belâgatın iktizası üzerine Kur’an, beşerin hissiyatıyla memzuç olan üsluplarını giyer ve şivesiyle söyler ki beşerin fehmi söylenilen sözden tevahhuş edip ürkmesin.
Bu cahil herifler bilmezler mi ki söylenilen bir kelâm, bir cihetten mütekellimine bakarsa birkaç cihetten de muhatabına bakar. Çünkü muhatabın ahvalini nazara almak lâzımdır ki söylenilen söz o ahvalin iktizası üzerine söylensin. Binaenaleyh Kur’an’ın muhatabı beşerdir. Kur’an’ın maksadı da tefhimdir. Yani beşerin bilmediği şeyleri bildirmektir. Buna binaendir ki belâgatın iktizası üzerine Kur’an, beşerin hissiyatıyla memzuç olan üsluplarını giyer ve şivesiyle söyler ki beşerin fehmi söylenilen sözden tevahhuş edip ürkmesin.
3.414. satır: 3.428. satır:
'''Cevap:''' Bazı şeylerde veya işlerde görünen hakaret, çirkinlik eşyanın mülk cihetine aittir. Yani dış yüzüne nâzırdır ve bizim nazarımızda öyle görünür. Ve bunun için eşya ile yed-i kudret arasına perde olarak esbab-ı zâhiriye vaz’edilmiştir ki sathî nazarımızda yed-i kudretin o gibi eşya ile mübaşereti görünmesin. Fakat melekût ciheti yani içyüzü ise şeffaf ve yüksektir. Kudretin taalluk ettiği bu cihette, hiçbir şey kudretin taallukundan hariç değildir.
'''Cevap:''' Bazı şeylerde veya işlerde görünen hakaret, çirkinlik eşyanın mülk cihetine aittir. Yani dış yüzüne nâzırdır ve bizim nazarımızda öyle görünür. Ve bunun için eşya ile yed-i kudret arasına perde olarak esbab-ı zâhiriye vaz’edilmiştir ki sathî nazarımızda yed-i kudretin o gibi eşya ile mübaşereti görünmesin. Fakat melekût ciheti yani içyüzü ise şeffaf ve yüksektir. Kudretin taalluk ettiği bu cihette, hiçbir şey kudretin taallukundan hariç değildir.


Evet, azamet-i İlahiye esbab-ı zâhiriyenin vaz’ını iktiza ettiği gibi vahdet ve izzet-i İlahiye de kudretin bütün eşyaya şümulünü ve kelâmın her şeye ihatasını iktiza ederler. Maahâzâ bir zerre üstünde zerreler ile yazılan bir Kur’an, sahife-i semada yıldızlar ile yazılacak Kur’an’dan hüsün ve güzellikte aşağı değildir. Ve keza (Hâşiye-1)[[İşaratü'l-İ'caz 21.6.23-a1 (syf 233).html#footnote-002|11]]<nowiki/>bir sivrisineğin yaratılışı, sanatça filin hilkatinden dûn değildir.
Evet, azamet-i İlahiye esbab-ı zâhiriyenin vaz’ını iktiza ettiği gibi vahdet ve izzet-i İlahiye de kudretin bütün eşyaya şümulünü ve kelâmın her şeye ihatasını iktiza ederler. Maahâzâ bir zerre üstünde zerreler ile yazılan bir Kur’an, sahife-i semada yıldızlar ile yazılacak Kur’an’dan hüsün ve güzellikte aşağı değildir. Ve keza (Hâşiye-1<ref>'''Hâşiye-1:''' Sivrisineğin başında mızrak gibi bir hortum vardır. Filin başına konar, hortumunu filin hortumuna batırır, fil kaçmaya başlar, hiçbir suretle elinden kurtulamaz. Demek Cenab-ı Hak, sivrisineği file galip ve hâkim kılmıştır. Binaenaleyh hilkatçe dûn ise de cesaret hususunda faiktir.<br>
 
Mütercim<br>
 
Abdülmecid </ref>) bir sivrisineğin yaratılışı, sanatça filin hilkatinden dûn değildir.


Kelâm sıfatı da aynen kudret sıfatı gibidir. Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir feylesofla konuşmaktan aşağı değildir.
Kelâm sıfatı da aynen kudret sıfatı gibidir. Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir feylesofla konuşmaktan aşağı değildir.
3.420. satır: 3.438. satır:
'''Sual:''' Şu temsillerde görünen hakaret-i zâhiriye neye aittir?
'''Sual:''' Şu temsillerde görünen hakaret-i zâhiriye neye aittir?


'''Cevap:''' O gibi haller temsil getirene ait değildir ancak mümessel-i lehe aittir. Yani kime ve ne şeye temsil getirilmişse ona aittir. Zaten kelâmın güzelliği, belâgatı; mümessel-i lehe mutabakatı nisbetindedir. Evet, bir padişah bir çobana, çobanlara mahsus bir abâ, bir palto ve kelbine de bir kemik verirse “Padişah iyi yapmadı.” diye kimse itiraz edemez. Çünkü her şeyi lâyıkına vermiştir. Binaenaleyh mümessel-i leh ne kadar hakir olursa temsili de o kadar hakir olur ve ne kadar büyük olursa temsili de o kadar büyük olur. Evet sanemler pek âdi, hakir olduklarından Cenab-ı Hak, sineği (Hâşiye-2)[[İşaratü'l-İ'caz 21.6.23-a1 (syf 233).html#footnote-001|12]]<nowiki/>onlara musallat kılmıştır ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki نَس۟جُ ال۟عَن۟كَبُوتِ ile yani örümceğin ağıyla tabir edilmiştir.
'''Cevap:''' O gibi haller temsil getirene ait değildir ancak mümessel-i lehe aittir. Yani kime ve ne şeye temsil getirilmişse ona aittir. Zaten kelâmın güzelliği, belâgatı; mümessel-i lehe mutabakatı nisbetindedir. Evet, bir padişah bir çobana, çobanlara mahsus bir abâ, bir palto ve kelbine de bir kemik verirse “Padişah iyi yapmadı.” diye kimse itiraz edemez. Çünkü her şeyi lâyıkına vermiştir. Binaenaleyh mümessel-i leh ne kadar hakir olursa temsili de o kadar hakir olur ve ne kadar büyük olursa temsili de o kadar büyük olur. Evet sanemler pek âdi, hakir olduklarından Cenab-ı Hak, sineği (Hâşiye-2<ref>'''Hâşiye-2:''' Bir a'rabînin taptığı bir sanemi varmış. Bir gün ibâdete gitmiş. Bakmış ki, bir tilki sanemin başına bevletmiş. Bu hâli görünce, اَرَبٌّ يَبُولُ الثَّعْلَبَانُ بِرَاْسِهِ demekle, sanemi kırmış atmış. Demek sanemlerin hakaretinden, yalnız sinekler değil, tilkiler de başlarına çıkar, telvîs eder.<br>
 
Mütercim<br>
 
'''Abdülmecîd'''</ref>) onlara musallat kılmıştır ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki نَس۟جُ ال۟عَن۟كَبُوتِ ile yani örümceğin ağıyla tabir edilmiştir.


Üçüncü Mugalata: Onlar diyorlar ki: “Hakikati izhar etmekte aczi îma eden bu gibi temsilata ne ihtiyaç vardır?”
'''Üçüncü Mugalata:''' Onlar diyorlar ki: “Hakikati izhar etmekte aczi îma eden bu gibi temsilata ne ihtiyaç vardır?”


Cevap: Kur’an’ı inzal etmekten maksat, cumhur-u nâsı irşad etmektir. Cumhur ise avamdır. Avam-ı nâs, çıplak olan hakaiki göremez; ülfet peyda etmedikleri akliyat-ı mahzayı ve mücerredatı fehimleri alamaz. Bunun için Cenab-ı Hak, lütuf ve ihsanıyla hakikatleri onların ülfet ettikleri bir libas ile bir şive ile göstermiştir ki tevahhuş edip ürkmesinler. Bu bahis, müteşabihat bahsinde geçmiştir.
'''Cevap:''' Kur’an’ı inzal etmekten maksat, cumhur-u nâsı irşad etmektir. Cumhur ise avamdır. Avam-ı nâs, çıplak olan hakaiki göremez; ülfet peyda etmedikleri akliyat-ı mahzayı ve mücerredatı fehimleri alamaz. Bunun için Cenab-ı Hak, lütuf ve ihsanıyla hakikatleri onların ülfet ettikleri bir libas ile bir şive ile göstermiştir ki tevahhuş edip ürkmesinler. Bu bahis, müteşabihat bahsinde geçmiştir.


Bu âyetin cümleleri arasındaki irtibata gelelim:
'''Bu âyetin cümleleri arasındaki irtibata gelelim:'''


Evet اِنَّ اللّٰهَ لَا يَس۟تَح۟يٖٓى اَن۟ يَض۟رِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَو۟قَهَا cümlesi onların îrad ettikleri aşağıdaki müteselsil itirazları reddediyor.
Evet اِنَّ اللّٰهَ لَا يَس۟تَح۟يٖٓى اَن۟ يَض۟رِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَو۟قَهَا cümlesi onların îrad ettikleri aşağıdaki müteselsil itirazları reddediyor.
3.468. satır: 3.490. satır:
فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ مِن۟ رَبِّهِم۟
فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ مِن۟ رَبِّهِم۟


Bu cümleyi evvelki cümle ile bağlayan alâkaya gelince:
'''Bu cümleyi evvelki cümle ile bağlayan alâkaya gelince:'''


Evvelki cümledeki hükmü ispat için bu cümle, bir delilin yolunu gösteriyor ve zihne gelen vehimleri de def’ediyor. Şöyle ki:
Evvelki cümledeki hükmü ispat için bu cümle, bir delilin yolunu gösteriyor ve zihne gelen vehimleri de def’ediyor. Şöyle ki:
3.482. satır: 3.504. satır:
وَاَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا
وَاَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا


Bu cümlenin evvelki cümle ile cihet-i irtibatı:
'''Bu cümlenin evvelki cümle ile cihet-i irtibatı:'''


Evet, temsilat-ı Kur’aniyedeki hikmeti fehmetmek için Allah canibinden nur-u imanla bakmak lâzım olduğuna evvelki cümle ile işaret edilmiştir. Bu cümlede ise mezkûr temsilattaki hikmetin adem-i fehmini intac eden ve aynı zamanda evham ve bahaneler yuvasına giden yol gösterilmiştir. Şöyle ki:
Evet, temsilat-ı Kur’aniyedeki hikmeti fehmetmek için Allah canibinden nur-u imanla bakmak lâzım olduğuna evvelki cümle ile işaret edilmiştir. Bu cümlede ise mezkûr temsilattaki hikmetin adem-i fehmini intac eden ve aynı zamanda evham ve bahaneler yuvasına giden yol gösterilmiştir. Şöyle ki:
3.516. satır: 3.538. satır:
وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ
وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ


Bu cümlenin mâkabliyle münasebeti:
'''Bu cümlenin mâkabliyle münasebeti:'''


Evet, Kur’an-ı Kerîm يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا cümlesinde dalalete atılanlar kimler olduğunu beyan etmeyip mübhem bıraktığından sâmi’ korktu. “Acaba o dalalete atılanlar kimlerdir? Sebep nedir? Kur’an’ın nurundan zulmet nasıl geliyor?” diye sorduğu bu üç sual, şu cümle ile cevaplandırılmıştır ki: “Onlar, fâsıklardır. Dalalete atılmaları, fısklarının cezasıdır. Fısk sebebiyle, fâsıklar hakkında nur nâra, ziya zulmete inkılab eder.” Evet, şemsin ziyasıyla pis maddeler taaffün eder, kokar, berbat olur.
Evet, Kur’an-ı Kerîm يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا cümlesinde dalalete atılanlar kimler olduğunu beyan etmeyip mübhem bıraktığından sâmi’ korktu. “Acaba o dalalete atılanlar kimlerdir? Sebep nedir? Kur’an’ın nurundan zulmet nasıl geliyor?” diye sorduğu bu üç sual, şu cümle ile cevaplandırılmıştır ki: “Onlar, fâsıklardır. Dalalete atılmaları, fısklarının cezasıdır. Fısk sebebiyle, fâsıklar hakkında nur nâra, ziya zulmete inkılab eder.” Evet, şemsin ziyasıyla pis maddeler taaffün eder, kokar, berbat olur.
3.522. satır: 3.544. satır:
اَلَّذٖينَ يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ مِن۟ بَع۟دِ مٖيثَاقِهٖ وَيَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ وَيُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ
اَلَّذٖينَ يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ مِن۟ بَع۟دِ مٖيثَاقِهٖ وَيَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ وَيُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ


Bu cümlenin evvelki cümle ile vech-i nazmı:
'''Bu cümlenin evvelki cümle ile vech-i nazmı:'''


Evet bu cümle ile fısk, şerh ve beyan edilmiştir. Şöyle ki:
Evet bu cümle ile fısk, şerh ve beyan edilmiştir. Şöyle ki:


Fısk; haktan udûl, ayrılmak, hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terk etmektir. Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş’et eder.
'''Fısk; haktan udûl, ayrılmak, hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terk etmektir.''' Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş’et eder.


Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhûd-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.
Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhûd-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.


Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna fıskın birinci sıfatı olan
Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna '''fıskın birinci sıfatı''' olan يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ cümlesiyle işaret edilmiştir.


يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet, bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser atar. Evet, şehvet veya gazap haddini aşarsa ırz ve namuslar pâyimal olur, masumlar mahvolur. Buna da '''fıskın ikinci sıfatı''' olan وَيَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ cümlesiyle işaret edilmiştir.


Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet, bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser atar. Evet, şehvet veya gazap haddini aşarsa ırz ve namuslar pâyimal olur, masumlar mahvolur. Buna da fıskın ikinci sıfatı olan وَيَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza dünya nizamının bozulmasını intac edip fesat ve ihtilale sebebiyet veren iki ihtilalcidirler. Buna dahi '''fıskın üçüncü sıfatı''' olan وَيُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ cümlesiyle işaret edilmiştir.
 
Ve keza dünya nizamının bozulmasını intac edip fesat ve ihtilale sebebiyet veren iki ihtilalcidirler. Buna dahi fıskın üçüncü sıfatı olan وَيُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ cümlesiyle işaret edilmiştir.


Evet, fâsık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi itidali kaybedip safsatalara düşerse itikadata ait rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar.
Evet, fâsık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi itidali kaybedip safsatalara düşerse itikadata ait rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar.
3.550. satır: 3.570. satır:
Evvelki cümlede ahdi bozmak, sıla-i rahmi kesmek, arzda fesat yapmak gibi fâsıkın cinayetlerini korkunç bir şekilde söyledikten sonra, bu cümlede evvelki tehdit ve korkuyu tekid için fâsıkın cinayetlerinin netice ve cezasını şöyle beyan etmiştir: ''“O fâsıklar, âhiretlerini verip dünyayı aldıkları gibi hidayeti dalaletle tebdil eden kafasız adamlardır.”''
Evvelki cümlede ahdi bozmak, sıla-i rahmi kesmek, arzda fesat yapmak gibi fâsıkın cinayetlerini korkunç bir şekilde söyledikten sonra, bu cümlede evvelki tehdit ve korkuyu tekid için fâsıkın cinayetlerinin netice ve cezasını şöyle beyan etmiştir: ''“O fâsıklar, âhiretlerini verip dünyayı aldıkları gibi hidayeti dalaletle tebdil eden kafasız adamlardır.”''


Şimdi üçüncü vazifeye geldik. Yani bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin heyetlerinden bahsedeceğiz:
'''Şimdi üçüncü vazifeye geldik. Yani bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin heyetlerinden bahsedeceğiz:'''


Evvela bunu bilmek lâzımdır ki Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri ve âyetlerin cümleleri ve cümlelerin heyetleri; saniye, dakika, saatleri sayan saatin milleri gibidirler. Millerin her ikincisi birincisine yardım ettiği gibi bir âyet bir maksadı takip ettiği zaman, cümleleri de o maksadın etrafında dolaşırlar; cümlelerin heyetleri dahi cümlelerin izini takip ediyorlar. Vaziyetleri öyle bir noktaya gelir ki halleri, lisan-ı hal ile şu beyti okuyor:
Evvela bunu bilmek lâzımdır ki Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri ve âyetlerin cümleleri ve cümlelerin heyetleri; saniye, dakika, saatleri sayan saatin milleri gibidirler. Millerin her ikincisi birincisine yardım ettiği gibi bir âyet bir maksadı takip ettiği zaman, cümleleri de o maksadın etrafında dolaşırlar; cümlelerin heyetleri dahi cümlelerin izini takip ediyorlar. Vaziyetleri öyle bir noktaya gelir ki halleri, lisan-ı hal ile şu beyti okuyor:
3.582. satır: 3.602. satır:
Onların bu sözlerine müşakelet ve müşabehet nokta-i nazarından اَن۟ يَض۟رِبَ yerinde مِنَ ال۟مَثَلِ ال۟حَقٖيرِ denilmesi, müşabeheti saklamak için daha münasip olurdu. Fakat bu münasebetin nazara alınmaması, latîf bir üsluba işarettir ki: Temsiller, mühür veya imzalar gibi tasdik ve ispat içindir. Nasıl ki yazılan bir şey mühürlenmekle tasdik edilmiş olur, aynen bunun gibi söylenilen bir söz de bir misal ile tasdik ve ispat edilmiş olur.
Onların bu sözlerine müşakelet ve müşabehet nokta-i nazarından اَن۟ يَض۟رِبَ yerinde مِنَ ال۟مَثَلِ ال۟حَقٖيرِ denilmesi, müşabeheti saklamak için daha münasip olurdu. Fakat bu münasebetin nazara alınmaması, latîf bir üsluba işarettir ki: Temsiller, mühür veya imzalar gibi tasdik ve ispat içindir. Nasıl ki yazılan bir şey mühürlenmekle tasdik edilmiş olur, aynen bunun gibi söylenilen bir söz de bir misal ile tasdik ve ispat edilmiş olur.


Yahut اَن۟ يَض۟رِبَ ile paranın darbına îma edilmiştir. Yani temsillerin darbı ve darb-ı meseller, sikkenin darbı kadar kelâma kıymet veriyor. Yani nasıl ki sikke; gümüş ve altına kıymet veriyor, darb-ı meseller de kelâmlara o nisbette kıymet ve itibar veriyor.
Yahut اَن۟ يَض۟رِبَ ile paranın darbına îma edilmiştir. '''Yani temsillerin darbı ve darb-ı meseller, sikkenin darbı kadar kelâma kıymet veriyor.''' Yani nasıl ki sikke; gümüş ve altına kıymet veriyor, darb-ı meseller de kelâmlara o nisbette kıymet ve itibar veriyor.


Ve bu işaretle, vehimleri def’etmek için temsillerin güzel bir vasıta olduklarına ve temsillerin bid’a olmayıp belâgat sahasında işlek ve güzel bir cadde olduğuna îma edilmiştir. Evet durub-u emsal, malûm kaidelerdendir.
Ve bu işaretle, vehimleri def’etmek için temsillerin güzel bir vasıta olduklarına ve temsillerin bid’a olmayıp belâgat sahasında işlek ve güzel bir cadde olduğuna îma edilmiştir. Evet durub-u emsal, malûm kaidelerdendir.
3.630. satır: 3.650. satır:
'''Cevap:''' Fiil-i muzari teceddüd ve istimrara delâlet ettiğinden; yirmi üç sene devam eden nüzul-ü Kur’an’ın parça parça teceddüdü nisbetinde, onların zulmet-i küfriyelerine kat kat zulmetlerin ilâvesine sebebiyet verdiğine, mü’minlerin de nüzulün teceddüdü nisbetinde nur-u imanlarının derece derece yükselmesine bâis olduğuna işarettir. Ve keza bu cümle مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ ... الخ cümlesiyle işaret edilen istifhama cevap olduğu için her iki fırkanın vaziyetlerini beyan etmek icab etmiştir. Ve bu icaba binaen, masdara tercihen fiil zikredilmiştir. Yani bir fırkanın vaziyeti dalalet, ötekisinin de hidayettir.
'''Cevap:''' Fiil-i muzari teceddüd ve istimrara delâlet ettiğinden; yirmi üç sene devam eden nüzul-ü Kur’an’ın parça parça teceddüdü nisbetinde, onların zulmet-i küfriyelerine kat kat zulmetlerin ilâvesine sebebiyet verdiğine, mü’minlerin de nüzulün teceddüdü nisbetinde nur-u imanlarının derece derece yükselmesine bâis olduğuna işarettir. Ve keza bu cümle مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ ... الخ cümlesiyle işaret edilen istifhama cevap olduğu için her iki fırkanın vaziyetlerini beyan etmek icab etmiştir. Ve bu icaba binaen, masdara tercihen fiil zikredilmiştir. Yani bir fırkanın vaziyeti dalalet, ötekisinin de hidayettir.


كَثٖيرًا : Evvelki كَثٖيرًا den kemiyet ve adetçe çokluk irade edilmiştir. İkinci كَثٖيرًا den keyfiyet ve kıymetçe çokluk kasdedilmiştir. Ve aynı zamanda, Kur’an’ın nev-i beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir. Evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur’an’ın beşere karşı merhametli ve lütufkâr olduğunu gösterir. Ve keza bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla fazileti taşıyan az olsa da çok görünür.
كَثٖيرًا : Evvelki كَثٖيرًا den kemiyet ve adetçe çokluk irade edilmiştir. İkinci كَثٖيرًا den keyfiyet ve kıymetçe çokluk kasdedilmiştir. Ve aynı zamanda, Kur’an’ın nev-i beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir. Evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur’an’ın beşere karşı merhametli ve lütufkâr olduğunu gösterir. '''Ve keza bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla fazileti taşıyan az olsa da çok görünür.'''


وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ
وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ
3.666. satır: 3.686. satır:
'''Sual:''' Bir fâsıkın fıskıyla arzın müteessir olması akıldan uzaktır?
'''Sual:''' Bir fâsıkın fıskıyla arzın müteessir olması akıldan uzaktır?


'''Cevap:''' Mademki arzda nizam var, muvazene de olmalıdır. Hattâ nizam muvazeneye tabidir. Binaenaleyh bir makinenin dişleri arasına küçük bir şey düşerse makine müteessir olur, belki faaliyeti de durur. Veya faraza iki dağ bir teraziyle tartılır iken, terazi muvazi olduğu vakit bir gözüne bir ceviz ilâve edilirse muvazenesi bozulur. Dünyanın da manevî nizam makinesi böyledir. Mütemerrid bir fâsıkın fıskı, arzın muvazene-i maneviyesinin bozulmasına vesile olabilir.
'''Cevap:''' Mademki arzda nizam var, muvazene de olmalıdır. Hattâ nizam muvazeneye tabidir. Binaenaleyh bir makinenin dişleri arasına küçük bir şey düşerse makine müteessir olur, belki faaliyeti de durur. Veya faraza iki dağ bir teraziyle tartılır iken, terazi muvazi olduğu vakit bir gözüne bir ceviz ilâve edilirse muvazenesi bozulur. Dünyanın da manevî nizam makinesi böyledir. '''Mütemerrid bir fâsıkın fıskı, arzın muvazene-i maneviyesinin bozulmasına vesile olabilir.'''


اُولٰٓئِكَ هُمُ ال۟خَاسِرُونَ
اُولٰٓئِكَ هُمُ ال۟خَاسِرُونَ


<nowiki>:</nowiki> اُولٰٓئِكَ Üç şeyi ifade ediyor. Birisi ihzar, ikincisi mahsûsiyet, üçüncüsü uzaklıktır. Demek bu اُولٰٓئِكَ gaib olan o fâsıkları ihzar eder, mahsûs bir şekilde gösterir.
: اُولٰٓئِكَ Üç şeyi ifade ediyor. Birisi ihzar, ikincisi mahsûsiyet, üçüncüsü uzaklıktır. Demek bu اُولٰٓئِكَ gaib olan o fâsıkları ihzar eder, mahsûs bir şekilde gösterir.


'''Sual:''' Onların ihzarını icab eden sebep nedir?
'''Sual:''' Onların ihzarını icab eden sebep nedir?
3.684. satır: 3.704. satır:
اَل۟خَاسِرُونَ : Hasaretin mutlak bırakılması, yani bir şeyle takyid edilmemesi, hasaretin bütün envaına şâmil olduğuna işarettir. Mesela, vefa-i ahidde nakz ile hasaret ettiler; sıla-i rahimde kat’ ile, ıslahta ifsad ile, imanda küfür ile, saadet-i ebediyede şakavetle yaptıkları hasaretler gibi.
اَل۟خَاسِرُونَ : Hasaretin mutlak bırakılması, yani bir şeyle takyid edilmemesi, hasaretin bütün envaına şâmil olduğuna işarettir. Mesela, vefa-i ahidde nakz ile hasaret ettiler; sıla-i rahimde kat’ ile, ıslahta ifsad ile, imanda küfür ile, saadet-i ebediyede şakavetle yaptıkları hasaretler gibi.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== كَي۟فَ تَك۟فُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا فَاَح۟يَاكُم۟ ثُمَّ يُمٖيتُكُم۟ ثُمَّ يُح۟يٖيكُم۟ ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ ==
== كَي۟فَ تَك۟فُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا فَاَح۟يَاكُم۟ ثُمَّ يُمٖيتُكُم۟ ثُمَّ يُح۟يٖيكُم۟ ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ ==
3.691. satır: 3.711. satır:
Âyetlerin nazmına ait üç vecih, bu âyette de caridir:
Âyetlerin nazmına ait üç vecih, bu âyette de caridir:


Bu âyetin mâkabliyle irtibatı:
'''Bu âyetin mâkabliyle irtibatı:'''


Evet Kur’an-ı Kerîm, vaktâ ki insanları ibadete ve Allah’a iman etmeye davet etti. Ve imanın itikad edilecek esaslarıyla yapılacak hükümlerini icmalen, delillerine işareten zikretti. Evvelce mücmelen işaret edilen delilleri tazammun eden nimetlerin ta’dadıyla, bu âyette de zikretmeye avdet etti.
Evet Kur’an-ı Kerîm, vaktâ ki insanları ibadete ve Allah’a iman etmeye davet etti. Ve imanın itikad edilecek esaslarıyla yapılacak hükümlerini icmalen, delillerine işareten zikretti. Evvelce mücmelen işaret edilen delilleri tazammun eden nimetlerin ta’dadıyla, bu âyette de zikretmeye avdet etti.


Evet bu âyetle, en büyük nimet olan hayata işaret edilmiştir.
Evet bu âyetle, en büyük nimet olan '''hayat'''a işaret edilmiştir.


İkinci âyetle, beka nimetine işaret edilmiştir. Evet, semavat ve arzın tanzimatı, hayatın kemal ve saadetini temin eder.
İkinci âyetle, '''beka''' nimetine işaret edilmiştir. Evet, semavat ve arzın tanzimatı, hayatın kemal ve saadetini temin eder.


Üçüncü âyetle, beşerin kâinat üzerine tafdil ve tekrimine işarettir.
Üçüncü âyetle, '''beşerin kâinat üzerine tafdil ve tekrimine''' işarettir.


Dördüncü âyetle, beşere talim-i ilim nimetine işaret yapılmıştır.
Dördüncü âyetle, '''beşere talim-i ilim''' nimetine işaret yapılmıştır.


Bu nimetlerin suretine, yani nimet oldukları cihete bakılırsa; inayet-i İlahiyeye delil oldukları gibi ibadete de delildirler. Çünkü nimetleri verene şükür, vâcibdir; küfran-ı nimet, aklen de haramdır. Eğer o nimetlerin hakikatlerine bakılırsa mebde ve meâdi ispat eden delillerdir.
Bu nimetlerin suretine, yani nimet oldukları cihete bakılırsa; inayet-i İlahiyeye delil oldukları gibi ibadete de delildirler. Çünkü nimetleri verene şükür, vâcibdir; küfran-ı nimet, aklen de haramdır. Eğer o nimetlerin hakikatlerine bakılırsa mebde ve meâdi ispat eden delillerdir.
3.707. satır: 3.727. satır:
Ve keza bu âyet, geçen kâfir ve münafıkların bahsine de nâzırdır. Onun için taaccübü ifade etmekle inkârı tazammun eden كَي۟فَ ile yapılan istifham, onların tehditlerine işarettir.
Ve keza bu âyet, geçen kâfir ve münafıkların bahsine de nâzırdır. Onun için taaccübü ifade etmekle inkârı tazammun eden كَي۟فَ ile yapılan istifham, onların tehditlerine işarettir.


Şimdi bu cümlelerin aralarındaki irtibat ve münasebetlerden bahsedeceğiz:
'''Şimdi bu cümlelerin aralarındaki irtibat ve münasebetlerden bahsedeceğiz:'''


Evet Kur’an-ı Kerîm, evvelce gaibane yaptığı hikâyeden sonra, burada hitaba başladı. Bu da belâgatça malûm bir nükte içindir. Şöyle ki:
Evet Kur’an-ı Kerîm, evvelce gaibane yaptığı hikâyeden sonra, burada hitaba başladı. Bu da belâgatça malûm bir nükte içindir. Şöyle ki:
3.717. satır: 3.737. satır:
وَكُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا فَاَح۟يَاكُم۟ ثُمَّ يُمٖيتُكُم۟ ثُمَّ يُح۟يٖيكُم۟ ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ
وَكُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا فَاَح۟يَاكُم۟ ثُمَّ يُمٖيتُكُم۟ ثُمَّ يُح۟يٖيكُم۟ ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ


olan âyet-i kerîme ile beş düğümlü, müretteb o silsile-i acibeye işaret etmiştir. Biz de o beş düğümü, beş meselede hall ve beyan edeceğiz.
olan âyet-i kerîme ile beş düğümlü, müretteb o silsile-i acibeye işaret etmiştir. Biz de o beş düğümü, '''beş mesele'''de hall ve beyan edeceğiz.


'''BİRİNCİ MESELE:''' كُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا ukdesini, düğümünü açıyor. Şöyle ki:
'''BİRİNCİ MESELE:''' كُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا ukdesini, düğümünü açıyor. Şöyle ki:
3.747. satır: 3.767. satır:
Evet, mevtin de hayat gibi mahluk olduğuna, mevtin idam ve adem-i mahz olmadığına delâlet eder. Mevt ancak ruhun ceset kafesinden çıkmasıyla tebdil-i mekân etmesinden ibarettir. Ve keza nev-i beşerde mevcud emarat ve işarat-ı kesîreden kat’iyetle anlaşılır ki insan öldükten sonra bir şeyi bâki kalır, o şeyi de ancak ruhtur. Demek ruhun bekası, hâsse-i zatiyedir. Bu hâsse-i zatiyenin bir fertte mevcud olması, nev’in tamamında mevcud olmasını istilzam etmekle; mûcibe-i cüz’iyenin mûcibe-i külliye hükmünde olduğuna bir misal teşkil ediyor.
Evet, mevtin de hayat gibi mahluk olduğuna, mevtin idam ve adem-i mahz olmadığına delâlet eder. Mevt ancak ruhun ceset kafesinden çıkmasıyla tebdil-i mekân etmesinden ibarettir. Ve keza nev-i beşerde mevcud emarat ve işarat-ı kesîreden kat’iyetle anlaşılır ki insan öldükten sonra bir şeyi bâki kalır, o şeyi de ancak ruhtur. Demek ruhun bekası, hâsse-i zatiyedir. Bu hâsse-i zatiyenin bir fertte mevcud olması, nev’in tamamında mevcud olmasını istilzam etmekle; mûcibe-i cüz’iyenin mûcibe-i külliye hükmünde olduğuna bir misal teşkil ediyor.


Binaenaleyh mevt, hayat gibi bir mu’cize-i kudrettir. Yoksa hayat şartları bulunmadığından ademin dairesine girmiş değildir.
'''Binaenaleyh mevt, hayat gibi bir mu’cize-i kudrettir. Yoksa hayat şartları bulunmadığından ademin dairesine girmiş değildir.'''


'''Sual:''' Ölüm nasıl nimet olur ve ne suretle nimetlerin sırasına dâhil edilmiştir?
'''Sual:''' Ölüm nasıl nimet olur ve ne suretle nimetlerin sırasına dâhil edilmiştir?
3.753. satır: 3.773. satır:
'''Cevap:'''
'''Cevap:'''


Evvela: Ölüm, saadet-i ebediyeye mukaddimedir; bu itibarla nimet sayılabilir. Çünkü nimetin mukaddimesi de nimettir. Nitekim vâcibin mukaddimesi vâcib, haramın mukaddimesi haramdır.
'''Evvela:''' Ölüm, saadet-i ebediyeye mukaddimedir; bu itibarla nimet sayılabilir. Çünkü nimetin mukaddimesi de nimettir. Nitekim vâcibin mukaddimesi vâcib, haramın mukaddimesi haramdır.


Sâniyen: Ölüm, muzır hayvanlarla dolu bir hapisten geniş bir sahraya çıkmak gibidir. Binaenaleyh ruh, ceset kafesinden çıkarsa necat bulur.
'''Sâniyen:''' Ölüm, muzır hayvanlarla dolu bir hapisten geniş bir sahraya çıkmak gibidir. Binaenaleyh ruh, ceset kafesinden çıkarsa necat bulur.


Sâlisen: Ölüm olmasaydı küre-i arz, nev-i beşeri istiab edemezdi ve nev-i beşer müthiş perişaniyetlere maruz kalırdı.
'''Sâlisen:''' Ölüm olmasaydı küre-i arz, nev-i beşeri istiab edemezdi ve nev-i beşer müthiş perişaniyetlere maruz kalırdı.


Râbian: İhtiyarlık yüzünden öyle bir dereceye gelenler var ki tekâlif-i hayatiyeye kādir olamaz, daima ölümünü isterler.
'''Râbian:''' İhtiyarlık yüzünden öyle bir dereceye gelenler var ki tekâlif-i hayatiyeye kādir olamaz, daima ölümünü isterler.


İşte bunun için ölüm nimettir.
İşte bunun için ölüm nimettir.
3.789. satır: 3.809. satır:
Demek bir zîhayatın cesedi, birinci inkılabın birinci vaziyetinden başlamak üzere daima teceddüd eder, tazelenir. Yani bir libastan, bir kıyafetten çıkar, daha güzel bir libasa bir kıyafete girer. Ve hâkeza böylece saadet-i ebediyeye mazhar oluncaya kadar devam eder. Binaen­alâhâzâ bir zîhayatın şu müteselsil vaziyetlerine bakan bir adam, nasıl inkâra cesaret edebilir?
Demek bir zîhayatın cesedi, birinci inkılabın birinci vaziyetinden başlamak üzere daima teceddüd eder, tazelenir. Yani bir libastan, bir kıyafetten çıkar, daha güzel bir libasa bir kıyafete girer. Ve hâkeza böylece saadet-i ebediyeye mazhar oluncaya kadar devam eder. Binaen­alâhâzâ bir zîhayatın şu müteselsil vaziyetlerine bakan bir adam, nasıl inkâra cesaret edebilir?


Şimdi mezkûr âyetteki cümlelerin heyetlerinden bahsedeceğiz:
'''Şimdi mezkûr âyetteki cümlelerin heyetlerinden bahsedeceğiz:'''


Birinci Cümle:
'''Birinci Cümle:'''


كَي۟فَ تَك۟فُرُونَ بِاللّٰهِ
كَي۟فَ تَك۟فُرُونَ بِاللّٰهِ
3.838. satır: 3.858. satır:


== هُوَ الَّذٖى خَلَقَ لَكُم۟ مَا فِى ال۟اَر۟ضِ جَمٖيعًا ثُمَّ اس۟تَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَب۟عَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ ==
== هُوَ الَّذٖى خَلَقَ لَكُم۟ مَا فِى ال۟اَر۟ضِ جَمٖيعًا ثُمَّ اس۟تَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَب۟عَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ ==
Bu âyetin sâbık âyetle cihet-i irtibatı:
'''Bu âyetin sâbık âyetle cihet-i irtibatı:'''


Evvelki âyette küfür ile küfran, delail-i enfüsiye ile inkâr edilmiştir. Bu âyette, delail-i âfakıyeye işaret edilmiştir. Ve keza evvelki âyette vücud ve hayat nimetlerine işaret edilmiş, bu âyette beka nimetine işaret edilmiştir. Ve keza evvelki âyette, Sâni’in vücuduna delil olmakla haşre bir mukaddime olduğuna işaret edilmiş; bu âyette ise âhiretin tahkikiyle şüphelerin izalesine işaret edilmiştir.
Evvelki âyette küfür ile küfran, delail-i enfüsiye ile inkâr edilmiştir. Bu âyette, delail-i âfakıyeye işaret edilmiştir. Ve keza evvelki âyette vücud ve hayat nimetlerine işaret edilmiş, bu âyette beka nimetine işaret edilmiştir. Ve keza evvelki âyette, Sâni’in vücuduna delil olmakla haşre bir mukaddime olduğuna işaret edilmiş; bu âyette ise âhiretin tahkikiyle şüphelerin izalesine işaret edilmiştir.
3.844. satır: 3.864. satır:
Evet, sanki onlar diyorlar ki: “İnsana bu kadar kıymet ve ehemmiyet verilmesi nereden ve neye binaendir? Ve Allah’ın yanında mevkii nedir ki onun için kıyameti koparıyor?”
Evet, sanki onlar diyorlar ki: “İnsana bu kadar kıymet ve ehemmiyet verilmesi nereden ve neye binaendir? Ve Allah’ın yanında mevkii nedir ki onun için kıyameti koparıyor?”


Onlara cevaben Kuran-ı Kerîm, bu âyetin işaretiyle diyor ki: “İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı semavat ve arz onun istifadesine mutî ve musahhar olmazdı. Ve keza insan ehemmiyetsiz olsaydı mahlukat onun için halk edilmezdi. Eğer insan ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olsa idi o vakit insan mahlukat için halk olunacaktı. Ve keza insanın Hâlık’ı yanında mevkii pek büyük olduğu içindir ki âlem-i dünyayı kendisi için değil, beşer için; beşeri de ibadeti için halk etmiştir.”
Onlara cevaben Kuran-ı Kerîm, bu âyetin işaretiyle diyor ki: “İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı semavat ve arz onun istifadesine mutî ve musahhar olmazdı. Ve keza insan ehemmiyetsiz olsaydı mahlukat onun için halk edilmezdi. Eğer insan ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olsa idi o vakit insan mahlukat için halk olunacaktı. '''Ve keza insanın Hâlık’ı yanında mevkii pek büyük olduğu içindir ki âlem-i dünyayı kendisi için değil, beşer için; beşeri de ibadeti için halk etmiştir.”'''


'''Hülâsa:''' İnsan mümtaz ve müstesnadır, hayvanlar gibi değildir. Onun için insan وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ cevherine bir sadef olmuştur.
'''Hülâsa:''' İnsan mümtaz ve müstesnadır, hayvanlar gibi değildir. Onun için insan وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ cevherine bir sadef olmuştur.


Bu âyetteki cümlelerin nüktelerine geçiyoruz:
'''Bu âyetteki cümlelerin nüktelerine geçiyoruz:'''


Ey arkadaş! Birinci cümlede جَمٖيعًا , ikinci cümlede ثُمَّ , üçüncü cümlede سَب۟عَ kelimeleri için bir tahkikat lâzımdır.
Ey arkadaş! Birinci cümlede جَمٖيعًا , ikinci cümlede ثُمَّ , üçüncü cümlede سَب۟عَ kelimeleri için bir tahkikat lâzımdır.


O tahkikatı, altı noktada izah edeceğiz:
O tahkikatı, '''altı nokta'''da izah edeceğiz:


Birinci Nokta: Aşağıda beyan edildiği gibi hayatın öyle bir hâsiyeti vardır ki hayat cüzü küll, cüz’îyi küllî, ferdi nevi, mukayyedi mutlak, bir şahsı bir âlem gibi kılar. Binaenaleyh tek bir insan “Dünya benim evimdir. Dünyadaki enva benim kavmimdir ve benim aşiretimdir ve bütün eşya ile muarefem ve münasebetim vardır.” diyebilir.
'''Birinci Nokta:''' Aşağıda beyan edildiği gibi hayatın öyle bir hâsiyeti vardır ki hayat cüzü küll, cüz’îyi küllî, ferdi nevi, mukayyedi mutlak, bir şahsı bir âlem gibi kılar. Binaenaleyh tek bir insan “Dünya benim evimdir. Dünyadaki enva benim kavmimdir ve benim aşiretimdir ve bütün eşya ile muarefem ve münasebetim vardır.” diyebilir.


İkinci Nokta: Bilirsin ki âlemde sabit bir nizam vardır, muhkem bir irtibat vardır ve daimî düsturlar, esaslı kanunlar vardır. Bu itibarla âlem, bir saat veya muntazam bir makine gibidir. Her bir çarkın, her bir vidanın, her bir çivinin; makinenin nizam ve intizamında bir hissesi ve makinenin netice ve faydalarında bir tesiri olduğu gibi ehl-i hayat için ve bilhassa beşer için de bir faydası var.
'''İkinci Nokta:''' Bilirsin ki âlemde sabit bir nizam vardır, muhkem bir irtibat vardır ve daimî düsturlar, esaslı kanunlar vardır. Bu itibarla âlem, bir saat veya muntazam bir makine gibidir. Her bir çarkın, her bir vidanın, her bir çivinin; makinenin nizam ve intizamında bir hissesi ve makinenin netice ve faydalarında bir tesiri olduğu gibi ehl-i hayat için ve bilhassa beşer için de bir faydası var.


Üçüncü Nokta: Aşağıda işiteceğin gibi istifadede müzahamet ve münakaşa yoktur. Nasıl ki Zeyd diyebilir ki: “Şems benim lambamdır, dünya benim evimdir.” Amr da öyle diyebilir ve aralarında münakaşa da olmaz. Evet Zeyd mesela, dünyada tek farz edilirse istifadesi nasılsa bütün insanlar içinde iken istifadesi yine öyledir, ne fazla olur ne noksan. Yalnız gareyne ait olan kısım müstesnadır. Zira yiyecek, içecek vesaire şeylerde münakaşa olur.
'''Üçüncü Nokta:''' Aşağıda işiteceğin gibi istifadede müzahamet ve münakaşa yoktur. Nasıl ki Zeyd diyebilir ki: “Şems benim lambamdır, dünya benim evimdir.” Amr da öyle diyebilir ve aralarında münakaşa da olmaz. Evet Zeyd mesela, dünyada tek farz edilirse istifadesi nasılsa bütün insanlar içinde iken istifadesi yine öyledir, ne fazla olur ne noksan. Yalnız gareyne ait olan kısım müstesnadır. Zira yiyecek, içecek vesaire şeylerde münakaşa olur.


Dördüncü Nokta: Âlem için tek bir yüz, bir cihet değil, pek çok umumî ve muhtelif vecihler vardır. Ve faydaları temin eden, kesretle umumî ve mütedâhil yani birbiri içinde cihetler vardır. Ve istifade yollarının da envaen türlü türlü tarîkleri vardır. Mesela, senin güzel bir bahçen vardır. O bahçe, bir cihetten senin istifadene tahsis edildiği gibi diğer bir cihetten de halkı faydalandırır. Mesela o bahçenin hüsnüne, güzelliğine her bakan bir zevk alır, bir inşirah peyda eder; bunda bir mani yoktur. Kezalik insanın beş zâhirî, beş bâtınî olmak üzere on tane hâssesi ve duygusu vardır. İnsan bu duygularıyla ve keza cismiyle, ruhuyla, kalbiyle dünyanın her bir cüzünden istifade edebilir; mani yoktur.
'''Dördüncü Nokta:''' Âlem için tek bir yüz, bir cihet değil, pek çok umumî ve muhtelif vecihler vardır. Ve faydaları temin eden, kesretle umumî ve mütedâhil yani birbiri içinde cihetler vardır. Ve istifade yollarının da envaen türlü türlü tarîkleri vardır. Mesela, senin güzel bir bahçen vardır. O bahçe, bir cihetten senin istifadene tahsis edildiği gibi diğer bir cihetten de halkı faydalandırır. Mesela o bahçenin hüsnüne, güzelliğine her bakan bir zevk alır, bir inşirah peyda eder; bunda bir mani yoktur. Kezalik insanın beş zâhirî, beş bâtınî olmak üzere on tane hâssesi ve duygusu vardır. İnsan bu duygularıyla ve keza cismiyle, ruhuyla, kalbiyle dünyanın her bir cüzünden istifade edebilir; mani yoktur.


Beşinci Nokta: Bu âyetle diğer bazı âyetlerden anlaşılıyor ki bu büyük dünya, insan için yaratılmıştır. Ve yaratılışında, insanın istifadesi ille-i gaiye olarak nazara alınmıştır. Halbuki arzdan pek büyük olan Zühal’in mesela, beşeri faydalandıran, yalnız ziyneti ve zayıf bir ziyasıdır. Bu cüz’î fayda için ne suretle beşer ona ille-i gaiye olur?
'''Beşinci Nokta''': Bu âyetle diğer bazı âyetlerden anlaşılıyor ki bu büyük dünya, insan için yaratılmıştır. Ve yaratılışında, insanın istifadesi ille-i gaiye olarak nazara alınmıştır. Halbuki arzdan pek büyük olan Zühal’in mesela, beşeri faydalandıran, yalnız ziyneti ve zayıf bir ziyasıdır. Bu cüz’î fayda için ne suretle beşer ona ille-i gaiye olur?


Cevap: Bir faydayı takip eden adam, bütün fikrini, hayalini o faydaya hasreder ve ondan maada bir şeye bakmaz ve her şeye kendi hesabına bakar, kimseyi nazara almaz, hattâ kendisini ille-i gaiye zanneder. Binaenaleyh bu gibi adama karşı makam-ı imtinanda söylenilen o gibi kelâmlarda mübalağa yoktur. Evet, binlerce hikmetler için yaratılan Zühal’in her bir hikmetinde binlerce cihetler ve her bir cihetinde binlerce istifade edenler bulunduğu halde “Hilkatinde o adamın istifadesi, ille-i gaiyeden bir cüz olarak düşünülmüştür.” denilirse ne manii var? Çünkü ille-i gaiye, daima basit bir şeyden ibaret değildir.
'''Cevap:''' Bir faydayı takip eden adam, bütün fikrini, hayalini o faydaya hasreder ve ondan maada bir şeye bakmaz ve her şeye kendi hesabına bakar, kimseyi nazara almaz, hattâ kendisini ille-i gaiye zanneder. Binaenaleyh bu gibi adama karşı makam-ı imtinanda söylenilen o gibi kelâmlarda mübalağa yoktur. Evet, binlerce hikmetler için yaratılan Zühal’in her bir hikmetinde binlerce cihetler ve her bir cihetinde binlerce istifade edenler bulunduğu halde “Hilkatinde o adamın istifadesi, ille-i gaiyeden bir cüz olarak düşünülmüştür.” denilirse ne manii var? Çünkü ille-i gaiye, daima basit bir şeyden ibaret değildir.


Altıncı Nokta: İmam-ı Ali’nin
'''Altıncı Nokta:''' İmam-ı Ali’nin


وَتَز۟عُمُ اَنَّكَ جِر۟مٌ صَغٖيرٌ وَفٖيكَ ان۟طَوَى ال۟عَالَمُ ال۟اَك۟بَرُ
وَتَز۟عُمُ اَنَّكَ جِر۟مٌ صَغٖيرٌ وَفٖيكَ ان۟طَوَى ال۟عَالَمُ ال۟اَك۟بَرُ


emrettiği gibi insan küçük bir cisim ise de büyük âlemi içine alacak kadar büyüktür. Öyle ise cüz’î istifadesi küllî olur, öyle ise abesiyet yoktur.
emrettiği gibi '''insan küçük bir cisim ise de büyük âlemi içine alacak kadar büyüktür.''' Öyle ise cüz’î istifadesi küllî olur, öyle ise abesiyet yoktur.


'''İKİNCİ MESELE:''' ثُمَّ hakkındadır.
'''İKİNCİ MESELE:''' ثُمَّ hakkındadır.
3.892. satır: 3.912. satır:
İşte arzın –hepsinden evvel tekâsüf ve tasallüb etmekle acele kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri menşe-i hayat olması itibarıyla– hilkat-i teşekkülü semavattan evveldir. Fakat arzın bast edilmesiyle nev-i beşerin taayyüşüne elverişli bir vaziyete geldiği, semavatın tesviye ve tanziminden sonra olduğu cihetle, hilkati semavattan sonra başlarsa da bidayette, mebdede ikisi beraber imişler. Binaenalâhâzâ o üç âyetin aralarında bulunan zâhirî muhalefet, bu üç cihetle mutabakata inkılab eder.
İşte arzın –hepsinden evvel tekâsüf ve tasallüb etmekle acele kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri menşe-i hayat olması itibarıyla– hilkat-i teşekkülü semavattan evveldir. Fakat arzın bast edilmesiyle nev-i beşerin taayyüşüne elverişli bir vaziyete geldiği, semavatın tesviye ve tanziminden sonra olduğu cihetle, hilkati semavattan sonra başlarsa da bidayette, mebdede ikisi beraber imişler. Binaenalâhâzâ o üç âyetin aralarında bulunan zâhirî muhalefet, bu üç cihetle mutabakata inkılab eder.


İkinci bir cevap: Ey arkadaş! Kur’an-ı Kerîm tarih, coğrafya muallimi değildir. Ancak âlemin nizam ve intizamından bahisle, Sâni’in marifet ve azametini cumhur-u nâsa ders veren mürşid bir kitaptır. Binaenaleyh bunda iki makam vardır:
'''İkinci bir cevap:''' Ey arkadaş! Kur’an-ı Kerîm tarih, coğrafya muallimi değildir. Ancak âlemin nizam ve intizamından bahisle, Sâni’in marifet ve azametini cumhur-u nâsa ders veren mürşid bir kitaptır. Binaenaleyh bunda '''iki makam''' vardır:


Birinci Makam: Nimetleri, ihsanları, merhametleri göstermekle delail-i zâhiriyeyi beyan etmekten ibarettir. Bu itibarla arz, semavattan evveldir.
'''Birinci Makam:''' Nimetleri, ihsanları, merhametleri göstermekle delail-i zâhiriyeyi beyan etmekten ibarettir. Bu itibarla arz, semavattan evveldir.


İkinci Makam: Azamet, izzet, kudret delillerini gösterir bir makamdır. Bu cihetle semavat, arzdan evveldir.
'''İkinci Makam:''' Azamet, izzet, kudret delillerini gösterir bir makamdır. Bu cihetle semavat, arzdan evveldir.


ثُمَّ mâba’dinin mâkablinden bir zaman sonra vücuda geldiğine delâlet eder ki buna “terahi” denilir. Demek burada arz ile semavat arasında bir uzaklık vardır. Bu uzaklık, arzın semavattan evvel halk edildiğine göre zatîdir. Aksi halde rütebî ve tefekkürîdir. Yani semavatın hilkati birinci ise de tefekkürce rütbesi ikincidir, arzın hilkati ikinci ise de tefekkürü birincidir. Yani evvela arzın tefekkürü, sonra semavatın tefekkürü lâzımdır.
ثُمَّ mâba’dinin mâkablinden bir zaman sonra vücuda geldiğine delâlet eder ki buna “terahi” denilir. Demek burada arz ile semavat arasında bir uzaklık vardır. Bu uzaklık, arzın semavattan evvel halk edildiğine göre zatîdir. Aksi halde rütebî ve tefekkürîdir. Yani semavatın hilkati birinci ise de tefekkürce rütbesi ikincidir, arzın hilkati ikinci ise de tefekkürü birincidir. Yani evvela arzın tefekkürü, sonra semavatın tefekkürü lâzımdır.
3.914. satır: 3.934. satır:
Hadîs ise semanın مَو۟جٌ مَك۟فُوفٌ den ibaret bulunduğunu emrediyor.
Hadîs ise semanın مَو۟جٌ مَك۟فُوفٌ den ibaret bulunduğunu emrediyor.


Şu hak olan mezhebin, altı mukaddime ile tahkikatını yapacağız.
Şu hak olan mezhebin, '''altı mukaddime''' ile tahkikatını yapacağız.


Birinci Mukaddime: Şu geniş boşluğun esîr ile dolu olduğu, fennen ve hikmeten sabittir.
'''Birinci Mukaddime:''' Şu geniş boşluğun esîr ile dolu olduğu, fennen ve hikmeten sabittir.


İkinci Mukaddime: Ecram-ı ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve hararetin emsalini neşir ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuddur.
'''İkinci Mukaddime:''' Ecram-ı ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve hararetin emsalini neşir ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuddur.


Üçüncü Mukaddime: Madde-i esîriyenin yine esîr olarak kalmak şartıyla, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatı ve ayrı ayrı nevileri vardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülatları gibi.
'''Üçüncü Mukaddime:''' Madde-i esîriyenin yine esîr olarak kalmak şartıyla, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatı ve ayrı ayrı nevileri vardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülatları gibi.


Dördüncü Mukaddime: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilirse tabakaları arasında muhalefet görünür. Evet, yeni teşekküle ve in’ikada başlamış milyarlarca yıldızlardan ibaret Kehkeşan ile anılan tabaka-i esîriye, sabit yıldızların tabakasına muhaliftir. Bu da manzume-i şemsiyenin tabakasına ve hâkeza yedi tabakaya kadar birbirine muhalif tabakalar vardır.
'''Dördüncü Mukaddime:''' Ecram-ı ulviyeye dikkat edilirse tabakaları arasında muhalefet görünür. Evet, yeni teşekküle ve in’ikada başlamış milyarlarca yıldızlardan ibaret Kehkeşan ile anılan tabaka-i esîriye, sabit yıldızların tabakasına muhaliftir. Bu da manzume-i şemsiyenin tabakasına ve hâkeza yedi tabakaya kadar birbirine muhalif tabakalar vardır.


Beşinci Mukaddime: Araştırmalar neticesinde sabit olmuştur ki bir maddede teşkil, tanzim, tesviyeler vaki olursa birbirine muhalif tabakalar husule gelir. Bir madenden kül, kömür, elmas meydana gelir; ateşten alev, duman husule gelir. Müvellidü’l-mâ ile müvellidü’l-humuzanın imtizacından su, buz, buhar tevellüd eder.
'''Beşinci Mukaddime:''' Araştırmalar neticesinde sabit olmuştur ki bir maddede teşkil, tanzim, tesviyeler vaki olursa birbirine muhalif tabakalar husule gelir. Bir madenden kül, kömür, elmas meydana gelir; ateşten alev, duman husule gelir. Müvellidü’l-mâ ile müvellidü’l-humuzanın imtizacından su, buz, buhar tevellüd eder.


Altıncı Mukaddime: Şu müteaddid emarelerden anlaşıldı ki semavat müteaddiddir, şeriat sahibi de yedidir demiştir, öyle ise yedidir. Maahâzâ yedi, yetmiş, yedi yüz sayıları Arap üsluplarında kesret için kullanılır.
'''Altıncı Mukaddime:''' Şu müteaddid emarelerden anlaşıldı ki semavat müteaddiddir, şeriat sahibi de yedidir demiştir, öyle ise yedidir. Maahâzâ yedi, yetmiş, yedi yüz sayıları Arap üsluplarında kesret için kullanılır.


Arkadaş! Pek geniş bulunan Kur’an-ı Kerîm’in hitaplarına, manalarına, işaretlerine dikkat edilmekle bir âmîden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı âmmeye olan müraatları, okşamaları fevkalâde hayrete, taaccübe mûcibdir.
Arkadaş! Pek geniş bulunan Kur’an-ı Kerîm’in hitaplarına, manalarına, işaretlerine dikkat edilmekle bir âmîden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı âmmeye olan müraatları, okşamaları fevkalâde hayrete, taaccübe mûcibdir.
3.944. satır: 3.964. satır:
'''Hülâsa:''' Her bir kısım insanlar, istidatlarına göre feyz-i Kur’an’dan hisselerini almışlardır. Evet Kur’an-ı Kerîm, bütün şu mefhumlara şâmildir diyebiliriz.
'''Hülâsa:''' Her bir kısım insanlar, istidatlarına göre feyz-i Kur’an’dan hisselerini almışlardır. Evet Kur’an-ı Kerîm, bütün şu mefhumlara şâmildir diyebiliriz.


Birinci Cümle:
'''Birinci Cümle:'''


هُوَ الَّذٖى خَلَقَ لَكُم۟ مَا فِى ال۟اَر۟ضِ جَمٖيعًا
هُوَ الَّذٖى خَلَقَ لَكُم۟ مَا فِى ال۟اَر۟ضِ جَمٖيعًا


Bu cümlenin beş vecihle mâkabliyle irtibatı vardır:
'''Bu cümlenin beş vecihle mâkabliyle irtibatı vardır:'''


Birinci Vecih: Evvelki âyet, vücud ve hayat nimetlerine işarettir. Bu âyet, beka ve bekanın esbab ve levazımatına işarettir.
'''Birinci Vecih:''' Evvelki âyet, vücud ve hayat nimetlerine işarettir. Bu âyet, beka ve bekanın esbab ve levazımatına işarettir.


İkinci Vecih: Kur’an-ı Kerîm vaktâ ki evvelki âyetle beşer için mertebelerin en yükseği olan rücûu ispat etti, sâmi’in zihnine şöyle bir sual geldi: “Şu zelil insanların bu yüksek mertebeye liyakatleri nereden gelmiştir?” Kur’an-ı Kerîm bu cümle ile o suali şöylece cevaplandırmıştır: “Bütün dünya dest-i itaat ve teshirine verilen insanın, elbette Hâlık’ının yanında büyük bir mevkii vardır.”
'''İkinci Vecih:''' Kur’an-ı Kerîm vaktâ ki evvelki âyetle beşer için mertebelerin en yükseği olan rücûu ispat etti, sâmi’in zihnine şöyle bir sual geldi: “Şu zelil insanların bu yüksek mertebeye liyakatleri nereden gelmiştir?” Kur’an-ı Kerîm bu cümle ile o suali şöylece cevaplandırmıştır: “Bütün dünya dest-i itaat ve teshirine verilen insanın, elbette Hâlık’ının yanında büyük bir mevkii vardır.”


Üçüncü Vecih: Evvelki âyet beşer için haşir ve kıyametin vücuduna işaret etmesi, sâmi’ce güya “Beşerin ne kıymeti vardır ki onun saadeti için kıyamet kopacak?” diye vârid olan sual, bu âyetle: “Arz bütün müştemilatıyla istifadesi için yaratılan ve bütün enva itaat ve emrine verilen insan, netice-i hilkattir. Elbette ve elbette onun saadeti için kıyamet kopacaktır.” diye cevaplandırılmıştır.
'''Üçüncü Vecih:''' Evvelki âyet beşer için haşir ve kıyametin vücuduna işaret etmesi, sâmi’ce güya “Beşerin ne kıymeti vardır ki onun saadeti için kıyamet kopacak?” diye vârid olan sual, bu âyetle: “Arz bütün müştemilatıyla istifadesi için yaratılan ve bütün enva itaat ve emrine verilen insan, netice-i hilkattir. Elbette ve elbette onun saadeti için kıyamet kopacaktır.” diye cevaplandırılmıştır.


Dördüncü Vecih: Evvelki âyet, kıyamette esbab ve vesaitin ortadan kalkmasıyla, insanın mercii yalnız Cenab-ı Hakk’a münhasır kalacağına işaret etmiştir. Bu âyet ise dünyada da insanın merci-i hakikisi Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğunu söylüyor. Zira esbab ve vesaitin arkasında, kudretin şuâı görünür; tesir onundur, esbab ise perdedir.
'''Dördüncü Vecih:''' Evvelki âyet, kıyamette esbab ve vesaitin ortadan kalkmasıyla, insanın mercii yalnız Cenab-ı Hakk’a münhasır kalacağına işaret etmiştir. Bu âyet ise dünyada da insanın merci-i hakikisi Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğunu söylüyor. Zira esbab ve vesaitin arkasında, kudretin şuâı görünür; tesir onundur, esbab ise perdedir.


Beşinci Vecih: Evvelki âyet, saadet-i ebediyeye işarettir. Bu âyet de saadet-i ebediyenin insana verilmesini iktiza eden ve sebep olan Cenab-ı Hak’tan sebkat etmiş fazl ve in’ama işarettir ki kendisine arzın müştemilatı ihsan edilmiş insanın elbette saadet-i ebediyeye liyakati vardır.
'''Beşinci Vecih:''' Evvelki âyet, saadet-i ebediyeye işarettir. Bu âyet de saadet-i ebediyenin insana verilmesini iktiza eden ve sebep olan Cenab-ı Hak’tan sebkat etmiş fazl ve in’ama işarettir ki kendisine arzın müştemilatı ihsan edilmiş insanın elbette saadet-i ebediyeye liyakati vardır.


ثُمَّ اس۟تَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ
ثُمَّ اس۟تَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ


Bunun mâkabliyle cihet-i irtibatı dörttür:
'''Bunun mâkabliyle cihet-i irtibatı dörttür:'''


Birinci Cihet: Arz ve sema “tev’em” yani ikizdirler, birbirinden ayrılmazlar; zikirde, fikirde daima beraber dolaşıyorlar. Bu cümleden evvelki cümlede arz zikredildiği gibi bu cümlede de sema zikredilmiştir.
'''Birinci Cihet:''' Arz ve sema “tev’em” yani ikizdirler, birbirinden ayrılmazlar; zikirde, fikirde daima beraber dolaşıyorlar. Bu cümleden evvelki cümlede arz zikredildiği gibi bu cümlede de sema zikredilmiştir.


İkinci Cihet: Beşerin arzdan istifadesini ikmal ve itmam eden ancak semavatın tanzimidir.
'''İkinci Cihet:''' Beşerin arzdan istifadesini ikmal ve itmam eden ancak semavatın tanzimidir.


Üçüncü Cihet: Evvelki âyet, ihsan ve fazl delillerine işaret etmiştir. Bu âyet de kudret ve azamete işaret ediyor.
'''Üçüncü Cihet:''' Evvelki âyet, ihsan ve fazl delillerine işaret etmiştir. Bu âyet de kudret ve azamete işaret ediyor.


Dördüncü Cihet: Bu cümle, beşerin istifadesi yalnız arza münhasır olmadığına, sema dahi onun istifadesine teshir edildiğine işarettir.
'''Dördüncü Cihet:''' Bu cümle, beşerin istifadesi yalnız arza münhasır olmadığına, sema dahi onun istifadesine teshir edildiğine işarettir.


فَسَوّٰيهُنَّ سَب۟عَ سَمٰوَاتٍ
فَسَوّٰيهُنَّ سَب۟عَ سَمٰوَاتٍ


Bu cümlenin mâkabliyle irtibatı, üç çeşittir:
'''Bu cümlenin mâkabliyle irtibatı, üç çeşittir:'''


1- كُن۟ ile فَيَكُونُ arasındaki irtibat gibidir. Nasıl ki memurun husulü كُن۟ emrine bağlıdır, semavatın tesviyesi de اِس۟تَوٰى ya bağlıdır.
1- كُن۟ ile فَيَكُونُ arasındaki irtibat gibidir. Nasıl ki memurun husulü كُن۟ emrine bağlıdır, semavatın tesviyesi de اِس۟تَوٰى ya bağlıdır.
3.986. satır: 4.006. satır:
وَهُوَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ
وَهُوَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ


Bu cümle mâkabliyle iki vecihle merbuttur:
Bu cümle mâkabliyle '''iki vecih'''le merbuttur:


Birinci Vecih: Bu cümledeki ilm-i küllî, semavatın tanzim ve tesviyesine delil olduğu gibi tanzim ve tesviyenin vücudu da ilm-i küllînin vücuduna delildir.
'''Birinci Vecih:''' Bu cümledeki ilm-i küllî, semavatın tanzim ve tesviyesine delil olduğu gibi tanzim ve tesviyenin vücudu da ilm-i küllînin vücuduna delildir.


İkinci Vecih ise: Evvelki cümle kudret-i kâmileye, bu cümle ise küllî ve şümullü ilme delâlet eder.
'''İkinci Vecih ise:''' Evvelki cümle kudret-i kâmileye, bu cümle ise küllî ve şümullü ilme delâlet eder.


Cümlelerin nüktelerini beyan edeceğiz:
'''Cümlelerin nüktelerini beyan edeceğiz:'''


هُوَ الَّذٖى ... الخ
هُوَ الَّذٖى ... الخ
3.998. satır: 4.018. satır:
Bu cümle mâkabliyle bağlı değildir. Ancak müste’nife olup beş sual ile cevaplarına işarettir ki bundan önce beyan edildiğinden tekrarına lüzum yoktur. هُوَ الَّذٖى deki هُوَ mübtedadır, اَلَّذٖى sılasıyla beraber haberdir. Bu cümlede mübteda ile haberin tarifleri tevhide işaret olduğu gibi hasra da delâlet eder. Yani müştemilat-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğu gibi Hâlık’ı da yalnız Cenab-ı Hak’tır. Bu hasr ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ cümlesinde اِلَي۟هِ nin takdimiyle hasıl olan hasra delildir. Yani müştemilat-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğu için kıyamette merciiyet de Cenab-ı Hakk’a münhasırdır. اَلَّذٖى sılasıyla beraber haberdir. Haberin aslı ve müstahakkı, nekre olmaktır. Burada marife olarak gelmesi, hükmün zâhir ve malûm olduğuna işarettir. Yani “Cenab-ı Hakk’ın müştemilat-ı arziyenin Hâlık’ı olduğu malûm ve zâhirdir.”
Bu cümle mâkabliyle bağlı değildir. Ancak müste’nife olup beş sual ile cevaplarına işarettir ki bundan önce beyan edildiğinden tekrarına lüzum yoktur. هُوَ الَّذٖى deki هُوَ mübtedadır, اَلَّذٖى sılasıyla beraber haberdir. Bu cümlede mübteda ile haberin tarifleri tevhide işaret olduğu gibi hasra da delâlet eder. Yani müştemilat-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğu gibi Hâlık’ı da yalnız Cenab-ı Hak’tır. Bu hasr ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ cümlesinde اِلَي۟هِ nin takdimiyle hasıl olan hasra delildir. Yani müştemilat-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğu için kıyamette merciiyet de Cenab-ı Hakk’a münhasırdır. اَلَّذٖى sılasıyla beraber haberdir. Haberin aslı ve müstahakkı, nekre olmaktır. Burada marife olarak gelmesi, hükmün zâhir ve malûm olduğuna işarettir. Yani “Cenab-ı Hakk’ın müştemilat-ı arziyenin Hâlık’ı olduğu malûm ve zâhirdir.”


Menfaat için kullanılan لَكُم۟ deki ل eşyanın hilkaten mübah, helâl, menfaatli olarak yaratılıp bazı arızalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Mesela ağyarın malı, ismet-i şer’iye için haram olmuştur. İnsanın eti, hürmet ve keramet için; zehir, zarar için; laşe eti, necaset için haram olmuşlardır. Ve keza her bir şeyde bir fayda, bir menfaat olduğuna remizdir. Ve keza beşer için her şeyde bir menfaati bulunduğuna remizdir. Evet, hangi şey olursa olsun, beşere bir cihetten bir istifadeyi temin eder, velev ibret almak için olsun. Ve keza arzın karnında istikbal insanlarını intizar eden pek çok rahmetin hazine ve definelerinin bulunduğuna remizdir. لَكُم۟ câr ve mecrurunun
Menfaat için kullanılan لَكُم۟ deki ل eşyanın '''hilkaten mübah, helâl, menfaatli olarak yaratılıp bazı arızalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir.''' Mesela ağyarın malı, ismet-i şer’iye için haram olmuştur. İnsanın eti, hürmet ve keramet için; zehir, zarar için; laşe eti, necaset için haram olmuşlardır. Ve keza her bir şeyde bir fayda, bir menfaat olduğuna remizdir. Ve keza beşer için her şeyde bir menfaati bulunduğuna remizdir. Evet, hangi şey olursa olsun, beşere bir cihetten bir istifadeyi temin eder, velev ibret almak için olsun. Ve keza arzın karnında istikbal insanlarını intizar eden pek çok rahmetin hazine ve definelerinin bulunduğuna remizdir. لَكُم۟ câr ve mecrurunun مَا فِى ال۟اَر۟ضِ üzerine takdimi, beşere ait istifadelerin her gayeden evvel ve evlâ olduğuna işarettir.
 
مَا فِى ال۟اَر۟ضِ üzerine takdimi, beşere ait istifadelerin her gayeden evvel ve evlâ olduğuna işarettir.


Umumu ifade eden مَا her şeyde menfaatleri aramaya insanları tergib ve teşvik içindir.
Umumu ifade eden مَا her şeyde menfaatleri aramaya insanları tergib ve teşvik içindir.
4.038. satır: 4.056. satır:
عَلٖيمٌ : Yani zatı ile ilim arasında zarurî, lüzumî bir sübut vardır.
عَلٖيمٌ : Yani zatı ile ilim arasında zarurî, lüzumî bir sübut vardır.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== وَ اِذ۟ قَالَ رَبُّكَ لِل۟مَلٰٓئِكَةِ اِنّٖى جَاعِلٌ فِى ال۟اَر۟ضِ خَلٖيفَةً قَالُٓوا اَتَج۟عَلُ فٖيهَا مَن۟ يُف۟سِدُ فٖيهَا وَ يَس۟فِكُ الدِّمَٓاءَ وَ نَح۟نُ نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَالَا تَع۟لَمُونَ ==
== وَ اِذ۟ قَالَ رَبُّكَ لِل۟مَلٰٓئِكَةِ اِنّٖى جَاعِلٌ فِى ال۟اَر۟ضِ خَلٖيفَةً قَالُٓوا اَتَج۟عَلُ فٖيهَا مَن۟ يُف۟سِدُ فٖيهَا وَ يَس۟فِكُ الدِّمَٓاءَ وَ نَح۟نُ نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَالَا تَع۟لَمُونَ ==
4.045. satır: 4.063. satır:
Arkadaş! Melâikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek imanın rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü ispat ve izah edeceğiz.
Arkadaş! Melâikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek imanın rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü ispat ve izah edeceğiz.


Birinci Makam: Arzın ecram-ı ulviyeye nisbeten pek küçük ve süflî olduğu halde canlı mahlukatla dolu olduğunu görüp âlemin de nizam ve intizamına dikkat eden insan, ecram-ı ulviyenin de o yüksek burçlarında, hayatlı sakinleri olduğuna kat’î bir şekilde hükmeder.
'''Birinci Makam:''' Arzın ecram-ı ulviyeye nisbeten pek küçük ve süflî olduğu halde canlı mahlukatla dolu olduğunu görüp âlemin de nizam ve intizamına dikkat eden insan, ecram-ı ulviyenin de o yüksek burçlarında, hayatlı sakinleri olduğuna kat’î bir şekilde hükmeder.


Evet, o burçlarda melâikenin vücudunu kabul etmeyen adamın meseli şöyle bir adamın meseline benzer: O adam, büyük bir şehre giderken şehrin bir kenarında pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarına bakar ki canlı mahlukatla dolu. Ve gıdalarına bakar ki nebatat, balık vesaire gibi hayat şartları yerindedir. Sonra bakar ki pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köşkler var. Aralarında, uzun uzun meydanlar, tenezzühgâhlar bulunur. Fakat o küçük binadaki insanların hayat şartları, o büyük binalarda bulunmadığından o yüksek, müzeyyen sarayları; sakinlerden boş, hâlî olduğunu itikad eder.
Evet, o burçlarda melâikenin vücudunu kabul etmeyen adamın meseli şöyle bir adamın meseline benzer: O adam, büyük bir şehre giderken şehrin bir kenarında pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarına bakar ki canlı mahlukatla dolu. Ve gıdalarına bakar ki nebatat, balık vesaire gibi hayat şartları yerindedir. Sonra bakar ki pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köşkler var. Aralarında, uzun uzun meydanlar, tenezzühgâhlar bulunur. Fakat o küçük binadaki insanların hayat şartları, o büyük binalarda bulunmadığından o yüksek, müzeyyen sarayları; sakinlerden boş, hâlî olduğunu itikad eder.
4.053. satır: 4.071. satır:
Binaenaleyh arzın zevi’l-hayatla dolu olmasından kat’iyetle anlaşılıyor ki bu geniş boşlukta durmakta olan semalarda, yıldızlarda, burçlarda ve çok kısımlara münkasım ve müştemil semavatta, şeriatın “melâike” ile tesmiye ettiği zîhayatlar mevcuddur.
Binaenaleyh arzın zevi’l-hayatla dolu olmasından kat’iyetle anlaşılıyor ki bu geniş boşlukta durmakta olan semalarda, yıldızlarda, burçlarda ve çok kısımlara münkasım ve müştemil semavatta, şeriatın “melâike” ile tesmiye ettiği zîhayatlar mevcuddur.


İkinci Makam: Bundan evvel ispat ve izah edildiği gibi hayat, mevcudatın keşşafıdır, belki mevcudatın neticesidir. Binaenaleyh bu geniş fezanın sakinlerden ve şu yüksek semavatın şenliklerden hâlî olduklarının imkânı var mıdır? Evet, bütün ukalâ-i akıl ve nakil, manevî bir icma ve ittifakla melâikenin mana ve hakikatlerine hükmetmişlerdir fakat tabirleri çeşit çeşittir.
'''İkinci Makam:''' Bundan evvel ispat ve izah edildiği gibi hayat, mevcudatın keşşafıdır, belki mevcudatın neticesidir. Binaenaleyh bu geniş fezanın sakinlerden ve şu yüksek semavatın şenliklerden hâlî olduklarının imkânı var mıdır? Evet, bütün ukalâ-i akıl ve nakil, manevî bir icma ve ittifakla melâikenin mana ve hakikatlerine hükmetmişlerdir fakat tabirleri çeşit çeşittir.


Mesela meşaiyyun, “enva-ı mevcudatı idare eden ruhanî mahiyet-i mücerrede” ile; işrakiyyun ise “ukûl ve erbabü’l-enva” ile; dinler dahi “melekü’l-cibal, melekü’l-bihar, melekü’l-emtar” gibi tabirlerle tabir etmişlerdir. Hattâ akılları kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de melâikenin manasını inkâr etmeye mecal bulamadıklarından, fıtratın namuslarına nüfuz eden kuva-yı sâriye ile tabir etmişlerdir.
Mesela meşaiyyun, “enva-ı mevcudatı idare eden ruhanî mahiyet-i mücerrede” ile; işrakiyyun ise “ukûl ve erbabü’l-enva” ile; dinler dahi “melekü’l-cibal, melekü’l-bihar, melekü’l-emtar” gibi tabirlerle tabir etmişlerdir. Hattâ akılları kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de melâikenin manasını inkâr etmeye mecal bulamadıklarından, fıtratın namuslarına nüfuz eden kuva-yı sâriye ile tabir etmişlerdir.
4.065. satır: 4.083. satır:
'''Hülâsa:''' Melâikenin mana-yı hakikati, bu izah edilen emirlerden tebarüz etti. Binaenaleyh melâikenin suretleri, eşkâlleri arasında, ukûl-ü selimenin kabul ettiği vecihle, şeriatın izah ve beyan ettiği şekildir ki: Melekler mükerrem abddirler, emirlere muhalefetleri yoktur ve muhtelif kısımlara münkasım ve latîf ve nurani cisimlerdir.
'''Hülâsa:''' Melâikenin mana-yı hakikati, bu izah edilen emirlerden tebarüz etti. Binaenaleyh melâikenin suretleri, eşkâlleri arasında, ukûl-ü selimenin kabul ettiği vecihle, şeriatın izah ve beyan ettiği şekildir ki: Melekler mükerrem abddirler, emirlere muhalefetleri yoktur ve muhtelif kısımlara münkasım ve latîf ve nurani cisimlerdir.


Üçüncü Makam: Arkadaş! Melâike meselesi öyle meselelerdendir ki bir cüzün sübutuyla, küll sabit olur; bir ferdin vücuduyla, nevi tahakkuk eder. Zira inkâr eden küllünü inkâr eder. Binaenaleyh zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar bütün din adamları her asırda icma ve ittifakla melâikenin vücuduna ve aralarında muhaverenin sübutuna ve müşahedelerinin tahakkukuna ve onlardan edilen rivayetlerin nakline hükmettikleri halde melâikenin hiçbirisinin insanlara görünmediği veya vücudları hissedilmediği elbette muhaldir.
'''Üçüncü Makam:''' Arkadaş! Melâike meselesi öyle meselelerdendir ki bir cüzün sübutuyla, küll sabit olur; bir ferdin vücuduyla, nevi tahakkuk eder. Zira inkâr eden küllünü inkâr eder. Binaenaleyh zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar bütün din adamları her asırda icma ve ittifakla melâikenin vücuduna ve aralarında muhaverenin sübutuna ve müşahedelerinin tahakkukuna ve onlardan edilen rivayetlerin nakline hükmettikleri halde melâikenin hiçbirisinin insanlara görünmediği veya vücudları hissedilmediği elbette muhaldir.


Kezalik beşerin akaidine karışıp hiçbir zamanda, hiçbir inkılabda itirazlara maruz kalmayarak devam eden melâike itikadının bir hakikate, bir asla dayanmaması ve mebâdi-i zaruriyeden tevellüd etmemesi muhaldir. Herhalde beşerin bu umumî itikadı, mebâdi-i zaruriyeden neş’et eden ve müşahedat-ı vakıadan hasıl olan ve muhtelif emarelerden tevellüd eden hadsî bir hükmün neticesidir. Evet, bu itikad-ı umumînin sebebi; kat’î bir surette manevî bir tevatür kuvvetini veren, pek çok defalar vukua gelen melâikenin müşahedelerinden hasıl olan zarurî ve kat’î delil ve emarelerdir. Çünkü melâike meselesi, beşerin malûmat-ı yakîniyesindendir. Eğer bunda şüphe olursa beşerin yakîniyatında emniyet kalmaz.
Kezalik beşerin akaidine karışıp hiçbir zamanda, hiçbir inkılabda itirazlara maruz kalmayarak devam eden melâike itikadının bir hakikate, bir asla dayanmaması ve mebâdi-i zaruriyeden tevellüd etmemesi muhaldir. Herhalde beşerin bu umumî itikadı, mebâdi-i zaruriyeden neş’et eden ve müşahedat-ı vakıadan hasıl olan ve muhtelif emarelerden tevellüd eden hadsî bir hükmün neticesidir. Evet, bu itikad-ı umumînin sebebi; kat’î bir surette manevî bir tevatür kuvvetini veren, pek çok defalar vukua gelen melâikenin müşahedelerinden hasıl olan zarurî ve kat’î delil ve emarelerdir. Çünkü melâike meselesi, beşerin malûmat-ı yakîniyesindendir. Eğer bunda şüphe olursa beşerin yakîniyatında emniyet kalmaz.
4.071. satır: 4.089. satır:
'''Hülâsa:''' Ruhanîlerden bir ferdin bir zamanda vücudu tahakkuk etse bu nev’in vücudu tahakkuk eder. Nev’in vücudu tahakkuk etse herhalde şeriatın beyan ettiği gibi olacaktır.
'''Hülâsa:''' Ruhanîlerden bir ferdin bir zamanda vücudu tahakkuk etse bu nev’in vücudu tahakkuk eder. Nev’in vücudu tahakkuk etse herhalde şeriatın beyan ettiği gibi olacaktır.


Bu âyetin, sâbık âyetle dört vecihle irtibatı vardır:
'''Bu âyetin, sâbık âyetle dört vecihle irtibatı vardır:'''


Birinci Vecih: Bu âyetler, beşere verilen büyük nimetleri ta’dad ediyor. Birinci âyetle en büyük nimete işaret edilmiştir ki beşer, hilkatin neticesidir ve arzın müştemilatı ona teshir edilmiştir, istediği gibi tasarruf eder. Bu âyet ile de beşerin arza hâkim ve halife kılınmış olduğuna işaret edilmiştir.
'''Birinci Vecih:''' Bu âyetler, beşere verilen büyük nimetleri ta’dad ediyor. Birinci âyetle en büyük nimete işaret edilmiştir ki beşer, hilkatin neticesidir ve arzın müştemilatı ona teshir edilmiştir, istediği gibi tasarruf eder. Bu âyet ile de beşerin arza hâkim ve halife kılınmış olduğuna işaret edilmiştir.


İkinci Vecih: …
'''İkinci Vecih:'''


Üçüncü Vecih: Evvelki âyetle, canlı mahlukatın meskenleri olan arz ve semavata işaret edilmiştir. Bu âyet ile de o meskenlerin sakinleri olan beşer ve melâikeye işaret edilmiştir. Ve keza o âyet, hilkatin silsilesine; bu âyet ise zevi’l-ervahın silsilesine işaret etmişlerdir.
'''Üçüncü Vecih:''' Evvelki âyetle, canlı mahlukatın meskenleri olan arz ve semavata işaret edilmiştir. Bu âyet ile de o meskenlerin sakinleri olan beşer ve melâikeye işaret edilmiştir. Ve keza o âyet, hilkatin silsilesine; bu âyet ise zevi’l-ervahın silsilesine işaret etmişlerdir.


Dördüncü Vecih: Evvelki âyette hilkatten maksat beşer olduğu ve Hâlık’ın yanında beşerin bir mevki sahibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmi’in zihnine geldi ki: “Bu kadar fesat, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenab-ı Hakk’a ibadet ve takdis için şu fesatçı beşerin vücuduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?”
'''Dördüncü Vecih:''' Evvelki âyette hilkatten maksat beşer olduğu ve Hâlık’ın yanında beşerin bir mevki sahibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmi’in zihnine geldi ki: “Bu kadar fesat, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenab-ı Hakk’a ibadet ve takdis için şu fesatçı beşerin vücuduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?”


Sâmi’in bu vesvesesini def’ için şöyle bir işarette bulundu ki: Beşerin o şürur ve fesatları, onda vedia bırakılan sırra mukabele edemez, affolur. Ve Cenab-ı Hak, onun ibadetine muhtaç değildir. Ancak Allâmü’l-guyub’un ilmindeki bir hikmet içindir.
Sâmi’in bu vesvesesini def’ için şöyle bir işarette bulundu ki: Beşerin o şürur ve fesatları, onda vedia bırakılan sırra mukabele edemez, affolur. Ve Cenab-ı Hak, onun ibadetine muhtaç değildir. Ancak Allâmü’l-guyub’un ilmindeki bir hikmet içindir.


Cümlelerin arasındaki irtibata geldik:
'''Cümlelerin arasındaki irtibata geldik:'''


وَاِذ۟
وَاِذ۟
4.109. satır: 4.127. satır:
cümlesiyle o üç noktaya işaret etmiştir.
cümlesiyle o üç noktaya işaret etmiştir.


Melâikenin sual-i taaccüb ve istifsarları bittikten sonra sâmi’, Ce­nab-ı Hak’tan verilecek cevabı beklerken Kur’an-ı Kerîm
Melâikenin sual-i taaccüb ve istifsarları bittikten sonra sâmi’, Ce­nab-ı Hak’tan verilecek cevabı beklerken Kur’an-ı Kerîm قَالَ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَا لَا تَع۟لَمُونَ cümlesiyle cevap vermiştir. Yani ''“Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hatırası için fesatlarını nazara almam.”'' ferman etmiştir.


قَالَ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَا لَا تَع۟لَمُونَ cümlesiyle cevap vermiştir. Yani ''“Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hatırası için fesatlarını nazara almam.”'' ferman etmiştir.
'''Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik:'''
 
Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik:


وَاِذ۟ قَالَ رَبُّكَ ... الخ
وَاِذ۟ قَالَ رَبُّكَ ... الخ
4.131. satır: 4.147. satır:
اِنّٖى : Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir.
اِنّٖى : Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir.


اِنّٖى : Burada ى mütekellim-i vahde ile وَاِذ۟ قُل۟نَا da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Cenab-ı Hakk’ın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir. Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle:
اِنّٖى : Burada ى mütekellim-i vahde ile وَاِذ۟ قُل۟نَا da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: '''Cenab-ı Hakk’ın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir.''' Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle:


اِنَّٓا اَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كَ ال۟كِتَابَ بِال۟حَقِّ لِتَح۟كُمَ بَي۟نَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ
اِنَّٓا اَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كَ ال۟كِتَابَ بِال۟حَقِّ لِتَح۟كُمَ بَي۟نَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ
4.151. satır: 4.167. satır:
'''Cevap:''' Melâike arzın müekkelleri bulundukları cihetle arz, onların idaresinde olur. Bu itibarla insanların arza halife kılınması hakkında melâikenin fikirlerini izhar etmek lüzumu vardır.
'''Cevap:''' Melâike arzın müekkelleri bulundukları cihetle arz, onların idaresinde olur. Bu itibarla insanların arza halife kılınması hakkında melâikenin fikirlerini izhar etmek lüzumu vardır.


قَالَ - قَالُوا tabirleri, mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslubunu insanlara öğretmek içindir. Yoksa Cenab-ı Hak müşavereden münezzehtir.
قَالَ - قَالُوا tabirleri, '''mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslubunu insanlara öğretmek içindir.''' Yoksa Cenab-ı Hak müşavereden münezzehtir.


Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan maksat; جَع۟ل e itiraz, جَع۟ل i inkâr etmek değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın fiillerine itiraz etmeye ismetleri manidir. Ancak جَع۟ل in sebebi mahfî olduğundan taaccüble sebep ve hikmetini sormuşlardır. جَع۟ل tabirinden anlaşılıyor ki insanın ahvali, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır ancak bir câilin ca’li iledir.
Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan maksat; جَع۟ل e itiraz, جَع۟ل i inkâr etmek değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın fiillerine itiraz etmeye ismetleri manidir. Ancak جَع۟ل in sebebi mahfî olduğundan taaccüble sebep ve hikmetini sormuşlardır. جَع۟ل tabirinden anlaşılıyor ki '''insanın ahvali, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır ancak bir câilin ca’li iledir.'''


'''Sual:''' فٖيهَا : Mesafe pek kısa olduğu halde, ikinci فٖيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardır?
'''Sual:''' فٖيهَا : Mesafe pek kısa olduğu halde, ikinci فٖيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardır?
4.207. satır: 4.223. satır:
Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melâikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kādir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa beşer, mücahedesinden dolayı melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur çünkü özrü yoktur.
Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melâikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kādir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa beşer, mücahedesinden dolayı melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur çünkü özrü yoktur.


<nowiki>*</nowiki> * *
* * *


== وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُم۟ عَلَى ال۟مَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَن۟بِئُونٖى بِاَس۟مَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ ۝ قَالُوا سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ ۝ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَن۟بِئ۟هُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ فَلَمَّٓا اَن۟بَاَهُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ قَالَ اَلَم۟ اَقُل۟ لَكُم۟ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ غَي۟بَ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَاَع۟لَمُ مَا تُب۟دُونَ وَمَا كُن۟تُم۟ تَك۟تُمُونَ ==
== وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُم۟ عَلَى ال۟مَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَن۟بِئُونٖى بِاَس۟مَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ ۝ قَالُوا سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ ۝ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَن۟بِئ۟هُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ فَلَمَّٓا اَن۟بَاَهُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ قَالَ اَلَم۟ اَقُل۟ لَكُم۟ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ غَي۟بَ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَاَع۟لَمُ مَا تُب۟دُونَ وَمَا كُن۟تُم۟ تَك۟تُمُونَ ==
4.218. satır: 4.234. satır:
Cenab-ı Hak dedi ki: “Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin Âdem hakkında lisanla izhar ettiğinizi ve kalben gizlediğinizi bilirim.”
Cenab-ı Hak dedi ki: “Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin Âdem hakkında lisanla izhar ettiğinizi ve kalben gizlediğinizi bilirim.”


MUKADDİME
'''MUKADDİME'''


Bu talim-i esma meselesi ya Hazret-i Âdem aleyhisselâmın melâikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir yahut melâikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilafete liyakatini melâikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir.
Bu talim-i esma meselesi ya Hazret-i Âdem aleyhisselâmın melâikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir yahut melâikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilafete liyakatini melâikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir.


Ey arkadaş! Her şeyin Kitab-ı Mübin’de mevcud olduğunu tasrih eden وَلَا رَط۟بٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i kerîmesinin hükmüne göre: Kur’an-ı Kerîm zâhiren ve bâtınen, nassen ve delâleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek her şeyi ifade ediyor. Buna binaen gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri gerek mu’cizeleri hakkında Kur’an-ı Kerîm’in işaratından fehmettiğime göre (Hâşiye)[[İşaratü'l-İ'caz 21.6.23-a1 (syf 233).html#footnote-000|13]]<nowiki/>mu’cizat-ı enbiyadan iki gaye ve hikmet takip edilmiştir:
Ey arkadaş! Her şeyin Kitab-ı Mübin’de mevcud olduğunu tasrih eden وَلَا رَط۟بٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i kerîmesinin hükmüne göre: Kur’an-ı Kerîm zâhiren ve bâtınen, nassen ve delâleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek her şeyi ifade ediyor. Buna binaen gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri gerek mu’cizeleri hakkında Kur’an-ı Kerîm’in işaratından fehmettiğime göre (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Eğer müellifin, Tenzil’in nazmından çıkardığı letaifte şüphen varsa ben derim ki: İbnü’l-Fârıd kitabından tefe’ül ederken şu beyit çıktı: <br>
 
كَاَنَّ كِرَامَ الْكَاتِبِينَ تَنَزَّلُوا    عَلٰى قَلْبِـهِ وَحْيًا بِمَا فِى صَحِيفَـةٍ


Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.
<br>


İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev-i beşere göstererek o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev-i beşeri teşvik ve teşci etmektir. Sanki Kur’anKerîm, enbiyanın kıssa ve hikâyeleriyle terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek: “Ey beşer! Şu gördüğün mu’cizeler, birtakım örnek ve numunelerdir. Telahuk-u efkârınızla, çalışmalarınızla şu örneklerin emsalini yapacaksınız.” diye ihtar etmiştir.
'''Habib'''</ref>) mu’cizatenbiyadan iki gaye ve hikmet takip edilmiştir:


Evet mazi, istikbalin âyinesidir; istikbalde vücuda gelecek icadlar, mazide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. Evet şu terakkiyat-ı hazıra, tamamıyla dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmişlerdir. Evet:
'''Birincisi:''' Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.
 
'''İkincisi:''' Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev-i beşere göstererek o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev-i beşeri teşvik ve teşci etmektir. Sanki Kur’an-ı Kerîm, enbiyanın kıssa ve hikâyeleriyle terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek: “Ey beşer! Şu gördüğün mu’cizeler, birtakım örnek ve numunelerdir. Telahuk-u efkârınızla, çalışmalarınızla şu örneklerin emsalini yapacaksınız.” diye ihtar etmiştir.
 
'''Evet mazi, istikbalin âyinesidir; istikbalde vücuda gelecek icadlar, mazide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir.''' Evet şu terakkiyat-ı hazıra, tamamıyla dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmişlerdir. Evet:


1- İlk saat ve sefine, mu’cize eliyle beşere verilmiştir.
1- İlk saat ve sefine, mu’cize eliyle beşere verilmiştir.
4.252. satır: 4.274. satır:
عُلِّم۟نَا مَن۟طِقَ الطَّي۟رِ olan âyet-i kerîme; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hâkeza beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır, istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.
عُلِّم۟نَا مَن۟طِقَ الطَّي۟رِ olan âyet-i kerîme; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hâkeza beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır, istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.


Bu âyetin nazmında dahi emsali gibi üç vecih vardır:
Bu âyetin nazmında dahi emsali gibi '''üç vecih''' vardır:


Birinci Vecih: Evvelki âyetle irtibatıdır.
'''Birinci Vecih: Evvelki âyetle irtibatıdır.'''


Şöyle ki:
Şöyle ki:
4.266. satır: 4.288. satır:
4- Beşerin arzda hilafet-i kübraya mazhar olmasına evvelki âyetle delâlet edilmiştir, burada ise bütün tecelliyata mazhar bir nüsha-i câmia olarak gösterilmiştir. Bu da ayrı ayrı istidatlara mâlik ve ilim ve istifadelerinin yolları çok olduğundandır. Evet, beşer, zâhir ve bâtın havas ve duygularıyla bilhassa derinliğine nihayet olmayan vicdanıyla kâinatı ihata etmiş bir kabiliyettedir.
4- Beşerin arzda hilafet-i kübraya mazhar olmasına evvelki âyetle delâlet edilmiştir, burada ise bütün tecelliyata mazhar bir nüsha-i câmia olarak gösterilmiştir. Bu da ayrı ayrı istidatlara mâlik ve ilim ve istifadelerinin yolları çok olduğundandır. Evet, beşer, zâhir ve bâtın havas ve duygularıyla bilhassa derinliğine nihayet olmayan vicdanıyla kâinatı ihata etmiş bir kabiliyettedir.


İkinci Vecih: Cümlelerin birbiriyle irtibatlarıdır.
'''İkinci Vecih: Cümlelerin birbiriyle irtibatlarıdır.'''


Şöyle ki: وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ cümlesi اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَا لَا تَع۟لَمُونَ cümlesinin mazmununu tahkik ve icmalini tafsil ve ibhamını tefsirdir.
Şöyle ki: وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ cümlesi اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَا لَا تَع۟لَمُونَ cümlesinin mazmununu tahkik ve icmalini tafsil ve ibhamını tefsirdir.
4.296. satır: 4.318. satır:
Şu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki iblisin enaniyeti, kibri, melâikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara, bir taifenin itirazı da karışmıştır.
Şu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki iblisin enaniyeti, kibri, melâikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara, bir taifenin itirazı da karışmıştır.


Üçüncü Vecih: Cümlelerin heyet ve nükteleri:
'''Üçüncü Vecih: Cümlelerin heyet ve nükteleri:'''


وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا
وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا
4.330. satır: 4.352. satır:
۝
۝


Hâşiye: İntihabım olmayarak ihtiyarsız bir tarzda, âdeta umum Sözlerin ve Mektupların âhirlerinde şu âyet
'''Hâşiye:''' İntihabım olmayarak ihtiyarsız bir tarzda, âdeta umum Sözlerin ve Mektupların âhirlerinde şu âyet


سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
4.336. satır: 4.358. satır:
bana söylettirilmiş. Şimdi anladım ki tefsirim de şu âyet ile hitam buluyor. Demek inşâallah bütün Sözler, hakiki bir tefsir ve şu âyetin bahrinden birer cetveldir. En-nihayet yine o denize dökülüyorlar. Şu tefsirin hitamında, güya her Söz manen şu âyetten başlıyor. Demek o zamandan beri yirmi senedir daha şu âyeti tefsir ediyorum, bitiremedim ki tefsirin ikinci cildini yazayım.
bana söylettirilmiş. Şimdi anladım ki tefsirim de şu âyet ile hitam buluyor. Demek inşâallah bütün Sözler, hakiki bir tefsir ve şu âyetin bahrinden birer cetveldir. En-nihayet yine o denize dökülüyorlar. Şu tefsirin hitamında, güya her Söz manen şu âyetten başlıyor. Demek o zamandan beri yirmi senedir daha şu âyeti tefsir ediyorum, bitiremedim ki tefsirin ikinci cildini yazayım.


Said Nursî
'''Said Nursî'''


Allah’ın avn ü inayetiyle ümidimin, iktidarımın fevkinde şu tercümeyi iyi kötü yaptım; noksanları çoktur, müellifçe ıslahları lâzımdır. Zaten onun himmetiyle bu kadarını ancak yapabildim. Yoksa nazm-ı Kur’an’daki îcazlı olan i’cazı, kısa ve veciz olarak beyan eden bu tefsiri sönük, kör bir fikirle tercüme etmek, Abdülmecid’in işi değildir. Yine onun fart-ı şefkatinden himmeti yetişti, ikmaline muvaffak oldum.
Allah’ın avn ü inayetiyle ümidimin, iktidarımın fevkinde şu tercümeyi iyi kötü yaptım; noksanları çoktur, müellifçe ıslahları lâzımdır. Zaten onun himmetiyle bu kadarını ancak yapabildim. Yoksa nazm-ı Kur’an’daki îcazlı olan i’cazı, kısa ve veciz olarak beyan eden bu tefsiri sönük, kör bir fikirle tercüme etmek, Abdülmecid’in işi değildir. Yine onun fart-ı şefkatinden himmeti yetişti, ikmaline muvaffak oldum.
4.342. satır: 4.364. satır:
Müellifin küçük kardeşi ve Nur talebesi
Müellifin küçük kardeşi ve Nur talebesi


Abdülmecid
'''Abdülmecid'''
 
------
<center> [[Fatiha Sûresi]] ⇐  | [[İşarat'ül İ'caz]] | ⇒ [[Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri]] </center>
------