83.131
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
1.450. satır: | 1.450. satır: | ||
=== BİRİNCİ KISIM === | === BİRİNCİ KISIM === | ||
Nass-ı Kur’an’la; Tevrat, İncil, Zebur ve suhuf-u enbiyanın, nübüvvet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâma dair verdikleri haberdir. | Nass-ı Kur’an’la; '''Tevrat, İncil, Zebur ve suhuf-u enbiyanın''', nübüvvet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâma dair verdikleri haberdir. | ||
Evet, madem o kitaplar semavîdirler ve madem o kitap sahipleri enbiyadırlar; elbette ve herhalde onların dinlerini nesheden ve kâinatın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nur ile ışıklandıran bir zattan bahsetmeleri, zarurî ve kat’îdir. | |||
Evet, küçük hâdiseleri haber veren o kitaplar, nev-i beşerin en büyük hâdisesi olan hâdise-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmı haber vermemek kabil midir? | |||
İşte madem bilbedahe haber verecekler, herhalde ya tekzip edecekler tâ ki dinlerini tahripten ve kitaplarını neshten kurtarsınlar veya tasdik edecekler tâ ki o hakikatli zat ile dinleri hurafattan ve tahrifattan kurtulsun. Halbuki dost ve düşmanın ittifakıyla, tekzip emaresi hiçbir kitapta yoktur. Öyle ise tasdik vardır. | İşte madem bilbedahe haber verecekler, herhalde ya tekzip edecekler tâ ki dinlerini tahripten ve kitaplarını neshten kurtarsınlar veya tasdik edecekler tâ ki o hakikatli zat ile dinleri hurafattan ve tahrifattan kurtulsun. Halbuki dost ve düşmanın ittifakıyla, tekzip emaresi hiçbir kitapta yoktur. Öyle ise tasdik vardır. | ||
Madem mutlak bir surette tasdik vardır ve madem şu tasdikin vücudunu iktiza eden kat’î bir illet ve esaslı bir sebep vardır, biz dahi o tasdikin vücuduna delâlet eden üç hüccet-i kātıa ile ispat edeceğiz: | Madem mutlak bir surette tasdik vardır ve madem şu tasdikin vücudunu iktiza eden kat’î bir illet ve esaslı bir sebep vardır, biz dahi o tasdikin vücuduna delâlet eden '''üç hüccet-i kātıa''' ile ispat edeceğiz: | ||
==== '''Birinci Hüccet:''' ==== | ==== '''Birinci Hüccet:''' ==== | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Kur’an’ın lisanıyla onlara der ki: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Kur’an’ın lisanıyla onlara der ki: “Kitaplarınızda, benim tasdikim ve evsafım vardır. Benim beyan ettiğim şeylerde, kitaplarınız beni tasdik ediyor.” | ||
قُل۟ فَا۟تُوا بِالتَّو۟رٰيةِ فَات۟لُوهَٓا اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ قُل۟ تَعَالَو۟ا نَد۟عُ اَب۟نَٓاءَنَا وَاَب۟نَٓاءَكُم۟ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُم۟ وَاَن۟فُسَنَا وَاَن۟فُسَكُم۟ | قُل۟ فَا۟تُوا بِالتَّو۟رٰيةِ فَات۟لُوهَٓا اِن۟ كُن۟تُم۟ صَادِقٖينَ قُل۟ تَعَالَو۟ا نَد۟عُ اَب۟نَٓاءَنَا وَاَب۟نَٓاءَكُم۟ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُم۟ وَاَن۟فُسَنَا وَاَن۟فُسَكُم۟ | ||
1.467. satır: | 1.467. satır: | ||
ثُمَّ نَب۟تَهِل۟ فَنَج۟عَل۟ لَع۟نَةَ اللّٰهِ عَلَى ال۟كَاذِبٖينَ | ثُمَّ نَب۟تَهِل۟ فَنَج۟عَل۟ لَع۟نَةَ اللّٰهِ عَلَى ال۟كَاذِبٖينَ | ||
gibi âyetlerle, onlara meydan okuyor. “Tevratınızı getiriniz, okuyunuz ve geliniz; biz çoluk ve çocuğumuzu alıp Cenab-ı Hakk’ın dergâhına el açıp yalancılar aleyhinde lanetle dua edeceğiz!” diye mütemadiyen onların başına vurduğu halde, hiç Yahudi bir âlim veya Nasrani bir kıssîs, onun bir yanlışını gösteremedi. Eğer gösterseydi, pek çok kesrette bulunan ve pek çok inatlı ve hasedli olan kâfirler ve münafık Yahudiler ve bütün âlem-i küfür, her tarafta ilan edeceklerdi. | |||
Hem demiş: | Hem demiş: “Ya yanlışımı bulunuz veyahut sizinle mahvoluncaya kadar cihad edeceğim!” Halbuki bunlar, harbi ve perişaniyeti ve hicreti ihtiyar ettiler. Demek yanlışını bulamadılar. Bir yanlış bulunsaydı onlar kurtulurlardı. | ||
==== '''İkinci Hüccet:''' ==== | ==== '''İkinci Hüccet:''' ==== | ||
1.476. satır: | 1.476. satır: | ||
İşte bu kadar tahrifatla beraber, şu zamanda dahi meşhur Hüseyin-i Cisrî rahmetullahi aleyh o kitaplardan yüz on dört delil nübüvvet-i Ahmediyeye dair çıkarmıştır. “Risale-i Hamîdiye”de yazmış. O risaleyi de Manastırlı merhum İsmail Hakkı tercüme etmiş. Kim arzu ederse ona müracaat eder, görür. | İşte bu kadar tahrifatla beraber, şu zamanda dahi meşhur Hüseyin-i Cisrî rahmetullahi aleyh o kitaplardan yüz on dört delil nübüvvet-i Ahmediyeye dair çıkarmıştır. “Risale-i Hamîdiye”de yazmış. O risaleyi de Manastırlı merhum İsmail Hakkı tercüme etmiş. Kim arzu ederse ona müracaat eder, görür. | ||
Hem pek çok Yahudi uleması ve Nasâra uleması, ikrar ve itiraf etmişler ki: | Hem pek çok Yahudi uleması ve Nasâra uleması, ikrar ve itiraf etmişler ki: “Kitaplarımızda Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın evsafı yazılıdır.” Evet, gayr-ı müslim olarak başta meşhur Rum meliklerinden Hirakl itiraf etmiş, demiş ki: “Evet İsa aleyhisselâm, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan haber veriyor.” | ||
Hem Rum meliki Mukavkis namında Mısır hâkimi ve ulema-i Yehud’un en meşhurlarından İbn-i Suriya ve İbn-i Ahtab ve onun kardeşi Kâ’b Bin Esed ve Zübeyr Bin Bâtıya gibi meşhur ulema ve reisler, gayr-ı müslim kaldıkları halde ikrar etmişler ki: | Hem Rum meliki Mukavkis namında Mısır hâkimi ve ulema-i Yehud’un en meşhurlarından İbn-i Suriya ve İbn-i Ahtab ve onun kardeşi Kâ’b Bin Esed ve Zübeyr Bin Bâtıya gibi meşhur ulema ve reisler, gayr-ı müslim kaldıkları halde ikrar etmişler ki: “Evet, kitaplarımızda onun evsafı vardır, ondan bahsediyorlar.” | ||
Hem Yehud’un meşhur ulemasından ve Nasâra’nın meşhur kıssîslerinden, kütüb-ü sâbıkada evsaf-ı Muhammediyeyi (asm) gördükten sonra inadı terk edip imana gelenler, evsafını Tevrat ve İncil’de göstermişler ve sair Yahudi ve Nasrani ulemasını onunla ilzam etmişler. | Hem Yehud’un meşhur ulemasından ve Nasâra’nın meşhur kıssîslerinden, kütüb-ü sâbıkada evsaf-ı Muhammediyeyi (asm) gördükten sonra inadı terk edip imana gelenler, evsafını Tevrat ve İncil’de göstermişler ve sair Yahudi ve Nasrani ulemasını onunla ilzam etmişler. | ||
1.490. satır: | 1.490. satır: | ||
وَاللّٰهِ هُوَ الَّذٖى عَهَدَ اِلَي۟كُم۟ فٖيهِ اب۟نُ هَي۟بَان۟ | وَاللّٰهِ هُوَ الَّذٖى عَهَدَ اِلَي۟كُم۟ فٖيهِ اب۟نُ هَي۟بَان۟ | ||
Yani | Yani “İbn-i Heyban’ın haber verdiği zat budur, onunla harp etmeyiniz!” Fakat onlar onları dinlemediler, belalarını buldular. | ||
Hem ulema-i Yehud’dan İbn-i Bünyamin ve Muhayrık ve Kâ’bü’l-Ahbar gibi çok ulema-i Yehud, evsaf-ı Nebeviyeyi kitaplarında gördüklerinden imana gelmişler; sair imana gelmeyenleri de ilzam etmişler. | Hem ulema-i Yehud’dan İbn-i Bünyamin ve Muhayrık ve Kâ’bü’l-Ahbar gibi çok ulema-i Yehud, evsaf-ı Nebeviyeyi kitaplarında gördüklerinden imana gelmişler; sair imana gelmeyenleri de ilzam etmişler. | ||
Hem ulema-i Nasâra’dan, bahsi geçen meşhur Buheyra-i Rahip ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Şam tarafına amcasıyla gittiği vakit on iki yaşında idi. Buheyra-i Rahip onun hatırı için Kureyşîleri davet etmiş. Baktı ki kafileye gölge eden bir parça bulut, daha kafile yerinde gölge ediyor. “Demek, aradığım adam orada kalmış!” Sonra adam göndermiş, onu da getirtmiş. Ebu Talib’e demiş: | Hem ulema-i Nasâra’dan, bahsi geçen meşhur Buheyra-i Rahip ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Şam tarafına amcasıyla gittiği vakit on iki yaşında idi. Buheyra-i Rahip onun hatırı için Kureyşîleri davet etmiş. Baktı ki kafileye gölge eden bir parça bulut, daha kafile yerinde gölge ediyor. “Demek, aradığım adam orada kalmış!” Sonra adam göndermiş, onu da getirtmiş. Ebu Talib’e demiş: “Sen dön, Mekke’ye git! Yahudiler hasûddurlar, bunun evsafı Tevrat’ta mezkûrdur, hıyanet ederler.” | ||
Hem Nasturu’l-Habeşe ve Habeş reisi olan Necaşî, evsaf-ı Muhammediyeyi (asm) kitaplarında gördükleri için beraber iman etmişler. | Hem Nasturu’l-Habeşe ve Habeş reisi olan Necaşî, evsaf-ı Muhammediyeyi (asm) kitaplarında gördükleri için beraber iman etmişler. | ||
1.509. satır: | 1.509. satır: | ||
İşte bir numune olarak Tevrat, İncil, Zebur’un Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâma ait âyetlerinin birkaç numunesini göstereceğiz: | İşte bir numune olarak Tevrat, İncil, Zebur’un Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâma ait âyetlerinin birkaç numunesini göstereceğiz: | ||
Birincisi, Zebur’da şöyle bir âyet var: | |||
اَللّٰهُمَّ اب۟عَث۟ لَنَا مُقٖيمَ السُّنَّةِ بَع۟دَ ال۟فَت۟رَةِ | اَللّٰهُمَّ اب۟عَث۟ لَنَا مُقٖيمَ السُّنَّةِ بَع۟دَ ال۟فَت۟رَةِ | ||
1.529. satır: | 1.529. satır: | ||
Faraklit اَل۟فَارِقُ بَي۟نَ ال۟حَقِّ وَ ال۟بَاطِلِ manasında Peygamber’in o kitaplarda ismidir. | Faraklit اَل۟فَارِقُ بَي۟نَ ال۟حَقِّ وَ ال۟بَاطِلِ manasında Peygamber’in o kitaplarda ismidir. | ||
Tevrat’ın âyeti: | |||
اِنَّ اللّٰهَ قَالَ لِاِب۟رَاهٖيمَ اِنَّ هَاجَرَ تَلِدُ وَيَكُونُ مِن۟ وَلَدِهَا | اِنَّ اللّٰهَ قَالَ لِاِب۟رَاهٖيمَ اِنَّ هَاجَرَ تَلِدُ وَيَكُونُ مِن۟ وَلَدِهَا | ||
1.535. satır: | 1.535. satır: | ||
مَن۟ يَدُهُ فَو۟قَ ال۟جَمٖيعِ وَيَدُ ال۟جَمٖيعِ مَب۟سُوطَةٌ اِلَي۟هِ بِال۟خُشُوعِ | مَن۟ يَدُهُ فَو۟قَ ال۟جَمٖيعِ وَيَدُ ال۟جَمٖيعِ مَب۟سُوطَةٌ اِلَي۟هِ بِال۟خُشُوعِ | ||
Yani | Yani “Hazret-i İsmail’in validesi olan Hacer, evlat sahibesi olacak ve onun evladından öyle birisi çıkacak ki o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşû ve itaatle ona açılacak.” | ||
Tevrat’ın ikinci bir âyeti: | |||
وَقَالَ يَا مُوسٰى اِنّٖى مُقٖيمٌ لَهُم۟ نَبِيًّا مِن۟ بَنٖى اِخ۟وَتِهِم۟ مِث۟لَكَ وَاُج۟رٖى قَو۟لٖى | وَقَالَ يَا مُوسٰى اِنّٖى مُقٖيمٌ لَهُم۟ نَبِيًّا مِن۟ بَنٖى اِخ۟وَتِهِم۟ مِث۟لَكَ وَاُج۟رٖى قَو۟لٖى | ||
1.543. satır: | 1.543. satır: | ||
فٖى فَمِهٖ وَالرَّجُلُ الَّذٖى لَايَق۟بَلُ قَو۟لَ النَّبِىِّ الَّذٖى يَتَكَلَّمُ بِاِس۟مٖى فَاَنَا اَن۟تَقِمُ مِن۟هُ | فٖى فَمِهٖ وَالرَّجُلُ الَّذٖى لَايَق۟بَلُ قَو۟لَ النَّبِىِّ الَّذٖى يَتَكَلَّمُ بِاِس۟مٖى فَاَنَا اَن۟تَقِمُ مِن۟هُ | ||
Yani | Yani “Benî-İsrail’in kardeşleri olan Benî-İsmail’den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım, benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.” | ||
Tevrat’ın üçüncü bir âyeti: | |||
قَالَ مُوسٰى رَبِّ اِنّٖى اَجِدُ فِى التَّو۟رٰيةِ اُمَّةً هُم۟ خَي۟رُ اُمَّةٍ اُخ۟رِجَت۟ لِلنَّاسِ يَا۟مُرُونَ بِال۟مَع۟رُوفِ وَيَن۟هَو۟نَ عَنِ ال۟مُن۟كَرِ وَيُؤ۟مِنُونَ | قَالَ مُوسٰى رَبِّ اِنّٖى اَجِدُ فِى التَّو۟رٰيةِ اُمَّةً هُم۟ خَي۟رُ اُمَّةٍ اُخ۟رِجَت۟ لِلنَّاسِ يَا۟مُرُونَ بِال۟مَع۟رُوفِ وَيَن۟هَو۟نَ عَنِ ال۟مُن۟كَرِ وَيُؤ۟مِنُونَ | ||
1.552. satır: | 1.552. satır: | ||
===== '''İhtar:''' ===== | ===== '''İhtar:''' ===== | ||
Muhammed ismi, o kitaplarda “Müşeffah” ve “El-Münhamenna” ve “Hımyata” gibi Süryanî isimler suretinde | Muhammed ismi, o kitaplarda “Müşeffah” ve “El-Münhamenna” ve “Hımyata” gibi Süryanî isimler suretinde “Muhammed” manasındaki İbranî isimleriyle gelmiş. Yoksa sarîh Muhammed ismi az vardı. Sarîh miktarını dahi hasûd Yahudiler tahrif etmişler. | ||
Zebur’un âyeti: | |||
يَا دَاوُدُ يَا۟تٖى بَع۟دَكَ نَبِىٌّ يُسَمّٰى اَح۟مَدَ وَمُحَمَّدًا صَادِقًا سَيِّدًا اُمَّتُهُ مَر۟حُومَةٌ | يَا دَاوُدُ يَا۟تٖى بَع۟دَكَ نَبِىٌّ يُسَمّٰى اَح۟مَدَ وَمُحَمَّدًا صَادِقًا سَيِّدًا اُمَّتُهُ مَر۟حُومَةٌ | ||
1.564. satır: | 1.564. satır: | ||
حَتّٰى يُقٖيمَ بِهِ ال۟مِلَّةَ ال۟عَو۟جَاءَ بِاَن۟ يَقُولُوا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ | حَتّٰى يُقٖيمَ بِهِ ال۟مِلَّةَ ال۟عَو۟جَاءَ بِاَن۟ يَقُولُوا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ | ||
Tevrat’ın bir âyeti daha: | |||
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ مَو۟لِدُهُ بِمَكَّةَ وَهِج۟رَتُهُ بِطَي۟بَةَ | مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ مَو۟لِدُهُ بِمَكَّةَ وَهِج۟رَتُهُ بِطَي۟بَةَ | ||
1.572. satır: | 1.572. satır: | ||
İşte şu âyette “Muhammed” lafzı, Muhammed manasında Süryanî bir isimde gelmiştir. | İşte şu âyette “Muhammed” lafzı, Muhammed manasında Süryanî bir isimde gelmiştir. | ||
Tevrat’ın diğer bir âyeti daha: | |||
اَن۟تَ عَب۟دٖى وَرَسُولٖى سَمَّي۟تُكَ ال۟مُتَوَكِّلَ | اَن۟تَ عَب۟دٖى وَرَسُولٖى سَمَّي۟تُكَ ال۟مُتَوَكِّلَ | ||
1.578. satır: | 1.578. satır: | ||
İşte şu âyette, Benî-İshak’ın kardeşleri olan Benî-İsmail’den ve Hazret-i Musa’dan sonra gelen peygambere hitap ediyor. | İşte şu âyette, Benî-İshak’ın kardeşleri olan Benî-İsmail’den ve Hazret-i Musa’dan sonra gelen peygambere hitap ediyor. | ||
Tevrat’ın diğer bir âyeti daha: | |||
عَب۟دِىَ ال۟مُخ۟تَارُ لَي۟سَ بِفَظٍّ وَلَا غَلٖيظٍ | عَب۟دِىَ ال۟مُخ۟تَارُ لَي۟سَ بِفَظٍّ وَلَا غَلٖيظٍ | ||
1.598. satır: | 1.598. satır: | ||
âyeti, İncil’in şu âyeti gibi başka âyetlerine işaret edip Muhammed aleyhissalâtü vesselâm sahibü’s-seyf ve cihada memur olduğunu İncil ile beraber ilan ediyor. | âyeti, İncil’in şu âyeti gibi başka âyetlerine işaret edip Muhammed aleyhissalâtü vesselâm sahibü’s-seyf ve cihada memur olduğunu İncil ile beraber ilan ediyor. | ||
Tevrat’ın Beşinci Kitabının Otuz Üçüncü Babında şu âyet var: “Hak Teâlâ, Tûr-i Sina’dan ikbal edip bize Sâîr’den tulû etti ve Fâran Dağlarında zâhir oldu.” | |||
İşte şu âyet nasıl ki “Tûr-i Sina’da ikbal-i Hak” fıkrasıyla nübüvvet-i Museviyeyi ve Şam Dağlarından ibaret olan “Sâîr’den tulû-u Hak” fıkrasıyla, nübüvvet-i İseviyeyi ihbar eder. Öyle de bi’l-ittifak Hicaz Dağlarından ibaret olan “Fâran Dağlarından zuhur-u Hak” fıkrasıyla, bizzarure risalet-i Ahmediyeyi (asm) haber veriyor. | İşte şu âyet nasıl ki “Tûr-i Sina’da ikbal-i Hak” fıkrasıyla nübüvvet-i Museviyeyi ve Şam Dağlarından ibaret olan “Sâîr’den tulû-u Hak” fıkrasıyla, nübüvvet-i İseviyeyi ihbar eder. Öyle de bi’l-ittifak Hicaz Dağlarından ibaret olan “Fâran Dağlarından zuhur-u Hak” fıkrasıyla, bizzarure risalet-i Ahmediyeyi (asm) haber veriyor. | ||
Hem Sure-i Feth’in âhirinde ذٰلِكَ مَثَلُهُم۟ فِى التَّو۟رٰيةِ hükmünü tasdiken, Tevrat’ta Fâran Dağlarından zuhur eden peygamberin sahabeleri hakkında şu âyet var: | Hem Sure-i Feth’in âhirinde ذٰلِكَ مَثَلُهُم۟ فِى التَّو۟رٰيةِ hükmünü tasdiken, Tevrat’ta Fâran Dağlarından zuhur eden peygamberin sahabeleri hakkında şu âyet var: “Kudsîlerin bayrakları beraberindedir ve onun sağındadır.” “Kudsîler” namıyla tavsif eder. Yani “Onun sahabeleri kudsî, salih evliyalardır.” | ||
Eş’iya Peygamber’in kitabında, Kırk İkinci Babında şu âyet vardır: | Eş’iya Peygamber’in kitabında, Kırk İkinci Babında şu âyet vardır: “Hak Sübhanehu âhir zamanda, kendinin ıstıfa-gerde ve bergüzidesi kulunu ba’s edecek ve ona Ruhu’l-Emin Hazret-i Cibril’i yollayıp din-i İlahîsini ona talim ettirecek. Ve o dahi Ruhu’l-Emin’in talimi vechile nâsa talim eyleyecek ve beyne’n-nâs hak ile hükmedecektir. O bir nurdur, halkı zulümattan çıkaracaktır. Rabb’in bana kable’l-vuku bildirdiği şeyi, ben de size bildiriyorum.” | ||
İşte şu âyet gayet sarîh bir surette, | İşte şu âyet gayet sarîh bir surette, Âhir Zaman Peygamberi olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın evsafını beyan ediyor. | ||
Mişail namıyla müsemma Mihail Peygamber’in kitabının Dördüncü Babında şu âyet var: “Âhir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup orada Hakk’a ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden orada birçok halk toplanıp Rabb-i Vâhid’e ibadet ederler. Ona şirk etmezler.” | |||
İşte şu âyet, zâhir bir surette dünyanın en mübarek dağı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacıların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i merhume namıyla şöhret-şiar olan ümmet-i Muhammediyeyi tarif ediyor. | İşte şu âyet, zâhir bir surette dünyanın en mübarek dağı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacıların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i merhume namıyla şöhret-şiar olan ümmet-i Muhammediyeyi tarif ediyor. | ||
Zebur’da Yetmiş İkinci Babında şu âyet var: | Zebur’da Yetmiş İkinci Babında şu âyet var: “Bahirden bahre mâlik ve nehirlerden, arzın makta’ ve müntehasına kadar mâlik ola... ve kendisine Yemen ve Cezayir mülûkü hediyeler götüreler… Ve padişahlar ona secde ve inkıyad edeler… Ve her vakit ona salât ve her gün kendisine bereketle dua oluna… Ve envarı, Medine’den mütenevvir ola… Ve zikri, ebedü’l-âbâd devam ede… Onun ismi, şemsin vücudundan evvel mevcuddur. Onun adı, güneş durdukça münteşir ola…” | ||
İşte şu âyet, pek aşikâr bir tarzda Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmı tavsif eder. Acaba Hazret-i Davud aleyhisselâmdan sonra Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka hangi nebi gelmiş ki şarktan garba kadar dinini neşretmiş ve mülûkü cizyeye bağlamış ve padişahları kendine secde eder gibi bir inkıyad altına almış ve her gün nev-i beşerin humsunun salavat ve dualarını kendine kazanmış ve envarı Medine’den parlamış kim var? Kim gösterilebilir? | İşte şu âyet, pek aşikâr bir tarzda Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmı tavsif eder. Acaba Hazret-i Davud aleyhisselâmdan sonra Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka hangi nebi gelmiş ki şarktan garba kadar dinini neşretmiş ve mülûkü cizyeye bağlamış ve padişahları kendine secde eder gibi bir inkıyad altına almış ve her gün nev-i beşerin humsunun salavat ve dualarını kendine kazanmış ve envarı Medine’den parlamış kim var? Kim gösterilebilir? | ||
1.642. satır: | 1.642. satır: | ||
Hem İncil’de “El-Baraklit” veyahut “El-Faraklit” ki İncil tefsirlerinde “Hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest” manası verilmiş ki sonra gelecek insanları, hakka sevk edecek zatın ismidir. | Hem İncil’de “El-Baraklit” veyahut “El-Faraklit” ki İncil tefsirlerinde “Hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest” manası verilmiş ki sonra gelecek insanları, hakka sevk edecek zatın ismidir. | ||
İncil’in bir yerinde, İsa aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim tâ dünyanın reisi gelsin.” Acaba Hazret-i İsa aleyhisselâmdan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsa aleyhisselâmın yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim gelmiştir? | İncil’in bir yerinde, İsa aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim tâ dünyanın reisi gelsin.” Acaba Hazret-i İsa aleyhisselâmdan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsa aleyhisselâmın yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim gelmiştir? Demek, Hazret-i İsa aleyhisselâm ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki: “Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben, onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim.” Nasıl ki şu âyet-i kerîme: | ||
وَاِذ۟ قَالَ عٖيسَى اب۟نُ مَر۟يَمَ يَا بَنٖٓى اِس۟رَٓائٖيلَ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَي۟كُم۟ مُصَدِّقًا لِمَا بَي۟نَ يَدَىَّ مِنَ التَّو۟رٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأ۟تٖى مِن۟ بَع۟دِى اس۟مُهُٓ اَح۟مَدُ (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' (اُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ) '''nin tetimmesidir:''' Seyyah-ı meşhûr Evliyâ Çelebi; Hazret-i Şem'un-u Safâ'nın türbesinde, ceylan derisinde yazılı İncil-i Şerîf'te, bu gelen âyeti okumuştur. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında nâzil olan âyet: ايتون : Bir oğlan, ازربيون yani İbrahim neslinden ola, پروفتون peygamber ola, لوغسلين yalancı olmaya, بنت Onun افزولات mevlidi Mekke ola. كه كالوشير sâlihlikle gelmiş ola. تونومنين Onun mübârek adı مواميت (∗) Ahmed Muhammed ola. اسفدوس Ona uyanlar, تاكرديسْ bu cihan ıssı olalar. بيست بيث dahi, ol cihan ıssı ola.(∗) Bu “Mevâmit” kelimesi “memed” den ve "memed” dahi “Muhammed” den tahrif edilmiş.</ref>) | وَاِذ۟ قَالَ عٖيسَى اب۟نُ مَر۟يَمَ يَا بَنٖٓى اِس۟رَٓائٖيلَ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَي۟كُم۟ مُصَدِّقًا لِمَا بَي۟نَ يَدَىَّ مِنَ التَّو۟رٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأ۟تٖى مِن۟ بَع۟دِى اس۟مُهُٓ اَح۟مَدُ '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' (اُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ) '''nin tetimmesidir:''' Seyyah-ı meşhûr Evliyâ Çelebi; Hazret-i Şem'un-u Safâ'nın türbesinde, ceylan derisinde yazılı İncil-i Şerîf'te, bu gelen âyeti okumuştur. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında nâzil olan âyet: ايتون : Bir oğlan, ازربيون yani İbrahim neslinden ola, پروفتون peygamber ola, لوغسلين yalancı olmaya, بنت Onun افزولات mevlidi Mekke ola. كه كالوشير sâlihlikle gelmiş ola. تونومنين Onun mübârek adı مواميت (∗) Ahmed Muhammed ola. اسفدوس Ona uyanlar, تاكرديسْ bu cihan ıssı olalar. بيست بيث dahi, ol cihan ıssı ola.(∗) Bu “Mevâmit” kelimesi “memed” den ve "memed” dahi “Muhammed” den tahrif edilmiş.</ref>)''' | ||
Evet, İncil’de Hazret-i İsa aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zatı da bazı isimler ile yâd ediyor. O isimler elbette Süryanî ve İbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler “Ahmed, Muhammed, Farikun beyne’l-hakk-ı ve’l-bâtıl” manasındadırlar. Demek İsa aleyhisselâm, çok defa Ahmed aleyhissalâtü vesselâmdan beşaret veriyor. | Evet, İncil’de Hazret-i İsa aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zatı da bazı isimler ile yâd ediyor. O isimler elbette Süryanî ve İbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler “Ahmed, Muhammed, Farikun beyne’l-hakk-ı ve’l-bâtıl” manasındadırlar. Demek İsa aleyhisselâm, çok defa Ahmed aleyhissalâtü vesselâmdan beşaret veriyor. | ||
Sual: Eğer desen: “Neden Hazret-i İsa aleyhisselâm, her nebiden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır.” | |||
Elcevap: Çünkü Ahmed aleyhissalâtü vesselâm, İsa aleyhisselâmı Yahudilerin müthiş tekzibinden ve müthiş iftiralarından ve dinini müthiş tahrifattan kurtarmakla beraber; İsa aleyhisselâmı tanımayan Benî-İsrail’in suubetli şeriatına mukabil, suhuletli ve câmi’ ve ahkâmca şeriat-ı İseviyenin noksanını ikmal edecek bir şeriat-ı âliyeye sahiptir. İşte onun için çok defa “Âlemin Reisi geliyor!” diye müjde veriyor. | |||
İşte Tevrat, İncil, Zebur’da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, âhirde gelecek bir peygamberden bahisler var, çok âyetler var. Nasıl bir kısım numunelerini gösterdik. Hem çok namlar ile o kitaplarda mezkûrdur. | İşte Tevrat, İncil, Zebur’da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, âhirde gelecek bir peygamberden bahisler var, çok âyetler var. Nasıl bir kısım numunelerini gösterdik. Hem çok namlar ile o kitaplarda mezkûrdur. | ||
Acaba bütün bu kütüb-ü enbiyada bu kadar ehemmiyetle, mükerrer âyetlerde bahsettikleri, Âhir Zaman Peygamberi Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim olabilir? | |||
=== İKİNCİ KISIM === | === İKİNCİ KISIM === | ||
İrhasattan ve delail-i nübüvvetten maksat şudur ki: Bi’set-i Ahmediyeden evvel, zaman-ı fetrette kâhinler hem o zamanın bir derece evliya ve ârif-i billah olan bir kısım insanları; Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini haber vermişler ve ihbarlarını da neşretmişler, şiirleriyle gelecek asırlara bırakmışlar. Onlar çoktur; biz, ehl-i siyer ve tarihin nakil ve kabul ettikleri meşhur ve münteşir olan bir kısmını zikredeceğiz. Ezcümle: | İrhasattan ve delail-i nübüvvetten maksat şudur ki: Bi’set-i Ahmediyeden evvel, '''zaman-ı fetrette kâhinler hem o zamanın bir derece evliya ve ârif-i billah olan bir kısım insanları; Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini haber vermişler ve ihbarlarını da neşretmişler, şiirleriyle gelecek asırlara bırakmışlar.''' Onlar çoktur; biz, ehl-i siyer ve tarihin nakil ve kabul ettikleri meşhur ve münteşir olan bir kısmını zikredeceğiz. Ezcümle: | ||
Yemen padişahlarından Tübba’ isminde bir melik, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın evsafını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilan etmiş: | Yemen padişahlarından Tübba’ isminde bir melik, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın evsafını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilan etmiş: | ||
1.665. satır: | 1.665. satır: | ||
فَلَو۟ مُدَّ عُم۟رٖى اِلٰى عُم۟رِهٖ لَكُن۟تُ وَزٖيرًا لَهُ وَاب۟نَ عَمٍّ | فَلَو۟ مُدَّ عُم۟رٖى اِلٰى عُم۟رِهٖ لَكُن۟تُ وَزٖيرًا لَهُ وَاب۟نَ عَمٍّ | ||
Yani | Yani “Ben Ahmed’in (asm) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim ona vezir ve ammizade olurdum.” Yani Ali gibi ona fedai bir hâdim olurdum. | ||
'''İkincisi:''' Meşhur Kuss İbn-i Sâide ki kavm-i Arab’ın en meşhur ve mühim hatibi ve muvahhid bir zat-ı ruşen-zamirdir. İşte şu zat da bi’set-i Nebevîden evvel risalet-i Ahmediyeyi şu şiirle ilan ediyor: | '''İkincisi:''' Meşhur Kuss İbn-i Sâide ki kavm-i Arab’ın en meşhur ve mühim hatibi ve muvahhid bir zat-ı ruşen-zamirdir. İşte şu zat da bi’set-i Nebevîden evvel risalet-i Ahmediyeyi şu şiirle ilan ediyor: | ||
1.675. satır: | 1.675. satır: | ||
عَلٰى غَف۟لَةٍ يَأ۟تِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ فَيُخ۟بِرُ اَخ۟بَارًا صَدُوقًا خَبٖيرُهَا | عَلٰى غَف۟لَةٍ يَأ۟تِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ فَيُخ۟بِرُ اَخ۟بَارًا صَدُوقًا خَبٖيرُهَا | ||
Yani | Yani “Füc’eten, Muhammedü’n-Nebi gelecek, doğru haberleri verecek.” | ||
'''Dördüncüsü:''' Yemen padişahlarından Seyf İbn-i Zîyezen, kütüb-ü sâbıkada Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın evsafını görmüş; iman etmiş, müştak olmuş idi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ceddi Abdülmuttalib, Yemen’e kafile-i Kureyş ile gittiği zaman, Seyf İbn-i Zîyezen onları çağırmış. Onlara demiş ki: | '''Dördüncüsü:''' Yemen padişahlarından Seyf İbn-i Zîyezen, kütüb-ü sâbıkada Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın evsafını görmüş; iman etmiş, müştak olmuş idi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ceddi Abdülmuttalib, Yemen’e kafile-i Kureyş ile gittiği zaman, Seyf İbn-i Zîyezen onları çağırmış. Onlara demiş ki: | ||
1.683. satır: | 1.683. satır: | ||
وَاِنَّكَ يَا عَب۟دَ ال۟مُطَّلِبِ لَجَدُّهُ | وَاِنَّكَ يَا عَب۟دَ ال۟مُطَّلِبِ لَجَدُّهُ | ||
Yani | Yani “Hicaz’da bir çocuk dünyaya gelir. Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak!” Sonra gizli Abdülmuttalib’i çağırmış “O çocuğun ceddi de sensin.” diye kerametkârane, bi’setten evvel haber vermiş. | ||
'''Beşincisi:''' Varaka İbn-i Nevfel (Hatice-i Kübra’nın ammizadelerinden) bidayet-i vahiyde Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm telaş etmiş. Hatice-i Kübra o hâdiseyi, meşhur Varaka İbn-i Nevfel’e hikâye etmiş. Varaka demiş: “Onu bana gönder.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Varaka’nın yanına gitmiş, mebde-i vahiydeki vaziyeti hikâye etmiş. Varaka demiş: | '''Beşincisi:''' Varaka İbn-i Nevfel (Hatice-i Kübra’nın ammizadelerinden) bidayet-i vahiyde Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm telaş etmiş. Hatice-i Kübra o hâdiseyi, meşhur Varaka İbn-i Nevfel’e hikâye etmiş. Varaka demiş: “Onu bana gönder.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Varaka’nın yanına gitmiş, mebde-i vahiydeki vaziyeti hikâye etmiş. Varaka demiş: | ||
1.689. satır: | 1.689. satır: | ||
بَشِّر۟ يَا مُحَمَّدُ اِنّٖى اَش۟هَدُ اَنَّكَ اَن۟تَ النَّبِىُّ ال۟مُن۟تَظَرُ وَبَشَّرَ بِكَ عٖيسٰى | بَشِّر۟ يَا مُحَمَّدُ اِنّٖى اَش۟هَدُ اَنَّكَ اَن۟تَ النَّبِىُّ ال۟مُن۟تَظَرُ وَبَشَّرَ بِكَ عٖيسٰى | ||
Yani | Yani “Telaş etme, o halet vahiydir. Sana müjde! İntizar edilen Nebi sensin! İsa seninle müjde vermiş.” | ||
'''Altıncısı:''' Askelânu’l-Hımyerî nam ârif-i billah, bi’setten evvel Kureyşîleri gördüğü vakit “İçinizde dava-yı nübüvvet eden var mı?” “Yok.” derlerdi. Sonra bi’set vaktinde yine sormuş; “Evet” demişler “Biri dava-yı nübüvvet ediyor.” Demiş: “İşte âlem onu bekliyor.” | '''Altıncısı:''' Askelânu’l-Hımyerî nam ârif-i billah, bi’setten evvel Kureyşîleri gördüğü vakit “İçinizde dava-yı nübüvvet eden var mı?” “Yok.” derlerdi. Sonra bi’set vaktinde yine sormuş; “Evet” demişler “Biri dava-yı nübüvvet ediyor.” Demiş: “İşte âlem onu bekliyor.” | ||
1.697. satır: | 1.697. satır: | ||
وَالَّذٖى بَعَثَكَ بِال۟حَقِّ لَقَد۟ وَجَد۟تُ صِفَتَكَ فِى ال۟اِن۟جٖيلِ وَبَشَّرَ بِكَ اب۟نُ ال۟بَتُولِ | وَالَّذٖى بَعَثَكَ بِال۟حَقِّ لَقَد۟ وَجَد۟تُ صِفَتَكَ فِى ال۟اِن۟جٖيلِ وَبَشَّرَ بِكَ اب۟نُ ال۟بَتُولِ | ||
Yani | Yani “Ben senin sıfatını İncil’de gördüm, iman ettim. İbn-i Meryem, İncil’de senin geleceğini müjde etmiş.” | ||
'''Sekizincisi:''' Bahsi geçen Habeş padişahı Necaşî demiş: | '''Sekizincisi:''' Bahsi geçen Habeş padişahı Necaşî demiş: | ||
1.703. satır: | 1.703. satır: | ||
لَي۟تَ لٖى خِد۟مَتَهُ بَدَلًا عَن۟ هٰذِهِ السَّل۟طَنَةِ | لَي۟تَ لٖى خِد۟مَتَهُ بَدَلًا عَن۟ هٰذِهِ السَّل۟طَنَةِ | ||
Yani | Yani “Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir.” | ||
Şimdi ilham-ı Rabbanî ile gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cin vasıtasıyla haber veren kâhinler, pek sarîh bir surette Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini ve nübüvvetini haber vermişler. Onlar çoktur; biz, onlardan meşhurları ve manevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde nakledilmiş birkaçını zikredeceğiz. Onların uzun kıssalarını ve sözlerini siyer kitaplarına havale edip yalnız icmalen bahsedeceğiz. | Şimdi ilham-ı Rabbanî ile '''gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cin vasıtasıyla haber veren kâhinler, pek sarîh bir surette Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini ve nübüvvetini haber vermişler.''' Onlar çoktur; biz, onlardan meşhurları ve manevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde nakledilmiş birkaçını zikredeceğiz. Onların uzun kıssalarını ve sözlerini siyer kitaplarına havale edip yalnız icmalen bahsedeceğiz. | ||
'''Birincisi:''' Şıkk isminde meşhur bir kâhindir ki bir gözü, bir eli, bir ayağı varmış. Âdeta yarım insan… İşte o kâhin, manevî tevatür derecesinde kat’î bir surette tarihlere geçmiş ki risalet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmı haber verip mükerreren söylemiştir. | '''Birincisi:''' Şıkk isminde meşhur bir kâhindir ki bir gözü, bir eli, bir ayağı varmış. Âdeta yarım insan… İşte o kâhin, manevî tevatür derecesinde kat’î bir surette tarihlere geçmiş ki risalet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmı haber verip mükerreren söylemiştir. | ||
1.717. satır: | 1.717. satır: | ||
هَدَى اللّٰهُ عُث۟مَانًا بِقَو۟لٖى اِلَى الَّتٖى بِهَا رُش۟دُهُ وَ اللّٰهُ يَه۟دٖى اِلَى ال۟حَقِّ | هَدَى اللّٰهُ عُث۟مَانًا بِقَو۟لٖى اِلَى الَّتٖى بِهَا رُش۟دُهُ وَ اللّٰهُ يَه۟دٖى اِلَى ال۟حَقِّ | ||
Hem kâhinler gibi; hâtif denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini mükerreren haber vermişler. | Hem kâhinler gibi; '''hâtif denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini mükerreren haber vermişler.''' | ||
Ezcümle, Zeyyab İbnü’l-Hâris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâm’ı olmuş: | Ezcümle, Zeyyab İbnü’l-Hâris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâm’ı olmuş: | ||
1.731. satır: | 1.731. satır: | ||
Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur. | Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur. | ||
Hem nasıl kâhinler, hâtifler haber vermişler, öyle de sanemler dahi ve sanemlere kesilen kurbanlar dahi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletini haber vermişler. | Hem nasıl kâhinler, hâtifler haber vermişler, öyle de '''sanemler dahi ve sanemlere kesilen kurbanlar dahi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletini haber vermişler.''' | ||
Ezcümle, kıssa-i meşhuredendir ki Mâzen kabilesinin sanemi bağırıp demiş: | Ezcümle, kıssa-i meşhuredendir ki Mâzen kabilesinin sanemi bağırıp demiş: | ||
1.753. satır: | 1.753. satır: | ||
Nasıl ki kâhinler, ârif-i billahlar, hâtifler, hattâ sanemler ve kurbanlar, risalet-i Ahmediyeyi (asm) haber vermişler; her bir hâdise dahi bir kısım insanların imanına sebep olmuş. | Nasıl ki kâhinler, ârif-i billahlar, hâtifler, hattâ sanemler ve kurbanlar, risalet-i Ahmediyeyi (asm) haber vermişler; her bir hâdise dahi bir kısım insanların imanına sebep olmuş. | ||
Öyle de bazı taşlar üstünde ve kabirlerde ve kabirlerin mezar taşlarında hatt-ı kadîm ile مُحَمَّدٌ مُص۟لِحٌ اَمٖينٌ gibi ibareler bulunmuş, onunla bir kısım insanlar imana gelmişler. | Öyle de '''bazı taşlar üstünde ve kabirlerde ve kabirlerin mezar taşlarında hatt-ı kadîm ile مُحَمَّدٌ مُص۟لِحٌ اَمٖينٌ gibi ibareler bulunmuş, onunla bir kısım insanlar imana gelmişler.''' | ||
Evet, hatt-ı kadîm ile bazı taşlarda bulunan مُحَمَّدٌ مُص۟لِحٌ اَمٖينٌ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan ibarettir. Çünkü ondan evvel, zamanına pek yakın, yalnız yedi Muhammed ismi var, başka yoktur. O yedi adamın hiçbir cihetle “Muslih-i Emin” tabirine liyakatleri yoktur. | Evet, hatt-ı kadîm ile bazı taşlarda bulunan مُحَمَّدٌ مُص۟لِحٌ اَمٖينٌ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan ibarettir. Çünkü ondan evvel, zamanına pek yakın, yalnız yedi Muhammed ismi var, başka yoktur. O yedi adamın hiçbir cihetle “Muslih-i Emin” tabirine liyakatleri yoktur. | ||
=== ÜÇÜNCÜ KISIM === | === ÜÇÜNCÜ KISIM === | ||
İrhasattan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın veladeti hengâmında vücuda gelen hârikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, onun veladetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş. Hem bi’setten evvel bazı hâdiseler var ki doğrudan doğruya birer mu’cizesidir. Bunlar çoktur. Numune olarak meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç numuneyi zikredeceğiz: | İrhasattan '''Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın veladeti hengâmında vücuda gelen hârikalardır ve hâdiselerdir.''' O hâdiseler, onun veladetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş. '''Hem bi’setten evvel bazı hâdiseler var ki doğrudan doğruya birer mu’cizesidir.''' Bunlar çoktur. Numune olarak meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç numuneyi zikredeceğiz: | ||
'''Birincisi:''' Veladet-i Nebevî gecesinde hem annesi hem annesinin yanında bulunan Osman İbni’l-Âs’ın annesi hem Abdurrahman İbn-i Avf’ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki üçü de demişler: | '''Birincisi:''' Veladet-i Nebevî gecesinde hem annesi hem annesinin yanında bulunan Osman İbni’l-Âs’ın annesi hem Abdurrahman İbn-i Avf’ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki üçü de demişler: “Veladeti anında biz öyle bir nur gördük ki o nur, maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı.” | ||
'''İkincisi:''' O gece Kâbe’deki sanemlerin çoğu başı aşağı düşmüş. | '''İkincisi:''' O gece Kâbe’deki sanemlerin çoğu başı aşağı düşmüş. | ||
1.786. satır: | 1.786. satır: | ||
'''Sekizincisi:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ufak iken, Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zat yemekte bulunmazsa tok olmuyorlardı. Şu hâdise hem meşhurdur hem kat’îdir. | '''Sekizincisi:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ufak iken, Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zat yemekte bulunmazsa tok olmuyorlardı. Şu hâdise hem meşhurdur hem kat’îdir. | ||
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: | Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi, ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.” | ||
'''Dokuzuncusu:''' Murdiası olan Halîme-i Sa’diye’nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilafına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur hem kat’îdir. | '''Dokuzuncusu:''' Murdiası olan Halîme-i Sa’diye’nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilafına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur hem kat’îdir. | ||
1.800. satır: | 1.800. satır: | ||
İşte eski zaman kâhinleri gibi şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa’da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise… | İşte eski zaman kâhinleri gibi şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa’da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise… | ||
'''Elhasıl: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar. | '''Elhasıl:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar. | ||
Evet, dünyaya manen reis olacak '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Evet Sultan-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra her bir asırda lâekall üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış ve tebaası, kemal-i teslimiyetle ona her gün salât ü selâm ile tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.</ref>)''' ve dünyanın manevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlukatının kıymetlerini ilan edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlakını ve muammasını açacak ve Hâlık-ı kâinat’ın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlık’ı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat; elbette o daha gelmeden her şey her nevi her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlık’ı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nasıl ki sâbık işaretlerde ve misallerde gördük ki her bir nev-i mahlukat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu’cizatını gösteriyorlar; mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar. | |||
== On Yedinci İşaret == | == On Yedinci İşaret == | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Kur’an’dan sonra en büyük mu’cizesi, kendi zatıdır. Yani onda içtima etmiş ahlâk-ı âliyedir ki her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyorlar. Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali, mükerreren diyordu: “Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasına iltica edip tahassun ediyorduk.” Ve hâkeza… Bütün ahlâk-ı hamîdede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye mâlik idi. Şu mu’cize-i ekberi, Allâme-i Mağrib Kadı İyaz’ın Şifa-i Şerif’ine havale ediyoruz. Elhak o zat, o mu’cize-i ahlâk-ı hamîdeyi pek güzel beyan edip ispat etmiştir. | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Kur’an’dan sonra en büyük mu’cizesi, '''kendi zatıdır.''' Yani onda içtima etmiş ahlâk-ı âliyedir ki her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyorlar. Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali, mükerreren diyordu: “Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasına iltica edip tahassun ediyorduk.” Ve hâkeza… Bütün ahlâk-ı hamîdede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye mâlik idi. Şu mu’cize-i ekberi, Allâme-i Mağrib Kadı İyaz’ın Şifa-i Şerif’ine havale ediyoruz. Elhak o zat, o mu’cize-i ahlâk-ı hamîdeyi pek güzel beyan edip ispat etmiştir. | ||
Hem pek büyük ve dost ve düşmanla musaddak bir mu’cize-i Ahmediye (asm) şeriat-ı kübrasıdır ki ne misli gelmiş ve ne de gelecek. Şu mu’cize-i a’zamın bir derece beyanını, bütün yazdığımız otuz üç Söz ve otuz üç Mektup’a ve otuz bir Lem’a’ya ve on üç Şuâ’ya havale ediyoruz. | Hem pek büyük ve dost ve düşmanla musaddak bir mu’cize-i Ahmediye (asm) '''şeriat-ı kübrasıdır''' ki ne misli gelmiş ve ne de gelecek. Şu mu’cize-i a’zamın bir derece beyanını, bütün yazdığımız otuz üç Söz ve otuz üç Mektup’a ve otuz bir Lem’a’ya ve on üç Şuâ’ya havale ediyoruz. | ||
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mütevatir ve kat’î bir mu’cize-i kübrası, şakk-ı kamerdir. Evet şu inşikak-ı kamer; çok tarîklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mesud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmam-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahabeden müteaddid tarîklerle haber verilmekle beraber, nass-ı Kur’an’la اِق۟تَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ âyeti, o mu’cize-i kübrayı âleme ilan etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler; belki yalnız “Sihirdir.” demişler. Demek, kâfirlerce dahi kamerin inşikakı kat’îdir. Şu mu’cize-i kübrayı, şakk-ı kamere dair yazdığımız Otuz Birinci Söz’e zeyl olan Şakk-ı Kamer Risalesi’ne havale ederiz. | Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mütevatir ve kat’î bir mu’cize-i kübrası, '''şakk-ı kamerdir'''. Evet şu inşikak-ı kamer; çok tarîklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mesud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmam-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahabeden müteaddid tarîklerle haber verilmekle beraber, nass-ı Kur’an’la اِق۟تَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ âyeti, o mu’cize-i kübrayı âleme ilan etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler; belki yalnız “Sihirdir.” demişler. Demek, kâfirlerce dahi kamerin inşikakı kat’îdir. Şu mu’cize-i kübrayı, şakk-ı kamere dair yazdığımız Otuz Birinci Söz’e zeyl olan Şakk-ı Kamer Risalesi’ne havale ederiz. | ||
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nasıl ki arz ahalisine inşikak-ı kamer mu’cizesini göstermiş; öyle de semavat ahalisine mi’rac mu’cize-i ekberini göstermiştir. İşte mi’rac denilen şu mu’cize-i a’zamı, Otuz Birinci Söz olan Mi’rac Risalesi’ne havale ederiz. Çünkü o risale, o mu’cize-i kübrayı, ne kadar nurani ve âlî ve doğru olduğunu kat’î bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da ispat etmiştir. | Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nasıl ki arz ahalisine inşikak-ı kamer mu’cizesini göstermiş; öyle de semavat ahalisine '''mi’rac''' mu’cize-i ekberini göstermiştir. İşte mi’rac denilen şu mu’cize-i a’zamı, Otuz Birinci Söz olan Mi’rac Risalesi’ne havale ederiz. Çünkü o risale, o mu’cize-i kübrayı, ne kadar nurani ve âlî ve doğru olduğunu kat’î bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da ispat etmiştir. | ||
Yalnız mu’cize-i mi’racın mukaddimesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi, ondan Beytü’l-Makdis’in tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki: | Yalnız mu’cize-i mi’racın mukaddimesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi, ondan Beytü’l-Makdis’in tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki: | ||
1.827. satır: | 1.827. satır: | ||
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm, kafileniz yarın filan vakitte gelecek.” Sonra o vakit, kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ihbarı doğru çıkmak için ehl-i tahkikin tasdikiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani arz, onun sözünü doğru çıkarmak için vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili, güneşin sükûnetiyle göstermiştir. | Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm, kafileniz yarın filan vakitte gelecek.” Sonra o vakit, kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ihbarı doğru çıkmak için ehl-i tahkikin tasdikiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani arz, onun sözünü doğru çıkarmak için vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili, güneşin sükûnetiyle göstermiştir. | ||
İşte Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın bir tek sözünün tasdiki için koca arz vazifesini terk eder, koca güneş şahit olur. Böyle bir zatı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine سَمِع۟نَا وَ اَطَع۟نَا diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلَى ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟اِس۟لَامِ de. | |||
== On Sekizinci İşaret == | == On Sekizinci İşaret == | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın en büyük ve ebedî ve yüzer delail-i nübüvveti câmi’ ve kırk vecihle i’cazı ispat edilmiş bir mu’cizesi dahi Kur’an-ı | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın en büyük ve ebedî ve yüzer delail-i nübüvveti câmi’ ve kırk vecihle i’cazı ispat edilmiş bir mu’cizesi dahi '''Kur’an-ı Hakîm’'''dir. | ||
İşte şu mu’cize-i ekberin beyanına dair Yirmi Beşinci Söz takriben yüz elli sahifede, kırk vech-i i’cazını icmalen beyan ve ispat etmiştir. Öyle ise şu mahzen-i mu’cizat olan mu’cize-i a’zamı o Söz’e havale ederek yalnız iki üç nükteyi beyan edeceğiz: | İşte şu mu’cize-i ekberin beyanına dair Yirmi Beşinci Söz takriben yüz elli sahifede, kırk vech-i i’cazını icmalen beyan ve ispat etmiştir. Öyle ise şu mahzen-i mu’cizat olan mu’cize-i a’zamı o Söz’e havale ederek yalnız iki üç nükteyi beyan edeceğiz: | ||
1.861. satır: | 1.861. satır: | ||
'''İkincisi:''' Düşmanlarda bir hiss-i tenkit ve muaraza, yani Kur’an üslubuna mukabele etmekle dava-yı i’cazı kırmak hissi… | '''İkincisi:''' Düşmanlarda bir hiss-i tenkit ve muaraza, yani Kur’an üslubuna mukabele etmekle dava-yı i’cazı kırmak hissi… | ||
İşte bu iki hiss-i şedit ile milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydandadır. Şimdi bütün bu kitapların en beliğleri, en fasihleri Kur’an’la beraber okunduğu vakit, her kim dinlese kat’iyen diyecek ki Kur’an bunların hiçbirisine benzemiyor. Demek Kur’an, umum bu kitapların derecesinde değildir. Öyle ise herhalde, ya Kur’an umumunun altında olacak; o ise yüz derece muhal olmakla beraber, hiç kimse hattâ şeytan bile olsa diyemez. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yirmi Altıncı Mektup’un ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve izahıdır.</ref>) Öyle ise Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, yazılan umum kitapların fevkindedir. | İşte bu iki hiss-i şedit ile milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydandadır. Şimdi bütün bu kitapların en beliğleri, en fasihleri Kur’an’la beraber okunduğu vakit, her kim dinlese kat’iyen diyecek ki Kur’an bunların hiçbirisine benzemiyor. Demek Kur’an, umum bu kitapların derecesinde değildir. Öyle ise herhalde, ya Kur’an umumunun altında olacak; o ise yüz derece muhal olmakla beraber, hiç kimse hattâ şeytan bile olsa diyemez. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yirmi Altıncı Mektup’un ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve izahıdır.</ref>)''' Öyle ise Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, yazılan umum kitapların fevkindedir. | ||
Hattâ manayı da fehmetmeyen cahil, âmî tabakaya karşı da Kur’an-ı Hakîm, usandırmamak suretiyle i’cazını gösterir. Evet o âmî, cahil adam der ki: “En güzel, en meşhur bir beyti iki üç defa işitsem bana usanç veriyor. Şu Kur’an ise hiç usandırmıyor, gittikçe daha ziyade dinlemesi hoşuma gidiyor. Öyle ise bu, insan sözü değildir.” | Hattâ manayı da fehmetmeyen cahil, âmî tabakaya karşı da Kur’an-ı Hakîm, usandırmamak suretiyle i’cazını gösterir. Evet o âmî, cahil adam der ki: “En güzel, en meşhur bir beyti iki üç defa işitsem bana usanç veriyor. Şu Kur’an ise hiç usandırmıyor, gittikçe daha ziyade dinlemesi hoşuma gidiyor. Öyle ise bu, insan sözü değildir.” | ||
1.871. satır: | 1.871. satır: | ||
'''Elhasıl:''' Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’an-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazının vücudunu ihsas eder. Kimseyi mahrum bırakmaz. | '''Elhasıl:''' Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’an-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazının vücudunu ihsas eder. Kimseyi mahrum bırakmaz. | ||
Hattâ yalnız gözü bulunan (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’cazı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektuplarda (*) gayet parlak ve nurani ve zâhir ve bâhir gösterilmiştir, hattâ körler de görebilir. O vech-i i’cazı gösterecek bir Kur’an yazdırdık. İnşâallah tabedilecek, herkes de o güzel vechi görecektir. | Hattâ yalnız gözü bulunan '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’cazı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektuplarda (*) gayet parlak ve nurani ve zâhir ve bâhir gösterilmiştir, hattâ körler de görebilir. O vech-i i’cazı gösterecek bir Kur’an yazdırdık. İnşâallah tabedilecek, herkes de o güzel vechi görecektir. | ||
<br> | <br> | ||
* Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti fakat yerini başkasına, İşaratü’l-İ’caz’a verdi. Kendisi meydana çıkmadı.</ref>)kulaksız, kalpsiz, ilimsiz tabakasına karşı da Kur’an’ın bir nevi alâmet-i i’cazı vardır. Şöyle ki: | *Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti fakat yerini başkasına, İşaratü’l-İ’caz’a verdi. Kendisi meydana çıkmadı.</ref>)'''kulaksız, kalpsiz, ilimsiz tabakasına karşı da Kur’an’ın bir nevi alâmet-i i’cazı vardır. Şöyle ki: | ||
Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. | Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. | ||
1.889. satır: | 1.889. satır: | ||
İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğundan Kur’an-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nevi alâmet-i i’caz işareti var. Çünkü o vaziyet, ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki o da tabın noksanıdır ki tam muntazam olsaydı kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti. | İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğundan Kur’an-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nevi alâmet-i i’caz işareti var. Çünkü o vaziyet, ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki o da tabın noksanıdır ki tam muntazam olsaydı kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti. | ||
Hem Kur’an’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun surelerinin her bir sahifesinde “lafzullah” pek bedî’ bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş ya altı ya yedi ya sekiz ya dokuz ya on bir adet tekrar ile beraber bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve manidar bir münasebet-i adediye gösterir. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:'''(Hâşiye-1) Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı, Kur'ânın zînetli ve kafiyeli lafzı ve fesâhatli, san'atlı üslûbu ve nazarı kendine çevirecek belâğatın mezâyâsı çok olmakla beraber; ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem'iyet hâtırı veriyor, ihlâl etmiyor. Hâlbuki o çeşit mezâyâ-yı fesâhat ve san'at-ı lafziye ve nazm ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarâfeti işmâm ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hattâ münâcâtın en latîfi ve en ciddisi ve en ulvî nazımlı ve Mısır'ın kaht u galâsının sebeb-i ref'i olan İmâm-ı Şâfiî'nin meşhûr bir münâcâtını çok defa okuyordum. Gördüm ki; nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcâtın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz-dokuz senedir virdimdir. Hakîki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki; Kur'ânın hàs, fıtrî, mümtâz olan kafiyelerinde nazm ve mezâyâsında bir nev'i i'câzı var ki, hakîki ciddiyeti ve tam huzuru muhâfaza eder, ihlâl etmez. İşte ehl-i münâcât ve zikr, bu nev'i i'câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder. | Hem Kur’an’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun surelerinin her bir sahifesinde “lafzullah” pek bedî’ bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş ya altı ya yedi ya sekiz ya dokuz ya on bir adet tekrar ile beraber bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve manidar bir münasebet-i adediye gösterir. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:'''(Hâşiye-1) Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı, Kur'ânın zînetli ve kafiyeli lafzı ve fesâhatli, san'atlı üslûbu ve nazarı kendine çevirecek belâğatın mezâyâsı çok olmakla beraber; ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem'iyet hâtırı veriyor, ihlâl etmiyor. Hâlbuki o çeşit mezâyâ-yı fesâhat ve san'at-ı lafziye ve nazm ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarâfeti işmâm ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hattâ münâcâtın en latîfi ve en ciddisi ve en ulvî nazımlı ve Mısır'ın kaht u galâsının sebeb-i ref'i olan İmâm-ı Şâfiî'nin meşhûr bir münâcâtını çok defa okuyordum. Gördüm ki; nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcâtın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz-dokuz senedir virdimdir. Hakîki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki; Kur'ânın hàs, fıtrî, mümtâz olan kafiyelerinde nazm ve mezâyâsında bir nev'i i'câzı var ki, hakîki ciddiyeti ve tam huzuru muhâfaza eder, ihlâl etmez. İşte ehl-i münâcât ve zikr, bu nev'i i'câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder. | ||
<br> | <br> | ||
(Hâşiye-2) Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân’ın manevî bir sırr-ı i'câzı şudur ki: Kur'ân, İsm-i A'zama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın pek büyük ve pek parlak derece-i îmânını ifâde ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rubûbiyetin yüksek hakikatlerini beyân eden, gayet büyük ve geniş ve àlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifâde ediyor, ders veriyor. Hem Hàlık-ı Kâinâtın, Umum Mevcûdâtın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitâbını ifâde ediyor.Elbette bu sûretteki ifâde-i Furkàn'a ve bu tarzdaki beyân-ı Kur'âna karşı﴿ قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْآنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ ﴾sırrıyla bütün ukùl-ü beşeriye ittihâd etse, bir tek akıl olsa dahi; karşısına çıkamaz; muâraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esâs nokta-i nazarında, kat'iyyen kàbil-i taklid değildir ve tanzîr edilmez! | (Hâşiye-2) Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân’ın manevî bir sırr-ı i'câzı şudur ki: Kur'ân, İsm-i A'zama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın pek büyük ve pek parlak derece-i îmânını ifâde ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rubûbiyetin yüksek hakikatlerini beyân eden, gayet büyük ve geniş ve àlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifâde ediyor, ders veriyor. Hem Hàlık-ı Kâinâtın, Umum Mevcûdâtın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitâbını ifâde ediyor.Elbette bu sûretteki ifâde-i Furkàn'a ve bu tarzdaki beyân-ı Kur'âna karşı﴿ قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْآنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ ﴾sırrıyla bütün ukùl-ü beşeriye ittihâd etse, bir tek akıl olsa dahi; karşısına çıkamaz; muâraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esâs nokta-i nazarında, kat'iyyen kàbil-i taklid değildir ve tanzîr edilmez! | ||
1.895. satır: | 1.895. satır: | ||
(Hâşiye-3) Kur'ân-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihâyeti hitâm buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene âyeti, sahifeler için; Sûre-i İhlâs ve Kevser satırlar için bir vâhid-i kıyâsî ittihàz edildiğinden, Kur'ân-ı Hakîm'in bu güzel meziyeti ve i'câz alâmeti görülüyor. | (Hâşiye-3) Kur'ân-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihâyeti hitâm buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene âyeti, sahifeler için; Sûre-i İhlâs ve Kevser satırlar için bir vâhid-i kıyâsî ittihàz edildiğinden, Kur'ân-ı Hakîm'in bu güzel meziyeti ve i'câz alâmeti görülüyor. | ||
<br> | <br> | ||
(Hâşiye-4) Bu makamın bu mebhasında gayet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risale-i Nurun muvaffakıyeti noktasında gayet zînetli ve sevimli ve müşevvik kerâmetin, pek az ve cüz'î vaziyet ve kısacık nümûnelerine ve küçücük emârelerine, acelelik belâsıyla iktifâ edilmiş. Hâlbuki, o büyük hakikat ve o sevimli kerâmet ise, tevâfuk nâmıyla beş-altı nev'ileri ile Risale-i Nurun bir silsile-i kerâmetini ve Kur'ânın göze görünen bir nev'i i'câzının lemeâtını ve rumûzât-ı gaybiyenin bir menba'-ı işârâtını teşkil ediyor. Sonradan, Kur'ânda "Lafzullâh" ın tevâfukundan çıkan bir lem'a-i i'câzı gösteren yaldız ile bir Kur'ân yazdırıldı. Hem Rumûzât-ı Semâniye nâmındaki sekiz küçük risaleler, hurûfât-ı Kur'âniyenin tevâfukâtından çıkan münâsebet-i latîfe ve işârât-ı gaybiyelerinin beyânında te'lif edildi. Hem Risale-i Nuru tevâfuk sırrıyla tasdik ve takdir ve tahsin eden Kerâmet-i Gavsiye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve İşârât-ı Kur'âniye nâmındaki beş aded risaleler yazıldı. Demek Mu'cizât-ı Ahmediye’nin te'lifinde o büyük hakikat icmâlen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş; daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.</ref>) | (Hâşiye-4) Bu makamın bu mebhasında gayet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risale-i Nurun muvaffakıyeti noktasında gayet zînetli ve sevimli ve müşevvik kerâmetin, pek az ve cüz'î vaziyet ve kısacık nümûnelerine ve küçücük emârelerine, acelelik belâsıyla iktifâ edilmiş. Hâlbuki, o büyük hakikat ve o sevimli kerâmet ise, tevâfuk nâmıyla beş-altı nev'ileri ile Risale-i Nurun bir silsile-i kerâmetini ve Kur'ânın göze görünen bir nev'i i'câzının lemeâtını ve rumûzât-ı gaybiyenin bir menba'-ı işârâtını teşkil ediyor. Sonradan, Kur'ânda "Lafzullâh" ın tevâfukundan çıkan bir lem'a-i i'câzı gösteren yaldız ile bir Kur'ân yazdırıldı. Hem Rumûzât-ı Semâniye nâmındaki sekiz küçük risaleler, hurûfât-ı Kur'âniyenin tevâfukâtından çıkan münâsebet-i latîfe ve işârât-ı gaybiyelerinin beyânında te'lif edildi. Hem Risale-i Nuru tevâfuk sırrıyla tasdik ve takdir ve tahsin eden Kerâmet-i Gavsiye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve İşârât-ı Kur'âniye nâmındaki beş aded risaleler yazıldı. Demek Mu'cizât-ı Ahmediye’nin te'lifinde o büyük hakikat icmâlen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş; daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.</ref>)''' | ||
=== İKİNCİ NÜKTE === | === İKİNCİ NÜKTE === | ||
1.926. satır: | 1.926. satır: | ||
İşte meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde Müseylime-i Kezzab’ın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki Kur’an-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu. Ve der idi ki: | İşte meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde Müseylime-i Kezzab’ın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki Kur’an-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu. Ve der idi ki: | ||
Şu Kur’an’ın Muhammedü’l-Emin gibi bir ümmiden nazirini yapınız ve gösteriniz. | |||
Haydi bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. | |||
Haydi bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zat olmasın, bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin. | |||
Haydi bununla da yapamayacaksınız; eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp Kur’an’ın nazirini gösteriniz, yapınız. | |||
Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur’an’ın mecmuuna olmasın da yalnız on suresinin nazirini getiriniz. | |||
Haydi on suresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz. Yalnız nazmına ve belâgatına nazire olsun getiriniz. | |||
Haydi bunu da yapamıyorsunuz, bir tek suresinin nazirini getiriniz. | |||
Haydi sure uzun olmasın, kısa bir sure olsun nazirini getiriniz. Yoksa din, can, mal, iyalleriniz; dünyada da âhirette de tehlikeye düşecektir! | |||
İşte sekiz tabakada, ilzam suretinde, Kur’an-ı Hakîm yirmi üç senede değil belki bin üç yüz senede bütün ins ve cinne karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyalini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harp yolunu ihtiyar ederek en kolay ve en kısa olan muaraza yolunu terk ettiler. Demek, muaraza yolu mümkün değildi. | İşte sekiz tabakada, ilzam suretinde, Kur’an-ı Hakîm yirmi üç senede değil belki bin üç yüz senede bütün ins ve cinne karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyalini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harp yolunu ihtiyar ederek en kolay ve en kısa olan muaraza yolunu terk ettiler. Demek, muaraza yolu mümkün değildi. | ||
1.946. satır: | 1.946. satır: | ||
İşte hiçbir âkıl, hususan o zamanda Ceziretü’l-Arap’taki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar; bir tek edibleri, Kur’an’ın bir tek suresine nazire yapıp Kur’an’ın hücumundan kurtulmasını temin ederek kısa ve kolay yolu terk edip can, mal, iyalini tehlikeye atıp en müşkülatlı yola sülûk eder mi? | İşte hiçbir âkıl, hususan o zamanda Ceziretü’l-Arap’taki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar; bir tek edibleri, Kur’an’ın bir tek suresine nazire yapıp Kur’an’ın hücumundan kurtulmasını temin ederek kısa ve kolay yolu terk edip can, mal, iyalini tehlikeye atıp en müşkülatlı yola sülûk eder mi? | ||
Elhasıl, meşhur Cahız’ın dediği gibi: “Muaraza-i bi’l-huruf mümkün olmadı, muharebe-i bi’s-süyufa mecbur oldular.” | |||
'''Eğer denilse:''' Bazı muhakkik ulema demişler ki: “Kur’an’ın bir suresine değil, bir tek âyetine hattâ bir tek cümlesine hattâ bir tek kelimesine muaraza edilmez ve edilmemiş.” Bu sözler mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünkü beşerin sözlerinde Kur’an cümlelerine benzeyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti nedir? | '''Eğer denilse:''' Bazı muhakkik ulema demişler ki: “Kur’an’ın bir suresine değil, bir tek âyetine hattâ bir tek cümlesine hattâ bir tek kelimesine muaraza edilmez ve edilmemiş.” Bu sözler mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünkü beşerin sözlerinde Kur’an cümlelerine benzeyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti nedir? | ||
1.977. satır: | 1.977. satır: | ||
İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki: | İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki: | ||
Yani | Yani Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünkü arkası arşa dayanıyor, o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i’caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı | ||
اَفَلَا يَع۟قِلُونَ ler ile ukûlü istintakla “Sadakte” dedirtiyor. Solunda; kalplere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek “Bârekellah” dediren Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir? | |||
Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan asırları, meşrepleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını câmi’dir. Yani bütün o ehl-i kalp ve akıl, Kur’an-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitaplarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur’an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler. | Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan asırları, meşrepleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını câmi’dir. Yani bütün o ehl-i kalp ve akıl, Kur’an-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitaplarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur’an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler. | ||
2.016. satır: | 2.016. satır: | ||
Biz şu işarette; o muşrık, parlak delile ve nâtık-ı sadık bürhana, hülâsatü’l-hülâsa bir icmal ile küçük bir tarif yapacağız. Çünkü madem o delildir ve neticesi marifet-i İlahiyedir elbette delili tanımak ve vech-i delâletini bilmek lâzımdır. Öyle ise biz de gayet muhtasar bir hülâsa ile vech-i delâletini ve sıhhatini beyan edeceğiz. Şöyle ki: | Biz şu işarette; o muşrık, parlak delile ve nâtık-ı sadık bürhana, hülâsatü’l-hülâsa bir icmal ile küçük bir tarif yapacağız. Çünkü madem o delildir ve neticesi marifet-i İlahiyedir elbette delili tanımak ve vech-i delâletini bilmek lâzımdır. Öyle ise biz de gayet muhtasar bir hülâsa ile vech-i delâletini ve sıhhatini beyan edeceğiz. Şöyle ki: | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, şu kâinatın mevcudatı gibi Hâlık-ı kâinat’ın vücuduna ve vahdetine kendi zatı delâlet ettiği gibi o, kendi delâlet-i zatiyesini bütün mevcudatın delâletiyle beraber, lisanıyla ilan etmiştir. Madem delildir; biz o delilin hüccet ve istikametine ve sıdk ve hakkaniyetine, on beş esasta işaret ederiz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, şu kâinatın mevcudatı gibi Hâlık-ı kâinat’ın vücuduna ve vahdetine kendi zatı delâlet ettiği gibi o, kendi delâlet-i zatiyesini bütün mevcudatın delâletiyle beraber, lisanıyla ilan etmiştir. Madem delildir; biz o delilin hüccet ve istikametine ve sıdk ve hakkaniyetine, '''on beş esasta''' işaret ederiz: | ||
=== Birinci Esas: === | === Birinci Esas: === | ||
2.023. satır: | 2.023. satır: | ||
Hem beyan ettiği kemal-i mutlak olan vahdaniyet-i İlahiye ve hayr-ı mutlak olan saadet-i ebediye, bütün hakaik-i âlemin hüsün ve kemaline muvafık ve mutabık olduğundan o, davasında elbette sadıktır. | Hem beyan ettiği kemal-i mutlak olan vahdaniyet-i İlahiye ve hayr-ı mutlak olan saadet-i ebediye, bütün hakaik-i âlemin hüsün ve kemaline muvafık ve mutabık olduğundan o, davasında elbette sadıktır. | ||
Demek Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vahdaniyet-i İlahiyeye ve saadet-i ebediyeye bir bürhan-ı nâtık-ı sadık ve musaddaktır. | |||
=== İkinci Esas: === | === İkinci Esas: === | ||
2.040. satır: | 2.040. satır: | ||
Hem maden-i kemalât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdaniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor belki söylettiriliyor. Evet, Hâlık-ı kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir. Çünkü sâbık işaretlerde kısmen beyan edilen binler delail-i nübüvvetle Hâlık-ı kâinat, bütün o mu’cizatı onun elinde halk etmekle gösterdi ki '''o, onun hesabına konuşuyor, onun kelâmını tebliğ ediyor.''' | Hem maden-i kemalât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdaniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor belki söylettiriliyor. Evet, Hâlık-ı kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir. Çünkü sâbık işaretlerde kısmen beyan edilen binler delail-i nübüvvetle Hâlık-ı kâinat, bütün o mu’cizatı onun elinde halk etmekle gösterdi ki '''o, onun hesabına konuşuyor, onun kelâmını tebliğ ediyor.''' | ||
Hem ona gelen Kur’an ise içinde, dışında kırk vech-i i’caz ile gösterir ki o, Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır. | |||
Hem o kendi zatında bütün ihlasıyla ve takvasıyla ve ciddiyetiyle ve emanetiyle ve sair bütün ahval ve etvarıyla gösterir ki o, kendi namına kendi fikriyle demiyor belki Hâlık’ı namına konuşuyor. | |||
Hem onu dinleyen bütün ehl-i hakikat, keşif ve tahkik ile tasdik etmişler ve ilmelyakîn iman etmişler ki o, kendi kendine konuşmuyor, belki Hâlık-ı kâinat onu konuşturuyor, ders veriyor, onunla ders verdiriyor. | |||
Öyle ise onun sıdk ve hakkaniyeti, bu dört gayet kuvvetli esasların icmaına istinad eder. | |||
=== Beşinci Esas: === | === Beşinci Esas: === | ||
2.056. satır: | 2.056. satır: | ||
Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlahiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbaniyenin misali ve Hakk’ın en münevver bürhanı ve hakikatin en parlak siracı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muamma-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlahiyenin dellâlı ve mehasin-i sanat-ı Rabbaniyenin vassafı ve câmiiyet-i istidat cihetiyle o zat, mevcudattaki kemalâtın en mükemmel enmuzecidir. | Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlahiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbaniyenin misali ve Hakk’ın en münevver bürhanı ve hakikatin en parlak siracı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muamma-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlahiyenin dellâlı ve mehasin-i sanat-ı Rabbaniyenin vassafı ve câmiiyet-i istidat cihetiyle o zat, mevcudattaki kemalâtın en mükemmel enmuzecidir. | ||
Öyle ise o zatın şu evsafı ve şahsiyet-i maneviyesi işaret eder, belki gösterir ki | Öyle ise o zatın şu evsafı ve şahsiyet-i maneviyesi işaret eder, belki gösterir ki o zat, kâinatın illet-i gayesidir. Yani o zata şu kâinatın Hâlık’ı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi kâinatı dahi icad etmezdi denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i Kur’aniye ve envar-ı imaniye ve zatında görünen ahlâk-ı âliye ve kemalât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i kātı’dır. | ||
=== Yedinci Esas: === | === Yedinci Esas: === | ||
2.106. satır: | 2.106. satır: | ||
'''Said Nursî''' | '''Said Nursî''' | ||
Evet, biz müsveddeyi yazıyorduk, Üstadımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu, hiç müracaat da etmiyordu. Birdenbire gayet süratli söylüyordu, biz de yazıyorduk. İki üç saatte, otuz kırk, daha fazla sahife yazıyorduk. Bizim de kanaatimiz geldi ki bu muvaffakiyet, mu’cizat-ı Nebeviyenin bir kerametidir. | |||
Daimî hizmetkârı: '''Abdullah Çavuş''' | Daimî hizmetkârı: '''Abdullah Çavuş''' | ||
2.121. satır: | 2.121. satır: | ||
On Dokuzuncu Söz, risalet-i Ahmediyeye (asm) ve zeyli, şakk-ı kamer mu’cizesine dair olduğundan makam münasebetiyle buraya alınmıştır. | On Dokuzuncu Söz, risalet-i Ahmediyeye (asm) ve zeyli, şakk-ı kamer mu’cizesine dair olduğundan makam münasebetiyle buraya alınmıştır. | ||
On dört reşehatı tazammun eden On Dördüncü Lem’a’nın | |||
=== Birinci Reşhası === | === Birinci Reşhası === | ||
2.136. satır: | 2.136. satır: | ||
Evet, o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber… O bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm; bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri… Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki her bir davasını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. | Evet, o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber… O bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm; bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri… Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki her bir davasını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. | ||
Zira o لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, dava eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurani zâkirler aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ederek manen | Zira o لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, dava eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurani zâkirler aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ederek manen صَدَق۟تَ وَ بِال۟حَقِّ نَطَق۟تَ derler. Hangi vehmin haddi var ki böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeaya parmak karıştırsın? | ||
=== İkinci Reşha === | === İkinci Reşha === | ||
O nurani bürhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenahın icma ve tevatürüyle teyid ediliyor. Öyle de Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semaviyenin (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hüseyin-i Cisrî “Risale-i Hamîdiye”sinde yüz on dört işaratı, o kitaplardan çıkarmıştır. Tahriften sonra bu kadar bulunsa elbette daha evvel çok tasrihat varmış.</ref>)yüzler işaratı ve irhasatın binler rumuzatı ve hâtiflerin meşhur beşaratı ve kâhinlerin mütevatir şehadatı ve şakk-ı kamer gibi binler mu’cizatının delâlatı ve şeriatın hakkaniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi; zatında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı gâliyesi ve kemal-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor. | O nurani bürhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenahın icma ve tevatürüyle teyid ediliyor. Öyle de Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semaviyenin '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hüseyin-i Cisrî “Risale-i Hamîdiye”sinde yüz on dört işaratı, o kitaplardan çıkarmıştır. Tahriften sonra bu kadar bulunsa elbette daha evvel çok tasrihat varmış.</ref>)'''yüzler işaratı ve irhasatın binler rumuzatı ve hâtiflerin meşhur beşaratı ve kâhinlerin mütevatir şehadatı ve şakk-ı kamer gibi binler mu’cizatının delâlatı ve şeriatın hakkaniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi; zatında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı gâliyesi ve kemal-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor. | ||
=== Üçüncü Reşha === | === Üçüncü Reşha === | ||
Eğer istersen gel, asr-ı saadete, Ceziretü’l-Arab’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak, | Eğer istersen gel, asr-ı saadete, Ceziretü’l-Arab’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak, hüsn-ü sîret ve cemal-i suret ile mümtaz bir zatı görüyoruz ki elinde mu’ciz-nüma bir kitap, lisanında hakaik-aşina bir hitap, bütün benî-Âdem’e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem olan muamma-i acibanesini hall ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlakını fetih ve keşfederek bütün mevcudattan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş sual-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevap verir. | ||
=== Dördüncü Reşha === | === Dördüncü Reşha === | ||
Bak! Öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki eğer onun o nurani daire-i hakikat-i irşadından hariç bir surette kâinata baksan elbette kâinatın şeklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudatı birbirine ecnebi, belki düşman ve camidatı dehşetli cenazeler ve bütün zevi’l-hayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün. | |||
Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile o matemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılab etti. O ecnebi, düşman mevcudat, birer dost ve kardeş şekline girdi. O camidat-ı meyyite-i sâmite; birer munis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı ve o ağlayıcı ve şekva edici kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir suretine girdi. | |||
=== Beşinci Reşha === | === Beşinci Reşha === | ||
Hem o nur ile kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülat, tagayyürat; manasızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer mektubat-ı Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer meraya-yı esma-i İlahiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedaniye mertebesine çıktılar. | |||
Hem insanı bütün hayvanatın mâdûnuna düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr u ihtiyacatı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı, o nur ile nurlandığı vakit, insan; bütün hayvanat, bütün mahlukat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile niyaz ile nâzenin bir sultan ve fîzar ile nazdar bir halife-i zemin olur. | |||
'''Demek, o nur olmazsa kâinat da insan da hattâ her şey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî’ bir kâinatta, böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.''' | '''Demek, o nur olmazsa kâinat da insan da hattâ her şey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî’ bir kâinatta, böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.''' | ||
=== Altıncı Reşha === | === Altıncı Reşha === | ||
İşte o zat, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi ve rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilancısı ve saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellâlı, seyircisi ve künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan; böyle baksan –yani ubudiyeti cihetiyle– onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurani bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan –yani risaleti cihetiyle– bir bürhan-ı Hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. | |||
İşte bak, nasıl berk-i hâtıf gibi onun nuru, şarktan garbı tuttu ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki böyle bir zatın bütün davalarının esası olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ı, bütün meratibiyle beraber kabul etm'''esin?''' | |||
=== Yedinci Reşha === | === Yedinci Reşha === | ||
2.179. satır: | 2.179. satır: | ||
Bilirsin ki en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamer’den ve Müşteri’den biri gelir, Kamer’de ve Müşteri’de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek.” Merakın varsa vereceksin. | Bilirsin ki en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamer’den ve Müşteri’den biri gelir, Kamer’de ve Müşteri’de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek.” Merakın varsa vereceksin. | ||
Halbuki | Halbuki şu zat, öyle bir Sultan’ın ahbarını söylüyor ki memleketinde kamer bir sinek gibi bir pervane etrafında döner. O arz olan o pervane ise bir lamba etrafında pervaz eder ve o güneş olan lamba ise o Sultan’ın binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lambasıdır. | ||
Hem öyle acayip bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılabdan haber veriyor ki binler küre-i arz bomba olsa patlasalar o kadar acib olmaz. Bak, onun lisanında | |||
اِذَا الشَّم۟سُ كُوِّرَت۟ اِذَا السَّمَٓاءُ ان۟فَطَرَت۟ اَل۟قَارِعَةُ | |||
gibi sureleri işit. | |||
Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir. | |||
=== On Birinci Reşha === | === On Birinci Reşha === | ||
2.210. satır: | 2.210. satır: | ||
Acaba bütün efazıl-ı benî-Âdem’i arkasına alıp arz üstünde durup arş-ı a’zama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-i kâinat ne istiyor? Bak dinle: | Acaba bütün efazıl-ı benî-Âdem’i arkasına alıp arz üstünde durup arş-ı a’zama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-i kâinat ne istiyor? Bak dinle: | ||
Saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, cennet istiyor. Hem meraya-yı mevcudatta ahkâmını ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor. | |||
Hattâ eğer rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi hesapsız o matlubun esbab-ı mûcibesi olmasa idi, şu zatın tek duası, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu cennetin binasına sebebiyet verecekti. Evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi. Öyle de onun ubudiyeti dahi öteki dârın açılmasına sebeptir. | |||
Acaba ehl-i akıl ve tahkike لَي۟سَ فِى ال۟اِم۟كَانِ اَب۟دَعُ مِمَّا كَانَ dediren şu meşhud intizam-ı faik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü sanat ve misilsiz cemal-i rububiyet; hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip îfa etsin; en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz. | Acaba ehl-i akıl ve tahkike لَي۟سَ فِى ال۟اِم۟كَانِ اَب۟دَعُ مِمَّا كَانَ dediren şu meşhud intizam-ı faik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü sanat ve misilsiz cemal-i rububiyet; hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip îfa etsin; en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz. | ||
2.232. satır: | 2.232. satır: | ||
يَا اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا اٰمٖينَ | يَا اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا اٰمٖينَ | ||
Şuâat-ı Marifeti’n-Nebi namındaki Türkçe bir risalede ve On Dokuzuncu Mektup’ta ve şu Söz’de icmalen işaret ettiğimiz delail-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) beyan etmişim. Hem onda Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazı icmalen zikredilmiş. Yine “Lemaat” namında Türkçe bir risalede ve Yirmi Beşinci Söz’de Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu icmalen beyan ve kırk vücuh-u i’cazına işaret etmişim. O kırk vecihte, yalnız nazımda olan belâgatı “İşaratü’l-İ’caz” namındaki bir tefsir-i Arabîde kırk sahife içinde yazmışım. Eğer ihtiyacın varsa şu üç kitaba müracaat edebilirsin. | |||
=== On Dördüncü Reşha === | === On Dördüncü Reşha === | ||
Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra olan Kur’an-ı Hakîm; nübüvvet-i Ahmediye ile vahdaniyet-i İlahiyeyi o derece kat’î ispat ediyor ki başka bürhana hâcet bırakmıyor. Biz de onun tarifine ve medar-ı tenkit olmuş bir iki lem’a-i i’cazına işaret ederiz. | Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra olan Kur’an-ı Hakîm; nübüvvet-i Ahmediye ile vahdaniyet-i İlahiyeyi o derece kat’î ispat ediyor ki başka bürhana hâcet bırakmıyor. Biz de onun tarifine ve medar-ı tenkit olmuş bir iki lem’a-i i’cazına işaret ederiz. | ||
İşte Rabb’imizi bize tarif eden Kur’an-ı Hakîm; şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi. | |||
Şu sahaif-i arz ve semada müstetir künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı. | |||
Şu sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikin miftahı. | |||
Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliyenin hazinesi. | |||
Şu âlem-i maneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi. | |||
Avâlim-i uhreviyenin haritası. | |||
Zat ve sıfât ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı. | |||
Şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikisi, mürşid ve hâdîsi. | |||
Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet hem bir kitab-ı emir ve davet hem bir kitab-ı zikir ve marifet gibi; beşerin bütün hâcat-ı maneviyesine karşı birer kitap ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin meşreplerine lâyık birer risale ibraz eden bir “Kütüphane-i Mukaddese”dir. | |||
Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem’a-i i’caza bak ki Kur’an, hem bir kitab-ı zikir hem bir kitab-ı dua hem bir kitab-ı davet olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzem ve eblağdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil. Zira zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir; duanın şe’ni, terdad ile takrirdir; emir ve davetin şe’ni, tekrar ile tekiddir. | '''Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem’a-i i’caza bak ki''' Kur’an, hem bir kitab-ı zikir hem bir kitab-ı dua hem bir kitab-ı davet olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzem ve eblağdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil. Zira zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir; duanın şe’ni, terdad ile takrirdir; emir ve davetin şe’ni, tekrar ile tekiddir. | ||
Hem herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’aniye ekser uzun surelerde derc edilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haşir ve Kıssa-i Musa gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş. | Hem herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’aniye ekser uzun surelerde derc edilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haşir ve Kıssa-i Musa gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş. | ||
2.265. satır: | 2.265. satır: | ||
Hem öyle mesail-i azîme ve hakaik-i dakikadan bahsediyor ki umumun kalplerinde yerleştirmek için çok defa muhtelif suretlerde tekrar lâzımdır. Bununla beraber sureten tekrardır. Fakat manen her bir âyetin çok manaları, çok faydaları, çok vücuh ve tabakatı vardır. Her bir makamda ayrı bir mana ve fayda ve maksatlar için zikrediliyor. | Hem öyle mesail-i azîme ve hakaik-i dakikadan bahsediyor ki umumun kalplerinde yerleştirmek için çok defa muhtelif suretlerde tekrar lâzımdır. Bununla beraber sureten tekrardır. Fakat manen her bir âyetin çok manaları, çok faydaları, çok vücuh ve tabakatı vardır. Her bir makamda ayrı bir mana ve fayda ve maksatlar için zikrediliyor. | ||
Hem Kur’an’ın mesail-i kevniyenin bazısında ibham ve icmali ise irşadî bir lem’a-i i’cazdır. Ehl-i ilhadın tevehhüm ettikleri gibi medar-ı tenkit olamaz ve sebeb-i kusur değildir. | '''Hem Kur’an’ın mesail-i kevniyenin bazısında ibham ve icmali ise''' irşadî bir lem’a-i i’cazdır. Ehl-i ilhadın tevehhüm ettikleri gibi medar-ı tenkit olamaz ve sebeb-i kusur değildir. | ||
'''Eğer desen:''' Acaba neden Kur’an-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesaili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamı taciz edip yormayacak bir suret-i basitane-i zâhiranede söylüyor. | '''Eğer desen:''' Acaba neden Kur’an-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesaili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamı taciz edip yormayacak bir suret-i basitane-i zâhiranede söylüyor. | ||
2.322. satır: | 2.322. satır: | ||
=== Üçüncü Nokta: === | === Üçüncü Nokta: === | ||
Mu’cize; dava-yı nübüvvetin ispatı için münkirleri ikna etmek içindir, icbar etmek için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine münafî olduğu gibi sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünkü “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor. | |||
Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı ve risalet-i Ahmediyeye (asm) hususiyeti kalmazdı veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp sırr-ı teklif zayi olacaktı. | Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı ve risalet-i Ahmediyeye (asm) hususiyeti kalmazdı veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp sırr-ı teklif zayi olacaktı. | ||
2.342. satır: | 2.342. satır: | ||
Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (asm) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedahet derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı. İman ise aklın ihtiyarıyladır. Sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (asm) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı. | Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (asm) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedahet derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı. İman ise aklın ihtiyarıyladır. Sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (asm) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı. | ||
'''Elhasıl:''' Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat’î ispat edildi. Şimdi vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani altı defa icma suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken maatteessüf kısa kalmıştır.</ref>) işaret ederiz. Şöyle ki: | '''Elhasıl:''' Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat’î ispat edildi. Şimdi vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani altı defa icma suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken maatteessüf kısa kalmıştır.</ref>)''' işaret ederiz. Şöyle ki: | ||
Ehl-i adalet olan sahabelerin vukuuna icmaı. | Ehl-i adalet olan sahabelerin vukuuna icmaı. | ||
2.358. satır: | 2.358. satır: | ||
'''Elhasıl:''' Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet tahkik öyle dedi, hakikat ise diyor ki: | '''Elhasıl:''' Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet tahkik öyle dedi, hakikat ise diyor ki: | ||
Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velayetin keramet-i uzması ve mu’cize-i kübrası olan mi’rac ile yani bir cism-i arzı semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvi ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini ispat etti. | |||
Öyle de arza bağlı, semaya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki Zat-ı Ahmediye (asm) kamerin açılmış iki nurani kanadı gibi risalet ve velayet gibi iki nurani kanadıyla, iki ziyadar cenah ile evc-i kemalâta uçmuş; tâ Kab-ı Kavseyn’e çıkmış hem ehl-i semavat hem ehl-i arza medar-ı fahir olmuştur. | |||
عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ التَّس۟لٖيمَاتُ مِل۟أَ ال۟اَر۟ضِ وَ السَّمٰوَاتِ | عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ التَّس۟لٖيمَاتُ مِل۟أَ ال۟اَر۟ضِ وَ السَّمٰوَاتِ | ||
2.373. satır: | 2.373. satır: | ||
'''Elcevap:''' Şu birinci müşkülünüz otuz üç adet Sözlerde tafsilen halledilmiştir. Yalnız şurada Zat-ı Ahmediye’nin (asm) kemalâtına ve delail-i nübüvvetine ve o mi’rac-ı a’zama en elyak o olduğuna icmalî işaretler nevinde, bir muhtasar fihriste gösteriyoruz. Şöyle ki: | '''Elcevap:''' Şu birinci müşkülünüz otuz üç adet Sözlerde tafsilen halledilmiştir. Yalnız şurada Zat-ı Ahmediye’nin (asm) kemalâtına ve delail-i nübüvvetine ve o mi’rac-ı a’zama en elyak o olduğuna icmalî işaretler nevinde, bir muhtasar fihriste gösteriyoruz. Şöyle ki: | ||
'''Evvela: Tevrat, İncil, Zebur | '''Evvela:''' Tevrat, İncil, Zebur gibi kütüb-ü mukaddese pek çok tahrifata maruz oldukları halde, şu zamanda dahi Hüseyin-i Cisrî gibi bir muhakkik, nübüvvet-i Ahmediyeye (asm) dair o kitaplardan yüz on dört işarî beşaretleri çıkarıp “Risale-i Hamîdiye”de göstermiştir. | ||
'''Sâniyen:''' Tarihçe müsbettir ki | '''Sâniyen:''' Tarihçe müsbettir ki Şıkk ve Satih gibi meşhur iki kâhinin, nübüvvet-i Ahmediyeden (asm) biraz evvel, nübüvvetine ve Âhir Zaman Peygamberi olduğuna beyanatları gibi çok beşaretler, sahih bir surette tarihen nakledilmiştir. | ||
'''Sâlisen:''' Veladet-i Ahmediye (asm) gecesinde Kâbe’deki sanemlerin sukutu ile | '''Sâlisen:''' Veladet-i Ahmediye (asm) gecesinde Kâbe’deki sanemlerin sukutu ile Kisra-yı Faris’in saray-ı meşhuresi olan Eyvan’ı inşikak etmesi gibi irhasat denilen yüzer hârikalar tarihçe meşhurdur. | ||
'''Râbian:''' Bir orduya parmağından gelen suyu içirmesi ve camide bir cemaat-i azîmenin huzurunda, kuru direğin, minberin naklinden dolayı müfarakat-ı Ahmediyeden (asm) deve gibi enîn ederek ağlaması | '''Râbian:''' Bir orduya parmağından gelen suyu içirmesi ve camide bir cemaat-i azîmenin huzurunda, kuru direğin, minberin naklinden dolayı müfarakat-ı Ahmediyeden (asm) deve gibi enîn ederek ağlaması | ||
2.385. satır: | 2.385. satır: | ||
'''Hâmisen:''' Dost ve düşmanın ittifakıyla ahlâk-ı hasenenin şahsında en yüksek derecede ve bütün muamelatının şehadetiyle secaya-yı sâmiye, vazifesinde ve tebliğatında en âlî bir derecede ve din-i İslâm’daki mehasin-i ahlâkın şehadetiyle, şeriatında en âlî hisal-i hamîde en mükemmel derecede bulunduğunu ehl-i insaf ve dikkat tereddüt etmez. | '''Hâmisen:''' Dost ve düşmanın ittifakıyla ahlâk-ı hasenenin şahsında en yüksek derecede ve bütün muamelatının şehadetiyle secaya-yı sâmiye, vazifesinde ve tebliğatında en âlî bir derecede ve din-i İslâm’daki mehasin-i ahlâkın şehadetiyle, şeriatında en âlî hisal-i hamîde en mükemmel derecede bulunduğunu ehl-i insaf ve dikkat tereddüt etmez. | ||
'''Sâdisen:''' Onuncu Söz’ün İkinci İşaret’inde işaret edildiği gibi | '''Sâdisen:''' Onuncu Söz’ün İkinci İşaret’inde işaret edildiği gibi uluhiyet, mukteza-yı hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede Zat-ı Ahmediye (asm) dinindeki a’zamî ubudiyetle en parlak bir derecede göstermiştir. | ||
Hem Hâlık-ı âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile mukteza-yı hikmet ve hakikat olarak göstermek istemesine mukabil; en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe yine | Hem Hâlık-ı âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile mukteza-yı hikmet ve hakikat olarak göstermek istemesine mukabil; en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe yine o zattır. | ||
Hem Sâni’-i âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i sanatı üzerine enzar-ı dikkati celbetmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede | Hem Sâni’-i âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i sanatı üzerine enzar-ı dikkati celbetmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zattır. | ||
Hem bütün âlemlerin Rabb’i, kesret tabakatında vahdaniyeti ilan etmek istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede bütün meratib-i tevhidi ilan eden, yine bizzarure | Hem bütün âlemlerin Rabb’i, kesret tabakatında vahdaniyeti ilan etmek istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede bütün meratib-i tevhidi ilan eden, yine bizzarure o zattır. | ||
Hem Sahib-i âlem’in nihayet derecede âsârındaki cemalin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zatîsini ve cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil; en şaşaalı bir surette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip başkasına sevdiren, yine bilbedahe | Hem Sahib-i âlem’in nihayet derecede âsârındaki cemalin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zatîsini ve cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil; en şaşaalı bir surette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip başkasına sevdiren, yine bilbedahe o zattır. | ||
Hem şu saray-ı âlemin Sâni’i, gayet hârika mu’cizeler ile ve gayet kıymettar cevherler ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en a’zamî bir surette teşhir edici, tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedahe | Hem şu saray-ı âlemin Sâni’i, gayet hârika mu’cizeler ile ve gayet kıymettar cevherler ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en a’zamî bir surette teşhir edici, tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedahe o zattır. | ||
Hem şu kâinatın Sâni’i, şu kâinatı enva-ı acayip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur mahlukatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiin manalarını, kıymetlerini ehl-i temaşa ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil; en a’zamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’an-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedahe | Hem şu kâinatın Sâni’i, şu kâinatı enva-ı acayip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur mahlukatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiin manalarını, kıymetlerini ehl-i temaşa ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil; en a’zamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’an-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedahe o zattır. | ||
Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîm’i, şu kâinatın tahavvülatındaki maksat ve gayeyi tazammun eden tılsım-ı muğlakını ve mevcudatın “Nereden? Nereye? Ve ne oldukları?” olan şu üç sual-i müşkülün muammasını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine mukabil, en vâzıh bir surette ve en a’zamî bir derecede hakaik-i Kur’aniye vasıtasıyla o tılsımı açan ve o muammayı halleden, yine bilbedahe | Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîm’i, şu kâinatın tahavvülatındaki maksat ve gayeyi tazammun eden tılsım-ı muğlakını ve mevcudatın “Nereden? Nereye? Ve ne oldukları?” olan şu üç sual-i müşkülün muammasını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine mukabil, en vâzıh bir surette ve en a’zamî bir derecede hakaik-i Kur’aniye vasıtasıyla o tılsımı açan ve o muammayı halleden, yine bilbedahe o zattır. | ||
Hem şu âlemin Sâni’-i Zülcelal’i, bütün güzel masnuatıyla kendini zîşuur olanlara tanıttırması ve kıymetli nimetler ile kendini onlara sevdirmesi, bizzarure onun mukabilinde zîşuur olanlara marziyatı ve arzu-yu İlahiyelerini bir elçi vasıtasıyla bildirmesini istemesine mukabil, en a’lâ ve ekmel bir surette, Kur’an vasıtasıyla o marziyat ve arzuları beyan eden ve getiren, yine bilbedahe | Hem şu âlemin Sâni’-i Zülcelal’i, bütün güzel masnuatıyla kendini zîşuur olanlara tanıttırması ve kıymetli nimetler ile kendini onlara sevdirmesi, bizzarure onun mukabilinde zîşuur olanlara marziyatı ve arzu-yu İlahiyelerini bir elçi vasıtasıyla bildirmesini istemesine mukabil, en a’lâ ve ekmel bir surette, Kur’an vasıtasıyla o marziyat ve arzuları beyan eden ve getiren, yine bilbedahe o zattır. | ||
Hem Rabbü’l-âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidat verdiğinden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete, dünyaya müptela olduğundan bir rehber vasıtasıyla, yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en a’zam bir derecede, en eblağ bir surette, Kur’an vasıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda îfa eden, yine bilbedahe | Hem Rabbü’l-âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidat verdiğinden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete, dünyaya müptela olduğundan bir rehber vasıtasıyla, yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en a’zam bir derecede, en eblağ bir surette, Kur’an vasıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda îfa eden, yine bilbedahe o zattır. | ||
İşte mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakiki insan ve hakiki insan içinde geçmiş vezaifi en a’zamî bir derecede, en ekmel bir surette îfa eden zat; elbette bir mi’rac-ı a’zam ile | İşte mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakiki insan ve hakiki insan içinde geçmiş vezaifi en a’zamî bir derecede, en ekmel bir surette îfa eden zat; elbette bir mi’rac-ı a’zam ile Kab-ı Kavseyn’e çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazine-i rahmeti açacak, imanın hakaik-i gaybiyesini görecek, yine o olacaktır. | ||
'''Sâbian:''' Bilmüşahede şu masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede süslü tezyinat vardır. Ve bilbedahe şöyle tahsinat ve tezyinat, onların Sâni’inde gayet şiddetli bir irade-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irade-i tahsin ve tezyin ise bizzarure o Sâni’de sanatına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuat içinde en câmi’ ve letaif-i sanatı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri “Mâşâallah” deyip istihsan eden, bilbedahe o sanat-perver ve sanatını çok seven Sâni’in nazarında en ziyade mahbub, o olacaktır. | '''Sâbian:''' Bilmüşahede şu masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede süslü tezyinat vardır. Ve bilbedahe şöyle tahsinat ve tezyinat, onların Sâni’inde gayet şiddetli bir irade-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irade-i tahsin ve tezyin ise bizzarure o Sâni’de sanatına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuat içinde en câmi’ ve letaif-i sanatı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri “Mâşâallah” deyip istihsan eden, bilbedahe o sanat-perver ve sanatını çok seven Sâni’in nazarında en ziyade mahbub, o olacaktır. | ||
İşte masnuatı yaldızlayan mezaya ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemalâta karşı “Sübhanallah, Mâşâallah, Allahu ekber” diyerek semavatı çınlattıran ve Kur’an’ın nağamatıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile tefekkür ve teşhir ile zikir ve tevhid ile berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşahede | İşte masnuatı yaldızlayan mezaya ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemalâta karşı “Sübhanallah, Mâşâallah, Allahu ekber” diyerek semavatı çınlattıran ve Kur’an’ın nağamatıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile tefekkür ve teşhir ile zikir ve tevhid ile berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşahede o zattır. | ||
İşte böyle bir zat ki اَلسَّبَبُ كَال۟فَاعِلِ sırrınca bütün ümmetinin işlediği hasenatın bir misli, onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salavatı, onun manevî kemalâtına imdat veren ve risaletinde gördüğü vezaifin netaicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlahiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zat, elbette mi’rac merdiveniyle cennete, Sidretü’l-münteha’ya, arşa, Kab-ı Kavseyn’e kadar gitmek; ayn-ı hak, nefs-i hakikat, mahz-ı hikmettir. | İşte böyle bir zat ki اَلسَّبَبُ كَال۟فَاعِلِ sırrınca bütün ümmetinin işlediği hasenatın bir misli, onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salavatı, onun manevî kemalâtına imdat veren ve risaletinde gördüğü vezaifin netaicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlahiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zat, elbette mi’rac merdiveniyle cennete, Sidretü’l-münteha’ya, arşa, Kab-ı Kavseyn’e kadar gitmek; ayn-ı hak, nefs-i hakikat, mahz-ı hikmettir. | ||
2.417. satır: | 2.417. satır: | ||
'''Said Nursî''' | '''Said Nursî''' | ||
Hâşiye: En mühim bir ceride-i İslâmiyede, umum âlem-i İslâm’a taalluk eden ve gayet ehemmiyetli siyasîlerden ve hayat-ı içtimaiye ile çok alâkadar olan umum hukukçulardan 1927 senesinde Avrupa’da toplanan bir kongrede mühim ecnebi feylesoflar, şeriat-ı Muhammediyeye (asm) dair bu aşağıda yazılan Arabî fıkranın aynını kendi lisanlarıyla söylemişler. O Arabî ceridenin naklettiği Arabî ifadeyi aynen yazıyoruz ve tercümesini de Arabî ifadenin altına ilâve ediyoruz. Nur Çeşmesi’nin âhirinde yazılan ecnebi feylesoflardan kırk üç tanesinin beyanatı, bu iki kahraman feylesofun beyanatıyla kırk beş tane şahid-i sadık oluyor. اَل۟فَض۟لُ مَا شَهِدَت۟ بِهِ ال۟اَع۟دَاءُ “Fazilet odur ki düşmanlar dahi onu tasdik etsin.” | '''Hâşiye:''' En mühim bir ceride-i İslâmiyede, umum âlem-i İslâm’a taalluk eden ve gayet ehemmiyetli siyasîlerden ve hayat-ı içtimaiye ile çok alâkadar olan umum hukukçulardan 1927 senesinde Avrupa’da toplanan bir kongrede mühim ecnebi feylesoflar, şeriat-ı Muhammediyeye (asm) dair bu aşağıda yazılan Arabî fıkranın aynını kendi lisanlarıyla söylemişler. O Arabî ceridenin naklettiği Arabî ifadeyi aynen yazıyoruz ve tercümesini de Arabî ifadenin altına ilâve ediyoruz. Nur Çeşmesi’nin âhirinde yazılan ecnebi feylesoflardan kırk üç tanesinin beyanatı, bu iki kahraman feylesofun beyanatıyla kırk beş tane şahid-i sadık oluyor. اَل۟فَض۟لُ مَا شَهِدَت۟ بِهِ ال۟اَع۟دَاءُ '''“Fazilet odur ki düşmanlar dahi onu tasdik etsin.”''' | ||
'''Arabî ceridenin beyanatı:''' | '''Arabî ceridenin beyanatı:''' | ||
2.431. satır: | 2.431. satır: | ||
'''Tercümesinin bir hülâsası:''' | '''Tercümesinin bir hülâsası:''' | ||
Evet, Garp uleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki: | Evet, Garp uleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki: “İslâmiyet’in kanunları, yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir.” | ||
Hem Külliyetü’l-Hukuk Kongresi’nin cemiyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: “Muhammed’in (asm) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünkü o zat ümmi olmasıyla beraber, on üç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesud en saadetli oluruz.” | Hem Külliyetü’l-Hukuk Kongresi’nin cemiyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: “Muhammed’in (asm) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünkü o zat ümmi olmasıyla beraber, on üç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesud en saadetli oluruz.” | ||
İkincisi veyahut Nur Çeşmesi’nin âhirine ilâve edilenlerle kırk beşincisi olan Bernard Shaw demiş: “Din-i Muhammedî’nin (asm) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi, gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki o din; tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani ıslah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed’in (asm) dini öyle bir dindir ki insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki beşere vâcibdir ki desin: | İkincisi veyahut Nur Çeşmesi’nin âhirine ilâve edilenlerle kırk beşincisi olan Bernard Shaw demiş: “Din-i Muhammedî’nin (asm) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi, gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki o din; tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani ıslah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed’in (asm) dini öyle bir dindir ki insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki beşere vâcibdir ki desin: “Muhammed (asm) insaniyetin halâskârıdır. Ve halâskârlık namı, ona verilmek lâzımdır.” | ||
Hem diyor: “Ben itikad ediyorum ki Muhammed’in misli, yani sîretinde, tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa hükmetse; bu yeni âlemin müşkülatını halledip bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husulüne sebep olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedit ihtiyacı var olduğunu herkes anlar.” | Hem diyor: “Ben itikad ediyorum ki Muhammed’in misli, yani sîretinde, tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa hükmetse; bu yeni âlemin müşkülatını halledip bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husulüne sebep olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedit ihtiyacı var olduğunu herkes anlar.” | ||
2.444. satır: | 2.444. satır: | ||
Sonra o dünya seyyahı, kendi aklına dedi ki: Madem bu kâinatın mevcudatıyla Mâlik’imi ve Hâlık’ımı arıyorum. Elbette her şeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a’dasının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’an’ıyla ışıklandıran Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için asr-ı saadete gitmeliyiz, diyerek aklıyla beraber o asra girdi. Gördü ki: | Sonra o dünya seyyahı, kendi aklına dedi ki: Madem bu kâinatın mevcudatıyla Mâlik’imi ve Hâlık’ımı arıyorum. Elbette her şeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a’dasının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’an’ıyla ışıklandıran Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için asr-ı saadete gitmeliyiz, diyerek aklıyla beraber o asra girdi. Gördü ki: | ||
O asır, hakikaten o zat ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünkü en bedevî ve en ümmi bir kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hâkim eylemiş. | |||
Hem kendi aklına dedi: Biz, en evvel bu fevkalâde zatın bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz, sonra Hâlık’ımızı ondan sormalıyız, diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat’î delillerden burada yalnız '''dokuz küllîlerine''' birer kısa işaret edilecek. | Hem kendi aklına dedi: Biz, en evvel bu fevkalâde zatın bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz, sonra Hâlık’ımızı ondan sormalıyız, diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat’î delillerden burada yalnız '''dokuz küllîlerine''' birer kısa işaret edilecek. | ||
2.500. satır: | 2.500. satır: | ||
'''Birincisi:''' “Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek.” diyen İmam-ı Ali (ra) ve yerde iken arş-ı a’zamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı A’zam (ks) gibi keskin nazar ve gaybbîn gözleri bulunan binler aktab ve evliya-i azîmeyi câmi’ ve Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm namıyla şöhret-şiar-ı âlem olan cemaat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir. | '''Birincisi:''' “Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek.” diyen İmam-ı Ali (ra) ve yerde iken arş-ı a’zamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı A’zam (ks) gibi keskin nazar ve gaybbîn gözleri bulunan binler aktab ve evliya-i azîmeyi câmi’ ve Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm namıyla şöhret-şiar-ı âlem olan cemaat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir. | ||
'''İkincisi:''' Bedevî bir kavim ve ümmi bir muhitte, hayat-ı içtimaiyeden ve efkâr-ı siyasiyeden hâlî ve kitapsız ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en medeni ve malûmatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hâkim-i âdil olarak, şarktan garba kadar cihan-pesendane idare eden ve | '''İkincisi:''' Bedevî bir kavim ve ümmi bir muhitte, hayat-ı içtimaiyeden ve efkâr-ı siyasiyeden hâlî ve kitapsız ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en medeni ve malûmatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hâkim-i âdil olarak, şarktan garba kadar cihan-pesendane idare eden ve sahabe namıyla dünyada namdar olan cemaat-i meşhurenin ittifak ile; can ve mallarını, peder ve aşiretlerini feda ettiren bir kuvvetli iman ile tasdikleridir. | ||
'''Üçüncüsü:''' Her asırda binlerle efradı bulunan ve her fende dâhiyane ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan ve ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhir ulemasının cemaat-i uzmasının tevafuk ile ve ilmelyakîn derecesinde tasdikleridir. | '''Üçüncüsü:''' Her asırda binlerle efradı bulunan ve her fende dâhiyane ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan ve ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhir ulemasının cemaat-i uzmasının tevafuk ile ve ilmelyakîn derecesinde tasdikleridir. |
düzenleme