77.975
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
76. satır: | 76. satır: | ||
3- Şifrevari şu huruf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki Muhammed aleyhissalâtü vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarîh gibi telakki eder, anlar. | 3- Şifrevari şu huruf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki Muhammed aleyhissalâtü vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarîh gibi telakki eder, anlar. | ||
4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi adet ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem’a-i i’cazı körlere dahi göstermiştir. </ref>) | 4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi adet ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem’a-i i’cazı körlere dahi göstermiştir. </ref>)''' | ||
5- الٓمٓ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki zihinler, gerek bu üç mahreçte gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler. | 5- الٓمٓ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki zihinler, gerek bu üç mahreçte gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler. | ||
243. satır: | 243. satır: | ||
'''Cevap:''' Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden âciz olduğu gibi kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hattâ belâgat dâhîlerinden Sekkakî gibi bir zat; İmruu’l-Kays veya başka bir bedevînin ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır. Maahâzâ imanın var olup olmadığı sorgu ile anlaşılır. Mesela âmî bir adama, bu âlem bütün cihetleri ile, eczasıyla kudretinde, tasarrufunda bulunan Sâni’in, yarattığı bu âlemin bir cihetinde olup olmadığı gibi bir sorgu yapıldığı zaman “Hiçbir cihette değildir!” dese kâfidir. Çünkü nefiy cihetinin onun vicdanında sabit olduğuna delâlet eder. | '''Cevap:''' Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden âciz olduğu gibi kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hattâ belâgat dâhîlerinden Sekkakî gibi bir zat; İmruu’l-Kays veya başka bir bedevînin ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır. Maahâzâ imanın var olup olmadığı sorgu ile anlaşılır. Mesela âmî bir adama, bu âlem bütün cihetleri ile, eczasıyla kudretinde, tasarrufunda bulunan Sâni’in, yarattığı bu âlemin bir cihetinde olup olmadığı gibi bir sorgu yapıldığı zaman “Hiçbir cihette değildir!” dese kâfidir. Çünkü nefiy cihetinin onun vicdanında sabit olduğuna delâlet eder. | ||
'''İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre: “Cenab-ı Hakk’ın istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur.” | '''İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre: “Cenab-ı Hakk’ın istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur.”''' denilmiştir. Öyle ise iman, Şems-i Ezelî’den vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuâdır ki vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur. Ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs’at ve genişlik verir ki insan o vüs’atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir. | ||
Ve keza iman, Şems-i Ezelî’den ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır. Ve o parıltı ile vicdanında bulunan bütün emel ve istidatlarının tohumları, bir şecere-i tûba gibi neşv ü nemaya başlar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider. | Ve keza iman, Şems-i Ezelî’den ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır. Ve o parıltı ile vicdanında bulunan bütün emel ve istidatlarının tohumları, bir şecere-i tûba gibi neşv ü nemaya başlar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider. | ||
348. satır: | 348. satır: | ||
2- Yalnız zamanların birinde sübutu ifade eden مُؤ۟مِنُونَ kelimesine bedel fiil sîgasıyla يُؤ۟مِنُونَ tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe imanın teceddüd ettiğine işarettir. | 2- Yalnız zamanların birinde sübutu ifade eden مُؤ۟مِنُونَ kelimesine bedel fiil sîgasıyla يُؤ۟مِنُونَ tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe imanın teceddüd ettiğine işarettir. | ||
3- İbhamı ifade eden مَا '''iman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve imanın, hadîs gibi bâtınî ve Kur’an gibi zâhirî vahiylere şâmil olduğuna işarettir.''' | 3- İbhamı ifade eden '''مَا''' '''iman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve imanın, hadîs gibi bâtınî ve Kur’an gibi zâhirî vahiylere şâmil olduğuna işarettir.''' | ||
4- اُن۟زِلَ maddesi itibarıyla Kur’an’a iman, Kur’an’ın Allah’tan nüzulüne iman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik Allah’a iman, Allah’ın vücuduna iman; âhirete iman, âhiretin gelmesine iman demektir. | 4- اُن۟زِلَ maddesi itibarıyla Kur’an’a iman, Kur’an’ın Allah’tan nüzulüne iman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik Allah’a iman, Allah’ın vücuduna iman; âhirete iman, âhiretin gelmesine iman demektir. | ||
388. satır: | 388. satır: | ||
Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünkü fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç, bir şahsa deva iken şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani “Vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi.” diye hükmetmiştir. | Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünkü fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç, bir şahsa deva iken şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani “Vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi.” diye hükmetmiştir. | ||
مِن۟ قَب۟لِكَ : Kur’an’da hiçbir kelime bulunmuyor ki mevkiiyle münasebettar olmasın. Veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet, Kur’an’ın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tac-ı zerrîn gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. | مِن۟ قَب۟لِكَ: Kur’an’da hiçbir kelime bulunmuyor ki mevkiiyle münasebettar olmasın. Veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet, Kur’an’ın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tac-ı zerrîn gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. | ||
Ezcümle: مِن۟ قَب۟لِكَ kelimesine bak. Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin başına konan letaifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet meselesinde beş maksat vardır. Bu maksatlar, beş nükte ve letaiften in’ikas etmiştir. Bu beş letaif مِن۟ قَب۟لِكَ nin sadefindedir. Maksatlar ise: | Ezcümle: مِن۟ قَب۟لِكَ kelimesine bak. Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin başına konan letaifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet meselesinde beş maksat vardır. Bu maksatlar, beş nükte ve letaiften in’ikas etmiştir. Bu beş letaif مِن۟ قَب۟لِكَ nin sadefindedir. Maksatlar ise: | ||
589. satır: | 589. satır: | ||
'''Üçüncüsü:''' “Hidayetin neticesi, semeresi ve hidayetteki lezzet ve nimet nedir?” diye sual eden sâile cevaptır. | '''Üçüncüsü:''' “Hidayetin neticesi, semeresi ve hidayetteki lezzet ve nimet nedir?” diye sual eden sâile cevaptır. | ||
Yani hidayette saadet-i dâreyn vardır. Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ı hidayettir. Zira | Yani hidayette saadet-i dâreyn vardır. Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ı hidayettir. Zira '''hidayet haddizatında büyük bir nimettir ve vicdanî bir lezzettir, ruhun cennetidir (nasıl ki dalalet, ruhun cehennemidir) ve bilâhare âhiretin felâh ve saadetini intac eder.''' | ||
'''İkinci Me’haz:''' اُولٰٓئِكَ ile yapılan işaret-i hissiye. | '''İkinci Me’haz:''' اُولٰٓئِكَ ile yapılan işaret-i hissiye. | ||
802. satır: | 802. satır: | ||
لَا يُؤ۟مِنُونَ kelimesi ise inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek سَوَٓاءٌ kelimesine tekiddir. | لَا يُؤ۟مِنُونَ kelimesi ise inzar ile adem-i inzar arasındaki müsavata nassederek سَوَٓاءٌ kelimesine tekiddir. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِم۟ وَعَلٰى سَم۟عِهِم۟ وَعَلٰٓى اَب۟صَارِهِم۟ غِشَاوَةٌ وَلَهُم۟ عَذَابٌ عَظٖيمٌ == | == خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِم۟ وَعَلٰى سَم۟عِهِم۟ وَعَلٰٓى اَب۟صَارِهِم۟ غِشَاوَةٌ وَلَهُم۟ عَذَابٌ عَظٖيمٌ == | ||
919. satır: | 919. satır: | ||
Kalp gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere Cenab-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vaktâ ki sû-i ihtiyarlarıyla ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler, yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki o sâri hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın. | Kalp gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere Cenab-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vaktâ ki sû-i ihtiyarlarıyla ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler, yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki o sâri hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın. | ||
اَللّٰهُ : Zamir-i mütekellimin yerine ism-i zâhirin gelmesi, tekellümden gaybete iltifattır. Ve bu iltifatta latîf bir nükte vardır. Şöyle ki: | اَللّٰهُ: Zamir-i mütekellimin yerine ism-i zâhirin gelmesi, tekellümden gaybete iltifattır. Ve bu iltifatta latîf bir nükte vardır. Şöyle ki: | ||
لَا يُؤ۟مِنُونَ den sonra بِاللّٰهِ mukadder ve menvî (maksud) olduğuna nazaran, sanki nur-u marifet onların kalplerinin kapılarına geldiği zaman kalplerini açıp kabul etmediklerinden, Allah da gazaba gelerek kalplerini hatmetti. | لَا يُؤ۟مِنُونَ den sonra بِاللّٰهِ mukadder ve menvî (maksud) olduğuna nazaran, sanki nur-u marifet onların kalplerinin kapılarına geldiği zaman kalplerini açıp kabul etmediklerinden, Allah da gazaba gelerek kalplerini hatmetti. | ||
عَلٰى : خَتَمَ fiili müteaddî olduğu halde عَلٰى ile zikredilmesi, hatmedilen kalbin dünyaya bakan kapısı değil ancak âhirete nâzır olan kapısı seddedilmiş olduğuna işarettir. Ve keza hatmin “alâmet” manasını ifade eden “vesm”i (damga) tazammun ettiğine işarettir. Sanki o hatm, o mühür, kalplerinin üstünde sabit bir damgadır ve silinmez bir alâmettir ki daima melâikeye görünür. | عَلٰى: خَتَمَ fiili müteaddî olduğu halde عَلٰى ile zikredilmesi, hatmedilen kalbin dünyaya bakan kapısı değil ancak âhirete nâzır olan kapısı seddedilmiş olduğuna işarettir. Ve keza hatmin “alâmet” manasını ifade eden “vesm”i (damga) tazammun ettiğine işarettir. Sanki o hatm, o mühür, kalplerinin üstünde sabit bir damgadır ve silinmez bir alâmettir ki daima melâikeye görünür. | ||
'''Sual:''' Bu âyette kalbin sem’ ve basara takdimindeki hikmet nedir? | '''Sual:''' Bu âyette kalbin sem’ ve basara takdimindeki hikmet nedir? | ||
1.001. satır: | 1.001. satır: | ||
Maahâzâ cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir. Evet, dünyada çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır. | Maahâzâ cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir. Evet, dünyada çok namus sahipleri, cinayetlerinin hicabından kurtulmak için kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir ve isteyenler de vardır. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== وَمِنَ النَّاسِ مَن۟ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ وَمَا هُم۟ بِمُؤ۟مِنٖينَ == | == وَمِنَ النَّاسِ مَن۟ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ وَمَا هُم۟ بِمُؤ۟مِنٖينَ == | ||
1.062. satır: | 1.062. satır: | ||
Davalarının takviyesine yapılan işaretler ise: | Davalarının takviyesine yapılan işaretler ise: | ||
اٰمَنَّا fiil-i mazinin heyetinden ''“Biz ehl-i kitap cemaatleri, eskiden'' | اٰمَنَّا fiil-i mazinin heyetinden ''“Biz ehl-i kitap cemaatleri, eskiden'' ''beri mü’miniz. Şimdi imandan geri kalmamıza imkân yoktur.”'' gibi takviye edici bir delil tereşşuh ettiği gibi, cem’e râci olan نَا zamirinden de ''“Bizler bir fert gibi değiliz. Ancak muhteşem bir cemaatiz. Yalana tenezzül etmeyiz.”'' gibi ikinci bir takviye daha çıkıyor. | ||
''beri mü’miniz. Şimdi imandan geri kalmamıza imkân yoktur.”'' gibi takviye edici bir delil tereşşuh ettiği gibi, cem’e râci olan نَا zamirinden de ''“Bizler bir fert gibi değiliz. Ancak muhteşem bir cemaatiz. Yalana tenezzül etmeyiz.”'' gibi ikinci bir takviye daha çıkıyor. | |||
بِاللّٰهِ وَبِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ | بِاللّٰهِ وَبِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ | ||
1.098. satır: | 1.096. satır: | ||
'''Cevap:''' Onların zâhiren imanları varsa da, hakikatte imana ehil ve lâyık insanlar olup mü’minîn sınıfından addedilmediklerine delâlet için مَا nın haberi üzerine ب dâhil olmuştur. | '''Cevap:''' Onların zâhiren imanları varsa da, hakikatte imana ehil ve lâyık insanlar olup mü’minîn sınıfından addedilmediklerine delâlet için مَا nın haberi üzerine ب dâhil olmuştur. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَمَايَخ۟دَعُونَ اِلَّٓا اَن۟فُسَهُم۟ وَمَا يَش۟عُرُونَ فٖى قُلُوبِهِم۟ مَرَضٌ فَزَادَ هُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَك۟ذِبُونَ == | == يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَمَايَخ۟دَعُونَ اِلَّٓا اَن۟فُسَهُم۟ وَمَا يَش۟عُرُونَ فٖى قُلُوبِهِم۟ مَرَضٌ فَزَادَ هُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَك۟ذِبُونَ == | ||
1.267. satır: | 1.265. satır: | ||
Muhammed-i Hâşimî’yi aleyhisselâm meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır. | Muhammed-i Hâşimî’yi aleyhisselâm meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ لَاتُف۟سِدُوا فِى ال۟اَر۟ضِ قَالُٓوا اِنَّمَا نَح۟نُ مُص۟لِحُونَ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ ال۟مُف۟سِدُونَ وَلٰكِن۟ لَايَش۟عُرُونَ == | == وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ لَاتُف۟سِدُوا فِى ال۟اَر۟ضِ قَالُٓوا اِنَّمَا نَح۟نُ مُص۟لِحُونَ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ ال۟مُف۟سِدُونَ وَلٰكِن۟ لَايَش۟عُرُونَ == | ||
1.344. satır: | 1.342. satır: | ||
Şuurdan mahrum olduklarını ifade eden وَلٰكِن۟ لَا يَش۟عُرُونَ cümlesi, onların zu’mlarınca davalarının malûmiyeti dolayısıyla, nasihate ihtiyaçları olmadığına ve nasihat edenleri tezyif ettiklerine karşı bir müdafaadır. | Şuurdan mahrum olduklarını ifade eden وَلٰكِن۟ لَا يَش۟عُرُونَ cümlesi, onların zu’mlarınca davalarının malûmiyeti dolayısıyla, nasihate ihtiyaçları olmadığına ve nasihat edenleri tezyif ettiklerine karşı bir müdafaadır. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤ۟مِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِن۟ لَا يَع۟لَمُونَ == | == وَاِذَا قٖيلَ لَهُم۟ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤ۟مِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُ اَلَٓا اِنَّهُم۟ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِن۟ لَا يَع۟لَمُونَ == | ||
1.560. satır: | 1.558. satır: | ||
يَع۟مَهُونَ Yani ''“Tuğyan ve dalaletlerinde mütehayyir ve mütereddid şahıslardır. Ne meslekleri var ve ne muayyen bir maksatları vardır.”'' | يَع۟مَهُونَ Yani ''“Tuğyan ve dalaletlerinde mütehayyir ve mütereddid şahıslardır. Ne meslekleri var ve ne muayyen bir maksatları vardır.”'' | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اش۟تَرَوُا الضَّلَالَةَ بِال۟هُدٰى فَمَا رَبِحَت۟ تِجَارَتُهُم۟ وَمَا كَانُوا مُه۟تَدٖينَ == | == اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اش۟تَرَوُا الضَّلَالَةَ بِال۟هُدٰى فَمَا رَبِحَت۟ تِجَارَتُهُم۟ وَمَا كَانُوا مُه۟تَدٖينَ == | ||
1.621. satır: | 1.619. satır: | ||
هُدًى لِل۟مُتَّقٖينَ cümlesine gizli bir remiz vardır ki Kur’an-ı Kerim, hidayeti vermemiş değildir. Hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir. | هُدًى لِل۟مُتَّقٖينَ cümlesine gizli bir remiz vardır ki Kur’an-ı Kerim, hidayeti vermemiş değildir. Hidayeti vermiş de bunlar kabul etmemişlerdir. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== مَثَلُهُم۟ كَمَثَلِ الَّذِى اس۟تَو۟قَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَت۟ مَا حَو۟لَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِم۟ وَ تَرَكَهُم۟ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُب۟صِرُونَ صُمٌّ بُك۟مٌ عُم۟ىٌ فَهُم۟ لَا يَر۟جِعُونَ اَو۟ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَع۟دٌ وَ بَر۟قٌ يَج۟عَلُونَ اَصَابِعَهُم۟ فٖٓى اٰذَانِهِم۟ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ ال۟مَو۟تِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِال۟كَافِرٖينَ يَكَادُ ال۟بَر۟قُ يَخ۟طَفُ اَب۟صَارَهُم۟ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُم۟ مَشَو۟ا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظ۟لَمَ عَلَي۟هِم۟ قَامُوا وَلَو۟ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَم۟عِهِم۟ وَاَب۟صَارِهِم۟ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ == | == مَثَلُهُم۟ كَمَثَلِ الَّذِى اس۟تَو۟قَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَت۟ مَا حَو۟لَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِم۟ وَ تَرَكَهُم۟ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُب۟صِرُونَ صُمٌّ بُك۟مٌ عُم۟ىٌ فَهُم۟ لَا يَر۟جِعُونَ اَو۟ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَع۟دٌ وَ بَر۟قٌ يَج۟عَلُونَ اَصَابِعَهُم۟ فٖٓى اٰذَانِهِم۟ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ ال۟مَو۟تِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِال۟كَافِرٖينَ يَكَادُ ال۟بَر۟قُ يَخ۟طَفُ اَب۟صَارَهُم۟ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُم۟ مَشَو۟ا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظ۟لَمَ عَلَي۟هِم۟ قَامُوا وَلَو۟ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَم۟عِهِم۟ وَاَب۟صَارِهِم۟ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ == | ||
1.981. satır: | 1.979. satır: | ||
'''Cevap:''' Hayretleri artıran şu makamın sâmi’a verdiği dehşetten dolayı, yolcuların hâdisesini velev hayalî olsun görmek arzusunda bulunan sâmi’in arzusunu tatmin için (sîga-i muzari ile) geçen o vak’a zaman-ı hâle getirilerek sâmi’in hayaline tasvir edilmiştir. Ve keza muzari sîgası ikide bir kesilip tazelenmekle beraber istimrar ve devamı iktiza eder. Ve bunun istimrarından bulutun gürültüsünün de devamına îma vardır. | '''Cevap:''' Hayretleri artıran şu makamın sâmi’a verdiği dehşetten dolayı, yolcuların hâdisesini velev hayalî olsun görmek arzusunda bulunan sâmi’in arzusunu tatmin için (sîga-i muzari ile) geçen o vak’a zaman-ı hâle getirilerek sâmi’in hayaline tasvir edilmiştir. Ve keza muzari sîgası ikide bir kesilip tazelenmekle beraber istimrar ve devamı iktiza eder. Ve bunun istimrarından bulutun gürültüsünün de devamına îma vardır. | ||
اَصَابِعَهُم۟ : Kulaklara sokulabilen ancak parmak uçları iken burada parmak manasına olan اَصَابِعَ in kullanılması, onların hayret ve dehşetlerinden dolayı derece-i şaşkınlıklarına işarettir. | اَصَابِعَهُم۟: Kulaklara sokulabilen ancak parmak uçları iken burada parmak manasına olan اَصَابِعَ in kullanılması, onların hayret ve dehşetlerinden dolayı derece-i şaşkınlıklarına işarettir. | ||
فٖى اٰذَانِهِم۟ : Ra’dın sadâsından uğradıkları öyle bir şiddet-i havfa işarettir ki eğer ra’d, kulaklarının penceresinden içeriye girecek olursa derhal ruhları ağızlarının kapısından dışarıya kaçacaktır. | فٖى اٰذَانِهِم۟: Ra’dın sadâsından uğradıkları öyle bir şiddet-i havfa işarettir ki eğer ra’d, kulaklarının penceresinden içeriye girecek olursa derhal ruhları ağızlarının kapısından dışarıya kaçacaktır. | ||
Ve keza bu kayıtta çok güzel ve latîf bir îma vardır ki vaktâ ki onlar edilen nasihatleri, nida-yı hakkı, kulaklarını açıp içerisine almadılar. Semavat cihetinden kulaklar cephesi ra’d ve berkin top ve mancınıklarına tutuldu. Onlar o zaman hayır için tıkadıkları kulaklarını, şimdi de şer ve azap için tıkamaya mecbur oldular. اَل۟جَزَاءُ مِن۟ جِن۟سِ ال۟عَمَلِ Evet el ile sirkat yapıldığından el kesilir. Fena sözler ağız ile söylendiğinden ağıza vurulur. O da nedamet için sağ elini ağzına, hacalet için de sol elini gözlerine koyar. | Ve keza bu kayıtta çok güzel ve latîf bir îma vardır ki vaktâ ki onlar edilen nasihatleri, nida-yı hakkı, kulaklarını açıp içerisine almadılar. Semavat cihetinden kulaklar cephesi ra’d ve berkin top ve mancınıklarına tutuldu. Onlar o zaman hayır için tıkadıkları kulaklarını, şimdi de şer ve azap için tıkamaya mecbur oldular. اَل۟جَزَاءُ مِن۟ جِن۟سِ ال۟عَمَلِ Evet el ile sirkat yapıldığından el kesilir. Fena sözler ağız ile söylendiğinden ağıza vurulur. O da nedamet için sağ elini ağzına, hacalet için de sol elini gözlerine koyar. | ||
مِنَ الصَّوَاعِقِ : Ra’d ve berkin yolculara zarar vermekte müttehid olduklarına işareten, yalnız berkin sıfatı olan sâıkanın zikriyle iktifa edilerek ra’dın sıfatı terkedilmiştir. Maahâzâ sâıka, şiddetli bir savt ile yakıcı bir ateşten ibaret olduğu cihetle, ra’dın gürültüsünü de tazammun etmiş bulunuyor. Bu itibar ile ra’dın sıfatı da zikredilmiş demektir. | مِنَ الصَّوَاعِقِ: Ra’d ve berkin yolculara zarar vermekte müttehid olduklarına işareten, yalnız berkin sıfatı olan sâıkanın zikriyle iktifa edilerek ra’dın sıfatı terkedilmiştir. Maahâzâ sâıka, şiddetli bir savt ile yakıcı bir ateşten ibaret olduğu cihetle, ra’dın gürültüsünü de tazammun etmiş bulunuyor. Bu itibar ile ra’dın sıfatı da zikredilmiş demektir. | ||
حَذَرَ ال۟مَو۟تِ : Yani yolcuların sâıkalara karşı parmaklarıyla yaptıkları o gülünç müdafaaları mal, evlat ve saire eşyanın korkusundan değildir. Ancak canlarını cehenneme teslim edecek ölüm korkusundandır. Çünkü musibetin çakısı kemiğe dayanmıştır. Başka şeylerin kederinde, merakında olamayıp yalnız ölüm ve hıfz-ı hayatı düşünürler. | حَذَرَ ال۟مَو۟تِ: Yani yolcuların sâıkalara karşı parmaklarıyla yaptıkları o gülünç müdafaaları mal, evlat ve saire eşyanın korkusundan değildir. Ancak canlarını cehenneme teslim edecek ölüm korkusundandır. Çünkü musibetin çakısı kemiğe dayanmıştır. Başka şeylerin kederinde, merakında olamayıp yalnız ölüm ve hıfz-ı hayatı düşünürler. | ||
وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِال۟كَافِرٖينَ | وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِال۟كَافِرٖينَ | ||
1.999. satır: | 1.997. satır: | ||
Onlar şenlikli yerlerden firar, şehirlilikten nefret, gecenin istirahat zamanı olduğuna dair kanuna muhalefet ettikleri gibi nasihatlere itaat etmeyerek, sanki necatları çöllerde imiş gibi sahralara düştüler. En-nihaye haybet ve hüsrana uğrayarak Allah’ın belasına muhat ve maruz kaldılar. | Onlar şenlikli yerlerden firar, şehirlilikten nefret, gecenin istirahat zamanı olduğuna dair kanuna muhalefet ettikleri gibi nasihatlere itaat etmeyerek, sanki necatları çöllerde imiş gibi sahralara düştüler. En-nihaye haybet ve hüsrana uğrayarak Allah’ın belasına muhat ve maruz kaldılar. | ||
اَللّٰهُ : Bu kelime-i mübareke, onların son ümit ve ricalarının kesilmesine işarettir. Çünkü musibetzede olan bir adam, evvel ve âhir Allah’ın merhametine iltica etmekle müteselli olur. Binaenaleyh Allah’ın kahr u gazabına müstehak olanın, elbette ve elbette necatından ümit ve ricası kesilir. | اَللّٰهُ: Bu kelime-i mübareke, onların son ümit ve ricalarının kesilmesine işarettir. Çünkü musibetzede olan bir adam, evvel ve âhir Allah’ın merhametine iltica etmekle müteselli olur. Binaenaleyh Allah’ın kahr u gazabına müstehak olanın, elbette ve elbette necatından ümit ve ricası kesilir. | ||
مُحٖيطٌ kelimesi onları abluka eden musibetlerin, Allah’ın âsâr-ı | مُحٖيطٌ kelimesi onları abluka eden musibetlerin, Allah’ın âsâr-ı | ||
2.007. satır: | 2.005. satır: | ||
“Ey kâfirler! Semavat ve arzın dışarısına çıkamazsınız. Dâhilde ise her nereye kaçacak olursanız orada Allah ilim ve kudretiyle hazır ve nâzırdır.” | “Ey kâfirler! Semavat ve arzın dışarısına çıkamazsınız. Dâhilde ise her nereye kaçacak olursanız orada Allah ilim ve kudretiyle hazır ve nâzırdır.” | ||
بِال۟كَافِرٖينَ : Bu kelimeyi مُحٖيطٌ lafzına bağlayan ب harf-i cerri, Allah’ın gazabından kaçan kâfirler yine Allah’ın gazabına rast gelip musibet oklarına hedef olduklarına işarettir. | بِال۟كَافِرٖينَ: Bu kelimeyi مُحٖيطٌ lafzına bağlayan ب harf-i cerri, Allah’ın gazabından kaçan kâfirler yine Allah’ın gazabına rast gelip musibet oklarına hedef olduklarına işarettir. | ||
كَافِرٖينَ unvanı ise üç işareti taşıyor: | كَافِرٖينَ unvanı ise üç işareti taşıyor: | ||
2.091. satır: | 2.089. satır: | ||
Ve keza ذَهَبَ nin harf-i cer olan ب ile beraber gelmesinden anlaşılır ki müsebbebat, esbabdan ayrıldığı zaman başıboş bırakılmayarak yine bir nizam altına alınır. Çünkü ذَهَبَ بِهٖ ''“beraberce götürmek”'' manasını ifade eder. Malûm ya beraber götürülen bir şey sahibsiz, başıboş bırakılamaz. | Ve keza ذَهَبَ nin harf-i cer olan ب ile beraber gelmesinden anlaşılır ki müsebbebat, esbabdan ayrıldığı zaman başıboş bırakılmayarak yine bir nizam altına alınır. Çünkü ذَهَبَ بِهٖ ''“beraberce götürmek”'' manasını ifade eder. Malûm ya beraber götürülen bir şey sahibsiz, başıboş bırakılamaz. | ||
İhtar: Sem’in müfred olarak, basarın cem olarak zikirleri; işitilen bir, görünen çok olduğuna işarettir. Evet söylenilen sözler, birer birer kulağa girer, işitilir. Amma çok şeyler def’aten göze görünebilir. | '''İhtar:''' Sem’in müfred olarak, basarın cem olarak zikirleri; işitilen bir, görünen çok olduğuna işarettir. Evet söylenilen sözler, birer birer kulağa girer, işitilir. Amma çok şeyler def’aten göze görünebilir. | ||
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | ||
2.101. satır: | 2.099. satır: | ||
Tahkiki ifade eden اِنَّ dâhil olduğu hükmün sabit ve sarsılmaz hakikatlerden olduğuna delâlet ettiği gibi meselenin azametine, vüs’atine, dikkatine ve nev-i beşerin de bu gibi meselelerde âciz, zayıf, kāsır olduğunu remzen gösteriyor. Çünkü bu gibi yakînî meselelerde tereddüdü intac eden vehimlerdir. Vehimleri tevlid eden zafiyet, acz, kusurdur. Bunlar da insanın tıynetiyle yoğrulmuş sıfatlardır. | Tahkiki ifade eden اِنَّ dâhil olduğu hükmün sabit ve sarsılmaz hakikatlerden olduğuna delâlet ettiği gibi meselenin azametine, vüs’atine, dikkatine ve nev-i beşerin de bu gibi meselelerde âciz, zayıf, kāsır olduğunu remzen gösteriyor. Çünkü bu gibi yakînî meselelerde tereddüdü intac eden vehimlerdir. Vehimleri tevlid eden zafiyet, acz, kusurdur. Bunlar da insanın tıynetiyle yoğrulmuş sıfatlardır. | ||
اَللّٰهُ : Lafza-i Celalin burada sarahaten zikredilmesi, bu cümledeki hükmü ispat eden delile işarettir. Çünkü bütün mevcudat taht-ı tasarrufunda ve daire-i şümulünde bulunan kudret, sair sıfatlar gibi uluhiyetin lâzımesidir. | اَللّٰهُ: Lafza-i Celalin burada sarahaten zikredilmesi, bu cümledeki hükmü ispat eden delile işarettir. Çünkü bütün mevcudat taht-ı tasarrufunda ve daire-i şümulünde bulunan kudret, sair sıfatlar gibi uluhiyetin lâzımesidir. | ||
عَلٰى kelimesinden anlaşılır ki ademden eşyayı çıkartan kudret, o eşyayı mühmel ve başıboş bırakmaz. Ancak hikmetin murakabe ve nezareti altında terbiye ettirir. | عَلٰى kelimesinden anlaşılır ki ademden eşyayı çıkartan kudret, o eşyayı mühmel ve başıboş bırakmaz. Ancak hikmetin murakabe ve nezareti altında terbiye ettirir. | ||
2.168. satır: | 2.166. satır: | ||
'''İhtar:''' İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse o ibadet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar. | '''İhtar:''' İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse o ibadet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar. | ||
Kur’an-ı Kerîm vaktâ ki يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اع۟بُدُوا … الخ emriyle insanları ibadete davet etti, sanki lisan-ı hal ile “Ne için ibadet yapalım, illeti nedir?” diye sorulan suali, Kur’an-ı Kerîm رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُم۟ … الخ | Kur’an-ı Kerîm vaktâ ki يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اع۟بُدُوا … الخ emriyle insanları ibadete davet etti, sanki lisan-ı hal ile “Ne için ibadet yapalım, illeti nedir?” diye sorulan suali, Kur’an-ı Kerîm رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُم۟ … الخ | ||
2.445. satır: | 2.441. satır: | ||
Binaenaleyh güzellik gibi bir sıfat, binlerce zerrelere ve dolayısıyla cisimlere sıfat olabildiği halde, o kadar imkânat ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği zaman; herhalde bir kasd ile, bir hikmet altında, bir zatın irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim, o sıfata mevsuf kılınmıştır. | Binaenaleyh güzellik gibi bir sıfat, binlerce zerrelere ve dolayısıyla cisimlere sıfat olabildiği halde, o kadar imkânat ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği zaman; herhalde bir kasd ile, bir hikmet altında, bir zatın irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim, o sıfata mevsuf kılınmıştır. | ||
لَكُم۟ : Bu ل ihtisas için değildir ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani arzın tefrişine sebep yani vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi. Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasır değildir. Öyle ise insanların ihtiyacından, istifadesinden fazla kalana abes denilemez. | لَكُم۟: Bu ل ihtisas için değildir ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani arzın tefrişine sebep yani vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi. Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasır değildir. Öyle ise insanların ihtiyacından, istifadesinden fazla kalana abes denilemez. | ||
فِرَاشًا : Bu tabir, garib bir nükte-i belâgata işarettir. Çünkü arzın sıkletinden dolayı suya batıp kaybolması tabiatının icabatından olduğu halde, Cenab-ı Hak merhametiyle bir kısmını dışarıda bırakarak, insanlar için bir mesken ve nimetlerine bir maide, yani bir sofra olmak üzere tefriş etmiştir. | فِرَاشًا: Bu tabir, garib bir nükte-i belâgata işarettir. Çünkü arzın sıkletinden dolayı suya batıp kaybolması tabiatının icabatından olduğu halde, Cenab-ı Hak merhametiyle bir kısmını dışarıda bırakarak, insanlar için bir mesken ve nimetlerine bir maide, yani bir sofra olmak üzere tefriş etmiştir. | ||
Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaşılıyor ki arz, bir hanenin tabanı gibi insan ve hayvanlara ferş ve bast edilmiştir. Öyle ise arzdaki nebatat ve hayvanat, hanedeki efrad-ı aile ile erzak vesaire gibi levazım-ı beytiye hükmündedir. | Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaşılıyor ki arz, bir hanenin tabanı gibi insan ve hayvanlara ferş ve bast edilmiştir. Öyle ise arzdaki nebatat ve hayvanat, hanedeki efrad-ı aile ile erzak vesaire gibi levazım-ı beytiye hükmündedir. | ||
2.453. satır: | 2.449. satır: | ||
Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaşılıyor ki arz taş gibi katı ve sert değildir ki kabil-i sükna olmasın ve su gibi mayi de değildir ki ziraat ve istifadeye kabil olmasın. Belki orta bir vaziyette yapılmıştır ki hem mesken hem mezraa olsun. Bu iki faydanın taht-ı temine alınması, elbette ve elbette bir maksat, bir hikmet ve bir nizam ile olabilir. | Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaşılıyor ki arz taş gibi katı ve sert değildir ki kabil-i sükna olmasın ve su gibi mayi de değildir ki ziraat ve istifadeye kabil olmasın. Belki orta bir vaziyette yapılmıştır ki hem mesken hem mezraa olsun. Bu iki faydanın taht-ı temine alınması, elbette ve elbette bir maksat, bir hikmet ve bir nizam ile olabilir. | ||
وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً : Semanın insanlara bir sakf, bir dam gibi yapılması, yıldızların o damda asılı kandiller gibi olmalarını istilzam eder ki teşbih tamam olsun. Öyle ise gayr-ı mütenahî şu boşlukta dağınık bir şekilde yıldızların bulunması, akılları hayrette bırakan nizam ve intizamlı vaziyetleri, kör tesadüfe isnad edilemez. | وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً: Semanın insanlara bir sakf, bir dam gibi yapılması, yıldızların o damda asılı kandiller gibi olmalarını istilzam eder ki teşbih tamam olsun. Öyle ise gayr-ı mütenahî şu boşlukta dağınık bir şekilde yıldızların bulunması, akılları hayrette bırakan nizam ve intizamlı vaziyetleri, kör tesadüfe isnad edilemez. | ||
'''Sual:''' İnsan, arza nisbeten bir zerredir. Arz da kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nevine nisbeten bir zerredir; nev’i de sair ortakları bulunan enva içinde bir zerre gibidir. Ve keza aklın düşünebildiği gayeler, faydalar hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlahîdeki faydalara nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez? | '''Sual:''' İnsan, arza nisbeten bir zerredir. Arz da kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nevine nisbeten bir zerredir; nev’i de sair ortakları bulunan enva içinde bir zerre gibidir. Ve keza aklın düşünebildiği gayeler, faydalar hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlahîdeki faydalara nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez? | ||
2.465. satır: | 2.461. satır: | ||
İnzalin Cenab-ı Hakk’a olan isnadından anlaşılıyor ki yağmurun katreleri başıboş değildir ancak bir hikmet altında ve bir mizan-ı kasdî ile inerler. Çünkü o mesafe-i baîdeden gelmek ile beraber; rüzgâr ve hava da müsademelerine yardımcı olduğu halde, katrelerin aralarında müsademe olmuyor. Öyle ise o katreler başıboş olmayıp gemleri, onları temsil eden meleklerin elindedir. | İnzalin Cenab-ı Hakk’a olan isnadından anlaşılıyor ki yağmurun katreleri başıboş değildir ancak bir hikmet altında ve bir mizan-ı kasdî ile inerler. Çünkü o mesafe-i baîdeden gelmek ile beraber; rüzgâr ve hava da müsademelerine yardımcı olduğu halde, katrelerin aralarında müsademe olmuyor. Öyle ise o katreler başıboş olmayıp gemleri, onları temsil eden meleklerin elindedir. | ||
مِنَ السَّمَٓاءِ : Sema kelimesinin zikri geçtiğine nazaran, makam zamirin yeri olduğu halde ism-i zâhir ile zikredilmesi, yağmurların sema | مِنَ السَّمَٓاءِ: Sema kelimesinin zikri geçtiğine nazaran, makam zamirin yeri olduğu halde ism-i zâhir ile zikredilmesi, yağmurların sema | ||
cirminden değil sema cihetinden geldiğine işarettir. Çünkü sebkat eden sema kelimesinden maksat, cirmdir. | cirminden değil sema cihetinden geldiğine işarettir. Çünkü sebkat eden sema kelimesinden maksat, cirmdir. | ||
مَٓاءً : Semadan gelen karlar, dolular, sular olduğu halde yalnız suların zikredilmesi, en büyük istifadeyi temin eden, su olduğuna işarettir. مَٓاءً kelimesinde tenkiri ifade eden tenvin ise yağmur suyunun acib bir su olup nizamı garib, imtizacat-ı kimyeviyesi size meçhul olduğuna işarettir. | مَٓاءً: Semadan gelen karlar, dolular, sular olduğu halde yalnız suların zikredilmesi, en büyük istifadeyi temin eden, su olduğuna işarettir. مَٓاءً kelimesinde tenkiri ifade eden tenvin ise yağmur suyunun acib bir su olup nizamı garib, imtizacat-ı kimyeviyesi size meçhul olduğuna işarettir. | ||
فَاَخ۟رَجَ deki ف müddet ve mühlet olmaksızın takibi ifade eder. Buna binaen semeratın ihracı, yağmurun inzali akabinde bir müddet ara vermeden husule gelmesi lâzımdır. Halbuki ihraç ile inzal arasında hayli bir zaman vardır. Öyle ise اَخ۟رَجَ , اَن۟زَلَ ye atıf değildir. Ancak inzali takip eden fiillerin silsilesi ortadan kaldırılarak, o fiillerin neticesi hükmünde olan اَخ۟رَجَ , اَن۟زَلَ ye atfedilmiştir. Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: | فَاَخ۟رَجَ deki ف müddet ve mühlet olmaksızın takibi ifade eder. Buna binaen semeratın ihracı, yağmurun inzali akabinde bir müddet ara vermeden husule gelmesi lâzımdır. Halbuki ihraç ile inzal arasında hayli bir zaman vardır. Öyle ise اَخ۟رَجَ , اَن۟زَلَ ye atıf değildir. Ancak inzali takip eden fiillerin silsilesi ortadan kaldırılarak, o fiillerin neticesi hükmünde olan اَخ۟رَجَ , اَن۟زَلَ ye atfedilmiştir. Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: | ||
2.511. satır: | 2.507. satır: | ||
تَع۟لَمُونَ ye bir mef’ulün terki, çok mef’ullerin takdirine sebep olmuştur. Demek, îcaz ve ihtisarı yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken daha ziyade itnaba, tatvile sebep olmuştur. Yani Allah’tan başka mabudunuz olmadığını, hâlıkınızın bulunmadığını, başka bir kādir-i mutlak olmadığını ve mün’iminizin bulunmadığını bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kādir olmayıp onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir. | تَع۟لَمُونَ ye bir mef’ulün terki, çok mef’ullerin takdirine sebep olmuştur. Demek, îcaz ve ihtisarı yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken daha ziyade itnaba, tatvile sebep olmuştur. Yani Allah’tan başka mabudunuz olmadığını, hâlıkınızın bulunmadığını, başka bir kādir-i mutlak olmadığını ve mün’iminizin bulunmadığını bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kādir olmayıp onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== '''NÜBÜVVET HAKKINDA''' == | == '''NÜBÜVVET HAKKINDA''' == | ||
2.652. satır: | 2.648. satır: | ||
فَا۟تُوا بِسُورَةٍ مِن۟ مِث۟لِهٖ ... فَاِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا وَلَن۟ تَف۟عَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ … الخ | فَا۟تُوا بِسُورَةٍ مِن۟ مِث۟لِهٖ ... فَاِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا وَلَن۟ تَف۟عَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ … الخ | ||
olan âyet-i kerîmenin mealini tasdik etmiştir. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Kırk sene sonra neşrolan Risale-i Nur’da Carlyle, Goethe ve Bismark gibi kırk meşhur feylesofların tasdikleri beyan edilmiş. İnşâallah bu kitabın zeylinde dahi yazılacak. </ref>) | olan âyet-i kerîmenin mealini tasdik etmiştir. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Kırk sene sonra neşrolan Risale-i Nur’da Carlyle, Goethe ve Bismark gibi kırk meşhur feylesofların tasdikleri beyan edilmiş. İnşâallah bu kitabın zeylinde dahi yazılacak. </ref>)''' | ||
'''Sual:''' Gerek Kur’an-ı Kerîm olsun, gerek tefsiri olan hadîs-i şerif olsun; her fenden her ilimden birer fezleke almışlardır. Bir kitap veya bir şahsın yalnız fezlekeleri ihata etmekle hârika olması lâzım gelmez. Bir şahıs, pek çok fezlekeleri ihata edebilir? | '''Sual:''' Gerek Kur’an-ı Kerîm olsun, gerek tefsiri olan hadîs-i şerif olsun; her fenden her ilimden birer fezleke almışlardır. Bir kitap veya bir şahsın yalnız fezlekeleri ihata etmekle hârika olması lâzım gelmez. Bir şahıs, pek çok fezlekeleri ihata edebilir? | ||
2.730. satır: | 2.726. satır: | ||
Buna binaen bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garib meselelerden bahsetmek; onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir fayda vermezdi. | Buna binaen bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garib meselelerden bahsetmek; onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir fayda vermezdi. | ||
Mesela, Kur’an-ı Kerîm “Ey insanlar! Şemsin sükûnuna, arzın hareketine (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:<br> | Mesela, Kur’an-ı Kerîm “Ey insanlar! Şemsin sükûnuna, arzın hareketine '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hasta halimde, nevm ile yakaza arasında ihtar edilen bir nüktedir:<br> | ||
Şemsin yerinde mevlevîvari yaptığı semavî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek, şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.<br> | Şemsin yerinde mevlevîvari yaptığı semavî hareketi, kuvve-i cazibeyi tevlid etmek içindir. Kuvve-i cazibe de manzume-i şemsiye ile anılan güneşe bağlı yıldızları düşmek tehlikesinden kurtarmak içindir. Demek, şemsin mihverinde dairevari cereyan ve hareketi olmasa yıldızlar düşerler.<br> | ||
2.742. satır: | 2.738. satır: | ||
Eğer sükûnuyla sükûnet eylese cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.<br> | Eğer sükûnuyla sükûnet eylese cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.<br> | ||
'''Mütercim''' </ref>) ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i İlahiyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevk etmiş olurdu. Çünkü hiss-i zâhirîye muhaliftir. Maahâzâ on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek, makam-ı irşada muhalif olduğu gibi ruh-u belâgatla da kabil-i telif değildir. | '''Mütercim''' </ref>)''' ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i İlahiyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevk etmiş olurdu. Çünkü hiss-i zâhirîye muhaliftir. Maahâzâ on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek, makam-ı irşada muhalif olduğu gibi ruh-u belâgatla da kabil-i telif değildir. | ||
'''Sual:''' “Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hazıra eski insanlara meçhul ve gayr-ı me’luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır.” diyorsun. Bilhassa âhirete ait ahval gibi müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-ı me’lufturlar. Onlardan bahsetmek ne için hata olmuyor? | '''Sual:''' “Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hazıra eski insanlara meçhul ve gayr-ı me’luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır.” diyorsun. Bilhassa âhirete ait ahval gibi müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-ı me’lufturlar. Onlardan bahsetmek ne için hata olmuyor? | ||
2.748. satır: | 2.744. satır: | ||
'''Cevap:''' Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa âhirete ait ahvale hiçbir cihetle hiss-i zâhirî taalluk etmemiştir ki o hissin hilafını söylemek şaşırtma olsun. Binaenaleyh o gibi şeyler, daire-i imkândadırlar. Öyle ise onlara itikad ve onlar ile itminan peyda etmek mümkündür. Öyle ise o gibi şeylerin hakk-ı sarîhi, onları tasrih etmektir. Lâkin keşfiyat-ı fenniye; eski insanlara göre, imkân ve ihtimal dairesinden çıkıp muhal ve imtina derecesine girmişlerdir. Çünkü gözleriyle gördükleri şeyler, onlarca bedahet derecesine girmekle, onun hilafı onlarca muhaldir. Öyle ise onların hissiyatına hürmeten, o gibi meselelerde belâgatın iktizası, ibham ve ıtlaktır ki onlara bir şaşırtma olmasın. | '''Cevap:''' Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa âhirete ait ahvale hiçbir cihetle hiss-i zâhirî taalluk etmemiştir ki o hissin hilafını söylemek şaşırtma olsun. Binaenaleyh o gibi şeyler, daire-i imkândadırlar. Öyle ise onlara itikad ve onlar ile itminan peyda etmek mümkündür. Öyle ise o gibi şeylerin hakk-ı sarîhi, onları tasrih etmektir. Lâkin keşfiyat-ı fenniye; eski insanlara göre, imkân ve ihtimal dairesinden çıkıp muhal ve imtina derecesine girmişlerdir. Çünkü gözleriyle gördükleri şeyler, onlarca bedahet derecesine girmekle, onun hilafı onlarca muhaldir. Öyle ise onların hissiyatına hürmeten, o gibi meselelerde belâgatın iktizası, ibham ve ıtlaktır ki onlara bir şaşırtma olmasın. | ||
Fakat Kur’an-ı Kerîm, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emarelerin vaz’ıyla, hakikatlere işaretler yapmıştır. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Mu’cizat-ı Kur’aniye risale-i nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş. | Fakat Kur’an-ı Kerîm, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emarelerin vaz’ıyla, hakikatlere işaretler yapmıştır. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Mu’cizat-ı Kur’aniye risale-i nuriyesi tamamıyla bu hakikati ispat etmiş. | ||
<br> | <br> | ||
'''Mütercim''' </ref>) | '''Mütercim''' </ref>)''' | ||
Ey insafsız! Seni insafa davet ediyorum. Bir kere كَلِّمِ النَّاسَ عَلٰى قَدَرِ عُقُولِهِم۟ olan meşhur düsturu nazara almakla, zamanlarıyla muhitlerinin müsaadesizliğini düşünerek, telahuk eden binlerce efkârın neticelerinden doğan şu keşfiyat-ı fenniyeyi o zamanlardaki insanların kafa mideleri alıp hazmedemediklerine dikkat edersen anlayacaksın ki Kur’an-ı Kerîm’in o gibi meselelerde ihtiyar ettiği ibham ve ıtlak yolu, ayn-ı belâgat olduğu gibi yüksek i’cazını da ispata aşikâr bir delil olduğunu gözün kör değilse göreceksin. | Ey insafsız! Seni insafa davet ediyorum. Bir kere كَلِّمِ النَّاسَ عَلٰى قَدَرِ عُقُولِهِم۟ olan meşhur düsturu nazara almakla, zamanlarıyla muhitlerinin müsaadesizliğini düşünerek, telahuk eden binlerce efkârın neticelerinden doğan şu keşfiyat-ı fenniyeyi o zamanlardaki insanların kafa mideleri alıp hazmedemediklerine dikkat edersen anlayacaksın ki Kur’an-ı Kerîm’in o gibi meselelerde ihtiyar ettiği ibham ve ıtlak yolu, ayn-ı belâgat olduğu gibi yüksek i’cazını da ispata aşikâr bir delil olduğunu gözün kör değilse göreceksin. | ||
2.786. satır: | 2.782. satır: | ||
'''Sual:''' İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret etmesi lâzım bir mu’cize iken âlemce o kadar şöhret bulmamıştır. Esbabı nedir? | '''Sual:''' İnşikak-ı kamer bütün insanlarca kesb-i şöhret etmesi lâzım bir mu’cize iken âlemce o kadar şöhret bulmamıştır. Esbabı nedir? | ||
'''Cevap:''' Matla’ların ihtilafı ve havanın bulutlu olmasının ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın âni olması gibi esbabdan dolayı, herkesçe o vak’anın görünmesi ve malûm olması lâzım gelmez. Maahâzâ Hicaz matlaıyla matla’ları bir olan yerlerde, o gece yollarda bulunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua geldiği hakkında çok rivayetler vardır. (*<ref>* Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Bey’in evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla müellif Bediüzzaman’ın esaretine rast gelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve hârikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehit olarak kanlarının dökülmesine hârika bir işarettir.<br> | '''Cevap:''' Matla’ların ihtilafı ve havanın bulutlu olmasının ihtimali ve o zamanda rasathanelerin bulunmaması ve vaktin uyku gibi gaflet zamanı olması ve inşikakın âni olması gibi esbabdan dolayı, herkesçe o vak’anın görünmesi ve malûm olması lâzım gelmez. Maahâzâ Hicaz matlaıyla matla’ları bir olan yerlerde, o gece yollarda bulunan kervan ve kafilelerden naklen, inşikakın vukua geldiği hakkında çok rivayetler vardır. '''(*<ref>*Diyarbakır’da Van Valisi Cevdet Bey’in evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabî nüshasını tebyiz ederken şu şekl-i garib, tevafukan vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis’in sukutuyla müellif Bediüzzaman’ın esaretine rast gelir. Sanki şu şekl-i garibin, şu mu’cizeler ve hârikalar bahsinde o gece husule gelmesi, müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerinin şehit olarak kanlarının dökülmesine hârika bir işarettir.<br> | ||
Said’in küçük kardeşi, yirmi senelik talebesi<br> | Said’in küçük kardeşi, yirmi senelik talebesi<br> | ||
2.798. satır: | 2.794. satır: | ||
Eski Said’in ehemmiyetli talebesi<br> | Eski Said’in ehemmiyetli talebesi<br> | ||
'''Hamza''' </ref>) | '''Hamza''' </ref>)''' | ||
'''Üçüncü nevi''' mu’cizelerin reisi ve en büyüğü, Kur’an-ı Azîmüşşan’dır ki yedi vecihle mu’cize olduğuna mezkûr âyetle işaret edilmiştir. | '''Üçüncü nevi''' mu’cizelerin reisi ve en büyüğü, Kur’an-ı Azîmüşşan’dır ki yedi vecihle mu’cize olduğuna mezkûr âyetle işaret edilmiştir. | ||
2.924. satır: | 2.920. satır: | ||
İşte bu cümlelerin arasında bulunan lüzumların silsilesinden فَاتَّقُوا ile اِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا arasındaki o gizli lüzum tezahür eder. Ve bu yapılan îcaz ve ihtisardan, i’cazın bir şuâı meydana gelir. | İşte bu cümlelerin arasında bulunan lüzumların silsilesinden فَاتَّقُوا ile اِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا arasındaki o gizli lüzum tezahür eder. Ve bu yapılan îcaz ve ihtisardan, i’cazın bir şuâı meydana gelir. | ||
اَلَّتٖى وَقُودُهَا النَّاسُ وَال۟حِجَارَةُ : Kur’an-ı Kerîm, onları فَاتَّقُوا النَّارَ cümlesi ile tehdit ettikten sonra نَارٌ kelimesinin bu cümle ile vasıflandırılmasıyla da o tehdidi tekid ve teşdid etmiştir. Zira odunu insanlar ile taşlar olan bir ateşin heybeti, dehşeti ve havfı daha şedittir. Ve keza bu cümle ile sanemlere ibadet yapanları zecir ve men’etmeye işaret yapılmıştır. Şöyle ki: ''“Ey insanlar! Allah’ın emirlerine imtisal etmeyip bilhassa taşlara ve camid şeylere ibadet yaparsanız, muhakkak biliniz ki tapanlar ile taptıkları şeyleri yiyip yutacak bir ateşe gireceksiniz.”'' | اَلَّتٖى وَقُودُهَا النَّاسُ وَال۟حِجَارَةُ: Kur’an-ı Kerîm, onları فَاتَّقُوا النَّارَ cümlesi ile tehdit ettikten sonra نَارٌ kelimesinin bu cümle ile vasıflandırılmasıyla da o tehdidi tekid ve teşdid etmiştir. Zira odunu insanlar ile taşlar olan bir ateşin heybeti, dehşeti ve havfı daha şedittir. Ve keza bu cümle ile sanemlere ibadet yapanları zecir ve men’etmeye işaret yapılmıştır. Şöyle ki: ''“Ey insanlar! Allah’ın emirlerine imtisal etmeyip bilhassa taşlara ve camid şeylere ibadet yaparsanız, muhakkak biliniz ki tapanlar ile taptıkları şeyleri yiyip yutacak bir ateşe gireceksiniz.”'' | ||
اُعِدَّت۟ لِل۟كَافِرٖينَ : Bu cümle فَاتَّقُوا ile اِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا cümleleri arasındaki lüzumu izah eder ve kararlaştırır. Yani şu ateş azabı, Kur’an’a imtisal etmeyen kâfirlere hazırlanmıştır. Hem bu ateş, tufan vesair musibetler gibi iyi kötü bütün insanlara şâmil musibetlerden değildir. Ancak bu musibeti celbeden, küfürdür. Bu beladan kurtuluş çaresi ancak Kur’an-ı Kerîm’e imtisaldir. | اُعِدَّت۟ لِل۟كَافِرٖينَ: Bu cümle فَاتَّقُوا ile اِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا cümleleri arasındaki lüzumu izah eder ve kararlaştırır. Yani şu ateş azabı, Kur’an’a imtisal etmeyen kâfirlere hazırlanmıştır. Hem bu ateş, tufan vesair musibetler gibi iyi kötü bütün insanlara şâmil musibetlerden değildir. Ancak bu musibeti celbeden, küfürdür. Bu beladan kurtuluş çaresi ancak Kur’an-ı Kerîm’e imtisaldir. | ||
Mazi sîgasıyla zikredilen اُعِدَّت۟ kelimesi, cehennemin el-ân mahluk ve mevcud olup Ehl-i İtizal’in bilâhare vücuda geleceğine zehabları | Mazi sîgasıyla zikredilen اُعِدَّت۟ kelimesi, cehennemin el-ân mahluk ve mevcud olup Ehl-i İtizal’in bilâhare vücuda geleceğine zehabları | ||
2.984. satır: | 2.980. satır: | ||
Tedricen yani âyet âyet, sure sure, hâdiselere göre nüzulü ifade eden tef’il babından نَزَّل۟نَا kelimesinin, def’aten nüzule delâlet eden if’al babından اَن۟زَل۟نَا kelimesine tercihen zikredilmesi; onların davalarında “Ne için Kur’an def’aten nâzil olmamıştır?” diye delil getirdiklerine işarettir. | Tedricen yani âyet âyet, sure sure, hâdiselere göre nüzulü ifade eden tef’il babından نَزَّل۟نَا kelimesinin, def’aten nüzule delâlet eden if’al babından اَن۟زَل۟نَا kelimesine tercihen zikredilmesi; onların davalarında “Ne için Kur’an def’aten nâzil olmamıştır?” diye delil getirdiklerine işarettir. | ||
عَب۟دِنَا : Abd lafzının nebi veya Muhammed (asm) lafızlarına cihet-i tercihi; abd tabiri, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın azametine ve ibadetin ulüvv-ü derecesine işaret olduğu gibi اُع۟بُدُوا emrini tekiddir ve Resul-i Ekrem hakkında vârid olan vehimleri def’etmektir ki o zat, bütün insanlardan ziyade ibadet yapmış ve Kur’an’ı okumuştur. | عَب۟دِنَا: Abd lafzının nebi veya Muhammed (asm) lafızlarına cihet-i tercihi; abd tabiri, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın azametine ve ibadetin ulüvv-ü derecesine işaret olduğu gibi اُع۟بُدُوا emrini tekiddir ve Resul-i Ekrem hakkında vârid olan vehimleri def’etmektir ki o zat, bütün insanlardan ziyade ibadet yapmış ve Kur’an’ı okumuştur. | ||
فَا۟تُوا : Bu emir taciz içindir. Yani emirden maksat, muhataptan bir şey talep değildir. Ancak başlarına vurmakla muarazaya, tecrübeye davet etmektir ki aczleri meydana çıksın. | فَا۟تُوا: Bu emir taciz içindir. Yani emirden maksat, muhataptan bir şey talep değildir. Ancak başlarına vurmakla muarazaya, tecrübeye davet etmektir ki aczleri meydana çıksın. | ||
بِسُورَةٍ ... الخ : Bu tabirden anlaşılır ki onların ilzamları, aczleri son hadde bâliğ olmuştur. Zira dokuz dereceye bâliğ olan tahaddinin yani muarazaya davet etmenin tabirleri, tabakaları vardır. | بِسُورَةٍ ... الخ: Bu tabirden anlaşılır ki onların ilzamları, aczleri son hadde bâliğ olmuştur. Zira dokuz dereceye bâliğ olan tahaddinin yani muarazaya davet etmenin tabirleri, tabakaları vardır. | ||
1- Yüksek nazmıyla, ihbarat-ı gaybiyesiyle, ihtiva ettiği ulûmu ve âlî hakaikiyle beraber tam bir Kur’an’ın mislini, ümmi bir şahıstan getiriniz. | 1- Yüksek nazmıyla, ihbarat-ı gaybiyesiyle, ihtiva ettiği ulûmu ve âlî hakaikiyle beraber tam bir Kur’an’ın mislini, ümmi bir şahıstan getiriniz. | ||
3.028. satır: | 3.024. satır: | ||
Ve keza nüzulde Kur’an’ın emsali olan kütüb-ü semaviyeye zihinleri çevirir ki aralarında yapılacak muvazene ile Kur’an’ın ulviyeti anlaşılsın. | Ve keza nüzulde Kur’an’ın emsali olan kütüb-ü semaviyeye zihinleri çevirir ki aralarında yapılacak muvazene ile Kur’an’ın ulviyeti anlaşılsın. | ||
وَاد۟عُوا : Bu tabirin “istiane” veya “istimdad” kelimelerine cihet-i tercihi “davet” kelimesinin kullanış yerlerinden anlaşıldığı vechile; onları belalardan, zahmetlerden kurtarıp yardım edenler hazır bulunup yalnız çağırmaları lâzımdır, fazla bir zahmete ihtiyaç olmadığına işarettir. “İstiane” ve “istimdad” kelimeleri ise yardımcıların hazır bulunduklarına delâlet etmezler. | وَاد۟عُوا: Bu tabirin “istiane” veya “istimdad” kelimelerine cihet-i tercihi “davet” kelimesinin kullanış yerlerinden anlaşıldığı vechile; onları belalardan, zahmetlerden kurtarıp yardım edenler hazır bulunup yalnız çağırmaları lâzımdır, fazla bir zahmete ihtiyaç olmadığına işarettir. “İstiane” ve “istimdad” kelimeleri ise yardımcıların hazır bulunduklarına delâlet etmezler. | ||
شُهَدَٓاءَ : Bu tabir, üç manaya tatbik edilebilir: | شُهَدَٓاءَ: Bu tabir, üç manaya tatbik edilebilir: | ||
'''Birincisi:''' Büyük ediblerdir. Bu manaya göre, onların muaraza manasında “Bizim kuvvetimiz muarazaya kâfi değilse de büyük edib ve hocalarımızın muarazaya kudretleri vardır.” diye söyledikleri yalanı da Kur’an-ı Kerîm وَاد۟عُوا emriyle kesip atmıştır. | '''Birincisi:''' Büyük ediblerdir. Bu manaya göre, onların muaraza manasında “Bizim kuvvetimiz muarazaya kâfi değilse de büyük edib ve hocalarımızın muarazaya kudretleri vardır.” diye söyledikleri yalanı da Kur’an-ı Kerîm وَاد۟عُوا emriyle kesip atmıştır. | ||
3.038. satır: | 3.034. satır: | ||
'''Üçüncüsü:''' Âlihe manasınadır. Bu manaya nazaran, sanki Kur’an-ı Kerîm onlara karşı “Yahu bu kadar taptığınız ilahlarınız varken, böyle dar ve sıkıntılı bir vaktinizde ne için onlardan yardım istemiyorsunuz? Onları çağırınız ki bu muaraza belasından sizi kurtarsınlar.” diye bu cümle ile onlara tehekküm etmiş, yüzlerine gülmüştür. | '''Üçüncüsü:''' Âlihe manasınadır. Bu manaya nazaran, sanki Kur’an-ı Kerîm onlara karşı “Yahu bu kadar taptığınız ilahlarınız varken, böyle dar ve sıkıntılı bir vaktinizde ne için onlardan yardım istemiyorsunuz? Onları çağırınız ki bu muaraza belasından sizi kurtarsınlar.” diye bu cümle ile onlara tehekküm etmiş, yüzlerine gülmüştür. | ||
شُهَدَٓاءَكُم۟ : İhtisası ifade eden şu izafe شُهَدَٓاءَ kelimesinin her üç manasına da bakar. Şöyle ki: | شُهَدَٓاءَكُم۟: İhtisası ifade eden şu izafe شُهَدَٓاءَ kelimesinin her üç manasına da bakar. Şöyle ki: | ||
1- Mademki büyük edib ve hocalarınız vardır, tabiî aranızda irtibat, hürmet ve muhabbet vardır ve yanınızda hazır olup gaib de değillerdir. Eğer onların bu dehşetli muarazaya kudretleri olsaydı, herhalde yardım edeceklerdi. Demek onlar da sizler gibi âcizdirler, kusurlarına bakmayınız. | 1- Mademki büyük edib ve hocalarınız vardır, tabiî aranızda irtibat, hürmet ve muhabbet vardır ve yanınızda hazır olup gaib de değillerdir. Eğer onların bu dehşetli muarazaya kudretleri olsaydı, herhalde yardım edeceklerdi. Demek onlar da sizler gibi âcizdirler, kusurlarına bakmayınız. | ||
3.046. satır: | 3.042. satır: | ||
3- Mabud ittihaz ettiğiniz âliheleriniz nasıl size yardım etmiyorlar? Onları da çağırınız bakalım. Fakat onlarda can yok, şuurları da olmadığı gibi hiçbir şeye de kādir değillerdir. Onları da mazur görünüz. | 3- Mabud ittihaz ettiğiniz âliheleriniz nasıl size yardım etmiyorlar? Onları da çağırınız bakalım. Fakat onlarda can yok, şuurları da olmadığı gibi hiçbir şeye de kādir değillerdir. Onları da mazur görünüz. | ||
مِن۟ دُونِ اللّٰهِ : Yani ''“Allah’tan maada...”'' Bu kayıt, şühedanın birinci | مِن۟ دُونِ اللّٰهِ: Yani ''“Allah’tan maada...”'' Bu kayıt, şühedanın birinci | ||
manasına göre ta'mimi ifade eder. Yani ''“Allah’tan maada, dünyada ne kadar erbab-ı fesahat varsa çağırınız.”'' Şühedanın ikinci manasına nazaran, aczlerine işarettir. Çünkü bir meselede âciz ve mağlup olan, yemin eder, şahitleri gösterir. Bu, âcizler için bir usûldür. Şühedanın üçüncü manasına göre, onların Resul-i Ekrem ile muarazaları, âdeta şirk ile tevhid veya cemadat ile Hâlık-ı arz ve semavat arasında bir muaraza olduğuna işarettir. | manasına göre ta'mimi ifade eder. Yani ''“Allah’tan maada, dünyada ne kadar erbab-ı fesahat varsa çağırınız.”'' Şühedanın ikinci manasına nazaran, aczlerine işarettir. Çünkü bir meselede âciz ve mağlup olan, yemin eder, şahitleri gösterir. Bu, âcizler için bir usûldür. Şühedanın üçüncü manasına göre, onların Resul-i Ekrem ile muarazaları, âdeta şirk ile tevhid veya cemadat ile Hâlık-ı arz ve semavat arasında bir muaraza olduğuna işarettir. | ||
اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ : Bu cümle “Biz istersek Kur’an’ın mislini yaparız.” diye evvelce sarf ettikleri sözlerine işarettir. Ve keza onların yalancı olduklarına bir ta’rizdir. Yani ''“Sıdk erbabı değilsiniz ancak safsatacı adamlarsınız. Evet, siz hakkı talep ederken rayb, şüphe kuyusuna düşmediniz ancak rayb, şek ve şüphelere koşarken içine düşmüş kafasız adamlarsınız.”'' | اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ: Bu cümle “Biz istersek Kur’an’ın mislini yaparız.” diye evvelce sarf ettikleri sözlerine işarettir. Ve keza onların yalancı olduklarına bir ta’rizdir. Yani ''“Sıdk erbabı değilsiniz ancak safsatacı adamlarsınız. Evet, siz hakkı talep ederken rayb, şüphe kuyusuna düşmediniz ancak rayb, şek ve şüphelere koşarken içine düşmüş kafasız adamlarsınız.”'' | ||
'''İhtar:''' اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ cümlesinin cezaü’ş-şartı, mâkablinin hülâsasıdır. Takdir-i kelâm: | '''İhtar:''' اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ cümlesinin cezaü’ş-şartı, mâkablinin hülâsasıdır. Takdir-i kelâm: | ||
3.080. satır: | 3.076. satır: | ||
'''Cevap:''' Evet ittika, imana tabidir. Yani ittika, iman olduktan sonra husule gelir. Tecennübde bu tebaiyet yoktur. Binaenaleyh ittika kelimesi imanı andırır ve ittika lafzıyla, imana îma ve işaret edilebilir. Fakat tecennüb kelimesi bu işi göremez. Bunun içindir ki اِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا nun hakiki cezası olan اٰمَنُوا nun yerinde تَجَنَّبُوا ya tercihen فَاتَّقُوا ihtiyar ve ikame edilmiştir. | '''Cevap:''' Evet ittika, imana tabidir. Yani ittika, iman olduktan sonra husule gelir. Tecennübde bu tebaiyet yoktur. Binaenaleyh ittika kelimesi imanı andırır ve ittika lafzıyla, imana îma ve işaret edilebilir. Fakat tecennüb kelimesi bu işi göremez. Bunun içindir ki اِن۟ لَم۟ تَف۟عَلُوا nun hakiki cezası olan اٰمَنُوا nun yerinde تَجَنَّبُوا ya tercihen فَاتَّقُوا ihtiyar ve ikame edilmiştir. | ||
اَلنَّارَ : Nârın اَل۟ ile tarifi, nârın ma’hudiyet ve malûmiyetine işarettir. Çünkü enbiya-i izamdan işitilmek suretiyle, zihinlerde malûmiyeti takarrur etmiştir. | اَلنَّارَ: Nârın اَل۟ ile tarifi, nârın ma’hudiyet ve malûmiyetine işarettir. Çünkü enbiya-i izamdan işitilmek suretiyle, zihinlerde malûmiyeti takarrur etmiştir. | ||
'''Sual:''' اَلَّتٖى esma-i mevsuledendir. “Sıla” dâhil olduğu cümlenin evvelce malûm olduğunu iktiza eder. Halbuki sılası olan | '''Sual:''' اَلَّتٖى esma-i mevsuledendir. “Sıla” dâhil olduğu cümlenin evvelce malûm olduğunu iktiza eder. Halbuki sılası olan | ||
3.100. satır: | 3.096. satır: | ||
Yani “Siz cehennemliksiniz zira kâfirlerdensiniz. Cehennem de kâfirler içindir.” | Yani “Siz cehennemliksiniz zira kâfirlerdensiniz. Cehennem de kâfirler içindir.” | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُم۟ جَنَّاتٍ تَج۟رٖى مِن۟ تَح۟تِهَا ال۟اَن۟هَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِن۟هَا مِن۟ ثَمَرَةٍ رِز۟قًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِق۟نَا مِن۟ قَب۟لُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَلَهُم۟ فٖيهَٓا اَز۟وَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُم۟ فٖيهَا خَالِدُونَ == | == وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُم۟ جَنَّاتٍ تَج۟رٖى مِن۟ تَح۟تِهَا ال۟اَن۟هَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِن۟هَا مِن۟ ثَمَرَةٍ رِز۟قًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِق۟نَا مِن۟ قَب۟لُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَلَهُم۟ فٖيهَٓا اَز۟وَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُم۟ فٖيهَا خَالِدُونَ == | ||
3.133. satır: | 3.129. satır: | ||
Evet mademki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemeyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra kötü insanlar: وَام۟تَازُوا ال۟يَو۟مَ اَيُّهَا ال۟مُج۟رِمُونَ ''“Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz!”'' diye olan tüy ürpertici, sâıkavari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi insanlar da فَاد۟خُلُوهَا خَالِدٖينَ ''“Daimî kalmak üzere cennete giriniz.”'' diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır. İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle cehennemin; iyiliği, hayrı, nef’i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle cennetin teçhizatları ikmal edilecektir. | Evet mademki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemeyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra kötü insanlar: وَام۟تَازُوا ال۟يَو۟مَ اَيُّهَا ال۟مُج۟رِمُونَ ''“Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz!”'' diye olan tüy ürpertici, sâıkavari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi insanlar da فَاد۟خُلُوهَا خَالِدٖينَ ''“Daimî kalmak üzere cennete giriniz.”'' diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır. İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle cehennemin; iyiliği, hayrı, nef’i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle cennetin teçhizatları ikmal edilecektir. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
'''MUKADDİME''' | '''MUKADDİME''' | ||
3.209. satır: | 3.205. satır: | ||
'''Sual:''' Bu âlemde lezzet, elemin def’inden hasıl olur. Halbuki âhirette elem yoktur? | '''Sual:''' Bu âlemde lezzet, elemin def’inden hasıl olur. Halbuki âhirette elem yoktur? | ||
'''Cevap:''' Elemin def’i, lezzetin sebeplerinden biridir. Yoksa lezzet, ona münhasır değildir. Ve keza âlem-i ebedînin bu âleme benzetilmesi, kıyas-ı maalfârıktır. Yani aralarında çok farklar bulunduğundan birbirine benzemez. Cennet ile Horhor Bahçesi’nin (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Horhor, Van’da müellifin medresesinin adıdır. </ref>) arasında ne nisbet varsa cennetin lezzetleriyle dünyanın lezzetleri arasında da aynı o nisbet vardır. Cennetin Horhor Bahçesi’nden dereceleri ne kadar çok yüksek ise uhrevî lezzetler de dünya lezzetlerine göre öyledir. Her iki âlem arasında bu büyük tefavüte, İbn-i Abbas لَي۟سَ فِى ال۟جَنَّةِ اِلَّا اَس۟مَائُهَا cümlesiyle işaret etmiştir. Yani “Cennette, dünya meyvelerinin yalnız isimleri vardır.” Yani isimleri birdir fakat lezzetleri ayrıdır. | '''Cevap:''' Elemin def’i, lezzetin sebeplerinden biridir. Yoksa lezzet, ona münhasır değildir. Ve keza âlem-i ebedînin bu âleme benzetilmesi, kıyas-ı maalfârıktır. Yani aralarında çok farklar bulunduğundan birbirine benzemez. Cennet ile Horhor Bahçesi’nin '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Horhor, Van’da müellifin medresesinin adıdır. </ref>)''' arasında ne nisbet varsa cennetin lezzetleriyle dünyanın lezzetleri arasında da aynı o nisbet vardır. Cennetin Horhor Bahçesi’nden dereceleri ne kadar çok yüksek ise uhrevî lezzetler de dünya lezzetlerine göre öyledir. Her iki âlem arasında bu büyük tefavüte, İbn-i Abbas لَي۟سَ فِى ال۟جَنَّةِ اِلَّا اَس۟مَائُهَا cümlesiyle işaret etmiştir. Yani “Cennette, dünya meyvelerinin yalnız isimleri vardır.” Yani isimleri birdir fakat lezzetleri ayrıdır. | ||
Cennette '''lezzetin devamı''' meselesi ise: Evet, lezzetin hakiki lezzet olması, zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi lezzetin zevali de elemdir hattâ zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet, bütün mecazî âşıkların enînleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar, hep mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş’et eden elemdendir. Evet, pek çok muvakkat lezzetler var ki zevalleri daimî elemleri intac ettiği gibi; çok elemlerin zevali de leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise devam etmek şartıyla lezzet ve nimet sayılabilir. | Cennette '''lezzetin devamı''' meselesi ise: Evet, lezzetin hakiki lezzet olması, zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi lezzetin zevali de elemdir hattâ zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet, bütün mecazî âşıkların enînleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar, hep mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş’et eden elemdendir. Evet, pek çok muvakkat lezzetler var ki zevalleri daimî elemleri intac ettiği gibi; çok elemlerin zevali de leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise devam etmek şartıyla lezzet ve nimet sayılabilir. | ||
3.249. satır: | 3.245. satır: | ||
cümlesinin başında bulunan وَ harf-i atıftır. Atfın her iki tarafı arasında münasebet lâzımdır. Halbuki burada tebşir ile mâkabli arasında münasebet görünmüyor. Ancak mâkablinde inzar vardır. Öyle ise bu tebşir, o mâkablinden tereşşuh eden inzara atıftır. | cümlesinin başında bulunan وَ harf-i atıftır. Atfın her iki tarafı arasında münasebet lâzımdır. Halbuki burada tebşir ile mâkabli arasında münasebet görünmüyor. Ancak mâkablinde inzar vardır. Öyle ise bu tebşir, o mâkablinden tereşşuh eden inzara atıftır. | ||
بَشِّر۟ : “Beşaret” tabiri; cennetin, Cenab-ı Hakk’ın fazl u kereminden bir hediye-i İlahiye olup amelin ücreti mukabilinde vâcib bir hak olmadığına işarettir. Çünkü hak ve ücretin verilmesi, beşaretle tabir edilemez. Buna binaen yapılan ibadet, cennet için olmamalıdır. Tebşirin sîga-i emir kıyafetiyle zikri, tebliğin takdirine işarettir. Çünkü Resul-i Ekrem (asm) tebliğe memurdur, tebşire mükellef değildir. Takdir-i kelâm: “Müjdeleyerek tebliğ et.” demektir. | بَشِّر۟: “Beşaret” tabiri; cennetin, Cenab-ı Hakk’ın fazl u kereminden bir hediye-i İlahiye olup amelin ücreti mukabilinde vâcib bir hak olmadığına işarettir. Çünkü hak ve ücretin verilmesi, beşaretle tabir edilemez. Buna binaen yapılan ibadet, cennet için olmamalıdır. Tebşirin sîga-i emir kıyafetiyle zikri, tebliğin takdirine işarettir. Çünkü Resul-i Ekrem (asm) tebliğe memurdur, tebşire mükellef değildir. Takdir-i kelâm: “Müjdeleyerek tebliğ et.” demektir. | ||
'''Sual:''' اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا Bu sıla ve mevsule tabiri, ism-i fâil sîgası olan اَل۟مُؤ۟مِنٖينَ den daha uzun olduğu halde neye işarettir? | '''Sual:''' اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا Bu sıla ve mevsule tabiri, ism-i fâil sîgası olan اَل۟مُؤ۟مِنٖينَ den daha uzun olduğu halde neye işarettir? | ||
3.297. satır: | 3.293. satır: | ||
Cennetin tenkiri ise güzelliğinin kabil-i tarif ve tavsif olmadığına veya sâmi’lerin iştiha ve istihsanlarının fevkalâdeliğine işarettir. | Cennetin tenkiri ise güzelliğinin kabil-i tarif ve tavsif olmadığına veya sâmi’lerin iştiha ve istihsanlarının fevkalâdeliğine işarettir. | ||
تَج۟رٖى : Bahçelerin en güzeli, içinde suyu bulunanlardır. Bunların da en güzeli, içlerinden suları akanlardır. Bunların da en iyisi, akıntısı devamlı olanlardır. İşte cereyanın sîga-i muzari kıyafetinde zikredilmesi, o cereyanları tasvir etmekle devamlı olduğuna işarettir. | تَج۟رٖى: Bahçelerin en güzeli, içinde suyu bulunanlardır. Bunların da en güzeli, içlerinden suları akanlardır. Bunların da en iyisi, akıntısı devamlı olanlardır. İşte cereyanın sîga-i muzari kıyafetinde zikredilmesi, o cereyanları tasvir etmekle devamlı olduğuna işarettir. | ||
مِن۟ تَح۟تِهَا : Hadravat (yeşillik) ve nebatat içinde cereyan eden suların en iyisi; nebean suretiyle bahçenin içinden çıkmakla yüksek köşklerin altından kendine mahsus terennümatıyla geçen, eşcar ve nebatata dağılan sulardır. مِن۟ تَح۟تِهَا kelimesi, bu kısım sulara işarettir. | مِن۟ تَح۟تِهَا: Hadravat (yeşillik) ve nebatat içinde cereyan eden suların en iyisi; nebean suretiyle bahçenin içinden çıkmakla yüksek köşklerin altından kendine mahsus terennümatıyla geçen, eşcar ve nebatata dağılan sulardır. مِن۟ تَح۟تِهَا kelimesi, bu kısım sulara işarettir. | ||
اَل۟اَن۟هَارُ : Suların çokluğu, bahçelere daha ziyade menfaat, revnak ve güzellik verir. Kezalik küçük küçük arklardan tecemmu eden nehirler, daha güzel manzaraları teşkil eder. Bilhassa suları berrak, zülâl, tatlı, soğuk olursa fevkalâde bir kıymet, bir lezzet veriyor. İşte اَل۟اَن۟هَارُ kelimesi cem’iyle, tarifiyle, maddesiyle bu çeşit sulara işaret eder. | اَل۟اَن۟هَارُ: Suların çokluğu, bahçelere daha ziyade menfaat, revnak ve güzellik verir. Kezalik küçük küçük arklardan tecemmu eden nehirler, daha güzel manzaraları teşkil eder. Bilhassa suları berrak, zülâl, tatlı, soğuk olursa fevkalâde bir kıymet, bir lezzet veriyor. İşte اَل۟اَن۟هَارُ kelimesi cem’iyle, tarifiyle, maddesiyle bu çeşit sulara işaret eder. | ||
كُلَّمَا رُزِقُوا مِن۟هَا مِن۟ ثَمَرَةٍ رِز۟قًا | كُلَّمَا رُزِقُوا مِن۟هَا مِن۟ ثَمَرَةٍ رِز۟قًا | ||
3.343. satır: | 3.339. satır: | ||
Bina-i meçhul sîgasıyla اُتُوا nün zikredilmesi, ehl-i cennetin işleri, hademeleri tarafından görülmekte olduğuna işarettir. | Bina-i meçhul sîgasıyla اُتُوا nün zikredilmesi, ehl-i cennetin işleri, hademeleri tarafından görülmekte olduğuna işarettir. | ||
مُتَشَابِهًا : Yani zâhiren ve şeklen bir olduğundan ülfet lezzetini veriyor; bâtınen ve taamen de ayrı olduğu cihetle, teceddüd lezzetini veriyor. Bu itibarla مُتَشَابِهًا kelimesi, her iki lezzeti îma ediyor. | مُتَشَابِهًا: Yani zâhiren ve şeklen bir olduğundan ülfet lezzetini veriyor; bâtınen ve taamen de ayrı olduğu cihetle, teceddüd lezzetini veriyor. Bu itibarla مُتَشَابِهًا kelimesi, her iki lezzeti îma ediyor. | ||
وَلَهُم۟ فٖيهَٓا اَز۟وَاجٌ مُطَهَّرَةٌ | وَلَهُم۟ فٖيهَٓا اَز۟وَاجٌ مُطَهَّرَةٌ | ||
3.351. satır: | 3.347. satır: | ||
لَهُم۟ kelimesi ihtisası ifade ettiği cihetle, o ezvacın onların mülkü ve onlara mahsus olduklarına delâlet ettiği gibi dünya kadınlarından başka حُورٌ عٖينٌ ile tabir edilen bir kısım kadınlar da onlar için yaratılmış olduğunu îmaen gösteriyor. | لَهُم۟ kelimesi ihtisası ifade ettiği cihetle, o ezvacın onların mülkü ve onlara mahsus olduklarına delâlet ettiği gibi dünya kadınlarından başka حُورٌ عٖينٌ ile tabir edilen bir kısım kadınlar da onlar için yaratılmış olduğunu îmaen gösteriyor. | ||
فٖيهَا : Cennet o kadınlara zarf ve mesken olduğundan anlaşılır ki o kadınlar o yüksek cennete lâyıktırlar ve aynı zamanda cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların hüsünleri de yükseliyor. Ve keza cennetin de onlar ile müzeyyen olduğuna gizli bir îma vardır. | فٖيهَا: Cennet o kadınlara zarf ve mesken olduğundan anlaşılır ki o kadınlar o yüksek cennete lâyıktırlar ve aynı zamanda cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların hüsünleri de yükseliyor. Ve keza cennetin de onlar ile müzeyyen olduğuna gizli bir îma vardır. | ||
مُطَهَّرَةٌ tef’il babından ism-i mef’ul olduğundan herhalde tathir edici bir fâil vardır. O fâil de ancak yed-i kudrettir. Binaenaleyh yed-i kudretin tathir ve tenzih ettiği kadınların tavsifleri kabil değildir. | مُطَهَّرَةٌ tef’il babından ism-i mef’ul olduğundan herhalde tathir edici bir fâil vardır. O fâil de ancak yed-i kudrettir. Binaenaleyh yed-i kudretin tathir ve tenzih ettiği kadınların tavsifleri kabil değildir. | ||
3.361. satır: | 3.357. satır: | ||
Yani ''“Onlar da ezvacları da cennet de cennetin lezaizi de hep ebedîdirler.”'' | Yani ''“Onlar da ezvacları da cennet de cennetin lezaizi de hep ebedîdirler.”'' | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== اِنَّ اللّٰهَ لَا يَس۟تَح۟يٖٓى اَن۟ يَض۟رِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَو۟قَهَا فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ مِن۟ رَبِّهِم۟ وَ اَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا وَ يَه۟دٖى بِهٖ كَثٖيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ اَلَّذٖينَ يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ مِن۟ بَع۟دِ مٖيثَاقِهٖ وَ يَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ وَ يُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ اُولٰٓئِكَ هُمُ ال۟خَاسِرُونَ == | == اِنَّ اللّٰهَ لَا يَس۟تَح۟يٖٓى اَن۟ يَض۟رِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَو۟قَهَا فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ مِن۟ رَبِّهِم۟ وَ اَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا وَ يَه۟دٖى بِهٖ كَثٖيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ اَلَّذٖينَ يَن۟قُضُونَ عَه۟دَ اللّٰهِ مِن۟ بَع۟دِ مٖيثَاقِهٖ وَ يَق۟طَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَن۟ يُوصَلَ وَ يُف۟سِدُونَ فِى ال۟اَر۟ضِ اُولٰٓئِكَ هُمُ ال۟خَاسِرُونَ == | ||
3.394. satır: | 3.390. satır: | ||
İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden Cenab-ı Hakk’ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: “Allah celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?” | İşte o boş kafalılar, bu noktalara istinaden Cenab-ı Hakk’ı da insanlara kıyas ederek diyorlar ki: “Allah celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve bu cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azametine yakışır mı?” | ||
Acaba o süfeha takımı; Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şâmil, muhit olduklarını bilmezler mi? '''Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın azametine mikyas ancak mecmu âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz!''' Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki eşcar kalem, denizler mürekkep olsa o kelimatı yazıp bitiremezler. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu mealdeki âyette bir mübalağa, bir müzayede görünür. Fakat hakikate, vakıa bakılırsa ziyadelik yoktur. Çünkü “kelime” bir manayı ifade eden şeye denir. Amma nahvîlerin lafız ile takyid ve tahsis ettikleri, onlara mahsus bir ıstılahtır. Evet biri kāl, diğeri hal olmak üzere iki lisan vardır. Lisan-ı kālin kelimatı elfaz ise lisan-ı halin kelimatı da ahvaldir. Binaenaleyh kudsî şairin<br> | Acaba o süfeha takımı; Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti gibi sair sıfatlarının da küllî, umumî, şâmil, muhit olduklarını bilmezler mi? '''Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın azametine mikyas ancak mecmu âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz!''' Ve yine bilmezler mi ki Cenab-ı Hakk’ın tecellisine mizan olacak, kâffe-i kelimatıdır ki eşcar kalem, denizler mürekkep olsa o kelimatı yazıp bitiremezler. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu mealdeki âyette bir mübalağa, bir müzayede görünür. Fakat hakikate, vakıa bakılırsa ziyadelik yoktur. Çünkü “kelime” bir manayı ifade eden şeye denir. Amma nahvîlerin lafız ile takyid ve tahsis ettikleri, onlara mahsus bir ıstılahtır. Evet biri kāl, diğeri hal olmak üzere iki lisan vardır. Lisan-ı kālin kelimatı elfaz ise lisan-ı halin kelimatı da ahvaldir. Binaenaleyh kudsî şairin<br> | ||
وَفِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ | وَفِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ | ||
3.408. satır: | 3.404. satır: | ||
<br> | <br> | ||
'''Abdülmecîd'''</ref>) | '''Abdülmecîd'''</ref>)''' | ||
Mesela şems; âkıl, ihtiyar ve irade sahibi farz edilse ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı “Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi?” diye itiraz edilebilir mi? Hâşâ! Şemsin azametine bir nakîse gelir mi? Yok. | Mesela şems; âkıl, ihtiyar ve irade sahibi farz edilse ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada pis, mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı “Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi?” diye itiraz edilebilir mi? Hâşâ! Şemsin azametine bir nakîse gelir mi? Yok. | ||
3.428. satır: | 3.424. satır: | ||
'''Cevap:''' Bazı şeylerde veya işlerde görünen hakaret, çirkinlik eşyanın mülk cihetine aittir. Yani dış yüzüne nâzırdır ve bizim nazarımızda öyle görünür. Ve bunun için eşya ile yed-i kudret arasına perde olarak esbab-ı zâhiriye vaz’edilmiştir ki sathî nazarımızda yed-i kudretin o gibi eşya ile mübaşereti görünmesin. Fakat melekût ciheti yani içyüzü ise şeffaf ve yüksektir. Kudretin taalluk ettiği bu cihette, hiçbir şey kudretin taallukundan hariç değildir. | '''Cevap:''' Bazı şeylerde veya işlerde görünen hakaret, çirkinlik eşyanın mülk cihetine aittir. Yani dış yüzüne nâzırdır ve bizim nazarımızda öyle görünür. Ve bunun için eşya ile yed-i kudret arasına perde olarak esbab-ı zâhiriye vaz’edilmiştir ki sathî nazarımızda yed-i kudretin o gibi eşya ile mübaşereti görünmesin. Fakat melekût ciheti yani içyüzü ise şeffaf ve yüksektir. Kudretin taalluk ettiği bu cihette, hiçbir şey kudretin taallukundan hariç değildir. | ||
Evet, azamet-i İlahiye esbab-ı zâhiriyenin vaz’ını iktiza ettiği gibi vahdet ve izzet-i İlahiye de kudretin bütün eşyaya şümulünü ve kelâmın her şeye ihatasını iktiza ederler. Maahâzâ bir zerre üstünde zerreler ile yazılan bir Kur’an, sahife-i semada yıldızlar ile yazılacak Kur’an’dan hüsün ve güzellikte aşağı değildir. Ve keza (Hâşiye | Evet, azamet-i İlahiye esbab-ı zâhiriyenin vaz’ını iktiza ettiği gibi vahdet ve izzet-i İlahiye de kudretin bütün eşyaya şümulünü ve kelâmın her şeye ihatasını iktiza ederler. Maahâzâ bir zerre üstünde zerreler ile yazılan bir Kur’an, sahife-i semada yıldızlar ile yazılacak Kur’an’dan hüsün ve güzellikte aşağı değildir. Ve keza '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye-1:''' Sivrisineğin başında mızrak gibi bir hortum vardır. Filin başına konar, hortumunu filin hortumuna batırır, fil kaçmaya başlar, hiçbir suretle elinden kurtulamaz. Demek Cenab-ı Hak, sivrisineği file galip ve hâkim kılmıştır. Binaenaleyh hilkatçe dûn ise de cesaret hususunda faiktir.<br> | ||
Mütercim<br> | Mütercim<br> | ||
Abdülmecid </ref>) bir sivrisineğin yaratılışı, sanatça filin hilkatinden dûn değildir. | Abdülmecid </ref>)''' bir sivrisineğin yaratılışı, sanatça filin hilkatinden dûn değildir. | ||
Kelâm sıfatı da aynen kudret sıfatı gibidir. Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir feylesofla konuşmaktan aşağı değildir. | Kelâm sıfatı da aynen kudret sıfatı gibidir. Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir feylesofla konuşmaktan aşağı değildir. | ||
3.438. satır: | 3.434. satır: | ||
'''Sual:''' Şu temsillerde görünen hakaret-i zâhiriye neye aittir? | '''Sual:''' Şu temsillerde görünen hakaret-i zâhiriye neye aittir? | ||
'''Cevap:''' O gibi haller temsil getirene ait değildir ancak mümessel-i lehe aittir. Yani kime ve ne şeye temsil getirilmişse ona aittir. Zaten kelâmın güzelliği, belâgatı; mümessel-i lehe mutabakatı nisbetindedir. Evet, bir padişah bir çobana, çobanlara mahsus bir abâ, bir palto ve kelbine de bir kemik verirse “Padişah iyi yapmadı.” diye kimse itiraz edemez. Çünkü her şeyi lâyıkına vermiştir. Binaenaleyh mümessel-i leh ne kadar hakir olursa temsili de o kadar hakir olur ve ne kadar büyük olursa temsili de o kadar büyük olur. Evet sanemler pek âdi, hakir olduklarından Cenab-ı Hak, sineği (Hâşiye | '''Cevap:''' O gibi haller temsil getirene ait değildir ancak mümessel-i lehe aittir. Yani kime ve ne şeye temsil getirilmişse ona aittir. Zaten kelâmın güzelliği, belâgatı; mümessel-i lehe mutabakatı nisbetindedir. Evet, bir padişah bir çobana, çobanlara mahsus bir abâ, bir palto ve kelbine de bir kemik verirse “Padişah iyi yapmadı.” diye kimse itiraz edemez. Çünkü her şeyi lâyıkına vermiştir. Binaenaleyh mümessel-i leh ne kadar hakir olursa temsili de o kadar hakir olur ve ne kadar büyük olursa temsili de o kadar büyük olur. Evet sanemler pek âdi, hakir olduklarından Cenab-ı Hak, sineği '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye-2:''' Bir a'rabînin taptığı bir sanemi varmış. Bir gün ibâdete gitmiş. Bakmış ki, bir tilki sanemin başına bevletmiş. Bu hâli görünce, اَرَبٌّ يَبُولُ الثَّعْلَبَانُ بِرَاْسِهِ demekle, sanemi kırmış atmış. Demek sanemlerin hakaretinden, yalnız sinekler değil, tilkiler de başlarına çıkar, telvîs eder.<br> | ||
Mütercim<br> | Mütercim<br> | ||
'''Abdülmecîd'''</ref>) onlara musallat kılmıştır ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki نَس۟جُ ال۟عَن۟كَبُوتِ ile yani örümceğin ağıyla tabir edilmiştir. | '''Abdülmecîd'''</ref>)''' onlara musallat kılmıştır ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki نَس۟جُ ال۟عَن۟كَبُوتِ ile yani örümceğin ağıyla tabir edilmiştir. | ||
'''Üçüncü Mugalata:''' Onlar diyorlar ki: “Hakikati izhar etmekte aczi îma eden bu gibi temsilata ne ihtiyaç vardır?” | '''Üçüncü Mugalata:''' Onlar diyorlar ki: “Hakikati izhar etmekte aczi îma eden bu gibi temsilata ne ihtiyaç vardır?” | ||
3.626. satır: | 3.622. satır: | ||
'''Hülâsa:''' Mü’min, insaflı olduğu için Allah’tan olduğunu tasdik eder. Kâfir olan adam inatçı olduğundan “Bunda ne fayda var?” der. | '''Hülâsa:''' Mü’min, insaflı olduğu için Allah’tan olduğunu tasdik eder. Kâfir olan adam inatçı olduğundan “Bunda ne fayda var?” der. | ||
اَمَّا : Bu اَمَّا şart edatıdır. Dâhil olduğu her iki cümleyi birincisi melzum, ikincisi lâzım veya evvelkisi şart, ötekisi meşrut olmak üzere, ikincisini birinci ile bağlar. Evet, bu اَمَّا iki cümle arasında lüzumu tesis etmek için vaz’edilmiştir. Binaenaleyh burada فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ cümlesinin اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا cümlesine lâzım ve zarurî olduğuna delâlet eder. Yani imanı olanın şe’ni, onun hak olduğunu bilmektir. | اَمَّا: Bu اَمَّا şart edatıdır. Dâhil olduğu her iki cümleyi birincisi melzum, ikincisi lâzım veya evvelkisi şart, ötekisi meşrut olmak üzere, ikincisini birinci ile bağlar. Evet, bu اَمَّا iki cümle arasında lüzumu tesis etmek için vaz’edilmiştir. Binaenaleyh burada فَيَع۟لَمُونَ اَنَّهُ ال۟حَقُّ cümlesinin اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا cümlesine lâzım ve zarurî olduğuna delâlet eder. Yani imanı olanın şe’ni, onun hak olduğunu bilmektir. | ||
Kendisinden daha kısa olan اَل۟مُؤ۟مِنُونَ kelimesine bedel اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا denilmesi, onun hak olduğunu bilmek “iman sebebiyle olduğuna” ve keza onun hak olduğunu bilmek “iman olduğuna” işarettir. | Kendisinden daha kısa olan اَل۟مُؤ۟مِنُونَ kelimesine bedel اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا denilmesi, onun hak olduğunu bilmek “iman sebebiyle olduğuna” ve keza onun hak olduğunu bilmek “iman olduğuna” işarettir. | ||
3.634. satır: | 3.630. satır: | ||
اَنَّهُ ال۟حَقُّ hakkaniyetin o temsile hasredilmesinden anlaşılır ki takbih edilmeyip istihsan edilen yalnız بَعُوضَةً temsilidir. بَعُوضَةً nin gayrısı ve بَعُوضَةً den daha iyisi, ayıplardan hâlî olsa bile, belâgatça بَعُوضَةً nin yerini tutamaz. Çünkü yalnız ayıplardan selâmet, kemale delil olamaz. | اَنَّهُ ال۟حَقُّ hakkaniyetin o temsile hasredilmesinden anlaşılır ki takbih edilmeyip istihsan edilen yalnız بَعُوضَةً temsilidir. بَعُوضَةً nin gayrısı ve بَعُوضَةً den daha iyisi, ayıplardan hâlî olsa bile, belâgatça بَعُوضَةً nin yerini tutamaz. Çünkü yalnız ayıplardan selâmet, kemale delil olamaz. | ||
مِن۟ رَبِّهِم۟ : O temsilin, Rablerinden nâzil olduğunu ifade eden bu kayıt, onlar itirazlarına hedef ittihaz ettikleri, o temsilin nüzulü olduğuna işarettir. | مِن۟ رَبِّهِم۟: O temsilin, Rablerinden nâzil olduğunu ifade eden bu kayıt, onlar itirazlarına hedef ittihaz ettikleri, o temsilin nüzulü olduğuna işarettir. | ||
وَاَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا : Bu اَمَّا evvelki اَمَّا gibi mâkabllerindeki icmali tafsil etmekle, tahkik ve tekidi ifade ediyor. | وَاَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا: Bu اَمَّا evvelki اَمَّا gibi mâkabllerindeki icmali tafsil etmekle, tahkik ve tekidi ifade ediyor. | ||
اَلَّذٖينَ كَفَرُوا nun اَل۟كَافِرُونَ kelimesine tercihen zikredilmesi, onların bu inkârı, kalplerinde rüsuh peyda eden küfürden neş’et ettiğine ve onun için onları yine küfre götürdüğüne işarettir. | اَلَّذٖينَ كَفَرُوا nun اَل۟كَافِرُونَ kelimesine tercihen zikredilmesi, onların bu inkârı, kalplerinde rüsuh peyda eden küfürden neş’et ettiğine ve onun için onları yine küfre götürdüğüne işarettir. | ||
3.650. satır: | 3.646. satır: | ||
'''Cevap:''' Fiil-i muzari teceddüd ve istimrara delâlet ettiğinden; yirmi üç sene devam eden nüzul-ü Kur’an’ın parça parça teceddüdü nisbetinde, onların zulmet-i küfriyelerine kat kat zulmetlerin ilâvesine sebebiyet verdiğine, mü’minlerin de nüzulün teceddüdü nisbetinde nur-u imanlarının derece derece yükselmesine bâis olduğuna işarettir. Ve keza bu cümle مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ ... الخ cümlesiyle işaret edilen istifhama cevap olduğu için her iki fırkanın vaziyetlerini beyan etmek icab etmiştir. Ve bu icaba binaen, masdara tercihen fiil zikredilmiştir. Yani bir fırkanın vaziyeti dalalet, ötekisinin de hidayettir. | '''Cevap:''' Fiil-i muzari teceddüd ve istimrara delâlet ettiğinden; yirmi üç sene devam eden nüzul-ü Kur’an’ın parça parça teceddüdü nisbetinde, onların zulmet-i küfriyelerine kat kat zulmetlerin ilâvesine sebebiyet verdiğine, mü’minlerin de nüzulün teceddüdü nisbetinde nur-u imanlarının derece derece yükselmesine bâis olduğuna işarettir. Ve keza bu cümle مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ ... الخ cümlesiyle işaret edilen istifhama cevap olduğu için her iki fırkanın vaziyetlerini beyan etmek icab etmiştir. Ve bu icaba binaen, masdara tercihen fiil zikredilmiştir. Yani bir fırkanın vaziyeti dalalet, ötekisinin de hidayettir. | ||
كَثٖيرًا : Evvelki كَثٖيرًا den kemiyet ve adetçe çokluk irade edilmiştir. İkinci كَثٖيرًا den keyfiyet ve kıymetçe çokluk kasdedilmiştir. Ve aynı zamanda, Kur’an’ın nev-i beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir. Evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur’an’ın beşere karşı merhametli ve lütufkâr olduğunu gösterir. '''Ve keza bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla fazileti taşıyan az olsa da çok görünür.''' | كَثٖيرًا: Evvelki كَثٖيرًا den kemiyet ve adetçe çokluk irade edilmiştir. İkinci كَثٖيرًا den keyfiyet ve kıymetçe çokluk kasdedilmiştir. Ve aynı zamanda, Kur’an’ın nev-i beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir. Evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur’an’ın beşere karşı merhametli ve lütufkâr olduğunu gösterir. '''Ve keza bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir. Bu itibarla fazileti taşıyan az olsa da çok görünür.''' | ||
وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ | وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا ال۟فَاسِقٖينَ | ||
3.702. satır: | 3.698. satır: | ||
اَل۟خَاسِرُونَ deki harf-i tarif, cinsi ve hakikati ifade eder. Yani “Hüsran görenlerin hakikatini, cinslerini görmek isteyen varsa onlara baksın.” Ve keza onların meslekleri mahz-ı hasarettir, başka hasaretlere benzemiyor. | اَل۟خَاسِرُونَ deki harf-i tarif, cinsi ve hakikati ifade eder. Yani “Hüsran görenlerin hakikatini, cinslerini görmek isteyen varsa onlara baksın.” Ve keza onların meslekleri mahz-ı hasarettir, başka hasaretlere benzemiyor. | ||
اَل۟خَاسِرُونَ : Hasaretin mutlak bırakılması, yani bir şeyle takyid edilmemesi, hasaretin bütün envaına şâmil olduğuna işarettir. Mesela, vefa-i ahidde nakz ile hasaret ettiler; sıla-i rahimde kat’ ile, ıslahta ifsad ile, imanda küfür ile, saadet-i ebediyede şakavetle yaptıkları hasaretler gibi. | اَل۟خَاسِرُونَ: Hasaretin mutlak bırakılması, yani bir şeyle takyid edilmemesi, hasaretin bütün envaına şâmil olduğuna işarettir. Mesela, vefa-i ahidde nakz ile hasaret ettiler; sıla-i rahimde kat’ ile, ıslahta ifsad ile, imanda küfür ile, saadet-i ebediyede şakavetle yaptıkları hasaretler gibi. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== كَي۟فَ تَك۟فُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا فَاَح۟يَاكُم۟ ثُمَّ يُمٖيتُكُم۟ ثُمَّ يُح۟يٖيكُم۟ ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ == | == كَي۟فَ تَك۟فُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُن۟تُم۟ اَم۟وَاتًا فَاَح۟يَاكُم۟ ثُمَّ يُمٖيتُكُم۟ ثُمَّ يُح۟يٖيكُم۟ ثُمَّ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ == | ||
4.028. satır: | 4.024. satır: | ||
ثُمَّ اس۟تَوٰى daki ثُمَّ arzın hilkatiyle semavatın tesviyesi arasındaki Cenab-ı Hakk’ın ef’al ve şuunatının silsilesine işarettir. Ve keza beşere menfaat hususunda, semavatın tesviyesi arzın hilkatinden rütbece uzak olduğuna delâlet eder. Îcaz ve ihtisar için اَرَادَ اَن۟ يُسَوّٖى yerinde اِس۟تَوٰى denilmiştir. اِس۟تَوٰى kelimesinin istimali, burada mecazdır. Yani hedefe kasdını hasredip sağa sola bakmayanlar gibi semavatın tesviyesini irade etmiştir. | ثُمَّ اس۟تَوٰى daki ثُمَّ arzın hilkatiyle semavatın tesviyesi arasındaki Cenab-ı Hakk’ın ef’al ve şuunatının silsilesine işarettir. Ve keza beşere menfaat hususunda, semavatın tesviyesi arzın hilkatinden rütbece uzak olduğuna delâlet eder. Îcaz ve ihtisar için اَرَادَ اَن۟ يُسَوّٖى yerinde اِس۟تَوٰى denilmiştir. اِس۟تَوٰى kelimesinin istimali, burada mecazdır. Yani hedefe kasdını hasredip sağa sola bakmayanlar gibi semavatın tesviyesini irade etmiştir. | ||
اِلَى السَّمَٓاءِ : Bu semadan maksat, semavatın maddesi olan buhardır. | اِلَى السَّمَٓاءِ: Bu semadan maksat, semavatın maddesi olan buhardır. | ||
فَسَوّٰيهُنَّ deki ف tefrîi ifade ettiğine nazaran, tesviyenin istivaya bağlanması; فَيَكُونُ nün كُن۟ emrine veya kudretin taalluku iradenin taallukuna veya kazanın kadere olan terettüblerine benziyor ve takibi ifade ettiğine göre, mukadder bazı fiillere îmadır. Takdir-i kelâm: | فَسَوّٰيهُنَّ deki ف tefrîi ifade ettiğine nazaran, tesviyenin istivaya bağlanması; فَيَكُونُ nün كُن۟ emrine veya kudretin taalluku iradenin taallukuna veya kazanın kadere olan terettüblerine benziyor ve takibi ifade ettiğine göre, mukadder bazı fiillere îmadır. Takdir-i kelâm: | ||
4.036. satır: | 4.032. satır: | ||
den ibarettir. Yani “Nevilere ayırdı, tanzim etti, aralarında lâzım gelen emirleri, tedbirleri yaptı; sonra yedi tabakaya tesviye etti.” | den ibarettir. Yani “Nevilere ayırdı, tanzim etti, aralarında lâzım gelen emirleri, tedbirleri yaptı; sonra yedi tabakaya tesviye etti.” | ||
سَوّٰى : Yani ''“Muntazam, müstevî; envaı, eczaları mütesavi olarak yarattı.”'' | سَوّٰى: Yani ''“Muntazam, müstevî; envaı, eczaları mütesavi olarak yarattı.”'' | ||
هُنَّ : Bu zamirin cem’i, semavat olacak maddenin nevilere münkasım olduğuna işarettir. | هُنَّ: Bu zamirin cem’i, semavat olacak maddenin nevilere münkasım olduğuna işarettir. | ||
سَب۟عَ tabiri, semavat tabakalarının kesretine işarettir ve bu tabakaların teşekkülat-ı arziyenin edvar-ı seb’asıyla sıfât-ı seb’aya münasebettar olduğuna îmadır. | سَب۟عَ tabiri, semavat tabakalarının kesretine işarettir ve bu tabakaların teşekkülat-ı arziyenin edvar-ı seb’asıyla sıfât-ı seb’aya münasebettar olduğuna îmadır. | ||
سَمٰوَاتٍ : Bu semaların bir kısmı, seyyarat balıklarına denizdir; bir kısmı da sabit yıldızlara mezraadır; bir kısmı da sema çiçekleri hükmünde olan “derârî” yıldızlara bahçe ve bostandır. | سَمٰوَاتٍ: Bu semaların bir kısmı, seyyarat balıklarına denizdir; bir kısmı da sabit yıldızlara mezraadır; bir kısmı da sema çiçekleri hükmünde olan “derârî” yıldızlara bahçe ve bostandır. | ||
وَهُوَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ | وَهُوَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ | ||
4.052. satır: | 4.048. satır: | ||
كُلِّ ta'mimi ifade eden bir edattır. Burada ifade ettiği ta'mimden hiçbir şeyin, hiçbir ferdin tahsisi ve daire-i şümulünden ihracı yoktur. Bu itibarla مَا مِن۟ عَامٍ اِلَّا وَقَد۟ خُصَّ مِن۟هُ ال۟بَع۟ضُ olan kaide-i külliyeyi tahsis ediyor. Çünkü kendisi bu kaidenin şümulünden hariç kalmıştır. | كُلِّ ta'mimi ifade eden bir edattır. Burada ifade ettiği ta'mimden hiçbir şeyin, hiçbir ferdin tahsisi ve daire-i şümulünden ihracı yoktur. Bu itibarla مَا مِن۟ عَامٍ اِلَّا وَقَد۟ خُصَّ مِن۟هُ ال۟بَع۟ضُ olan kaide-i külliyeyi tahsis ediyor. Çünkü kendisi bu kaidenin şümulünden hariç kalmıştır. | ||
شَى۟ءٍ : Bu kelime; vâcib, mümkin, mümteniye şâmildir. | شَى۟ءٍ: Bu kelime; vâcib, mümkin, mümteniye şâmildir. | ||
عَلٖيمٌ : Yani zatı ile ilim arasında zarurî, lüzumî bir sübut vardır. | عَلٖيمٌ: Yani zatı ile ilim arasında zarurî, lüzumî bir sübut vardır. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== وَ اِذ۟ قَالَ رَبُّكَ لِل۟مَلٰٓئِكَةِ اِنّٖى جَاعِلٌ فِى ال۟اَر۟ضِ خَلٖيفَةً قَالُٓوا اَتَج۟عَلُ فٖيهَا مَن۟ يُف۟سِدُ فٖيهَا وَ يَس۟فِكُ الدِّمَٓاءَ وَ نَح۟نُ نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَالَا تَع۟لَمُونَ == | == وَ اِذ۟ قَالَ رَبُّكَ لِل۟مَلٰٓئِكَةِ اِنّٖى جَاعِلٌ فِى ال۟اَر۟ضِ خَلٖيفَةً قَالُٓوا اَتَج۟عَلُ فٖيهَا مَن۟ يُف۟سِدُ فٖيهَا وَ يَس۟فِكُ الدِّمَٓاءَ وَ نَح۟نُ نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ مَالَا تَع۟لَمُونَ == | ||
4.141. satır: | 4.137. satır: | ||
Ve keza اِذ۟ zaman-ı maziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hâdiseleri görsünler. | Ve keza اِذ۟ zaman-ı maziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hâdiseleri görsünler. | ||
رَبُّكَ : Bu tabir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani ''“Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki onların mefsedetlerini setrediyorsun.”'' | رَبُّكَ: Bu tabir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani ''“Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki onların mefsedetlerini setrediyorsun.”'' | ||
لِل۟مَلٰٓئِكَةِ : Cenab-ı Hakk’ın müşavere şeklinde melâike ile yaptığı muhavere, melâikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir. Çünkü melâikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kitabet işlerini görüyor. Demek, insanlarla alâkaları ziyade olduğundan insanların ahvaline ehemmiyet veriyorlar. | لِل۟مَلٰٓئِكَةِ: Cenab-ı Hakk’ın müşavere şeklinde melâike ile yaptığı muhavere, melâikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir. Çünkü melâikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kitabet işlerini görüyor. Demek, insanlarla alâkaları ziyade olduğundan insanların ahvaline ehemmiyet veriyorlar. | ||
اِنّٖى : Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir. | اِنّٖى: Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir. | ||
اِنّٖى : Burada ى mütekellim-i vahde ile وَاِذ۟ قُل۟نَا da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: '''Cenab-ı Hakk’ın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir.''' Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle: | اِنّٖى: Burada ى mütekellim-i vahde ile وَاِذ۟ قُل۟نَا da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: '''Cenab-ı Hakk’ın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir.''' Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle: | ||
اِنَّٓا اَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كَ ال۟كِتَابَ بِال۟حَقِّ لِتَح۟كُمَ بَي۟نَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ | اِنَّٓا اَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كَ ال۟كِتَابَ بِال۟حَقِّ لِتَح۟كُمَ بَي۟نَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ | ||
4.157. satır: | 4.153. satır: | ||
فِى ال۟اَر۟ضِ daki فٖى nin عَلٰى ya tercihi: Beşerin yer üstünde olduğu عَلٰى kelimesinin manasına muvafık ve münasip iken tercihen فٖى nin zikredilmesi, beşerin bir ruh gibi arzın cesedine nefh ve nüfuz ettiğine ve beşerin ölüp inkıraz etmesiyle arzın yıkılmasına işarettir. | فِى ال۟اَر۟ضِ daki فٖى nin عَلٰى ya tercihi: Beşerin yer üstünde olduğu عَلٰى kelimesinin manasına muvafık ve münasip iken tercihen فٖى nin zikredilmesi, beşerin bir ruh gibi arzın cesedine nefh ve nüfuz ettiğine ve beşerin ölüp inkıraz etmesiyle arzın yıkılmasına işarettir. | ||
خَلٖيفَةً : Bu tabir, arzın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel arzda idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki arzın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. خَلٖيفَةٌ tabirinin bu manaya delâleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran o idrakli mahluk, cinlerden bir nevi imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir. | خَلٖيفَةً: Bu tabir, arzın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel arzda idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki arzın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. خَلٖيفَةٌ tabirinin bu manaya delâleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran o idrakli mahluk, cinlerden bir nevi imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir. | ||
قَالُٓوا اَتَج۟عَلُ فٖيهَا مَن۟ يُف۟سِدُ فٖيهَا وَيَس۟فِكُ الدِّمَٓاءَ | قَالُٓوا اَتَج۟عَلُ فٖيهَا مَن۟ يُف۟سِدُ فٖيهَا وَيَس۟فِكُ الدِّمَٓاءَ | ||
4.171. satır: | 4.167. satır: | ||
Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan maksat; جَع۟ل e itiraz, جَع۟ل i inkâr etmek değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın fiillerine itiraz etmeye ismetleri manidir. Ancak جَع۟ل in sebebi mahfî olduğundan taaccüble sebep ve hikmetini sormuşlardır. جَع۟ل tabirinden anlaşılıyor ki '''insanın ahvali, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır ancak bir câilin ca’li iledir.''' | Melâikenin اَتَج۟عَلُ ile yaptıkları istifhamdan maksat; جَع۟ل e itiraz, جَع۟ل i inkâr etmek değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın fiillerine itiraz etmeye ismetleri manidir. Ancak جَع۟ل in sebebi mahfî olduğundan taaccüble sebep ve hikmetini sormuşlardır. جَع۟ل tabirinden anlaşılıyor ki '''insanın ahvali, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır ancak bir câilin ca’li iledir.''' | ||
'''Sual:''' فٖيهَا : Mesafe pek kısa olduğu halde, ikinci فٖيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardır? | '''Sual:''' فٖيهَا: Mesafe pek kısa olduğu halde, ikinci فٖيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardır? | ||
'''Cevap:''' Birinci فٖيهَا ile beşerin bir ruh gibi arza nüfuz etmesiyle arzı ihya etmesine, ikinci فٖيهَا ise beşerin fesadı dahi Azrail gibi arzın kalbine kadar pençesini sokup arzı imatesine işarettir. Demek beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilaç iken, diğer taraftan ölümünü intac eden bir zehirdir. | '''Cevap:''' Birinci فٖيهَا ile beşerin bir ruh gibi arza nüfuz etmesiyle arzı ihya etmesine, ikinci فٖيهَا ise beşerin fesadı dahi Azrail gibi arzın kalbine kadar pençesini sokup arzı imatesine işarettir. Demek beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilaç iken, diğer taraftan ölümünü intac eden bir zehirdir. | ||
مَن۟ : Beşerden kinayedir. Kinayenin tasrihe sebeb-i tercihi: Melâikenin maksadı, beşerin şahsiyeti olmayıp ancak kendilerine sakîl, ağır gelen bir mahlukun Allah’a isyan etmesine işarettir. | مَن۟: Beşerden kinayedir. Kinayenin tasrihe sebeb-i tercihi: Melâikenin maksadı, beşerin şahsiyeti olmayıp ancak kendilerine sakîl, ağır gelen bir mahlukun Allah’a isyan etmesine işarettir. | ||
يُف۟سِدُ : Fesadın “isyan”a bedel zikri, isyanlarının nizam-ı âlemin fesadına sebep olacağına işarettir. Devam ile teceddüdü ifade eden muzari sîgasıyla fesadın zikredilmesi, melâikenin asıl istemedikleri ve inkâr ettikleri ancak isyanlarının devam ve istimrar ile vukua geleceğine ait olduğuna işarettir. Melâike beşerin isyanlarının devam ve istimrarını ya Cenab-ı Hakk’ın i’lamıyla bilmişlerdir veya Levh-i Mahfuz’a bakıp ondan almışlardır veyahut insanlardaki kuvve-i gazabiye ve şeheviyeden anlamışlardır. | يُف۟سِدُ: Fesadın “isyan”a bedel zikri, isyanlarının nizam-ı âlemin fesadına sebep olacağına işarettir. Devam ile teceddüdü ifade eden muzari sîgasıyla fesadın zikredilmesi, melâikenin asıl istemedikleri ve inkâr ettikleri ancak isyanlarının devam ve istimrar ile vukua geleceğine ait olduğuna işarettir. Melâike beşerin isyanlarının devam ve istimrarını ya Cenab-ı Hakk’ın i’lamıyla bilmişlerdir veya Levh-i Mahfuz’a bakıp ondan almışlardır veyahut insanlardaki kuvve-i gazabiye ve şeheviyeden anlamışlardır. | ||
فٖيهَا : Kuvve-i şeheviye ile arzda fesat hasıl olur, kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl ve kıtale mahal olur. Halbuki arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir. | فٖيهَا: Kuvve-i şeheviye ile arzda fesat hasıl olur, kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl ve kıtale mahal olur. Halbuki arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir. | ||
و ise fesat ile sefk gibi iki rezileyi birbirine atıf ve cem’eder. Çünkü fesat, sefk-i dimâya sebeptir. | و ise fesat ile sefk gibi iki rezileyi birbirine atıf ve cem’eder. Çünkü fesat, sefk-i dimâya sebeptir. | ||
4.185. satır: | 4.181. satır: | ||
يَس۟فِكُونَ nin يَق۟تُلُونَ ye tercihen zikrinden anlaşılıyor ki sefk, zulmen yapılan katldir. Bu ise fesada daha münasiptir. Çünkü katlin ifade ettiği mana, katlin mübah kısmına da şâmildir. Cihadda veya bir cemaati kurtarmak için yapılan katller gibi ki bu katl, fesada münasip olmaz. | يَس۟فِكُونَ nin يَق۟تُلُونَ ye tercihen zikrinden anlaşılıyor ki sefk, zulmen yapılan katldir. Bu ise fesada daha münasiptir. Çünkü katlin ifade ettiği mana, katlin mübah kısmına da şâmildir. Cihadda veya bir cemaati kurtarmak için yapılan katller gibi ki bu katl, fesada münasip olmaz. | ||
اَلدِّمَٓاءَ : Sefk kelimesinin delâlet ettiği irâka-i demdeki demi tekiddir. | اَلدِّمَٓاءَ: Sefk kelimesinin delâlet ettiği irâka-i demdeki demi tekiddir. | ||
وَنَح۟نُ نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ | وَنَح۟نُ نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ | ||
4.191. satır: | 4.187. satır: | ||
Beşerin ca’lindeki hikmeti soran melâikeye, sanki şöyle bir itiraz vârid olmuştur: “Beşerin Allah’a yapacağı ibadet ve takdis, onun ca’line sebeb-i kâfi gelmez mi ki ca’linin hikmetini soruyorsunuz?” İşte “vav-ı haliye” ile zikredilen وَنَح۟نُ نُسَبِّحُ ... الخ cümlesi, güya o itirazı def’etmeye işarettir. | Beşerin ca’lindeki hikmeti soran melâikeye, sanki şöyle bir itiraz vârid olmuştur: “Beşerin Allah’a yapacağı ibadet ve takdis, onun ca’line sebeb-i kâfi gelmez mi ki ca’linin hikmetini soruyorsunuz?” İşte “vav-ı haliye” ile zikredilen وَنَح۟نُ نُسَبِّحُ ... الخ cümlesi, güya o itirazı def’etmeye işarettir. | ||
نَح۟نُ : Maâsiden masum melâikenin cemaatlerinden kinayedir. Cümlenin cümle-i ismiye şeklinde zikredilmesi, tesbihin melâikeye bir seciye olduğuna ve melâikenin tesbihata mülazım ve müdavim olduklarına işarettir. | نَح۟نُ: Maâsiden masum melâikenin cemaatlerinden kinayedir. Cümlenin cümle-i ismiye şeklinde zikredilmesi, tesbihin melâikeye bir seciye olduğuna ve melâikenin tesbihata mülazım ve müdavim olduklarına işarettir. | ||
نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ : ''“Bizler, bütün ibadetlerin sana mahsus olduğunu kâinata ilan ve Cenab-ı Uluhiyet’ine lâyık olmayan şeylerden münezzeh olduğuna iman ve bütün evsaf-ı azamet ve celal ile muttasıf olduğuna itikad ediyoruz.”'' | نُسَبِّحُ بِحَم۟دِكَ: ''“Bizler, bütün ibadetlerin sana mahsus olduğunu kâinata ilan ve Cenab-ı Uluhiyet’ine lâyık olmayan şeylerden münezzeh olduğuna iman ve bütün evsaf-ı azamet ve celal ile muttasıf olduğuna itikad ediyoruz.”'' | ||
وَنُقَدِّسُ لَكَ : Bu ل ya sıladır, bir manayı ifade etmez veya ta’lil ve sebebiyet içindir. | وَنُقَدِّسُ لَكَ: Bu ل ya sıladır, bir manayı ifade etmez veya ta’lil ve sebebiyet içindir. | ||
Birinci ihtimale göre نُقَدِّسُكَ takdirinde olur. Yani “Seni takdis ve tathir ediyoruz.” demektir. | Birinci ihtimale göre نُقَدِّسُكَ takdirinde olur. Yani “Seni takdis ve tathir ediyoruz.” demektir. | ||
4.223. satır: | 4.219. satır: | ||
Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melâikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kādir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa beşer, mücahedesinden dolayı melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur çünkü özrü yoktur. | Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melâikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kādir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa beşer, mücahedesinden dolayı melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur çünkü özrü yoktur. | ||
* * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
== وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُم۟ عَلَى ال۟مَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَن۟بِئُونٖى بِاَس۟مَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ قَالُوا سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَن۟بِئ۟هُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ فَلَمَّٓا اَن۟بَاَهُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ قَالَ اَلَم۟ اَقُل۟ لَكُم۟ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ غَي۟بَ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَاَع۟لَمُ مَا تُب۟دُونَ وَمَا كُن۟تُم۟ تَك۟تُمُونَ == | == وَعَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُم۟ عَلَى ال۟مَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَن۟بِئُونٖى بِاَس۟مَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ قَالُوا سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَن۟بِئ۟هُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ فَلَمَّٓا اَن۟بَاَهُم۟ بِاَس۟مَٓائِهِم۟ قَالَ اَلَم۟ اَقُل۟ لَكُم۟ اِنّٖٓى اَع۟لَمُ غَي۟بَ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَاَع۟لَمُ مَا تُب۟دُونَ وَمَا كُن۟تُم۟ تَك۟تُمُونَ == | ||
4.238. satır: | 4.234. satır: | ||
Bu talim-i esma meselesi ya Hazret-i Âdem aleyhisselâmın melâikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir yahut melâikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilafete liyakatini melâikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir. | Bu talim-i esma meselesi ya Hazret-i Âdem aleyhisselâmın melâikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir yahut melâikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilafete liyakatini melâikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir. | ||
Ey arkadaş! Her şeyin Kitab-ı Mübin’de mevcud olduğunu tasrih eden وَلَا رَط۟بٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i kerîmesinin hükmüne göre: Kur’an-ı Kerîm zâhiren ve bâtınen, nassen ve delâleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek her şeyi ifade ediyor. Buna binaen gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri gerek mu’cizeleri hakkında Kur’an-ı Kerîm’in işaratından fehmettiğime göre (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Eğer müellifin, Tenzil’in nazmından çıkardığı letaifte şüphen varsa ben derim ki: İbnü’l-Fârıd kitabından tefe’ül ederken şu beyit çıktı: <br> | Ey arkadaş! Her şeyin Kitab-ı Mübin’de mevcud olduğunu tasrih eden وَلَا رَط۟بٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i kerîmesinin hükmüne göre: Kur’an-ı Kerîm zâhiren ve bâtınen, nassen ve delâleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek her şeyi ifade ediyor. Buna binaen gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri gerek mu’cizeleri hakkında Kur’an-ı Kerîm’in işaratından fehmettiğime göre '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Eğer müellifin, Tenzil’in nazmından çıkardığı letaifte şüphen varsa ben derim ki: İbnü’l-Fârıd kitabından tefe’ül ederken şu beyit çıktı: <br> | ||
كَاَنَّ كِرَامَ الْكَاتِبِينَ تَنَزَّلُوا عَلٰى قَلْبِـهِ وَحْيًا بِمَا فِى صَحِيفَـةٍ | كَاَنَّ كِرَامَ الْكَاتِبِينَ تَنَزَّلُوا عَلٰى قَلْبِـهِ وَحْيًا بِمَا فِى صَحِيفَـةٍ | ||
4.244. satır: | 4.240. satır: | ||
<br> | <br> | ||
'''Habib'''</ref>) mu’cizat-ı enbiyadan iki gaye ve hikmet takip edilmiştir: | '''Habib'''</ref>)''' mu’cizat-ı enbiyadan iki gaye ve hikmet takip edilmiştir: | ||
'''Birincisi:''' Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir. | '''Birincisi:''' Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir. | ||
4.324. satır: | 4.320. satır: | ||
Yani Cenab-ı Hak Âdem’i (as) bütün kemalâtın mebâdisini tazammun eden âlî bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlînin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halk etmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-i eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir. Demek, bu cümlenin evvelindeki و şu mukadder olan üç cümleye işarettir. | Yani Cenab-ı Hak Âdem’i (as) bütün kemalâtın mebâdisini tazammun eden âlî bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlînin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halk etmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-i eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir. Demek, bu cümlenin evvelindeki و şu mukadder olan üç cümleye işarettir. | ||
عَلَّمَ : Bu kelimenin ihtiyar edilmesi, ilmin ulüvv-ü kadrine ve kadrinin yüksek derecesine ve hilafete mihver olduğuna işarettir. Ve keza esmanın tevkifine yani Şâri’ tarafından bildirilmiş olduğuna remizdir. Zaten esma ile müsemmeyat arasında takip edilen münasebat-ı vaz’iye, bunu teyid ediyor. Ve keza mu’cizenin vasıtasız Allah’ın fiili olduğuna îmadır. Fakat felasifeye göre hârikalar, ervah-ı hârikanın fiilidir. | عَلَّمَ: Bu kelimenin ihtiyar edilmesi, ilmin ulüvv-ü kadrine ve kadrinin yüksek derecesine ve hilafete mihver olduğuna işarettir. Ve keza esmanın tevkifine yani Şâri’ tarafından bildirilmiş olduğuna remizdir. Zaten esma ile müsemmeyat arasında takip edilen münasebat-ı vaz’iye, bunu teyid ediyor. Ve keza mu’cizenin vasıtasız Allah’ın fiili olduğuna îmadır. Fakat felasifeye göre hârikalar, ervah-ı hârikanın fiilidir. | ||
اٰدَمَ : Hilafeti irade edilen ve Âdem ismiyle tesmiye edilen küre-i arzın sahibi şahs-ı ma’huddur. İsminin tasrihi, teşrif ve teşhiri içindir. | اٰدَمَ: Hilafeti irade edilen ve Âdem ismiyle tesmiye edilen küre-i arzın sahibi şahs-ı ma’huddur. İsminin tasrihi, teşrif ve teşhiri içindir. | ||
اَل۟اَس۟مَٓاءَ : İsim ve sıfat ve hâsiyet gibi eşyayı birbirinden ayırıp temyiz ve tayin eden alâmet ve nişanlardır yahut insanlar arasında münkasım olan lügatlardır. | اَل۟اَس۟مَٓاءَ: İsim ve sıfat ve hâsiyet gibi eşyayı birbirinden ayırıp temyiz ve tayin eden alâmet ve nişanlardır yahut insanlar arasında münkasım olan lügatlardır. | ||
عَرَضَهُم۟ : Arz edilen eşya olduğu halde zamirin esmaya rücûundan ismin, ayn-ı müsemma olduğuna kail olan Ehl-i Sünnet’in mezhebine işarettir. | عَرَضَهُم۟: Arz edilen eşya olduğu halde zamirin esmaya rücûundan ismin, ayn-ı müsemma olduğuna kail olan Ehl-i Sünnet’in mezhebine işarettir. | ||
كُلَّهَا : Âdem’in melâikeden cihet-i imtiyazı ve melâikenin muarazadan sebep ve medar-ı aczi, esmanın heyet-i mecmuası olduğuna işarettir. Yoksa esmanın bir kısmını, belki kısm-ı a’zamını melekler de bilirler. | كُلَّهَا: Âdem’in melâikeden cihet-i imtiyazı ve melâikenin muarazadan sebep ve medar-ı aczi, esmanın heyet-i mecmuası olduğuna işarettir. Yoksa esmanın bir kısmını, belki kısm-ı a’zamını melekler de bilirler. | ||
ثُمَّ عَرَضَهُم۟ عَلَى ال۟مَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَن۟بِئُونٖى بِاَس۟مَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ | ثُمَّ عَرَضَهُم۟ عَلَى ال۟مَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَن۟بِئُونٖى بِاَس۟مَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ | ||
ثُمَّ : Terahi ve bu’d-u mesafeyi ifade ettiği cihetle, şöyle bir takdire işarettir: هُوَ اَك۟رَمُ مِن۟كُم۟ وَاَحَقُّ بِال۟خِلَافَةِ Yani “Âdem, sizden daha kerîm ve hilafete daha müstahak ve lâyıktır.” | ثُمَّ: Terahi ve bu’d-u mesafeyi ifade ettiği cihetle, şöyle bir takdire işarettir: هُوَ اَك۟رَمُ مِن۟كُم۟ وَاَحَقُّ بِال۟خِلَافَةِ Yani “Âdem, sizden daha kerîm ve hilafete daha müstahak ve lâyıktır.” | ||
عَرَضَهُم۟ : Müşterilere gösterilmek üzere kumaş toplarının açılıp arz edildiği gibi eşyanın envaı da bast edilerek enzar-ı melâikeye gösterilmiştir. Bu tabirden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Mevcudat, müdrik ve âlimin malıdır. İlim ile alır, isimle ahzeder, suretlerinin temessülüyle temellük eder. | عَرَضَهُم۟: Müşterilere gösterilmek üzere kumaş toplarının açılıp arz edildiği gibi eşyanın envaı da bast edilerek enzar-ı melâikeye gösterilmiştir. Bu tabirden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Mevcudat, müdrik ve âlimin malıdır. İlim ile alır, isimle ahzeder, suretlerinin temessülüyle temellük eder. | ||
هُم۟ müzekker ve âkıllar cemaatinden kinayedir. Burada müzekkerin müennese ve âkılın gayr-ı âkıla tağlib ve teşmiliyle, mecazen enva-ı eşyaya ircâ edilmiştir. Bu itibarla هُم۟ kelimesinde bir mecaz, iki tağlib vardır. Bu mecaz ile o tağlibleri icbar eden esbab عَرَضَ kelimesinin işaret ettiği üsluptur. Çünkü melâikeye enva-ı eşyanın arzı, manevî bir resmigeçit manzarasını andırıyor. Malûm ya, resmigeçitleri yapan, | هُم۟ müzekker ve âkıllar cemaatinden kinayedir. Burada müzekkerin müennese ve âkılın gayr-ı âkıla tağlib ve teşmiliyle, mecazen enva-ı eşyaya ircâ edilmiştir. Bu itibarla هُم۟ kelimesinde bir mecaz, iki tağlib vardır. Bu mecaz ile o tağlibleri icbar eden esbab عَرَضَ kelimesinin işaret ettiği üsluptur. Çünkü melâikeye enva-ı eşyanın arzı, manevî bir resmigeçit manzarasını andırıyor. Malûm ya, resmigeçitleri yapan, | ||
4.344. satır: | 4.340. satır: | ||
müzekker ve âkıl insanlardır. Bunun için burada iki tağlibe ve dolayısıyla bir mecaza mecburiyet hasıl olmuştur. | müzekker ve âkıl insanlardır. Bunun için burada iki tağlibe ve dolayısıyla bir mecaza mecburiyet hasıl olmuştur. | ||
عَلٰى : Arz edilenin levh-i a’lâda nakşedilen suretler olduğuna işarettir. | عَلٰى: Arz edilenin levh-i a’lâda nakşedilen suretler olduğuna işarettir. | ||
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ |
düzenleme