83.021
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
23. satır: | 23. satır: | ||
وَ كَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ … اِلٰى اٰخِرِ | وَ كَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ … اِلٰى اٰخِرِ | ||
Risalet-i Ahmediyeye (asm) dair On Dokuzuncu Söz’le Otuz Birinci Söz, nübüvvet-i Muhammediyeyi (asm) delail-i kat’iye ile ispat ettiklerinden, ispat cihetini onlara havale edip yalnız onlara bir tetimme olarak on dokuz nükteli | Risalet-i Ahmediyeye (asm) dair On Dokuzuncu Söz’le Otuz Birinci Söz, nübüvvet-i Muhammediyeyi (asm) delail-i kat’iye ile ispat ettiklerinden, ispat cihetini onlara havale edip yalnız onlara bir tetimme olarak '''on dokuz nükteli işaret'''lerle, o büyük hakikatin bazı lem’alarını göstereceğiz. | ||
== Birinci Nükteli İşaret == | == Birinci Nükteli İşaret == | ||
Şu kâinatın sahip ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. | |||
Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuurun içinde en cem’iyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır. Madem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. | |||
Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvi ve nev-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âlî ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nurani kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve resul yapacak ve yapmış ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. | |||
== İkinci Nükteli İşaret == | == İkinci Nükteli İşaret == | ||
39. satır: | 39. satır: | ||
Nasıl ki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse padişah “Evet” dese nasıl seni tasdik eder. Öyle de âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. | Nasıl ki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse padişah “Evet” dese nasıl seni tasdik eder. Öyle de âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. | ||
Öyle de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dava etmiş ki: | Öyle de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlık’ının mebusuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte iki yüz üç yüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir. | ||
Şimdi, şu zatın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini ispat eder. Hattâ meşhur ulema-i Benî-İsrailiye’den Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zat-ı Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın simasını görmekle “Şu simada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler. | Şimdi, şu zatın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini ispat eder. Hattâ meşhur ulema-i Benî-İsrailiye’den Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zat-ı Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın simasını görmekle “Şu simada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler. | ||
52. satır: | 52. satır: | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için hemen ekser enva-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasıl ki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona hoşâmedî eder, onu alkışlar. | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için hemen ekser enva-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasıl ki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona hoşâmedî eder, onu alkışlar. | ||
Öyle de | Öyle de Sultan-ı ezel ve ebed’in en büyük yaveri olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, âleme teşrif edip ve küre-i arzın ahalisi olan nev-i beşere mebus olarak geldiği ve umum kâinatın Hâlık’ı tarafından umum kâinatın hakaikine karşı alâkadar olan envar-ı hakikat ve hedâyâ-yı maneviyeyi getirdiği zaman; taştan, sudan, ağaçtan, hayvandan, insandan tut tâ aydan, güneşten, yıldızlara kadar her taife, kendi lisan-ı mahsusuyla ve ellerinde birer mu’cizesini taşımasıyla, onun nübüvvetini alkışlamış ve hoşâmedî demiş. | ||
Şimdi o mu’cizatın umumunu bahsetmek için ciltlerle yazı yazmak lâzım gelir. Muhakkikîn-i asfiya, delail-i nübüvvetin tafsilatına dair çok ciltler yazmışlar. Biz yalnız icmalî işaretler nevinden, o mu’cizatın kat’î ve manevî mütevatir olan küllî envaına işaret ederiz. | Şimdi o mu’cizatın umumunu bahsetmek için ciltlerle yazı yazmak lâzım gelir. Muhakkikîn-i asfiya, delail-i nübüvvetin tafsilatına dair çok ciltler yazmışlar. Biz yalnız icmalî işaretler nevinden, o mu’cizatın kat’î ve manevî mütevatir olan küllî envaına işaret ederiz. | ||
64. satır: | 64. satır: | ||
İkinci kısım da iki kısımdır. '''Biri:''' Nübüvvetinden sonra fakat nübüvvetini tasdiken zuhura gelen hârikalardır. '''İkincisi:''' Asr-ı saadetinde mazhar olduğu hârikalardır. | İkinci kısım da iki kısımdır. '''Biri:''' Nübüvvetinden sonra fakat nübüvvetini tasdiken zuhura gelen hârikalardır. '''İkincisi:''' Asr-ı saadetinde mazhar olduğu hârikalardır. | ||
Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. Biri: Zatında, sîretinde, suretinde, ahlâkında, kemalinde zâhir olan delail-i nübüvvettir. İkincisi: Âfakî, haricî şeylerde mazhar olduğu mu’cizattır. | Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. '''Biri:''' Zatında, sîretinde, suretinde, ahlâkında, kemalinde zâhir olan delail-i nübüvvettir. '''İkincisi:''' Âfakî, haricî şeylerde mazhar olduğu mu’cizattır. | ||
Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. Biri: Manevî ve Kur’anî’dir. Diğeri: Maddî ve ekvanîdir. | Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. '''Biri:''' Manevî ve Kur’anî’dir. '''Diğeri:''' Maddî ve ekvanîdir. | ||
Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. Biri: Dava-yı nübüvvet vaktinde, ehl-i küfrün inadını kırmak veyahut ehl-i imanın kuvvet-i imanını ziyadeleştirmek için zuhura gelen hârikulâde mu’cizattır. Şakk-ı kamer ve parmağından suyun akması ve az taamla çokları doyurması ve hayvan ve ağaç ve taşın konuşması gibi yirmi nevi ve her bir nev’i manevî tevatür derecesinde ve her bir nev’in de çok mükerrer efradı vardır. İkinci kısım: İstikbalde ihbar ettiği hâdiselerdir ki Cenab-ı Hakk’ın talimiyle o da haber vermiş, haber verdiği gibi doğru çıkmıştır. | Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. '''Biri:''' Dava-yı nübüvvet vaktinde, ehl-i küfrün inadını kırmak veyahut ehl-i imanın kuvvet-i imanını ziyadeleştirmek için zuhura gelen hârikulâde mu’cizattır. Şakk-ı kamer ve parmağından suyun akması ve az taamla çokları doyurması ve hayvan ve ağaç ve taşın konuşması gibi yirmi nevi ve her bir nev’i manevî tevatür derecesinde ve her bir nev’in de çok mükerrer efradı vardır. '''İkinci kısım:''' İstikbalde ihbar ettiği hâdiselerdir ki Cenab-ı Hakk’ın talimiyle o da haber vermiş, haber verdiği gibi doğru çıkmıştır. | ||
İşte biz de şu âhirki kısımdan başlayıp icmalî bir fihriste göstereceğiz. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Maatteessüf niyet ettiğim gibi yazamadım. İhtiyarsız olarak nasıl kalbe geldi, öyle yazıldı. Şu taksimattaki tertibi tamamıyla müraat edemedim.</ref>) | İşte biz de şu âhirki kısımdan başlayıp icmalî bir fihriste göstereceğiz. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Maatteessüf niyet ettiğim gibi yazamadım. İhtiyarsız olarak nasıl kalbe geldi, öyle yazıldı. Şu taksimattaki tertibi tamamıyla müraat edemedim.</ref>)''' | ||
== Dördüncü Nükteli İşaret == | == Dördüncü Nükteli İşaret == | ||
82. satır: | 82. satır: | ||
Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsaydı bizzat imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini muannidlere karşı ispat etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve inde’l-hace ara sıra mu’cizatı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu’cize olmazdı. | Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsaydı bizzat imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini muannidlere karşı ispat etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve inde’l-hace ara sıra mu’cizatı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu’cize olmazdı. | ||
Çünkü sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. | Çünkü sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebucehil de Ebubekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin faydası kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı. | ||
Cây-ı hayrettir ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mübalağasız binler vecihte binler çeşit insan, her biri bir tek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkeza birer alâmetiyle iman getirdikleri halde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delail-i nübüvveti, nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat’iye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi dalalete sapıyorlar. | |||
=== İkinci Esas === | === İkinci Esas === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibarıyla beşer gibi muamele eder. Hem resuldür, risalet itibarıyla Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy iki | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibarıyla beşer gibi muamele eder. Hem resuldür, risalet itibarıyla Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy '''iki kısım'''dır: | ||
'''Biri:''' “Vahy-i sarîhî”dir ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi… | '''Biri:''' “Vahy-i sarîhî”dir ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi… | ||
93. satır: | 93. satır: | ||
'''İkinci Kısım:''' “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder fakat tafsilatı ve tasviratı, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm bazen yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilat ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder. | '''İkinci Kısım:''' “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder fakat tafsilatı ve tasviratı, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm bazen yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilat ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder. | ||
İşte her hadîste bütün tafsilatına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelatında, risaletin ulvi âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkülata bazen tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünkü bazı hakikatler var ki temsil ile fehme takrib edilir. | '''İşte her hadîste bütün tafsilatına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelatında, risaletin ulvi âsârı aranılmaz.''' Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkülata bazen tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor. Çünkü bazı hakikatler var ki temsil ile fehme takrib edilir. | ||
Nasıl ki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: | Nasıl ki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp şimdi cehennemin dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.” Bir saat sonra cevap geldi ki: “Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp cehenneme gitti.” Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin tevilini gösterdi. | ||
=== Üçüncü Esas === | === Üçüncü Esas === | ||
Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa kat’îdir. Tevatür iki kısımdır. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Şu risalede “tevatür” lafzı, Türkçe “şâyia” manasındaki tevatür değil belki yakîni ifade eden, yalan ihtimali olmayan kuvvetli ihbardır.</ref>) Biri “sarîh tevatür”, biri “manevî tevatür”dür. | Naklolunan haberler eğer tevatür suretinde olsa kat’îdir. Tevatür iki kısımdır. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Şu risalede “tevatür” lafzı, Türkçe “şâyia” manasındaki tevatür değil belki yakîni ifade eden, yalan ihtimali olmayan kuvvetli ihbardır.</ref>)''' Biri “sarîh tevatür”, biri “manevî tevatür”dür. | ||
Manevî tevatür de iki kısımdır. Biri sükûtîdir. Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Mesela, bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse cemaat onu tekzip etmezse sükût ile mukabele etse kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delâlet eder. | Manevî tevatür de iki kısımdır. Biri sükûtîdir. Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Mesela, bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse cemaat onu tekzip etmezse sükût ile mukabele etse kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delâlet eder. | ||
136. satır: | 136. satır: | ||
sırrınca kendi kendine gaybı bilmezdi; belki Cenab-ı Hak ona bildirirdi, o da bildirirdi. Cenab-ı Hak hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Hikmet ve rahmeti ise umûr-u gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, mübhem kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan evvel onları bilmek elîmdir. İşte bu sır içindir ki ölüm ve ecel, mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek musibetler dahi perde-i gaybda kalmış. | sırrınca kendi kendine gaybı bilmezdi; belki Cenab-ı Hak ona bildirirdi, o da bildirirdi. Cenab-ı Hak hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Hikmet ve rahmeti ise umûr-u gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, mübhem kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan evvel onları bilmek elîmdir. İşte bu sır içindir ki ölüm ve ecel, mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek musibetler dahi perde-i gaybda kalmış. | ||
İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine karşı ziyade hassas merhametini ziyade rencide etmemek ve âl ü ashabına karşı şedit şefkatini fazla incitmemek için vefat-ı Nebevî’den sonra, âl ü ashabının ve ümmetinin başlarına gelen müthiş hâdisatı, umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek (Hâşiye<ref>'''(Hâşiye):''' Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a, Âişe-i Sıddıka'ya karşı ziyâde muhabbet ve şefkatini rencîde etmemek için, vak'a-i Cemel hâdisesinde o bulunacağı kat'î gösterilmediğine delil ise, Ezvâc-ı Tâhirâta fermân etmiş ki: “Keşke bilseydim hanginiz o vak'ada bulunacak?” Fakat sonra, hafif bir sûrette bildirilmiş ki, Hazret-i Ali'ye (R.A.) fermân etmiş “Senin ile Âişe beyninde bir hâdise olsa... | İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine karşı ziyade hassas merhametini ziyade rencide etmemek ve âl ü ashabına karşı şedit şefkatini fazla incitmemek için vefat-ı Nebevî’den sonra, âl ü ashabının ve ümmetinin başlarına gelen müthiş hâdisatı, umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek '''(Hâşiye<ref>'''(Hâşiye):''' Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a, Âişe-i Sıddıka'ya karşı ziyâde muhabbet ve şefkatini rencîde etmemek için, vak'a-i Cemel hâdisesinde o bulunacağı kat'î gösterilmediğine delil ise, Ezvâc-ı Tâhirâta fermân etmiş ki: “Keşke bilseydim hanginiz o vak'ada bulunacak?” Fakat sonra, hafif bir sûrette bildirilmiş ki, Hazret-i Ali'ye (R.A.) fermân etmiş “Senin ile Âişe beyninde bir hâdise olsa... | ||
<br> | <br> | ||
”فَارْفَقْ وَبَلِّغْهَا مَاْمَنَهَا</ref>) mukteza-yı hikmet ve rahmettir. Fakat yine bazı hikmetler için mühim hâdisatı –fakat dehşetli bir surette değil– ona talim etmiş. O da ihbar etmiş. | ”فَارْفَقْ وَبَلِّغْهَا مَاْمَنَهَا</ref>)''' mukteza-yı hikmet ve rahmettir. Fakat yine bazı hikmetler için mühim hâdisatı –fakat dehşetli bir surette değil– ona talim etmiş. O da ihbar etmiş. | ||
Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber vermiş. Onun haberlerini de en yüksek bir derece-i takvada ve adilde ve sıdkta çalışan ve | Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber vermiş. Onun haberlerini de en yüksek bir derece-i takvada ve adilde ve sıdkta çalışan ve | ||
158. satır: | 158. satır: | ||
Mesela Hazret-i Cebrail ve Mikâil, iki muhafız yaver hükmünde Gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir Zat-ı Mübarek; çarşı içinde, bedevî bir Arap’la at mübayaasında münazaa etmek, bir tek şahit olan Huzeyme’yi şahit göstermekle görünen etvarı içinde sığışmaz. | Mesela Hazret-i Cebrail ve Mikâil, iki muhafız yaver hükmünde Gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir Zat-ı Mübarek; çarşı içinde, bedevî bir Arap’la at mübayaasında münazaa etmek, bir tek şahit olan Huzeyme’yi şahit göstermekle görünen etvarı içinde sığışmaz. | ||
İşte yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsaf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nurani şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer. Şu sırrı izah için şu temsili dinle: | '''İşte yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibarıyla işitilen evsaf-ı âdiye içinde başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nurani şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa ya hürmetsizlik eder veya şüpheye düşer.''' Şu sırrı izah için şu temsili dinle: | ||
Mesela, bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür. Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir. Şimdi o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da o çekirdek ve yumurtanın âdi, küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten, büyük ve âlî sıfatları ve keyfiyetleri var. | Mesela, bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür. Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir. Şimdi o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da o çekirdek ve yumurtanın âdi, küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten, büyük ve âlî sıfatları ve keyfiyetleri var. | ||
169. satır: | 169. satır: | ||
== Beşinci Nükteli İşaret == | == Beşinci Nükteli İşaret == | ||
'''Umûr-u gaybiyeye dair hadîslerin birkaç misalini zikrederiz: | '''Umûr-u gaybiyeye dair''' hadîslerin birkaç misalini zikrederiz: | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nakl-i sahih ile ve mütevatir bir derecede bize vâsıl olmuş ki minber üstünde, cemaat-i sahabe içinde ferman etmiş ki: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nakl-i sahih ile ve mütevatir bir derecede bize vâsıl olmuş ki minber üstünde, cemaat-i sahabe içinde ferman etmiş ki: | ||
177. satır: | 177. satır: | ||
İşte kırk sene sonra İslâm’ın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit Hazret-i Hasan (ra), Hazret-i Muaviye (ra) ile musalaha edip cedd-i emcedinin mu’cize-i gaybiyesini tasdik etmiştir. | İşte kırk sene sonra İslâm’ın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit Hazret-i Hasan (ra), Hazret-i Muaviye (ra) ile musalaha edip cedd-i emcedinin mu’cize-i gaybiyesini tasdik etmiştir. | ||
İkincisi, nakl-i sahih ile Hazret-i Ali’ye demiş: | |||
سَتُقَاتِلُ النَّاكِثٖينَ وَال۟قَاسِطٖينَ وَال۟مَارِقٖينَ | سَتُقَاتِلُ النَّاكِثٖينَ وَال۟قَاسِطٖينَ وَال۟مَارِقٖينَ | ||
191. satır: | 191. satır: | ||
İşte şu sahih, kat’î hadîsler; otuz sene sonra Hazret-i Ali’nin Hazret-i Âişe ve Zübeyr ve Talha’ya karşı Vak’a-i Cemel’de ve Muaviye’ye karşı Sıffîn’de ve Havaric’e karşı Harevra’da ve Nehrüvan’da muharebesi, o ihbar-ı gaybiyenin bir tasdik-i fiilîsidir. | İşte şu sahih, kat’î hadîsler; otuz sene sonra Hazret-i Ali’nin Hazret-i Âişe ve Zübeyr ve Talha’ya karşı Vak’a-i Cemel’de ve Muaviye’ye karşı Sıffîn’de ve Havaric’e karşı Harevra’da ve Nehrüvan’da muharebesi, o ihbar-ı gaybiyenin bir tasdik-i fiilîsidir. | ||
Hem Hazret-i Ali’ye: | Hem Hazret-i Ali’ye: “Senin sakalını senin başının kanıyla ıslattıracak bir adamı” ihbar etmiş. Hazret-i Ali o adamı tanırmış, o da Abdurrahman İbn-i Mülcemü’l-Haricî’dir. | ||
Hem Haricîlerin içinde Züssedye denilen bir adamı, garib bir nişanla alâmet olarak haber vermiştir ki Havariçlerin maktûlleri içinde o adam bulunmuş; Hazret-i Ali, onu hakkaniyetine hüccet göstermiş. Hem mu’cize-i Nebeviyeyi ilan etmiş. | Hem Haricîlerin içinde Züssedye denilen bir adamı, garib bir nişanla alâmet olarak haber vermiştir ki Havariçlerin maktûlleri içinde o adam bulunmuş; Hazret-i Ali, onu hakkaniyetine hüccet göstermiş. Hem mu’cize-i Nebeviyeyi ilan etmiş. | ||
203. satır: | 203. satır: | ||
yani katle ve belaya ve nefye maruz kalacaklar.” Ve bir derece izah etmiş, aynen öyle çıkmıştır. | yani katle ve belaya ve nefye maruz kalacaklar.” Ve bir derece izah etmiş, aynen öyle çıkmıştır. | ||
Şu makamda bir mühim sual vardır ki denilir ki: Hazret-i Ali, o derece hilafete liyakati olduğu ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma karabeti ve hârikulâde cesaret ve ilmi ile beraber, neden hilafette takaddüm ettirilmedi ve neden onun hilafeti zamanında İslâm, çok keşmekeşe mazhar oldu? | '''Şu makamda bir mühim sual vardır ki denilir ki:''' Hazret-i Ali, o derece hilafete liyakati olduğu ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma karabeti ve hârikulâde cesaret ve ilmi ile beraber, neden hilafette takaddüm ettirilmedi ve neden onun hilafeti zamanında İslâm, çok keşmekeşe mazhar oldu? | ||
'''Elcevap:''' Âl-i Beyt’ten bir kutb-u a’zam demiş ki: “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Hazret-i Ali’nin (ra) hilafetini arzu etmiş fakat gaibden ona bildirilmiş ki | '''Elcevap:''' Âl-i Beyt’ten bir kutb-u a’zam demiş ki: “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Hazret-i Ali’nin (ra) hilafetini arzu etmiş fakat gaibden ona bildirilmiş ki murad-ı İlahî başkadır. O da arzusunu bırakıp murad-ı İlahîye tabi olmuş.” Murad-ı İlahînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki: | ||
Vefat-ı Nebevîden sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi Hazret-i Ali’nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali’nin mümaşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaati itibarıyla, çok zatlarda ve kabilelerde rekabet damarını harekete getirip tefrikaya sebep olmak kaviyyen muhtemeldi. | Vefat-ı Nebevîden sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi Hazret-i Ali’nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali’nin mümaşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaati itibarıyla, çok zatlarda ve kabilelerde rekabet damarını harekete getirip tefrikaya sebep olmak kaviyyen muhtemeldi. | ||
215. satır: | 215. satır: | ||
'''Eğer denilse:''' Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstahak onlardı? | '''Eğer denilse:''' Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstahak onlardı? | ||
'''Elcevap:''' Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. | '''Elcevap:''' Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya nebi gibi masum olmalı veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyt’e yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyet’i onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyet’e ve Kur’an’a hizmet etmişler. | ||
İşte bak! Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki her biri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envar-ı Kur’aniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler. | İşte bak! Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki her biri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envar-ı Kur’aniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler. | ||
221. satır: | 221. satır: | ||
'''Eğer denilse:''' Mübarek İslâmiyet ve nurani asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünkü onlar, kahra lâyık değil idiler? | '''Eğer denilse:''' Mübarek İslâmiyet ve nurani asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünkü onlar, kahra lâyık değil idiler? | ||
'''Elcevap: Nasıl ki baharda dehşetli, yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; her biri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer. | '''Elcevap:''' Nasıl ki baharda dehşetli, yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; her biri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer. | ||
Öyle de sahabe ve tabiînin başına gelen fitne dahi çekirdekler hükmündeki muhtelif, ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyet’in hıfzına koşturdu. Her biri, kendi istidadına göre câmia-i İslâmiyet’in kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemal-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-i imaniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’an’ın muhafazasına çalıştı ve hâkeza… Her bir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyet’te hummalı bir surette sa’y ettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyet’in aktarına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i bid’a fırkalarının dikenleri dahi çıktı. | |||
Güya dest-i kudret, celal ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i ani’l-merkeziye ile pek çok münevver müçtehidleri ve nurani muhaddisleri, kudsî hâfızları, asfiyaları, aktabları âlem-i İslâm’ın aktarına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâm’ı heyecana getirip Kur’an’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı. Şimdi sadede geliyoruz. | |||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın umûr-u gaybiyeden haber verdiği gibi doğru vukua gelen işler binlerdir, pek çoktur. Biz yalnız cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın umûr-u gaybiyeden haber verdiği gibi doğru vukua gelen işler binlerdir, pek çoktur. Biz yalnız cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz: | ||
231. satır: | 231. satır: | ||
İşte başta Buharî ve Müslim, sıhhatle meşhur Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahipleri, beyan edeceğimiz haberlerin çoğunda müttefik ve o haberlerin çoğu manen mütevatir ve bir kısmı dahi ehl-i tahkik onların sıhhatine ittifak etmesiyle, mütevatir gibi kat’î denilebilir. | İşte başta Buharî ve Müslim, sıhhatle meşhur Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahipleri, beyan edeceğimiz haberlerin çoğunda müttefik ve o haberlerin çoğu manen mütevatir ve bir kısmı dahi ehl-i tahkik onların sıhhatine ittifak etmesiyle, mütevatir gibi kat’î denilebilir. | ||
İşte –nakl-i sahih-i kat’î ile– ashabına haber vermiş ki: ''' | İşte –nakl-i sahih-i kat’î ile– ashabına haber vermiş ki: '''“'''Siz umum düşmanlarınıza galebe edeceksiniz. Hem Feth-i Mekke hem Feth-i Hayber hem Feth-i Şam hem Feth-i Irak hem Feth-i İran hem Feth-i Beytü’l-Makdis’e muvaffak olacaksınız. Hem o zamanın en büyük devletleri olan İran ve Rum padişahlarının hazinelerini beyninizde taksim edeceksiniz.” Haber vermiş hem “Tahminim böyle.” veya “Zannederim.” dememiş. Belki görür gibi kat’î ihbar etmiş, haber verdiği gibi çıkmış. Halbuki haber verdiği vakit, hicrete mecbur olmuş. Sahabeleri az, Medine etrafı ve bütün dünya düşmandı. | ||
Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– çok defa ferman etmiş: | Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– çok defa ferman etmiş: | ||
245. satır: | 245. satır: | ||
وَسَيَب۟لُغُ مُل۟كُ اُمَّتٖى مَا زُوِىَ لٖى مِن۟هَا | وَسَيَب۟لُغُ مُل۟كُ اُمَّتٖى مَا زُوِىَ لٖى مِن۟هَا | ||
deyip | deyip “Şarktan garba kadar benim ümmetimin eline geçecektir. Hiçbir ümmet, o kadar mülk zapt etmemiş.” Haber verdiği gibi çıkmış. | ||
Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– Gazâ-i Bedir’den evvel ferman etmiş: | Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– Gazâ-i Bedir’den evvel ferman etmiş: | ||
315. satır: | 315. satır: | ||
deyip Hazret-i Ömer ve Osman ve Ali’nin şehit olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. | deyip Hazret-i Ömer ve Osman ve Ali’nin şehit olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. | ||
Şimdi ey bedbaht, kalpsiz, bîçare adam! Muhammed-i Arabî akıllı bir adam idi diye o Şems-i Hakikat’e karşı gözünü yuman bîçare insan! On beş enva-ı külliye-i mu’cizatından bir tek nev’i olan umûr-u gaybiyeden on beş ve belki yüz kısmından bir kısmını işittin. Manevî tevatür derecesinde kat’î bir kısmını duydun. Şu ihbar-ı gayb kısmının yüzden birisini akıl gözüyle gören bir zata “dâhî-i a’zam” denilir ki ferasetiyle istikbali keşfediyor. Binaenaleyh senin gibi haydi deha desek yüz dâhî-i a’zam derecesinde bir deha-yı kudsiyeyi taşıyan bir adam yanlış görür mü? Yanlış haber vermeye tenezzül eder mi? Böyle yüz derece bir deha-yı a’zam sahibinin saadet-i dâreyne dair sözlerini dinlememek, elbette yüz derece divaneliğin alâmetidir. | |||
== Altıncı Nükteli İşaret == | == Altıncı Nükteli İşaret == | ||
388. satır: | 388. satır: | ||
رَدَّ اللّٰهُ بَأ۟سَهُم۟ بَي۟نَهُم۟ وَ سَلَّطَ شِرَارَهُم۟ عَلٰى خِيَارِهِم۟ | رَدَّ اللّٰهُ بَأ۟سَهُم۟ بَي۟نَهُم۟ وَ سَلَّطَ شِرَارَهُم۟ عَلٰى خِيَارِهِم۟ | ||
deyip | deyip “Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belanız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dâhilî olacak; şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar.” haber vermiş. Otuz sene sonra haber verdiği gibi çıkmış. | ||
Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– ferman etmiş ki: | Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– ferman etmiş ki: | ||
394. satır: | 394. satır: | ||
وَتُف۟تَحُ خَي۟بَرُ عَلٰى يَدَى۟ عَلِىٍّ | وَتُف۟تَحُ خَي۟بَرُ عَلٰى يَدَى۟ عَلِىٍّ | ||
deyip “Hayber Kalesi’nin fethi, Ali’nin eliyle olacak.” Me’mulün pek fevkinde ikinci gün bir mu’cize-i Nebeviye olarak Hayber Kalesi’nin kapısını Hazret-i Ali çekip kalkan gibi istimal ederek, fethe muvaffak olduktan sonra kapıyı yere atmış; sekiz kuvvetli adam, o kapıyı yerden kaldıramamış; bir rivayette kırk adam kaldıramamış. | |||
Hem ferman etmiş ki: | Hem ferman etmiş ki: | ||
466. satır: | 466. satır: | ||
Şimdi ey mülhid-i bîhuş! “Muhammed-i Arabî (asm) akıllı bir adam idi.” deyip geçme. Çünkü şu umûr-u gaybiyeye dair ihbarat-ı sadıka-i Ahmediye (asm) iki şıktan hâlî değil. | Şimdi ey mülhid-i bîhuş! “Muhammed-i Arabî (asm) akıllı bir adam idi.” deyip geçme. Çünkü şu umûr-u gaybiyeye dair ihbarat-ı sadıka-i Ahmediye (asm) iki şıktan hâlî değil. | ||
Ya diyeceksin ki: | Ya diyeceksin ki: O Zat-ı Kudsî’de öyle keskin bir nazar ve geniş bir deha var ki mazi ve müstakbeli ve umum dünyayı görür, bilir ve etraf-ı âlemi ve şark ve garbı temaşa eder bir gözü ve geçmiş ve gelecek bütün zamanları keşfeder bir dehası vardır. Bu hal ise beşerde olamaz; eğer olsa Hâlık-ı âlem tarafından verilmiş bir hârika, bir mevhibe olur. Bu ise tek başıyla bir mu’cize-i a’zamdır. | ||
Veyahut inanacaksın ki: O Zat-ı Mübarek, öyle bir Zat’ın memuru ve şakirdidir ki her şey onun nazarında ve tasarrufundadır ve bütün enva-ı kâinat ve bütün zamanlar, onun taht-ı emrindedir. Defter-i Kebirinde her şey yazılıdır, istediği zaman talebesine bildirir ve gösterir. | |||
'''Demek Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, Üstad-ı Ezelî’sinden ders alır, öyle ders verir.''' | '''Demek Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, Üstad-ı Ezelî’sinden ders alır, öyle ders verir.''' | ||
540. satır: | 540. satır: | ||
İşte buna binaen “Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri nasıl bileceğiz ki karışmamış ve safidir?” hatıra gelmemelidir. | İşte buna binaen “Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen şu zamandan tâ o zamana kadar bu hâdiseleri nasıl bileceğiz ki karışmamış ve safidir?” hatıra gelmemelidir. | ||
Berekete dair mu’cizat-ı kat’iyenin | '''Berekete dair mu’cizat-ı kat’iyenin''' | ||
=== Birinci misali: === | === Birinci misali: === | ||
549. satır: | 549. satır: | ||
=== Üçüncü Misal: === | === Üçüncü Misal: === | ||
Hazret-i Ömer İbni’l-Hattab ve Ebu Hüreyre ve Seleme İbni’l-Ekva ve Ebu Amrate’l-Ensarî gibi müteaddid tarîklerle diyorlar ki: Bir gazvede ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma müracaat ettiler. Ferman etti ki: “Heybelerinizde kalan bakiyye-i erzakı toplayınız!” Herkes azar birer parça hurma getirdi. En çok getiren dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular. Seleme der ki: “Mecmuunu ben tahmin ettim, oturmuş bir keçi kadar ancak vardı.” Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bereketle dua edip ferman etti: “Herkes kabını getirsin!” Koşuştular, geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı. Sahabeden bir râvi demiş: | Hazret-i Ömer İbni’l-Hattab ve Ebu Hüreyre ve Seleme İbni’l-Ekva ve Ebu Amrate’l-Ensarî gibi müteaddid tarîklerle diyorlar ki: Bir gazvede ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma müracaat ettiler. Ferman etti ki: “Heybelerinizde kalan bakiyye-i erzakı toplayınız!” Herkes azar birer parça hurma getirdi. En çok getiren dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular. Seleme der ki: “Mecmuunu ben tahmin ettim, oturmuş bir keçi kadar ancak vardı.” Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bereketle dua edip ferman etti: “Herkes kabını getirsin!” Koşuştular, geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı. Sahabeden bir râvi demiş: “O bereketin gidişatından anladım, eğer ehl-i arz gelseydi onlara dahi kâfi gelecekti.” | ||
=== Dördüncü Misal: === | === Dördüncü Misal: === | ||
619. satır: | 619. satır: | ||
Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hayatında, Ebubekir ve Ömer ve Osman hayatında, o hurmalardan yedim. Başka bir tarîkte rivayet edilmiş ki: O hurmalardan kaç yük, fîsebilillah sarf ettim. Sonra Hazret-i Osman’ın katlinde, o hurma kabı ile nehb ve garet edildi, gitti. | Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hayatında, Ebubekir ve Ömer ve Osman hayatında, o hurmalardan yedim. Başka bir tarîkte rivayet edilmiş ki: O hurmalardan kaç yük, fîsebilillah sarf ettim. Sonra Hazret-i Osman’ın katlinde, o hurma kabı ile nehb ve garet edildi, gitti. | ||
İşte Hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmın kudsî medresesi ve tekyesi olan Suffa’nın demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hâfızanın ziyadesi için dua-yı Nebeviyeye mazhar olan Hazret-i Ebu Hüreyre, Gazve-i Tebük gibi bir mecma-ı nâsta vukuunu haber verdiği şu mu’cize-i bereket; manen bir ordu sözü kadar kat’î ve kuvvetli olmak gerektir. | |||
=== On Altıncı Misal: === | === On Altıncı Misal: === | ||
643. satır: | 643. satır: | ||
Sonra şu mu’cize-i ekberi, sair on dört nevi mu’cizatın mecmuuna ilâve et, gör ki ne derece kuvvetli, sarsılmaz, kat’î bir bürhan-ı nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) gösterir. İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (asm) direği, şu mecmudan teşekkül eden dağ gibi kuvvetli bir direktir. Şimdi cüz’iyatta ve misallerde, sû-i fehimden gelen şüphelerle, o metin sakf-ı muallâyı sebatsız ve kabil-i sukut görmek ne derece akılsızlık olduğunu anladın. | Sonra şu mu’cize-i ekberi, sair on dört nevi mu’cizatın mecmuuna ilâve et, gör ki ne derece kuvvetli, sarsılmaz, kat’î bir bürhan-ı nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) gösterir. İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (asm) direği, şu mecmudan teşekkül eden dağ gibi kuvvetli bir direktir. Şimdi cüz’iyatta ve misallerde, sû-i fehimden gelen şüphelerle, o metin sakf-ı muallâyı sebatsız ve kabil-i sukut görmek ne derece akılsızlık olduğunu anladın. | ||
Evet, berekete dair o mu’cizeler gösteriyorlar ki: | Evet, berekete dair o mu’cizeler gösteriyorlar ki: Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm umuma rızık veren ve rızıkları halk eden bir Zat-ı Rahîm ve Kerîm’in sevgili memurudur, pek hürmetli bir abdidir ki rızkın envaında, hilaf-ı âdet olarak ona hiçten ve sırf gaybdan ziyafetler gönderiyor. | ||
Malûmdur ki Ceziretü’l-Arap, suyu ve ziraatı az bir yerdir. Onun için ahalisi, hususan bidayet-i İslâm’daki sahabeler, dıyk-ı maişete maruzdular. Hem susuzluğa çok defa giriftar oluyorlardı. İşte bu hikmete binaen, mu’cizat-ı bâhire-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın mühimleri, taam ve su hususunda tezahür etmiş. Bu hârikalar dava-yı nübüvvete delil ve mu’cize olmaktan ziyade, ihtiyaca binaen Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma bir ikram-ı İlahî, bir ihsan-ı Rabbanî, bir ziyafet-i Rahmaniye hükmündedir. Çünkü o mu’cizatı görenler, nübüvveti tasdik etmişler. Fakat mu’cize zuhur ettikçe iman ziyadeleşir “nurun alâ nur” olur. | Malûmdur ki Ceziretü’l-Arap, suyu ve ziraatı az bir yerdir. Onun için ahalisi, hususan bidayet-i İslâm’daki sahabeler, dıyk-ı maişete maruzdular. Hem susuzluğa çok defa giriftar oluyorlardı. İşte bu hikmete binaen, mu’cizat-ı bâhire-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın mühimleri, taam ve su hususunda tezahür etmiş. Bu hârikalar dava-yı nübüvvete delil ve mu’cize olmaktan ziyade, ihtiyaca binaen Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma bir ikram-ı İlahî, bir ihsan-ı Rabbanî, bir ziyafet-i Rahmaniye hükmündedir. Çünkü o mu’cizatı görenler, nübüvveti tasdik etmişler. Fakat mu’cize zuhur ettikçe iman ziyadeleşir “nurun alâ nur” olur. | ||
== Sekizinci İşaret == | == Sekizinci İşaret == | ||
'''Su hususunda tezahür eden bir kısım mu’cizatı beyan eder. | '''Su hususunda''' tezahür eden bir kısım mu’cizatı beyan eder. | ||
=== Mukaddime === | === Mukaddime === | ||
661. satır: | 661. satır: | ||
İşte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mübarek parmaklarından suyun akması ve pek çok adama içirmesi mütevatirdir. Öyle bir cemaat nakletmiş ki yalana ittifakları muhaldir. Şu mu’cize gayet kat’îdir. Hem üç defa, üç mecma-ı azîmde tekerrür etmiş. | İşte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mübarek parmaklarından suyun akması ve pek çok adama içirmesi mütevatirdir. Öyle bir cemaat nakletmiş ki yalana ittifakları muhaldir. Şu mu’cize gayet kat’îdir. Hem üç defa, üç mecma-ı azîmde tekerrür etmiş. | ||
Başta Buharî, Müslim, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Şuayb, İmam-ı Katade gibi pek çok ehl-i sahih bir cemaat, sahabelerden, başta hâdim-i Nebevî Hazret-i Enes, Hazret-i Câbir, Hazret-i İbn-i Mesud gibi meşahir-i sahabenin bir cemaatinden, parmaklarından suyun kesretle akması ve orduya içirmesi nakl-i sahih-i kat’î ile beyan edilmiştir. Bu nevi mu’cize-i mâiyeden, pek çok misallerinden dokuz misali beyan edeceğiz. | Başta Buharî, Müslim, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Şuayb, İmam-ı Katade gibi pek çok ehl-i sahih bir cemaat, sahabelerden, başta hâdim-i Nebevî Hazret-i Enes, Hazret-i Câbir, Hazret-i İbn-i Mesud gibi meşahir-i sahabenin bir cemaatinden, parmaklarından suyun kesretle akması ve orduya içirmesi nakl-i sahih-i kat’î ile beyan edilmiştir. Bu nevi mu’cize-i mâiyeden, pek çok misallerinden '''dokuz misali''' beyan edeceğiz. | ||
=== Birinci Misal: === | === Birinci Misal: === | ||
735. satır: | 735. satır: | ||
== Dokuzuncu İşaret == | == Dokuzuncu İşaret == | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın enva-ı mu’cizatından birisi de '''ağaçların insanlar gibi emrini dinlemeleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir''' ki şu mu’cize-i şeceriye, mübarek parmaklarından suyun akması gibi manen mütevatirdir. Müteaddid suretleri var ve çok tarîklerle gelmiştir. | |||
Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın emri için ağaç, yerinden çıkıp yanına gelmesi, sarîhan mütevatir denilebilir. Çünkü meşahir-i sıddıkîn-i sahabeden Hazret-i Ali, Hazret-i İbn-i Abbas, Hazret-i İbn-i Mesud, Hazret-i İbn-i Ömer, Hazret-i Ya’lâ İbn-i Murre, Hazret-i Câbir, Hazret-i Enes İbn-i Mâlik, Hazret-i Büreyde, Hazret-i Üsame Bin Zeyd ve Hazret-i Gaylan İbn-i Seleme gibi sahabeler; her biri kat’iyet ile aynı mu’cize-i şeceriyeyi haber vermiş. Tabiînin yüzer imamları, mezkûr sahabelerden her bir sahabeden ayrı bir tarîk ile o mu’cize-i şeceriyeyi nakletmişler. Âdeta muzaaf tevatür suretinde bize nakletmişler. İşte şu mu’cize-i şeceriye, hiçbir şüphe kabul etmez bir tevatür-ü manevî-i kat’î hükmündedir. | Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın emri için ağaç, yerinden çıkıp yanına gelmesi, sarîhan mütevatir denilebilir. Çünkü meşahir-i sıddıkîn-i sahabeden Hazret-i Ali, Hazret-i İbn-i Abbas, Hazret-i İbn-i Mesud, Hazret-i İbn-i Ömer, Hazret-i Ya’lâ İbn-i Murre, Hazret-i Câbir, Hazret-i Enes İbn-i Mâlik, Hazret-i Büreyde, Hazret-i Üsame Bin Zeyd ve Hazret-i Gaylan İbn-i Seleme gibi sahabeler; her biri kat’iyet ile aynı mu’cize-i şeceriyeyi haber vermiş. Tabiînin yüzer imamları, mezkûr sahabelerden her bir sahabeden ayrı bir tarîk ile o mu’cize-i şeceriyeyi nakletmişler. Âdeta muzaaf tevatür suretinde bize nakletmişler. İşte şu mu’cize-i şeceriye, hiçbir şüphe kabul etmez bir tevatür-ü manevî-i kat’î hükmündedir. | ||
833. satır: | 833. satır: | ||
İşte bu sekiz misal gibi çok misaller var, çok tarîklerle nakledilmişler. Malûmdur ki yedi sekiz urgan toplansa kuvvetli bir halat olur. Binaenaleyh şu en meşhur sıddıkîn-ı sahabeden, böyle müteaddid tarîklerle ihbar edilen şu mu’cize-i şeceriye, elbette tevatür-ü manevî kuvvetindedir; belki tevatür-ü hakikidir. Zaten sahabeden sonra tabiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır. Hususan Buharî, Müslim, İbn-i Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha; tâ zaman-ı sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki mesela Buharî’de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir. | İşte bu sekiz misal gibi çok misaller var, çok tarîklerle nakledilmişler. Malûmdur ki yedi sekiz urgan toplansa kuvvetli bir halat olur. Binaenaleyh şu en meşhur sıddıkîn-ı sahabeden, böyle müteaddid tarîklerle ihbar edilen şu mu’cize-i şeceriye, elbette tevatür-ü manevî kuvvetindedir; belki tevatür-ü hakikidir. Zaten sahabeden sonra tabiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır. Hususan Buharî, Müslim, İbn-i Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha; tâ zaman-ı sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki mesela Buharî’de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir. | ||
Acaba o Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ağaçlar –misallerde göründüğü gibi– onu tanıyıp risaletini tasdik edip ona selâm ederek ziyaret edip emirlerini dinleyerek itaat ettiği halde, kendilerine insan diyen bir kısım camid, akılsız mahluklar; onu tanımazsa, iman etmezse kuru ağaçtan çok edna, odun parçası gibi ehemmiyetsiz, kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı? | |||
== Onuncu İşaret == | == Onuncu İşaret == | ||
Şu mu’cize-i şeceriyeyi daha ziyade takviye eden, mütevatir bir surette nakledilen hanînü’l-ciz’ mu’cizesidir. | Şu mu’cize-i şeceriyeyi daha ziyade takviye eden, mütevatir bir surette nakledilen '''hanînü’l-ciz’''' mu’cizesidir. | ||
Evet, Mescid-i Şerif-i Nebevîde kuru direğin büyük bir cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (asm) ağlaması; beyan ettiğimiz mu’cize-i şeceriyenin misallerini hem teyid eder hem kuvvet verir. Çünkü o da ağaçtır, cinsi birdir. Fakat şunun şahsı mütevatirdir, öteki kısımlar her birinin nev’i mütevatirdir. Cüz’iyatları, misalleri çoğu sarîh tevatür derecesine çıkmıyor. | Evet, Mescid-i Şerif-i Nebevîde kuru direğin büyük bir cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (asm) ağlaması; beyan ettiğimiz mu’cize-i şeceriyenin misallerini hem teyid eder hem kuvvet verir. Çünkü o da ağaçtır, cinsi birdir. Fakat şunun şahsı mütevatirdir, öteki kısımlar her birinin nev’i mütevatirdir. Cüz’iyatları, misalleri çoğu sarîh tevatür derecesine çıkmıyor. | ||
886. satır: | 886. satır: | ||
Hazret-i Übeyy İbn-i Kâ’b der ki: Şu hâdise-i hârikadan sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm emretti ki: “Direk, minberin altına konulsun.” Minberin altına konuldu, tâ mescid-i şerifin tamiri için hedmedilinceye kadar. O vakit Hazret-i Übeyy İbn-i Kâ’b yanına aldı, çürüyünceye kadar muhafaza edildi. | Hazret-i Übeyy İbn-i Kâ’b der ki: Şu hâdise-i hârikadan sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm emretti ki: “Direk, minberin altına konulsun.” Minberin altına konuldu, tâ mescid-i şerifin tamiri için hedmedilinceye kadar. O vakit Hazret-i Übeyy İbn-i Kâ’b yanına aldı, çürüyünceye kadar muhafaza edildi. | ||
Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hâdise-i mu’cizeyi şakirdlerine ders verdiği vakit, ağlardı ve derdi ki: “Ağaç, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstahaksınız.” | |||
Biz de deriz ki''': Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyesine ve şeriat-ı garrasına ittiba iledir.''' | |||
'''Bir Nükte-i Mühimme''' | '''Bir Nükte-i Mühimme''' | ||
Eğer denilse: Neden Gazve-i Hendek’te dört avuç taamla bin adamı doyurmak olan mu’cize-i taamiye ve mübarek parmaklarından akan su ile bin beş yüz kişiye suyu doyuruncaya kadar içiren mu’cize-i mâiye, neden şu hanîn-i ciz’ mu’cizesi gibi şaşaa ile çok kesretli tarîklerle nakledilmemiş? Halbuki o ikisi, bundan daha ziyade bir cemaatte vuku bulmuş… | '''Eğer denilse:''' Neden Gazve-i Hendek’te dört avuç taamla bin adamı doyurmak olan mu’cize-i taamiye ve mübarek parmaklarından akan su ile bin beş yüz kişiye suyu doyuruncaya kadar içiren mu’cize-i mâiye, neden şu hanîn-i ciz’ mu’cizesi gibi şaşaa ile çok kesretli tarîklerle nakledilmemiş? Halbuki o ikisi, bundan daha ziyade bir cemaatte vuku bulmuş… | ||
'''Elcevap:''' Zuhur eden mu’cizeler, iki kısımdır. Bir kısmı, nübüvveti tasdik ettirmek için Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm elinde izhar ediliyor. Hanîn-i ciz’ şu nevidendir ki sırf nübüvvetin tasdiki için bir hüccet olarak zuhura gelmiş ki mü’minlerin imanını ziyadeleştirmek ve münafıkları ihlasa ve imana sevk etmek ve küffarı imana getirmek için zâhir olmuş. Onun için avam ve havas herkes onu gördü, onun neşrine fazla ihtimam edildi. | '''Elcevap:''' Zuhur eden mu’cizeler, iki kısımdır. Bir kısmı, nübüvveti tasdik ettirmek için Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm elinde izhar ediliyor. Hanîn-i ciz’ şu nevidendir ki sırf nübüvvetin tasdiki için bir hüccet olarak zuhura gelmiş ki mü’minlerin imanını ziyadeleştirmek ve münafıkları ihlasa ve imana sevk etmek ve küffarı imana getirmek için zâhir olmuş. Onun için avam ve havas herkes onu gördü, onun neşrine fazla ihtimam edildi. | ||
954. satır: | 954. satır: | ||
Şu misalin tetimmesi olarak nakledilmiş ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Mekke’den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi: “Yâ Resulallah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa Allah beni tazip eder. Onun için korkarım.” Cebel-i Hira çağırdı: يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِلَىَّ “Bana gel.” Bu sır içindir ki ehl-i kalp, Sebir’de havf ve Hira’da da emniyeti hissederler. | Şu misalin tetimmesi olarak nakledilmiş ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Mekke’den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi: “Yâ Resulallah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa Allah beni tazip eder. Onun için korkarım.” Cebel-i Hira çağırdı: يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِلَىَّ “Bana gel.” Bu sır içindir ki ehl-i kalp, Sebir’de havf ve Hira’da da emniyeti hissederler. | ||
Bu misalden anlaşılır ki o koca dağlar, birer müstakil abddir, müsebbihtir ve vazifedardırlar. Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı tanır ve severler, başıboş değillerdir. | |||
=== Altıncı Misal: === | === Altıncı Misal: === | ||
977. satır: | 977. satır: | ||
=== Sekizinci Misal: === | === Sekizinci Misal: === | ||
Meşhur Buheyra-yı Rahip’in meşhur kıssasıdır ki: Nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, amcası Ebu Talib ve bir kısım Kureyşî ile beraber Şam tarafına ticarete gidiyorlar. Buheyra-yı Rahip’in kilisesi civarına geldikleri vakit oturdular. İnsanlar ile ihtilat etmeyen münzevi Buheyra-yı Rahip birden çıkageldi. Kafile içinde Muhammedü’l-Emin’i (asm) gördü. Kafileye dedi: | Meşhur Buheyra-yı Rahip’in meşhur kıssasıdır ki: Nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, amcası Ebu Talib ve bir kısım Kureyşî ile beraber Şam tarafına ticarete gidiyorlar. Buheyra-yı Rahip’in kilisesi civarına geldikleri vakit oturdular. İnsanlar ile ihtilat etmeyen münzevi Buheyra-yı Rahip birden çıkageldi. Kafile içinde Muhammedü’l-Emin’i (asm) gördü. Kafileye dedi: “Şu Seyyidü’l-âlemîn’dir ve peygamber olacaktır.” Kureyşîler dediler: “Neden biliyorsun?” Mübarek rahip dedi ki: “Siz gelirken baktım ki havada üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken şu Muhammedü’l-Emin (asm) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görüyordum ki taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise nebilere yapılır.” | ||
İşte bu sekiz misal gibi belki seksen misal var. Bu sekiz misal birleştirilse öyle kopmaz bir zincir olur ki hiçbir şüphe onu koparamaz ve sarsamaz. Şu cins mu’cize umumiyeti itibarıyla yani cemadatın dava-yı nübüvvete delil olarak konuşmaları, manevî tevatür hükmünde yakîni ve kat’iyeti ifade eder. Her bir misal, mecmuun kuvvetinden, kendi kuvvetinden fazla bir kuvvet daha alır. Evet zayıf bir direk, kuvvetli direklerle omuz omuza geldiği vakit, muhkemleşir. Zayıf, kuvvetsiz bir adam, asker olup orduya girse öyle kuvvetleşir ki bin adama meydan okur. | İşte bu sekiz misal gibi belki seksen misal var. Bu sekiz misal birleştirilse öyle kopmaz bir zincir olur ki hiçbir şüphe onu koparamaz ve sarsamaz. Şu cins mu’cize umumiyeti itibarıyla yani cemadatın dava-yı nübüvvete delil olarak konuşmaları, manevî tevatür hükmünde yakîni ve kat’iyeti ifade eder. Her bir misal, mecmuun kuvvetinden, kendi kuvvetinden fazla bir kuvvet daha alır. Evet zayıf bir direk, kuvvetli direklerle omuz omuza geldiği vakit, muhkemleşir. Zayıf, kuvvetsiz bir adam, asker olup orduya girse öyle kuvvetleşir ki bin adama meydan okur. | ||
== On İkinci İşaret == | == On İkinci İşaret == | ||
On Birinci İşaret’le alâkadar olan üç misal fakat gayet mühim misallerdir. | On Birinci İşaret’le alâkadar olan '''üç misal''' fakat gayet mühim misallerdir. | ||
=== Birinci Misal: === | === Birinci Misal: === | ||
1.033. satır: | 1.033. satır: | ||
Gazve-i Uhud’da ben Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında idim. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, o gün kavsi kırılıncaya kadar küffara oklar attı. Sonra bana okları veriyordu “At!” diyordu. Nasl’sız, yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmayan okları verirdi. Ve bana emrederdi: “At!” ben de atardım. Kanatlı oklar gibi uçardı, küffarın cesedine yerleşirdi. O halde iken, Katade İbn-i Nu’man’ın gözüne bir ok isabet etmiş, gözünü çıkarıp gözünün hadekası yüzünün üstüne indi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp eski yuvasına yerleştirip iki gözünden en güzeli olarak hiçbir şey olmamış gibi şifa buldu. | Gazve-i Uhud’da ben Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında idim. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, o gün kavsi kırılıncaya kadar küffara oklar attı. Sonra bana okları veriyordu “At!” diyordu. Nasl’sız, yani okun uçmasına yardım eden kanatları olmayan okları verirdi. Ve bana emrederdi: “At!” ben de atardım. Kanatlı oklar gibi uçardı, küffarın cesedine yerleşirdi. O halde iken, Katade İbn-i Nu’man’ın gözüne bir ok isabet etmiş, gözünü çıkarıp gözünün hadekası yüzünün üstüne indi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm mübarek, şifalı eliyle onun gözünü alıp eski yuvasına yerleştirip iki gözünden en güzeli olarak hiçbir şey olmamış gibi şifa buldu. | ||
Şu vakıa çok iştihar etmiş. Hattâ Katade’nin bir hafidi, Ömer İbn-i Abdilaziz’in yanına geldiği vakit, kendini şöyle tarif etmiş: “Ben öyle bir zatın hafidiyim ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm onun çıkmış gözünü yerine koyup birden şifa buldu. En güzel göz o olmuş.” diye nazım suretinde (Hâşiye<ref>'''Haşiye:''' اَنَا ابْنُ الَّذِى سَالَتْ عَلَى الْخَدِّ عَيْنُهُ فَرُدَّتْ بِكَفِّ الْمُصْطَفَى اَحْسَنَ الرَّدِّ | Şu vakıa çok iştihar etmiş. Hattâ Katade’nin bir hafidi, Ömer İbn-i Abdilaziz’in yanına geldiği vakit, kendini şöyle tarif etmiş: “Ben öyle bir zatın hafidiyim ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm onun çıkmış gözünü yerine koyup birden şifa buldu. En güzel göz o olmuş.” diye nazım suretinde '''(Hâşiye<ref>'''Haşiye:''' اَنَا ابْنُ الَّذِى سَالَتْ عَلَى الْخَدِّ عَيْنُهُ فَرُدَّتْ بِكَفِّ الْمُصْطَفَى اَحْسَنَ الرَّدِّ | ||
<br> | <br> | ||
فَعَادَتْ كَمَا كَانَتْ لِاَوَّلِ اَمْرِهَا فَيَا حُسْنَ مَا عَيْنٍ وَيَا حُسْنَ مَا رَدٍّ</ref>)Hazret-i Ömer’e söylemiş; onun ile kendini tanıttırmış. | فَعَادَتْ كَمَا كَانَتْ لِاَوَّلِ اَمْرِهَا فَيَا حُسْنَ مَا عَيْنٍ وَيَا حُسْنَ مَا رَدٍّ</ref>)'''Hazret-i Ömer’e söylemiş; onun ile kendini tanıttırmış. | ||
Hem nakl-i sahih ile haber verilmiş ki: Meşhur Ebî Katade’nin, Yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, mübarek eliyle meshetmiş. Ebî Katade der ki: Kat’iyen ve aslâ ne acısını ve ne de cerahatini görmedim. | Hem nakl-i sahih ile haber verilmiş ki: Meşhur Ebî Katade’nin, Yevm-i Zîkarad denilen gazvede, bir ok mübarek yüzüne isabet etmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, mübarek eliyle meshetmiş. Ebî Katade der ki: Kat’iyen ve aslâ ne acısını ve ne de cerahatini görmedim. | ||
1.096. satır: | 1.096. satır: | ||
=== Sekizinci Misal: === | === Sekizinci Misal: === | ||
Altı çocuğun her biri ayrı ayrı birer mu’cize-i Ahmediyeye mazhar oldu. | '''Altı çocuğun''' her biri ayrı ayrı birer mu’cize-i Ahmediyeye mazhar oldu. | ||
'''Birincisi:''' İbn-i Ebî Şeybe –muhakkik-i kâmil ve muhaddis-i meşhur– haber veriyor ki: Bir kadın bir çocuğu, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına getirdi. O çocukta bir bela vardı, konuşmuyordu, aptal idi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bir su ile mazmaza etti, elini yıkadı. O suyu kadına verdi, çocuğa içirsin ferman etti. Çocuk o suyu içtikten sonra, hastalığından ve belasından bir şey kalmadı. Öyle bir akıl ve kemal sahibi oldu ki ukalâ-yı nâsın fevkine çıktı. | '''Birincisi:''' İbn-i Ebî Şeybe –muhakkik-i kâmil ve muhaddis-i meşhur– haber veriyor ki: Bir kadın bir çocuğu, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına getirdi. O çocukta bir bela vardı, konuşmuyordu, aptal idi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bir su ile mazmaza etti, elini yıkadı. O suyu kadına verdi, çocuğa içirsin ferman etti. Çocuk o suyu içtikten sonra, hastalığından ve belasından bir şey kalmadı. Öyle bir akıl ve kemal sahibi oldu ki ukalâ-yı nâsın fevkine çıktı. | ||
1.114. satır: | 1.114. satır: | ||
'''Yedinci çocuk:''' Çocuk tabiatında hayâsız bir kadın, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm yemek yerken lokma istemiş, vermiş. Demiş: “Yok, senin ağzındakini istiyorum.” Onu da vermiş. O gayet hayâsız kadın, o lokmayı yedikten sonra, en hayâlı kadın ve Medine kadınlarının fevkinde bir hayâ sahibi oldu. | '''Yedinci çocuk:''' Çocuk tabiatında hayâsız bir kadın, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm yemek yerken lokma istemiş, vermiş. Demiş: “Yok, senin ağzındakini istiyorum.” Onu da vermiş. O gayet hayâsız kadın, o lokmayı yedikten sonra, en hayâlı kadın ve Medine kadınlarının fevkinde bir hayâ sahibi oldu. | ||
İşte bu sekiz misal gibi seksen değil belki sekiz yüz misalleri var. Çoğu kütüb-ü siyer ve ehadîste beyan edilmiştir. | İşte bu sekiz misal gibi seksen değil belki sekiz yüz misalleri var. Çoğu kütüb-ü siyer ve ehadîste beyan edilmiştir. Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mübarek eli Hakîm-i Lokman’ın bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır’ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsa aleyhisselâmın nefesi gibi mededres ve şifa-resan olsa ve nev-i beşer çok musibet ve belalara giriftar olsa elbette Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hadsiz müracaatlar olmuş. Hastalar, çocuklar, mecnunlar pek kesretli gelmişler; cümlesi şifa bulup gitmişler. | ||
Hattâ kırk defa hacceden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, tabiînin azîm imamlarından ve çok sahabelerle görüşen, Tavus denilen Ebu Abdurrahmani’l-Yemanî, kat’iyen haber verir ve hükmeder ve demiş ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ne kadar mecnun gelmişse Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm sinesine elini koymuş ise kat’iyen şifa bulmuştur, şifa bulmayan kalmamış. | |||
İşte asr-ı saadete yetişmiş böyle bir imam, böyle kat’î ve küllî hükmetmişse elbette ona gelen hiçbir hasta kalmamış ki illâ şifa bulmuş. Madem şifa bulmuş elbette müracaatlar binler olacaktır. | |||
== On Dördüncü İşaret == | == On Dördüncü İşaret == | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın enva-ı mu’cizatından bir nev-i azîmi, '''duasıyla zâhir olan hârikalardır.''' Evet, şu nevi kat’î ve hakiki mütevatirdir. Cüz’iyat ve misalleri o kadar çoktur ki hesap edilmez. Misallerin çokları var ki onlar da mütevatir derecesine çıkmışlar. Belki tevatüre yakın meşhur olmuşlar. Bir kısmını öyle imamlar nakletmiş ki meşhur mütevatir gibi kat’iyeti ifade eder. Biz şu pek çok misallerinden tevatüre yakın ve meşhur derecesinde münteşir bazı misalleri, numune olarak ve her misalinde birkaç cüz’iyatını zikredeceğiz: | |||
=== Birinci Misal: === | === Birinci Misal: === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yağmur duası, tevatür derecesinde ve çok defa tekrar ile daima süratle kabul olması, başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim, eimme-i hadîs nakletmişler. Hattâ bazı defa minber-i şerif üstünde, yağmur duası için elini kaldırıp indirmeden yağmış. Sâbıkan zikrettiğimiz gibi bir iki defa ordu susuz kaldığı vakit bulut geliyordu, yağmur veriyordu. | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın '''yağmur duası''', tevatür derecesinde ve çok defa tekrar ile daima süratle kabul olması, başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim, eimme-i hadîs nakletmişler. Hattâ bazı defa minber-i şerif üstünde, yağmur duası için elini kaldırıp indirmeden yağmış. Sâbıkan zikrettiğimiz gibi bir iki defa ordu susuz kaldığı vakit bulut geliyordu, yağmur veriyordu. | ||
Hattâ nübüvvetten evvel, cedd-i Nebi Abdülmuttalib, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklük zamanında mübarek yüzüyle yağmur duasına giderdi. Onun yüzü hürmetine gelirdi ki o hâdise Abdülmuttalib’in bir şiiri ile iştihar bulmuş. | Hattâ nübüvvetten evvel, cedd-i Nebi Abdülmuttalib, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklük zamanında mübarek yüzüyle yağmur duasına giderdi. Onun yüzü hürmetine gelirdi ki o hâdise Abdülmuttalib’in bir şiiri ile iştihar bulmuş. | ||
1.140. satır: | 1.140. satır: | ||
=== Üçüncü Misal: === | === Üçüncü Misal: === | ||
Bazı sahabe-i güzine, ayrı ayrı maksatlar için dua etmiş. Duası öyle parlak bir surette kabul olmuş ki o keramet-i duaiye, mu’cize derecesine çıkmış. | '''Bazı sahabe-i güzine, ayrı ayrı maksatlar için dua etmiş.''' Duası öyle parlak bir surette kabul olmuş ki o keramet-i duaiye, mu’cize derecesine çıkmış. | ||
Ezcümle, başta Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki İbn-i Abbas’a şöyle dua etmiş: | Ezcümle, başta Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki İbn-i Abbas’a şöyle dua etmiş: | ||
1.194. satır: | 1.194. satır: | ||
اَللّٰهُمَّ اك۟فِهِ ال۟حَرَّ وَال۟قَرَّ | اَللّٰهُمَّ اك۟فِهِ ال۟حَرَّ وَال۟قَرَّ | ||
Yani | Yani “Yâ Rab! Soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme.” İşte şu dua bereketiyle, İmam-ı Ali kışta yaz libasını giyerdi, yazda kış libasını giyerdi. Der idi ki: “O duanın bereketiyle hiçbir soğuk ve sıcağın zahmetini çekmiyorum.” | ||
Hem Hazret-i Fatıma için dua etmiş: اَللّٰهُمَّ لَا تُجِع۟هَا Yani “Açlık elemini ona verme.” Hazret-i Fatıma der ki: “O duadan sonra açlık elemini görmedim.” | Hem Hazret-i Fatıma için dua etmiş: اَللّٰهُمَّ لَا تُجِع۟هَا Yani “Açlık elemini ona verme.” Hazret-i Fatıma der ki: “O duadan sonra açlık elemini görmedim.” | ||
1.203. satır: | 1.203. satır: | ||
=== Dördüncü Misal: === | === Dördüncü Misal: === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bedduasına mazhar olmuş birkaç vakıayı beyan ederiz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın '''bedduasına''' mazhar olmuş birkaç vakıayı beyan ederiz: | ||
'''Birincisi:''' Perviz denilen Fars padişahı, name-i Nebeviyeyi yırtmış. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma haber geldi. Şöyle beddua etti: اَللّٰهُمَّ مَزِّق۟هُ “Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.” İşte şu bedduanın tesiriyledir ki o Kisra Perviz’in oğlu Şirveyh, hançer ile onu paraladı. Sa’d İbn-i Ebî Vakkas da saltanatını parça parça etti. Sasaniye Devleti’nin hiçbir yerde şevketi kalmadı. Fakat Kayser ve sair melikler, name-i Nebeviyeye hürmet ettikleri için mahvolmadılar. | '''Birincisi:''' Perviz denilen Fars padişahı, name-i Nebeviyeyi yırtmış. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma haber geldi. Şöyle beddua etti: اَللّٰهُمَّ مَزِّق۟هُ “Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.” İşte şu bedduanın tesiriyledir ki o Kisra Perviz’in oğlu Şirveyh, hançer ile onu paraladı. Sa’d İbn-i Ebî Vakkas da saltanatını parça parça etti. Sasaniye Devleti’nin hiçbir yerde şevketi kalmadı. Fakat Kayser ve sair melikler, name-i Nebeviyeye hürmet ettikleri için mahvolmadılar. | ||
1.212. satır: | 1.212. satır: | ||
=== Beşinci Misal: === | === Beşinci Misal: === | ||
Hususi adamlara bedduasının dehşetli kabulüdür. Bunun çok misalleri var. Kat’î üç misali numune olarak beyan ederiz: | '''Hususi adamlara bedduasının dehşetli kabulüdür.''' Bunun çok misalleri var. Kat’î üç misali numune olarak beyan ederiz: | ||
'''Birincisi:''' Utbe İbn-i Ebî Leheb hakkında şöyle beddua etti: | '''Birincisi:''' Utbe İbn-i Ebî Leheb hakkında şöyle beddua etti: | ||
1.225. satır: | 1.225. satır: | ||
=== Altıncı Misal: === | === Altıncı Misal: === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hem duası hem temasından zuhur eden pek çok hârikalarından, kat’iyet kesbetmiş birkaç hâdiseyi zikredeceğiz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın '''hem duası hem temasından zuhur eden''' pek çok hârikalarından, kat’iyet kesbetmiş birkaç hâdiseyi zikredeceğiz: | ||
'''Birincisi:''' Hazret-i Hâlid İbn-i Velid’e (Seyfullah’a) birkaç saçını verip nusretine dua etmiş. Hazret-i Hâlid, o saçları külahında hıfzetmiş. İşte o saç ve duanın bereketi hürmetine, hiçbir harbe girmemiş illâ muzaffer çıkmış. | '''Birincisi:''' Hazret-i Hâlid İbn-i Velid’e (Seyfullah’a) birkaç saçını verip nusretine dua etmiş. Hazret-i Hâlid, o saçları külahında hıfzetmiş. İşte o saç ve duanın bereketi hürmetine, hiçbir harbe girmemiş illâ muzaffer çıkmış. | ||
1.236. satır: | 1.236. satır: | ||
=== Yedinci Misal: === | === Yedinci Misal: === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın duasıyla ve temasıyla, suların tatlılaşması ve güzel koku vermesinin çok hâdiseleri var. İki üç taneyi, numune olarak beyan ederiz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın '''duasıyla ve temasıyla, suların tatlılaşması ve güzel koku vermesinin''' çok hâdiseleri var. İki üç taneyi, numune olarak beyan ederiz: | ||
'''Birincisi:''' İmam-ı Beyhakî başta, ehl-i hadîs haber veriyorlar ki: Bi’r-i Kubâ denilen kuyunun suyu bazı kesiliyordu, yani bitiyordu. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm abdest suyunu içine koyup dua ettikten sonra kesretle devam etti, daha hiç kesilmedi. | '''Birincisi:''' İmam-ı Beyhakî başta, ehl-i hadîs haber veriyorlar ki: Bi’r-i Kubâ denilen kuyunun suyu bazı kesiliyordu, yani bitiyordu. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm abdest suyunu içine koyup dua ettikten sonra kesretle devam etti, daha hiç kesilmedi. | ||
1.251. satır: | 1.251. satır: | ||
=== Sekizinci Misal: === | === Sekizinci Misal: === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mesh ve duasıyla, sütsüz ve kısır keçilerin mübarek elinin temasıyla ve duasıyla sütlü hem çok sütlü olmaları misalleri ve cüz’iyatları çoktur. Biz yalnız meşhur ve kat’î iki üç misali, numune olarak zikrediyoruz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın '''mesh ve duasıyla, sütsüz ve kısır keçilerin mübarek elinin temasıyla ve duasıyla sütlü hem çok sütlü olmaları''' misalleri ve cüz’iyatları çoktur. Biz yalnız meşhur ve kat’î iki üç misali, numune olarak zikrediyoruz: | ||
'''Birincisi:''' Ehl-i siyerin bütün muteber kitapları haber veriyorlar ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Ebubekiri’s-Sıddık ile beraber hicret ederken Âtiket Binti’l-Huzaiye denilen Ümm-ü Mabed hanesine gelmişler. Gayet zayıf, sütsüz, kısır bir keçi orada vardı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Ümm-ü Mabed’e ferman etti: “Bunda süt yok mudur?” Ümm-ü Mabed demiş ki: “Bunun vücudunda kan yoktur, nereden süt verecek?” | '''Birincisi:''' Ehl-i siyerin bütün muteber kitapları haber veriyorlar ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Ebubekiri’s-Sıddık ile beraber hicret ederken Âtiket Binti’l-Huzaiye denilen Ümm-ü Mabed hanesine gelmişler. Gayet zayıf, sütsüz, kısır bir keçi orada vardı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Ümm-ü Mabed’e ferman etti: “Bunda süt yok mudur?” Ümm-ü Mabed demiş ki: “Bunun vücudunda kan yoktur, nereden süt verecek?” | ||
1.264. satır: | 1.264. satır: | ||
=== Dokuzuncu Misal: === | === Dokuzuncu Misal: === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, bazı zatların başını ve yüzünü mübarek eliyle meshedip dua ettikten sonra, zâhir olan hârikaların çok cüz’iyatından iştihar bulmuş birkaçını numune olarak beyan ediyoruz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, '''bazı zatların başını ve yüzünü mübarek eliyle meshedip dua ettikten sonra, zâhir olan hârikaların''' çok cüz’iyatından iştihar bulmuş birkaçını numune olarak beyan ediyoruz: | ||
'''Birincisi:''' Umeyr İbn-i Sa’d’ın başına elini sürmüş, dua etmiş. Seksen yaşında o adam, o duanın bereketiyle, öldüğü vakit başında beyaz yoktu. | '''Birincisi:''' Umeyr İbn-i Sa’d’ın başına elini sürmüş, dua etmiş. Seksen yaşında o adam, o duanın bereketiyle, öldüğü vakit başında beyaz yoktu. | ||
1.287. satır: | 1.287. satır: | ||
== On Beşinci İşaret == | == On Beşinci İşaret == | ||
Nasıl ki taşlar, ağaçlar, kamer, güneş onu tanıyorlar; birer mu’cizesini göstermekle nübüvvetini tasdik ediyorlar. ''' | Nasıl ki taşlar, ağaçlar, kamer, güneş onu tanıyorlar; birer mu’cizesini göstermekle nübüvvetini tasdik ediyorlar. Öyle de '''hayvanat taifesi, ölüler taifesi, cinler taifesi, melâikeler taifesi''' o Zat-ı Mübarek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyorlar ki onlar, onu tanıdıklarını, her bir taifesi, bazı mu’cizatını göstermekle gösteriyorlar ve nübüvvetinin tasdikini ilan ediyorlar. Şu On Beşinci İşaret’in '''üç şubesi''' var: | ||
=== BİRİNCİ ŞUBESİ === | === BİRİNCİ ŞUBESİ === | ||
Hayvanat cinsi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanıyorlar ve mu’cizatını da izhar ediyorlar. Şu şubenin çok misalleri var. Biz yalnız burada, meşhur ve manevî tevatür derecesinde kat’î olmuş veya muhakkikîn-i eimmenin makbulü olmuş veya ümmet telakki-i bi’l-kabul etmiş olan bir kısım hâdiseleri, numune olarak zikredeceğiz: | '''Hayvanat cinsi,''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanıyorlar ve mu’cizatını da izhar ediyorlar. Şu şubenin çok misalleri var. Biz yalnız burada, meşhur ve manevî tevatür derecesinde kat’î olmuş veya muhakkikîn-i eimmenin makbulü olmuş veya ümmet telakki-i bi’l-kabul etmiş olan bir kısım hâdiseleri, numune olarak zikredeceğiz: | ||
'''Birinci Hâdise:''' Manevî tevatür derecesinde bir şöhretle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Ebubekiri’s-Sıddık ile küffarın takibinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gār-ı Hira’nın kapısında, iki nöbetçi gibi iki güvercin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir. | '''Birinci Hâdise:''' Manevî tevatür derecesinde bir şöhretle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Ebubekiri’s-Sıddık ile küffarın takibinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gār-ı Hira’nın kapısında, iki nöbetçi gibi iki güvercin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir. | ||
1.337. satır: | 1.337. satır: | ||
=== İKİNCİ ŞUBE === | === İKİNCİ ŞUBE === | ||
Cenazelerin ve cinlerin ve melâikelerin, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanımalarıdır. Bunun da çok hâdiseleri var. Numune için şöhret bulmuş ve mevsuk imamlar haber vermiş birkaç numuneyi, evvela cenazelerden göstereceğiz. Amma cin ve melâike ise o mütevatirdir; onların misalleri bir değil, bindir. '''İşte ölülerin konuşması misallerinden:''' | '''Cenazelerin ve cinlerin ve melâikelerin''', Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanımalarıdır. Bunun da çok hâdiseleri var. Numune için şöhret bulmuş ve mevsuk imamlar haber vermiş birkaç numuneyi, evvela cenazelerden göstereceğiz. Amma cin ve melâike ise o mütevatirdir; onların misalleri bir değil, bindir. '''İşte''' ölülerin konuşması '''misallerinden:''' | ||
'''Birincisi şudur ki:''' Ulema-i zâhir ve bâtının, tabiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filane!” dedi. Birden o ölmüş kız لَبَّي۟كَ وَ سَع۟دَي۟كَ dedi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.” | '''Birincisi şudur ki:''' Ulema-i zâhir ve bâtının, tabiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filane!” dedi. Birden o ölmüş kız لَبَّي۟كَ وَ سَع۟دَي۟كَ dedi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.” | ||
1.361. satır: | 1.361. satır: | ||
diyerek bir miktar konuştu. Sonra baktık ki cansız vefat etmiş. | diyerek bir miktar konuştu. Sonra baktık ki cansız vefat etmiş. | ||
İşte cansız cenazeler onun risaletini tasdik etse, canlı olanlar tasdik etmese elbette o cani canlılar, cansızlardan daha cansız ve ölülerden daha ölüdürler. | |||
Amma melâikelerin Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hizmeti ve görünmesi ve cinnîlerin ona iman ve itaati, mütevatirdir. Nass-ı Kur’an ve çok âyâtla musarrahtır. Gazve-i Bedir’de beş bin melâike –nass-ı Kur’an ile– önde, sahabeler gibi ona hizmet edip asker olmuşlar. Hattâ o melekler, melâikeler içinde, Ashab-ı Bedir gibi şeref kazanmışlar. Şu meselede iki cihet var: | '''Amma melâikelerin Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hizmeti ve görünmesi ve cinnîlerin ona iman ve itaati, mütevatirdir.''' Nass-ı Kur’an ve çok âyâtla musarrahtır. Gazve-i Bedir’de beş bin melâike –nass-ı Kur’an ile– önde, sahabeler gibi ona hizmet edip asker olmuşlar. Hattâ o melekler, melâikeler içinde, Ashab-ı Bedir gibi şeref kazanmışlar. Şu meselede '''iki cihet''' var: | ||
'''Birisi:''' Cin ve melâikenin taifeleri, hayvan ve insanın taifeleri gibi vücudları kat’î ve bizimle münasebettar olduğu, Yirmi Dokuzuncu Söz’de iki kere iki dört eder derecesinde bir kat’iyetle ispat etmişiz. Onların ispatını, o Söz’e havale ederiz. | '''Birisi:''' Cin ve melâikenin taifeleri, hayvan ve insanın taifeleri gibi vücudları kat’î ve bizimle münasebettar olduğu, Yirmi Dokuzuncu Söz’de iki kere iki dört eder derecesinde bir kat’iyetle ispat etmişiz. Onların ispatını, o Söz’e havale ederiz. | ||
1.387. satır: | 1.387. satır: | ||
Hem Hazret-i Hamza, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan niyaz etti ki: “Ben Cebrail’i görmek istiyorum.” Kâbe’de ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü. | Hem Hazret-i Hamza, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan niyaz etti ki: “Ben Cebrail’i görmek istiyorum.” Kâbe’de ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü. | ||
Bu çeşit melâikeleri görmek vukuatı çoktur. | Bu çeşit melâikeleri görmek vukuatı çoktur. Bütün bu vukuat, bir nevi mu’cize-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmı gösteriyor ve delâlet ediyor ki onun misbah-ı nübüvvetine melâikeler dahi pervanelerdir. | ||
Cinnîler ise onlar ile görüşmek ve görmek, değil sahabeler, belki avam-ı ümmet dahi çokları ile görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kat’î en sahih haber ile eimme-i hadîs bize diyorlar ki: İbn-i Mesud “Batn-ı Nahl’de ecinnilerin ihtidası gecesinde, ecinnileri gördüm ve Sudan kabilesinden Zut denilen uzun boylu taifeye benzettim, onlara benziyordular.” | '''Cinnîler ise onlar ile görüşmek ve görmek,''' değil sahabeler, belki avam-ı ümmet dahi çokları ile görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kat’î en sahih haber ile eimme-i hadîs bize diyorlar ki: İbn-i Mesud “Batn-ı Nahl’de ecinnilerin ihtidası gecesinde, ecinnileri gördüm ve Sudan kabilesinden Zut denilen uzun boylu taifeye benzettim, onlara benziyordular.” | ||
Hem meşhurdur ve hadîs imamları tahric ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid İbn-i Velid vak’asıdır ki: Uzza denilen sanemi tahrip ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid, bir kılınç ile o cinniyeyi iki parça etti. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, o hâdise için ferman etmiş ki: “Uzza sanemi içinde ona ibadet ediliyordu, daha ona ibadet edilmez.” | Hem meşhurdur ve hadîs imamları tahric ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid İbn-i Velid vak’asıdır ki: Uzza denilen sanemi tahrip ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid, bir kılınç ile o cinniyeyi iki parça etti. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, o hâdise için ferman etmiş ki: “Uzza sanemi içinde ona ibadet ediliyordu, daha ona ibadet edilmez.” | ||
1.400. satır: | 1.400. satır: | ||
=== ÜÇÜNCÜ ŞUBE === | === ÜÇÜNCÜ ŞUBE === | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hıfzı ve ismeti, bir mu’cize-i bâhiredir. وَاللّٰهُ يَع۟صِمُكَ مِنَ النَّاسِ âyet-i kerîmesinin hakikat-i bâhiresi, çok mu’cizatı gösterir. Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir taifeye bir kavme bir kısım ehl-i siyasete veya bir dine; belki umum padişahlara ve umum ehl-i dine tek başıyla meydan okudu. Halbuki onun amcası en büyük düşman ve kavim ve kabilesi düşman iken yirmi üç sene nöbettarsız, tekellüfsüz, muhafazasız ve pek çok defa suikasta maruz kaldığı halde, kemal-i saadetle, rahat döşeğinde vefat edip Mele-i A’lâ’ya çıkmasına kadar hıfz ve ismeti وَاللّٰهُ يَع۟صِمُكَ مِنَ النَّاسِ ne kadar kuvvetli bir hakikati ifade ettiğini ve ne kadar metin bir nokta-i istinad olduğunu, güneş gibi gösterir. Biz yalnız numune için kat’iyet kesbetmiş birkaç hâdiseyi zikredeceğiz: | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın '''hıfzı ve ismeti,''' bir mu’cize-i bâhiredir. وَاللّٰهُ يَع۟صِمُكَ مِنَ النَّاسِ âyet-i kerîmesinin hakikat-i bâhiresi, çok mu’cizatı gösterir. Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir taifeye bir kavme bir kısım ehl-i siyasete veya bir dine; belki umum padişahlara ve umum ehl-i dine tek başıyla meydan okudu. Halbuki onun amcası en büyük düşman ve kavim ve kabilesi düşman iken yirmi üç sene nöbettarsız, tekellüfsüz, muhafazasız ve pek çok defa suikasta maruz kaldığı halde, kemal-i saadetle, rahat döşeğinde vefat edip Mele-i A’lâ’ya çıkmasına kadar hıfz ve ismeti وَاللّٰهُ يَع۟صِمُكَ مِنَ النَّاسِ ne kadar kuvvetli bir hakikati ifade ettiğini ve ne kadar metin bir nokta-i istinad olduğunu, güneş gibi gösterir. Biz yalnız numune için kat’iyet kesbetmiş birkaç hâdiseyi zikredeceğiz: | ||
'''Birinci Hâdise:''' Ehl-i siyer ve hadîs, müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı öldürtmek için kat’î ittifak ettiler. Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için her kabileden lâekall bir adam içinde bulunup iki yüze yakın, Ebucehil ve Ebu Leheb’in taht-ı hükmünde olarak Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hane-i saadetini bastılar. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: “Sen bu gece benim yatağımda yat.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı. Hiçbirisi onu görmedi, içlerinden çıktı, gitti. Gār-ı Hira’da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbettar olup muhafaza ettiler. | '''Birinci Hâdise:''' Ehl-i siyer ve hadîs, müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı öldürtmek için kat’î ittifak ettiler. Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için her kabileden lâekall bir adam içinde bulunup iki yüze yakın, Ebucehil ve Ebu Leheb’in taht-ı hükmünde olarak Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hane-i saadetini bastılar. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: “Sen bu gece benim yatağımda yat.” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı. Hiçbirisi onu görmedi, içlerinden çıktı, gitti. Gār-ı Hira’da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbettar olup muhafaza ettiler. | ||
1.424. satır: | 1.424. satır: | ||
'''Beşinci Hâdise:''' Haber-i sahih ile haber veriliyor ki: Âmir İbn-i Tufeyl ve Erbed İbn-i Kays ikisi ittifak ederek Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına gitmişler. Âmir demiş: “Ben onu meşgul edeceğim, sen onu vuracaksın!” Sonra bakıyor ki bir şey yapmıyor. Gittikten sonra arkadaşına dedi: “Neden vurmadın?” Dedi: “Nasıl vuracağım, ne kadar niyet ettim, bakıyorum ki ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?” | '''Beşinci Hâdise:''' Haber-i sahih ile haber veriliyor ki: Âmir İbn-i Tufeyl ve Erbed İbn-i Kays ikisi ittifak ederek Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına gitmişler. Âmir demiş: “Ben onu meşgul edeceğim, sen onu vuracaksın!” Sonra bakıyor ki bir şey yapmıyor. Gittikten sonra arkadaşına dedi: “Neden vurmadın?” Dedi: “Nasıl vuracağım, ne kadar niyet ettim, bakıyorum ki ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?” | ||
'''Altıncı Hâdise:''' Nakl-i sahih ile haber veriliyor ki: Gazve-i Uhud’da veya Huneyn’de Şeybe İbn-i Osmane’l-Hacebî –ki Hazret-i Hamza, onun hem amcasını hem pederini öldürmüştü– intikamını almak için gizli geldi. Tâ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasından yalın kılınç kaldırdı. Birden kılınç elinden düştü. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona baktı, elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: | '''Altıncı Hâdise:''' Nakl-i sahih ile haber veriliyor ki: Gazve-i Uhud’da veya Huneyn’de Şeybe İbn-i Osmane’l-Hacebî –ki Hazret-i Hamza, onun hem amcasını hem pederini öldürmüştü– intikamını almak için gizli geldi. Tâ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasından yalın kılınç kaldırdı. Birden kılınç elinden düştü. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona baktı, elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: “O dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdı.” İmana geldi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: “Haydi git, harp et!” Şeybe dedi: “Ben gittim, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm önünde harp ettim. Eğer o vakit pederim de rast gelseydi vuracaktım.” | ||
Hem Feth-i Mekke gününde Fedale namında birisi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına vurmak niyetiyle geldi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona bakıp tebessüm etti “Nefsinle ne konuştun?” dedi ve Fedale için taleb-i mağfiret etti. Fedale imana geldi ve dedi ki: “O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı.” | Hem Feth-i Mekke gününde Fedale namında birisi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanına vurmak niyetiyle geldi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ona bakıp tebessüm etti “Nefsinle ne konuştun?” dedi ve Fedale için taleb-i mağfiret etti. Fedale imana geldi ve dedi ki: “O vakit ondan daha ziyade dünyada sevgilim olmazdı.” | ||
1.438. satır: | 1.438. satır: | ||
يَا اَيُّهَا النَّاسُ ان۟صَرِفُوا فَقَد۟ عَصَمَنٖى رَبّٖى عَزَّ وَجَلَّ | يَا اَيُّهَا النَّاسُ ان۟صَرِفُوا فَقَد۟ عَصَمَنٖى رَبّٖى عَزَّ وَجَلَّ | ||
Yani | Yani “Nöbettarlığa lüzum yok, benim Rabb’im beni hıfzediyor.” | ||
İşte şu risale de baştan buraya kadar gösteriyor ki: Şu kâinatın her nev’i her âlemi; Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanır, alâkadardır. Her bir nev-i kâinatta, onun mu’cizatı görünüyor. Demek, o Zat-ı Ahmediye (asm) Cenab-ı Hakk’ın –fakat kâinatın Hâlık’ı itibarıyla ve bütün mahlukatın Rabb’i unvanıyla– memurudur ve resulüdür. | |||
Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu her bir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer mesela, yalnız adliye müfettişi olsa o vakit adliye dairesiyle münasebettar olur. Başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa mülkiye dairesi onu bilmez. | Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu her bir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer mesela, yalnız adliye müfettişi olsa o vakit adliye dairesiyle münasebettar olur. Başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa mülkiye dairesi onu bilmez. | ||
1.447. satır: | 1.447. satır: | ||
== On Altıncı İşaret == | == On Altıncı İşaret == | ||
İrhasat denilen, bi’set-i nübüvvetten evvel fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen hârikalar dahi delail-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır: | '''İrhasat''' denilen, bi’set-i nübüvvetten evvel fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen hârikalar dahi delail-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır: | ||
=== BİRİNCİ KISIM === | === BİRİNCİ KISIM === |
düzenleme