İçeriğe atla

Yirmi İkinci Söz/en: Revizyonlar arasındaki fark

Kaynak sayfanın yeni sürümü ile eşleme için güncelleniyor
("And look! Every sort of these woven, manufactured goods is found in every part of the country; they have spread with all their fellows, and are being made and woven together and one within the other, in the same way, at the same instant. That means they are the work of the same person and the same act through a single command, otherwise their correspondence and conformity at the same instant, in the same fashion, of the same sort, would be impossible. In..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
(Kaynak sayfanın yeni sürümü ile eşleme için güncelleniyor)
 
(Bir diğer kullanıcıdan 146 ara revizyon gösterilmiyor)
1. satır: 1. satır:
<languages/>
<languages/>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is two parts.
'''İki makamdır.'''
</div>


<span id="BİRİNCİ_MAKAM"></span>
<span id="BİRİNCİ_MAKAM"></span>
94. satır: 92. satır:
And look! Every sort of these woven, manufactured goods is found in every part of the country; they have spread with all their fellows, and are being made and woven together and one within the other, in the same way, at the same instant. That means they are the work of the same person and the same act through a single command, otherwise their correspondence and conformity at the same instant, in the same fashion, of the same sort, would be impossible. In which case, each of these skilfully fashioned things is like a proclamation of that hidden one which points to him.
And look! Every sort of these woven, manufactured goods is found in every part of the country; they have spread with all their fellows, and are being made and woven together and one within the other, in the same way, at the same instant. That means they are the work of the same person and the same act through a single command, otherwise their correspondence and conformity at the same instant, in the same fashion, of the same sort, would be impossible. In which case, each of these skilfully fashioned things is like a proclamation of that hidden one which points to him.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As if each sort of flowered material, each ingenious machine, each sweet  mouthful, is a stamp of that  miracle-displaying person; a stamp of his, a mark, a decoration; each says through the tongue of disposition: “Whose-ever work of  art  I am, the boxes and shops where I am found are also his property.” Each inscription says: “Whoever wove me also wove the roll of cloth of which I  am a  part.” Every sweet  mouthful says: “Whoever  makes me  and cooks  me, the cauldron in which I am is also his.” And every machine says: “Whoever made me, also makes all those like me who have spread throughout the land, and the one who raises us in every part of it, is also he. That means he is also the country’s owner. In which case, whoever the owner of all this country and palace is, he may be our owner too.” For example, in order to be the true owner of a single cartridge-belt or even a button belonging to the government, one also has to own all the factories in which they are made. If a bragging irregular soldier claims otherwise, he will be told: “They are government property.” And they will be taken from him, and he will be punished.
Güya her bir çiçekli kumaş, her bir sanatlı makine, her bir tatlı lokma; o mu’ciz-nüma zatın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde. Lisan-ı hal ile her birisi der: “Ben kimin sanatıyım, bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür.” Ve her bir nakış der: “Beni kim dokudu ise bulunduğum top da onun dokumasıdır.” Her bir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa bulunduğum kazan dahi onundur.” Her bir makine der: “Beni kim yapmış ise memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren odur. Demek, memleketin mâliki de odur. Öyle ise bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” Mesela, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut bir tek düğmeye mâlik olmak için onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki onlara hakiki mâlik olsun. Yoksa o boşboğaz başıbozuktan “Mîrî malıdır.” diye elinden alınıp tecziye edilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' Just as the elements in this country all surround and encompass it, and their owner can only be one who owns the whole country, in the same way, since the works of art that  are spread throughout it resemble one another and display a single stamp, they show that they are the art of a single person who governs everything.
Elhasıl, nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de bütün memlekete mâlik bir tek zat olabilir. Öyle de bütün memlekette intişar eden sanatlar, birbirine benzediği ve bir tek sikke izhar ettikleri için bütün memleket yüzünde intişar eden masnular, her bir şeye hükmeden tek bir zatın sanatları olduğunu gösteriyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And so, my friend! There is a sign of oneness, a stamp of unity, in this country, that is, this magnificent palace. For while being the same, certain things are all-encompassing. And while being numerous, some display a unity or similarity, since they resemble one another and are found everywhere. As for unity, it shows One of Unity. That means that its maker, owner, lord, and fashioner has to be  one  and the same.
İşte ey arkadaş! Madem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken ihatası var. Bir kısım, müteaddid ise –fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu için– bir vahdet-i neviye gösteriyor. Vahdet ise bir vâhidi gösterir. Demek ustası da mâliki de sahibi de sâni’i de bir olmak lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In addition, look carefully at this: from behind the veil of the unseen a thickish string has appeared.(*<ref>*The thickish string alludes to fruit-bearing trees, the thousands of strings, to their branch-es, and the diamonds, decorations, favours, and gifts, to the varieties of blossoms and fruits.</ref>)Now look, thousands of strings have hung down from it. And see the tips of the  strings: a diamond, a decoration, a favour, a gift has been attached to each. Suitable presents are being  given to everyone. Do you know what a lunatic action it is not to recognize or thank  the  one  who  stretches  out  from  behind  the  strange  veil  of  the  unseen  such wondrous favours and gifts. Because if you do not recognize him, you will be compelled to say: “These strings are making the diamonds and other gifts on their tips themselves and offering them.” Then you have to  attribute to each string the meaning of a king. Whereas before our eyes an unseen hand is making the strings too, and attaching the gifts to them.
Bununla beraber sen buna dikkat et ki bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise dallarına ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise çiçeklerin aksamına ve meyvelerin envaına işarettir. </ref>). Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Her bir ipin başına bak, birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki böyle garib bir gayb perdesinden, böyle acib ihsanatı, hedâyâyı şu mahluklara uzatan zatı tanımamak, ona teşekkür etmemek, ne kadar divanece bir harekettir? Çünkü onu tanımazsan bilmecburiye diyeceksin ki: “Bu ipler; uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.” O vakit her ipe bir padişahlık manasını vermek lâzım gelir. Halbuki gözümüzün önünde bir dest-i gaybî, o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means, everything in this palace points to that miracle-displaying one rather than to themselves. If you  do not recognize  him, through denying them, you fall a hundred times lower than an animal.
Demek, bütün bu sarayda her şey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciz-nüma zatı gösteriyor. Onu tanımazsan bütün bu şeyleri inkâr etmekle hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DOKUZUNCU_BÜRHAN"></span>
=== DOKUZUNCU BÜRHAN ===
===NINTH PROOF===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Come, my unreasoning friend! You do not recognize this palace’s owner, and you do not want to  recognize him because you deem his existence unlikely. You deviate into denial because you cannot  comprehend with your narrow brain his wondrous arts and acts. Whereas the true unlikelihood, real difficulties, hardships, and awesome trouble lie in not recognizing him.
Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun. Çünkü istib’ad ediyorsun. Onun acib sanatlarını ve hâlâtını, akla sığıştıramadığından inkâra sapıyorsun. Halbuki asıl istib’ad, asıl müşkülat ve hakiki suubetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For if we recognize him, this whole palace, this world, becomes as easy, as trouble-free as a single thing; it becomes the means to  the  abundance and plenty around us.
Çünkü onu tanısak bütün bu saray, bu âlem bir tek şey gibi kolay gelir, rahat olur; bu ortadaki ucuzluk ve mebzuliyete medar olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If we do not recognize him and he does not exist, then  everything becomes as difficult as this whole palace, because everything is as skilfully made as the palace. Then neither the abundance nor the plenty would remain. Indeed, not one of these things which we see would pass to anyone’s hand, let alone ours. Look at just the jar of conserve attached to this string.(*<ref>*The jar of conserve indicates the gifts of Divine mercy like melons, water melons, pomegranates, and coconuts, which are the conserves of Divine power, and like tins of milk.</ref>) If it had not emerged from his hidden, miracle-displaying kitchen, we could not have bought it for a hundred liras, although we buy it now for forty para.(*<ref>*1 Para = 1/40th of a kurush; 100 kurush = 1 lira.</ref>)
Eğer tanımazsak ve o olmazsa o vakit her bir şey, bütün bu saray kadar müşkülatlı olur. Çünkü her şey, bu saray kadar sanatlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzuliyet kalır. Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi. Sen, yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Konserve kutusu; kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu Hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir. </ref>). Eğer onun gizli matbaha-i mu’ciz-nümasından çıkmasa idi, şimdi kırk para ile aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, all unlikelihood, difficulty, trouble, arduousness, indeed, impossibility, lies in not recognizing  him. For a tree is given life from one root, through one law, in one centre, and the formation of thousands of fruits is as easy as one fruit. But if the fruits were tied to different centres and roots, and different laws, each fruit would be as difficult to produce as the tree.
Evet, bütün istib’ad, müşkülat, suubet, helâket belki muhaliyet, onu tanımamaktadır. Çünkü nasıl bir ağaca bir kökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor. Binler meyvelerin teşekkülü, bir meyve gibi suhulet peyda eder. Eğer o ağacın meyveleri, ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla rabtedilse her bir meyve bütün ağaç kadar müşkülatlı olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And if the equipping of an entire army is in one centre, through one law, and from one factory, as regards quantity it is as easy as  equipping a single soldier. While if each soldier is equipped from all different places, then to equip  one soldier there would have to be as many factories as for the entire army.
Hem nasıl bütün ordunun teçhizatı bir merkezde, bir kanunda, bir fabrikadan çıksa kemiyetçe bir neferin teçhizatı kadar kolaylaşır. Eğer her bir neferin ayrı ayrı yerlerde teçhizatı yapılsa, alınsa her bir neferin teçhizatı için bütün ordunun teçhizatına lâzım fabrikalar bulunması lâzımdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just like these two examples, if, in this well-ordered palace, this fine town, this advanced country, this magnificent world, the creation of all things is attributed to a single being, it  becomes so easy, so light, it is the reason for the infinite abundance, availability, and munificence we see. Otherwise everything would become so expensive, so difficult, that if the whole world was given to someone, they could not obtain them.
Aynen bu iki misal gibi şu muntazam sarayda, şu mükemmel şehirde, şu müterakki memlekette, şu muhteşem âlemde, bütün bu şeylerin icadı bir tek zata verildiği vakit; o kadar kolay olur, o kadar hiffet peyda eder ki gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzuliyete ve sehavete sebebiyet verir. Yoksa her şey o kadar pahalı, o kadar müşkülatlı olacak ki dünya verilse birisi elde edilemez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ONUNCU_BÜRHAN"></span>
=== ONUNCU BÜRHAN ===
===TENTH PROOF===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Come, my friend, who has come a little to his senses! We have been here fifteen days(*<ref>*Fifteen days indicates the age of fifteen, the age of discretion. (See, Bukhari, iii, 232.)</ref>)
Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! On beş gündür (Hâşiye-1<ref>'''Hâşiye-1:''' On beş gün, sinn-i teklif olan on beş seneye işarettir. </ref>) biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak cezaya müstahak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira on beş gün güya bize mühlet verilmiş gibi bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz. Bu derece nazik sanatlı, mizanlı, letafetli, ibretli masnular içinde hayvan gibi gezip bozamayız, bize bozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir.
now. If we do not know the regulations of this world and do not recognize its king, we shall deserve punishment. We have no excuse, because for fifteen days, as though given a respite, they did not interfere with us. Of course we have not just been left to our own devices. We cannot wander around among these delicate, well-balanced, subtle, skilfully made and instructive creatures like an animal and spoil them; they would  not permit us to harm them. The penalties of this country’s august king are bound to be
</div>
awesome.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You can understand how powerful and majestic he is from the way he orders this huge world  as though it was a palace, and makes it revolve like a machine. He administers this large country like a house, missing nothing. See, like filling a container and emptying it, he continuously fills this palace, this country, this town, with perfect order, and empties it with perfect wisdom. Like spreading out a  table then clearing it away, varieties of foods are brought in turn and given to eat in the form of a great variety of tables(*<ref>*The tables indicate the face of the earth in summer, during which hundreds of tables of the Most Merciful emerge fresh and different from the kitchens of mercy. Every garden is a cauldron, every tree, a tray-bearer.</ref>)
O zat ne kadar kudretli, haşmetli bir zat olduğunu şununla anlayınız ki şu koca âlemi, bir saray gibi tanzim ediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi, bir hane gibi hiçbir şey noksan bırakmayarak idare ediyor. İşte bak, vakit be-vakit bir kabı doldurup boşaltmak gibi; şu sarayı, şu memleketi, şu şehri kemal-i intizamla doldurup kemal-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi koca memleketi baştan başa, çeşit çeşit sofralar (Hâşiye-2<ref>'''Hâşiye-2:''' Sofralar ise yazda zeminin yüzüne işarettir ki yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmanî sofralar serilir, değişirler. Her bir bostan bir kazan, her bir ağaç bir tablacıdır. </ref>) bir dest-i gaybî tarafından kaldırır, indirir tarzında mütenevvi yemekleri sıra ile getirip yedirir. Onu kaldırıp başkasını getirir. Sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki o dehşetli haşmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var.
being laid out by an unseen hand in every part of his vast country, and then being  cleared away. The unseen hand clears away one, then brings another in its place. You see this too, and  if you use your head, you will understand that within that awesome majesty is an infinitely munificent liberality.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And see, just as all these things testify to that unseen one’s sovereignty and unity, so too these  revolutions and changes which pass on in succession like caravans and are opened and closed from behind that true veil, testify to his continuance and permanence. For  the  causes  of things  disappear  along  with  them. Whereas the  things  which we attribute to them, which follow on after them, are repeated. That means those works are not theirs, but the works of one who does not perish.
Hem de bak ki o gaybî zatın saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi öyle de kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakiki perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılablar, bu tahavvülatlar; o zatın devamına, bekasına şehadet eder. Çünkü zeval bulan eşya ile beraber esbabları dahi kayboluyor. Halbuki onların arkasından onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor. Demek, o eserler, onların değilmiş; belki zevalsiz birinin eserleri imiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is understood from the the bubbles on the surface of a river disappearing and the bubbles which succeed them sparkling in the same way that what makes them sparkle is a constant and elevated possessor of light. Similarly, the  speedy  changing  of  things  and  the  things  that  follow  on  after  them assuming the same colours shows that they are the manifestations, inscriptions, mirrors, and works of art of one who is perpetual, undying, and single.
Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de bu işlerin süratle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki zevalsiz daimî bir tek zatın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, sanatlarıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_BİRİNCİ_BÜRHAN"></span>
=== ON BİRİNCİ BÜRHAN ===
===ELEVENTH PROOF===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Come, my friend! Now I shall show you a decisive proof as powerful as the ten previous ones. We shall board a boat,(*<ref>*The ship indicates history, and the peninsula, the Era of Bliss or Age of the Prophet (PBUH). Through casting off the dress of this low civilization on its dark shore, entering the seas of time, boarding the ship of history and alighting at the Arabian Peninsula and Era of Bliss, and visiting the Glory of the
Gel, ey arkadaş! Şimdi sana geçmiş olan on bürhan kuvvetinde kat’î bir bürhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz; (Hâşiye-1<ref>'''Hâşiye-1:''' Gemi, tarihe ve cezire ise asr-ı saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde, mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine binip, asr-ı saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arap meydanına çıkıp Fahr-i Âlem’i (asm) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki o zat o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir ki zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalalet zulümatını dağıtmıştır. </ref>) şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan bir şeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.
World (PBUH) at his duties, we know that he is a proof of Divine Unity so brilliant that he illuminates the entire globe and the two faces of the past and the future, and disperses the darkness of unbelief and misguidance.</ref>) and sail to a peninsula, far away. For the key to this riddle-filled world will be there. Moreover, everyone is looking to that peninsula and awaiting something from it; they are receiving orders from there.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
See, we are going there. Now we have arrived and have alighted on the peninsula. There is a vast gathering, a great concourse, as though all the important people of the country have gathered there. Look carefully, this great community has a leader. Come, we shall draw closer; we must become acquainted with him.
İşte bak, gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak, pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Look!  What  brilliant decorations he  has, more than a thousand of them.(*<ref>*The thousand decorations are the miracles of Muhammad (PBUH), which according to those who have investigated them, reach nearly a thousand. (Bayhaqi, Dala’il, i, 10.)</ref>)
İşte bak, ne kadar parlak ve binden (Hâşiye-2<ref>'''Hâşiye-2:''' Bin nişan ise ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizat-ı Ahmediyedir (asm). </ref>) ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu on beş gün zarfında, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim. Sen de benden öğren. Bak o zat, şu memleketin mu’ciz-nüma sultanından bahsediyor. O sultan-ı zîşan, beni sizlere gönderdi söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki bu zat o padişahın bir memur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki bu zatın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahluklar dinliyorlar, belki hârikulâde suretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünkü uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor, belki hayvanlar da hattâ bak dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar, ondan âb-ı hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde mühim lamba, (Hâşiye-1<ref>'''Hâşiye-1:''' Mühim lamba Kamer’dir ki onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani Mevlana Câmî’nin dediği gibi “Hiç yazı yazmayan o ümmi zat, parmak kalemiyle sahife-i semavîde bir elif yazmış, bir kırkı iki elli yapmış.” Yani şaktan evvel, kırk olan mime benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nuna benzedi. </ref>) onun işaretiyle, bir iken ikileşiyor.
How powerfully he speaks! How  pleasant is his conversation! In these two weeks I have learnt a little of what he says. You learn them from me. See, he is speaking of this country’s miracle-displaying king. He is saying that the glorious king sent him to us.And he is displaying such wonders that they leave no doubt that he is his special envoy. Look carefully, it is not only the creatures on this peninsula that are listening to what he says;  he  is  making  the  whole  country  hear  in  wondrous  fashion. For  near  and  far everyone is trying to hear the speech here. It is  not only humans that are listening, animals are listening too. Look, even the mountains are listening to  the commands he brought so that they are stirring in their places, and the trees, too, move to the place that he indicates. He brings forth water from wherever he wishes. He even makes his fingers like a Spring of Kawthar, and gives to drink from them. Look, at his sign, an important lamp(*<ref>*The important lamp is the moon, which split into two halves at his indication. That is, as Mawlana
</div>
Jami said: “With the pen of his finger, that unlettered one who knew no writing, wrote an alif on the page of the skies and made one forty, two fifties.” That is, before it split, the moon resembled m  m, the value of which is forty; and after splitting it became two crescents, and resembled two nu\ns, the value of which is fifty.</ref>) in the dome of this palace splits into two.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means this country together with all its beings recognizes that he is an official and envoy. They heed and obey him, as though knowing that he is the most eminent and true interpreter of an unseen displayer of miracles,  and  the  herald  of  his  dominicality, the  discloser  of  his  talisman, and  a trustworthy envoy delivering  his commands.
Demek, bu memleket bütün mevcudatıyla onun memuriyetini tanıyor. Onu, gaybî bir zat-ı mu’ciz-nümanın en has ve doğru bir tercümanıdır, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşafı ve evamirinin tebliğine emin bir elçisi olduğunu biliyor gibi onu dinleyip itaat ediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
All those with intelligence around  him declare: “Yes, that is right!about everything he says, and affirm it. Indeed, through
İşte bu zatın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar: “Evet, evet doğrudur.derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük nur lambası, (Hâşiye-2<ref>'''Hâşiye-2:''' Büyük bir nur lambası Güneştir ki Arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden Güneşin görünmesi, kucağında Peygamber’in (asm) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (ra) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edaen kılmış. </ref>) o zatın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle, “Evet, evet her dediğin doğrudur.derler.
submitting to his signs and commands, the mountains and trees in this country and the huge light(*<ref>*The huge light is the sun; when it reappeared from the East on the earth’s revolving backwards, Imam ‘Ali (May God be pleased with him), who had been unable to perform the prayers since the Prophet (PBUH) was sleeping in his arms, due to this miracle, was able to perform the prayers on time. (See, Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 240; Suyuti, al-Khasa’is al-Kubra, ii, 342.)</ref>) that illuminates it, say: “Yes, yes, everything you say is true!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
My foolish friend! Could there be any contradiction or deception concerning the miracle-displaying king about whom this most luminous, magnificent, and serious being, who bears a thousand decorations particular to the king’s own treasury, is speaking with all  his  strength,  confirmed  by all the country’s  notables, and concerning the  king’s attributes which he mentions, and the commands which he relays? If there is anything contrary to the truth in these things, it will be necessary to deny this palace, these lamps, this community, both their reality and their existence. If you can, raise any objections against these; but you will see that they will be smashed by the power of the proof, and
İşte ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hâssasına mahsus bin nişan taşıyan şu nurani ve muhteşem ve pek ciddi zatın bütün kuvvetiyle bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir Zat-ı Mu’ciz-nümadan ve zikrettiği evsafından ve tebliğ ettiği evamirinde, hiçbir vecihle hilaf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilaf-ı hakikat kabilse; şu sarayı, şu lambaları, şu cemaati hem vücudlarını hem hakikatlerini tekzip etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat. Gör, nasıl parmağın bürhan kuvvetiyle kırılıp senin gözüne sokulacak.
flung back at you.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_İKİNCİ_BÜRHAN"></span>
=== ON İKİNCİ BÜRHAN ===
===TWELFTH PROOF===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Come, my brother, who has come to his senses a little! I shall show you a further proof of the  strength of all the eleven preceding proofs. See this luminous Decree,(*<ref>*The luminous Decree refers to the Qur’an, and the seal on it, to its miraculousness.</ref>) which descends from above and which everyone looks on in rapt  attention out of either wonder or veneration. The one with the thousand decorations has stopped by it and is explaining its meaning to everyone.
Gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün on bir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceğim. İşte bak, yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemal-i dikkatle bakan, şu nurani fermana (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Nurani ferman Kur’an’a ve üstündeki turra ise i’cazına işarettir. </ref>) bak. O bin nişanlı zat, onun yanına durmuş, o fermanın mealini umuma beyan ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The styles of the Decree so shine they attract  everyone’s appreciative gaze, and it speaks of matters so important and serious that everyone is compelled to give ear to them. For it describes all the qualities, acts, commands, and attributes of the one who governs this whole land, who made this palace, and exhibits these wonders. Just as there is a  mighty  stamp on the Decree as a whole, look! there is an inimitable seal on every line and every sentence, and, moreover, the meanings, truths, commands, and instances of wisdom it states are seen to be in a style particular to him, thus bearing the meaning of a stamp.
İşte şu fermanın üslupları öyle bir tarzda parlıyor ki herkesin nazar-ı istihsanını celbediyor ve öyle ciddi, ehemmiyetli meseleleri zikrediyor ki herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünkü bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayı yapan ve bu acayibi izhar eden zatın şuunatını, ef’alini, evamirini, evsafını birer birer beyan ediyor. O fermanın heyet-i umumiyesinde bir turra-i a’zam olduğu gibi bak her bir satırında, her bir cümlesinde taklit edilmez bir turra olduğu misillü, ifade ettiği manalar, hakikatler, emirler, hikmetler üstünde dahi o zata mahsus birer manevî hâtem hükmünde ona has bir tarz görünüyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' The Supreme Decree shows the Supreme Being as clearly as the sun, so that anyone who is not blind can see it.
'''Elhasıl''', o ferman-ı a’zam, güneş gibi o zat-ı a’zamı gösterir; kör olmayan görür.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
My friend! If you have come to your senses, this is enough for now. If you have something to say, say it.
İşte ey arkadaş! Aklın başına gelmiş ise bu kadar kâfi. Eğer bir sözün varsa şimdi söyle.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In reply, the obstinate man said: “I can only say this in the face of these proofs of yours: All praise be to God for I have come to believe. And I believe in a way bright as the sun and clear as daylight that this country has a single King of Perfection, this world, a Single Glorious Owner, this palace, a Single Beauteous Maker. May God be pleased with you, for you have saved me from my former obstinacy and foolishness. Each of the proofs  you  showed  was  sufficient  to  demonstrate the  truth. But  because  with  each successive proof, clearer, pleasanter, more agreeable, more luminous,  finer levels of knowledge, veils in acquaintanceship, and windows of love were opened and revealed, I waited and listened.”
O inatçı adam cevaben dedi ki: “Ben, senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim, Elhamdülillah inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi aydın bir tarzda inandım ki şu memleketin tek bir mâlik-i zülkemali, şu âlemin tek bir sahib-i zülcelali, şu sarayın tek bir sâni’-i zülcemali bulunduğunu kabul ettim. Allah senden razı olsun ki beni eski inadımdan ve divaneliğimden kurtardın. Getirdiğin bürhanların her birisi tek başıyla bu hakikati göstermeye kâfi idi. Fakat her bir bürhan geldikçe daha revnaktar daha şirin daha hoş daha nurani daha güzel marifet tabakaları, tanımak perdeleri, muhabbet pencereleri açıldığı için bekledim, dinledim.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The story in the form of a comparison indicating the mighty truth of Divine unity and belief in God  has reached its conclusion. Through the grace of the Most Merciful, the effulgence of the Qur’an, and the light of belief, we shall now set out twelve ‘Flashes’ and an Introduction from the sun of true Divine unity corresponding to the twelve proofs in the story.
Tevhidin hakikat-i uzmasına ve “âmentü billah” imanına işaret eden hikâye-i temsiliye tamam oldu. Fazl-ı Rahman, feyz-i Kur’an, nur-u iman sayesinde tevhid-i hakikinin güneşinden, hikâye-i temsiliyedeki on iki bürhana mukabil, on iki lem’a ile bir mukaddimeyi göstereceğiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Success and Guidance are from God alone.
وَ مِنَ اللّٰهِ التَّو۟فٖيقُ وَ ال۟هِدَايَةُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="YİRMİ_İKİNCİ_SÖZ’ÜN_İKİNCİ_MAKAMI"></span>
== YİRMİ İKİNCİ SÖZ’ÜN İKİNCİ MAKAMI ==
==The Second Station of the Twenty-Second Word==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the Name of God, the Merciful, the Compassionate.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
God is the Creator of all things, and He is the Guardian and Disposer of all affairs. * To Him belong the keys of the heavens and the earth.(*<ref>*Qur’an, 39:62.</ref>) So glory to Him in Whose hands is the sovereignty of all things, and to Him will you all be brought  back.(*<ref>*Qur’an, 36:83.</ref>) And there is not a  thing but  its [sources and] treasures [inexhaustible]  are  with  Us;  but  We  only  send  down  thereof  in  due  and ascertainable measures.(*<ref>*Qur’an, 15:21.</ref>) There is not a moving creature, but He has grasp of its forelock. Verily it is my Sustainer that is on a Straight Path.(*<ref>*Qur’an, 11:56.</ref>)
اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَى۟ءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ وَكٖيلٌ ۝ لَهُ مَقَالٖيدُ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ ۝ فَسُب۟حَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَى۟ءٍ وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ ۝ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا عِن۟دَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَع۟لُومٍ ۝ مَا مِن۟ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Introduction'''
'''MUKADDİME'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In my treatise entitled Katre, which is about belief in God, the principal pole of the pillars of belief, I explained in brief the evidence to Almighty God’s existence and unity given by all beings through fifty-five tongues. Also, in the treatise Nokta, I mentioned four universal proofs out of the evidences of Almighty God’s existence and unity each of which has the strength of a thousand proofs. Moreover, since I have discussed in around twelve of my Arabic treatises hundreds of decisive proofs demonstrating Almighty God’s necessary existence and unity, I shall be content with those and not now undertake any profound investigations. Only, I shall try to explain in this Twenty-Second Word, twelve
Erkân-ı imaniyenin kutb-u a’zamı olan iman-ı billaha dair Katre Risalesi’nde, şu mevcudatın her birisi, elli beş lisanla Cenab-ı Hakk’ın vücub-u vücuduna ve vahdaniyetine delâlet ve şehadetlerini icmalen beyan etmişiz. Hem Nokta Risalesi’nde, Cenab-ı Hakk’ın delail-i vücub ve vahdaniyetinden, her birisi bin bürhan kuvvetinde dört bürhan-ı küllî zikretmişiz. Hem on iki kadar Arabî risalelerimde, Cenab-ı Hakk’ın vücub-u vücudunu ve vahdaniyetini gösteren yüzler kat’î bürhanları zikrettiğimizden, şimdi onlara iktifaen derin tetkikata girişmeyeceğiz. Yalnız şu Yirmi İkinci Söz’de Risaletü’n-Nur’da icmalen yazdığım '''on iki lem’a'''yı, iman-ı billah güneşinden göstermeye çalışacağız.
‘Flashes’ from the sun of belief in God which I have written briefly in other places in the Risale-i Nur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BİRİNCİ_LEM’A"></span>
=== BİRİNCİ LEM’A ===
===FIRST FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The affirmation of Divine unity is of two sorts. For example, if the goods of a rich man arrive in a market or a town, there are two ways in which one may know they are his. One is briefly and simply, as with ordinary people, which is: “No one apart from him is capable of owning this vast amount of goods.” But when under the supervision of a common man such as that, much of it may be stolen. Many others may claim ownership of parts of it. The second sort  is this: through reading his writing on every packet, recognizing his signature on every roll, and seeing his seal on every bill, the man declares: “Everything belongs to that person.” Here, everything in effect shows the important man.
Tevhid iki kısımdır. Mesela, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zatın mütenevvi malları gelse iki çeşitle onun malı olduğu bilinir. '''Biri'''; icmalî, âmiyanedir ki “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.” Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir. '''İkinci çeşit odur ki''' her denk üzerinde yazıyı okur, her bir top üstünde turrayı tanır, her bir ilan üstünde mührünü bilir bir surette “Her şey o zatındır.” der. İşte şu halde her bir şey, o zatı manen gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, the affirmation of Divine unity is of two sorts:
Aynen öyle de tevhid dahi iki çeşittir:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''One''' is  the  superficial  and  common  affirmation  of  Divine  unity  which  says: “Almighty God is One, He has no partner or like. This universe is His.”
'''Biri:''' Tevhid-i âmî ve zâhirîdir ki “Cenab-ı Hak birdir, şeriki naziri yoktur, bu kâinat onundur.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The  Second''' is  the  true  affirmation  of  Divine  unity  which, through  seeing  on everything the stamp of His power, the seal of His dominicality, and the inscriptions of His pen, is to open a window directly onto His light from everything and to confirm and believe with almost the certainty of seeing it that everything emerges from the hand of His power and that in no way has He any partner or assistant in His Godhead or in His dominicality or in His sovereignty, and thus to attain to a sort of perpetual awareness of the Divine presence. In this Word, we shall mention rays demonstrating  this pure and elevated true affirmation of Divine unity.
'''İkincisi:''' Tevhid-i hakikidir ki her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya her şeyden onun nuruna karşı bir pencere açıp onun birliğine ve her şey onun dest-i kudretinden çıktığına ve uluhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şeriki ve muîni olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir. Biz dahi şu Söz’de, o hâlis ve âlî tevhid-i hakikiyi gösterecek şuâları zikredeceğiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''A Reminder within the First Point: '''
'''Birinci nükte içinde bir ihtar'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O heedless worshipper of causes! Causes are a veil; for Divine dignity and grandeur require them to be thus. But that which acts and performs matters is the power of the Eternally Besought One; for Divine unity and glory require it to be thus, and necessitate their independence. The officials of the Pre-Eternal Monarch are not executives of the sovereignty of dominicality, they are the heralds of His sovereignty and the observers and superintendents of His dominicality. Their purpose is to make known the dignity of power and majesty of dominicality, so that power should not be seen to be associated with base and lowly matters. Not like a human king, tainted by impotence and indigence, who therefore takes officials as partners.
Ey esbab-perest gafil! Esbab, bir perdedir. Çünkü izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedaniyedir. Çünkü tevhid ve celal öyle ister ve istiklali iktiza eder. Sultan-ı Ezelî’nin memurları, saltanat-ı rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o rububiyetin temaşager nâzırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vasıtalar; kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar içindir. Tâ umûr-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi acz ve ihtiyaç için memurları şerik-i saltanat etmiş değildir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, causes have been placed so that the dignity of power may be preserved in the superficial view of the mind. For like the two faces of a mirror, everything has an outer face that looks to this manifest world, which resembles the mirror’s coloured face and may reflect various colours and states, and an inner face which looks to its Maker, which resembles the mirror’s shining face. In the outer face which looks to the  manifest world may be states incompatible with the dignity and perfection of the Eternally Besought  One’s power, so causes have been put to be both the source and the means of those states. But in the inner face, that of reality, which looks to their Creator, everything is transparent and beautiful; it is fitting that power should itself be associated with it. It is not incompatible with its dignity; therefore, causes are purely apparent and in the inner face of things and in reality have no true effect.
Demek esbab vaz’edilmiş, tâ aklın nazar-ı zâhirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira âyinenin iki vechi gibi her şeyin bir “mülk” ciheti var ki âyinenin mülevven yüzüne benzer. Muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri “melekût”tur ki âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zâhir vechinde, kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemaline münafî hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci hem medar olmak için vaz’edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat canibinde her şey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzat mübaşeretine münasiptir, izzetine münafî değildir. Onun için esbab sırf zâhirîdir, melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikileri yoktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A further instance of wisdom in apparent causes is this: causes have been put so that unjust  complaints and baseless objections should be directed at them and not at the Absolutely Just One. For the faults arise from them, from their incapacity and lack of ability. A comparison is narrated which is in the form of a subtle example illustrating this mystery:
Hem esbab-ı zâhiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki haksız şekvaları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlak’a tevcih etmemek için o şekvalara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz’edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i latîf suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Angel Azra’il (Peace be upon him) said to Almighty God: “Your servants will complain about me while I am carrying out my duty of taking possession of the spirits of the dying; they will be resentful towards me.” So Almighty God said to him through the tongue of wisdom: “I shall leave the veil of disasters and illnesses between you and my servants so that the complaints will be directed at them, and they will not be indignant at you.”(*<ref>*Suyuti, al-Durr al-Manthur, v, 173-4.</ref>)
Hazret-i Azrail aleyhisselâm, Cenab-ı Hakk’a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler, benden küsecekler.” Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibadımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So  see, illnesses are a  veil; what  are  imagined to  be  the  bad  things at  the appointed hour are attributed to them, and what are in reality the good things in the spirits of the dying being seized are attributed to Azra’il (PBH) and his duty. Azra’il is also a veil; he is a supervisor of that duty and a veil to Divine power so that certain conditions when  spirits  are  seized  which  are  apparently  unkind  and  are  inappropriate  to  the perfection of mercy be attributed to him.
İşte bak, nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlahiyeye bir perdedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, dignity and grandeur demand that causes are a veil to the hand of power in the view of the mind, while Divine unity and glory demand that causes withdraw their hands and have no true effect.
Evet, izzet ve azamet ister ki esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celal ister ki esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İKİNCİ_LEM’A"></span>
=== İKİNCİ LEM’A ===
===SECOND FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Look at this garden of the universe, this orchard of the earth; look carefully at the beautiful face  of  the heavens gilded with stars! You will see that on all the artefacts spread out and scattered over them are stamps particular to the Creator of All Things, and on all creatures are seals special to the Maker of All Things, and on the levels of being written on the pages of night and day, and summer and winter, all published by the pen of power, are inimitable, illustrious signatures of an All-Glorious Maker, an All-Beauteous Creator. We shall now mention a few of those stamps, seals, and signatures by way of example:
Bak şu kâinat bostanına, şu zeminin bağına, şu semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et! Göreceksin ki bir Sâni’-i Zülcelal’in, bir Fâtır-ı Zülcemal’in o serilmiş ve serpilmiş masnuattan her bir masnû üstünde Hâlık-ı külli şey’e mahsus bir sikkesi ve her bir mahluku üstünde Sâni’-i külli şey’e has bir hâtemi ve kalem-i kudretin birer menşuru olan sahaif-i leyl ve nehar, yaz ve baharda yazılan tabakat-ı mevcudat üstünde taklit kabul etmez bir turra-i garrası vardır. Şimdi o sikkelerden, o hâtemlerden, o turralardan numune olarak birkaçını zikredeceğiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, of the innumerable stamps, consider this one out of many placed on life: “He makes everything out of one thing and makes one thing out of everything.” For He makes the innumerable members and systems of animals out of a fluid and also out of simple water which is drunk. Thus, to make one thing everything is surely the work of One possessing Absolute Power. And One Who with  perfect order transforms into a particular body numerous substances from the innumerable foods eaten, whether plant or animal, and weaves from them a particular skin, and makes from them simple members, is surely One Powerful over All Things and One Knowing of All Things.
Mesela, hesapsız sikkelerinden, hayat üzerinde koyduğu çok sikkelerinden şu sikkeye bak ki “Bir şeyden her şey yapar hem her şeyden bir tek şey yapar.” Çünkü nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız aza ve cihazat-ı hayvaniyeyi yapar. İşte bir şeyi her şey yapmak elbette bir Kadîr-i Mutlak’ın işidir. Hem yenilen hadsiz taamlardan –o taam ise hayvanî olsun, nebatî olsun– o müteaddid maddeleri, has bir cisme kemal-i intizam ile çeviren ve ondan mahsus bir cilt nesceden ve ondan basit cihazları yapan elbette bir Kadîr-i külli şey’dir ve Alîm-i Mutlak’tır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Indeed, the Creator of Life and Death administers life through His wisdom in this workshop of the world through a law issuing from His command so miraculous that only one Who holds the whole universe in the grasp of His power could apply that law and enforce it.
Evet, Hâlık-ı mevt ve hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle hayatı öyle bir kanun-u emriye-i mu’ciz-nüma ile idare ediyor ki o kanunu tatbik ve icra etmek; bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir zata mahsustur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, if your mind is not extinguished and your heart not blind, you will understand that what makes one thing with perfect ease and order, and makes everything one thing skilfully with perfect balance and order, is a stamp particular to the Maker of everything and a seal special to the Creator of All Things.
İşte eğer aklın sönmemiş ise kalbin kör olmamış ise anlarsın ki bir şeyi kemal-i suhulet ve intizamla her şey yapan ve her şeyi kemal-i mizan ve intizamla sanatkârane bir tek şey yapan, her şeyin Sâni’ine has ve Hâlık-ı külli şey’e mahsus bir sikkedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, if you see that together with weaving a hundred rolls of broadcloth and various other cloths like silk or cambric from a single ounce of cotton, a wonder-worker makes  many foods  from it  like  helva and pastries, then you see that he takes a handful of iron and stone, honey and butter, water and earth, and makes some fine gold, you would certainly pronounce him to possess unique art, for all the elements of the earth are subjugated to his command and all the substances of the earth  subject to his word.
Mesela, görsen hârika-pîşe bir zat, bir dirhem pamuktan yüz top çuha ve ipek veya patiska gibi mütenevvi sair kumaşları o tek dirhem pamuktan nescetmekle beraber; helva, baklava gibi çok taamları dahi ondan yapıyor. Sonra görsen ki o zat, demiri ve taşı, balı ve yağı, suyu ve toprağı avucuna alır, bir güzel altın yapar. Elbette kat’iyen hükmedeceksin ki o zat, öyle kendine has bir sanata mâliktir; bütün anâsır-ı arziye, onun emrine musahhar ve bütün mevalid-i türabiye, onun hükmüne bakar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Indeed, the manifestation of power and wisdom in life is a thousand times more wondrous than this example. Thus, one stamp on life out of many.
Evet, hayattaki tecelli-i kudret ve hikmet, bu misalden bin derece daha acibdir. İşte hayat üstündeki çok sikkelerden bir tek sikke…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ÜÇÜNCÜ_LEM’A"></span>
=== ÜÇÜNCÜ LEM’A ===
===THIRD FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Look at the living creatures revolving in this flowing universe, in this flood of beings! You  will see that on each are many seals placed by the Ever-Living and Self- Subsistent One. One of them  is  this:
Bak, şu kâinat-ı seyyalede, şu mevcudat-ı seyyarede cevelan eden zîhayatlara! Göreceksin ki bütün zîhayatlardan her bir zîhayat üstünde Hayy-ı Kayyum’un koyduğu çok hâtemleri vardır. O hâtemlerden bir hâtemi şudur ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
a living creature, for example a human being, is quite simply a miniature sample of the universe, a fruit of the tree of creation, and a seed of the world, for he comprises samples of most of the realms of beings in the world. It is as if the animate being is a drop filtered from the universe in an extremely fine measure. So to create it and be its Sustainer, one has to hold the whole universe in the grasp of one’s power.
O zîhayat, mesela şu insan, âdeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki enva-ı âlemin ekser numunelerini câmi’dir. Güya o zîhayat, bütün kâinattan gayet hassas mizanlarla süzülmüş bir katredir. Demek, şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, if your mind is not submerged in delusions you will understand that to make a word of power, for example, a honey-bee, a minute index of most things, and to write in one page, for example in man,  most of the matters in this book of the universe, and to include in one point, for example in a tiny fig seed, the programme of the mighty fig-tree, and to display in a single letter, for example in the human  heart, the works of all the Divine Names manifested in the pages of the macrocosm which encompass  it, and to make written in the human faculty of memory, which is situated in a place the size of a lentil, writings enough to fill a library, and to include in that tiny faculty a detailed index of all events in the cosmos –to do all things is most certainly a stamp particular to the Creator of All Things, the Glorious Sustainer of the universe.
İşte eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki bir kelime-i kudreti mesela, “bal arısı”nı ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede mesela, “insan”da şu kitab-ı kâinatın ekser meselelerini yazmak hem bir noktada mesela, küçücük “incir çekirdeği”nde koca incir ağacının programını dercetmek ve bir harfte mesela, “kalb-i beşer”de şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmanın âsârını göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan “kuvve-i hâfıza-i insaniyede” bir kütüphane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisat-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlık-ı külli şey’e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelal’ine mahsus bir hâtemdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, if one seal out of many dominical seals on living beings displays its light and makes read its signs thus, if you were able to see and consider all those seals at once, would you not declare: “Glory  be to Him Who  is concealed in the intensity of His manifestation!”?
İşte zîhayat üstünde olan pek çok hâtem-i Rabbanîden bir tek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen سُب۟حَانَ مَنِ اخ۟تَفٰى بِشِدَّةِ ظُهُورِهٖ demeyecek misin?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DÖRDÜNCÜ_LEM’A"></span>
=== DÖRDÜNCÜ LEM’A ===
===FOURTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Look carefully at the multicoloured, multifarious beings swimming in the seas of the heavens and scattered over the face of the earth! You will see that on each are inimitable signatures of the Pre-Eternal Sun. Just as the stamps on life and seals on living beings are apparent and we saw one or two of them, so are there such signatures on the giving of life. Since comparisons bring profound meanings closer to the  understanding, we shall demonstrate this truth with a comparison.
Bak, şu semavatın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et! Göreceksin ki her biri üstünde Şems-i Ezelî’nin taklit kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir ikisini gördük. İhya üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin manaları fehme yakınlaştırdığından bir temsil ile şu hakikati göstereceğiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For  example,  from the  planets  to  droplets  of  water, to  fragments of glass  and sparkling snow-flakes, a signature from the sun’s image and reflection, a luminous work particular to the  sun, is apparent. If you do not accept the tiny suns apparent in those innumerable things to be the manifestation of the sun’s reflection, you have to accept the actual existence of a true, natural sun in every droplet and fragment of glass facing the light, and in every transparent speck before it, thus descending to the depths of lunacy.
Mesela, güneş seyyarelerden tut tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve karın parlak zerreciklerine kadar şu güneşin misaliyesinden ve in’ikasından bir turrası, güneşe mahsus bir eser-i nuranisi görünüyor. Şayet o hadsiz şeylerde görünen güneşçiklerini, güneşin cilve-i in’ikası ve tecelli-i aksi olduğunu kabul etmezsen, o vakit her bir katrede ve ziyaya maruz her bir cam parçasında ve ışığa mukabil her şeffaf bir zerrecikte tabiî, hakiki bir güneşin vücudunu bi’l-asale kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In just the same way, there is such a signature on all living beings in regard to the giving of life  from among the  luminous  manifestations of the Pre-Eternal Sun, that supposing all causes were gathered together and had the power to act and possessed will, they still could not imitate that signature. For living beings, all miracles of Divine power, are points of focus of the Divine Names, which are like the rays of the Pre-Eternal Sun.
Öyle de Şems-i Ezelî’nin tecelliyat-ı nuraniyesinden “ihya” yani “hayat vermek” cihetinde, her bir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklit edemezler. Zira her biri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, her biri o Şems-i Ezelî’nin şuâları hükmünde olan esmasının nokta-i mihrakıyesi suretindedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If that strange inscription of art, that wondrous ordering of wisdom, that manifestation of the mystery of Oneness on living beings is not ascribed to the Single  and Eternally Besought One, it necessitates accepting that concealed within each living creature, and even in a fly or a flower, is an infinite creative power, a knowledge encompassing all things, an absolute will with which to govern the universe, and even the eternal attributes particular to the Necessarily Existent One, thus falling to the most ludicrous degree of misguidance and superstition.
Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i sanatı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecelli-i sırr-ı ehadiyeti, Zat-ı Ehad-i Samed’e verilmediği vakit; her bir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i Fâtıra içinde saklandığını ve her şeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcud olduğunu, belki Vâcibü’l-vücud’a mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek, âdeta o çiçeğin, o sineğin her bir zerresine bir uluhiyet vermek gibi dalaletin en eblehçesine, hurafatın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Quite simply, it  necessitates attributing Divinity to each particle of the flower or fly. For a state has been given to those particles, especially if they are in seeds, whereby they look to the living being of which they are a part, and take up a position in accordance with its systems and ordering. The particle is even in a position to look to all members of the species to which its living being belongs, or to fly with wings in order to be planted in a place suitable to the continuation of its species and to  plant  the  species’  flag.  In  fact,  it  holds  a  position  whereby  that  living  being’s transactions with all other beings may be continued, and its relations with them connected with sustenance. For it is in need of all of them.
Zira o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki o zerre, cüzü olduğu zîhayata bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nevine bakar gibi o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’etmek ve nevinin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudata karşı muamelatını ve münasebat-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, if that particle is not an official of a Possessor of Absolute Power, and if its relation with  Him is severed, it has to be ascribed an eye which sees all things and a consciousness which encompasses all things.
İşte eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlak’ın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlak’tan kesilse o vakit o zerreye, her şeyi görür bir göz, her şeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In  Short:'''If the  miniature  suns  and  various  colours  in droplets  of  water  and fragments of glass are not attributed to the sun’s reflection and the manifestation of its reflection, one has to accept the existence of innumerable suns in place of the one sun; it necessitates accepting an  utterly  impossible superstition. In exactly the same way,  if everything is not attributed to the  Absolutely Powerful One, it necessitates accepting infinite gods  instead of the Single God; indeed,  gods to the number of particles  in existence, thus falling to the degree of accepting a hundredfold impossibility.
Elhasıl, nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikasının tecellisine verilmezse bir tek güneşe mukabil nihayetsiz güneşleri kabul etmek lâzım gelir. Muhal-ender muhal bir hurafeyi kabul etmek iktiza eder. Aynen bunun gibi eğer her şey Kadîr-i Mutlak’a verilmezse bir tek Allah’a mukabil nihayetsiz belki zerrat-ı kâinat adedince ilahları kabul etmek gibi yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcud kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''To Sum Up:''' From every particle three windows open up onto the light of unity and necessary existence of the Pre-Eternal Sun:
'''Elhasıl''': Her bir zerreden '''üç pencere''', Şems-i Ezelî’nin nur-u vahdaniyetine ve vücub-u vücuduna açılır:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''First Window:''' A soldier has a relation with each of the spheres of the military, that is, with his squad, his company, his battalion, his regiment, his division, and the army,
'''Birinci Pencere:''' Her bir zerre; bir nefer gibi askerî dairelerinin her birinde yani takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda her birisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve o vazifeye göre nizamı dairesinde bir hareketi olduğu gibi…
and duties in accordance with those relations, and actions in accordance with the duties and army regulations. Particles have similar relations.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, a lifeless particle in the pupil of your eye has relations with your eye, your head, your  body, your powers of reproduction, and attraction and repulsion, with your veins and arteries, and motor and sensory nerves, and with the rest of the human race, and it has duties in relation to each. This shows self-evidently to eyes that are not blind that it is the work of art and charged official of the Pre-Eternal All-Powerful One, and is under his regulation.
Hem mesela, senin göz bebeğindeki o camid zerrecik dahi senin gözünde, başında, vücudunda ve kuvve-i müvellide, kuvve-i cazibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i musavvire gibi deveran-ı deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve şerayin ve sair âsablarda hem senin nevinde, ilâ âhir; birer nisbeti, birer vazifesi bulunduğunu, bilbedahe bir Kadîr-i Ezelî’nin eser-i sun’u ve memur-u muvazzafı ve taht-ı tedbirinde olduğunu kör olmayan göze gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Second Window:''' All molecules of air may visit all flowers and fruits. They may also enter them  and work within them. If they are not the subjugated officials of an Absolutely Powerful One Who sees and knows all things, those wandering molecules would have to know all the systems and structures of the fruits and flowers and their art, and the tailoring of the all-different forms which clothe them with its perfect and all- embracing art. Thus those particles all display as clearly as the sun the rays of a light of Divine unity. You may compare light with air, and earth with water.
'''İkinci Pencere:''' Havadaki her bir zerre; her bir çiçeği, her bir meyveyi ziyaret edebilir. Hem her çiçeğe, her meyveye girer, işleyebilir. Eğer her şeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlak’ın memur-u musahharı olmasa; o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihazatını ve yapılmasını ve ayrı ayrı sanatlarını ve onlara giydirilen suretlerin terziliğini ve hıyatet-i kâmile-i muhita-i sanatını bilmek lâzım gelir. İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin şuâını gösteriyor. Ziyayı, havaya; mâi, türaba kıyas et.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In any event, the original sources of things are these four substances. According to modern science they are hydrogen, oxygen, carbon, and nitrogen, the components of the former elements.
Zaten eşyanın asıl menşeleri, şu dört maddedir: Yeni hikmetle müvellidü’l-mâ, müvellidü’l-humuza, karbon, azottur ki bu anâsır evvelki unsurların eczalarıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Third Window:''' You fill a flower-pot with some earth, which is composed of particles and  is the means of growth of any flowering or fruit-bearing plant, then put some seeds in it. The same as the seed of animals does not differ, but is a fluid, the seeds of all the flowering and fruit-bearing plants in the world do not differ from one another. Being composed of carbon, nitrogen, hydrogen, and oxygen, they only differ by virtue of the programme of their progenitors, deposited in them through the immaterial writing of the pen of Divine Determining. Thus, if we put these seeds in turn in the flower-pot, we believe as though it has occurred that each plant will appear together with its wonderful forms and shapes and parts.
'''Üçüncü Pencere:''' Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, her bir çiçekli ve meyveli nebatatın neşv ü nemasına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebatatın tohumcukları ki o tohumcuklar hayvanatın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi o tohumlar da karbon, azot, müvellidü’l-, müvellidü’l-humuzadan mürekkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf manevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte o tohumları nöbetle o kâseye koysak her biri hârika cihazatıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If those particles are not officials under the orders of one who knows all the states and conditions of everything,  is capable of giving everything a being suitable to it and everything necessary for it, and to whose  power everything is subjugated with utterly facility, every particle of the earth would then have to contain immaterial factories and printing-presses to the number of all the flowering and fruit-bearing  plants, so that it could be the source of all those various and different beings whose parts, members, and forms are all distant and different from one another. It is otherwise necessary to attribute to all those beings comprehensive knowledge and a power capable of forming them, so that they could be the means of the above.
Eğer o zerreler her bir şeyin her bir hal ve vaziyetini bilen ve her şeye (ona) lâyık vücudu ve vücudun levazımatını vermeye kadîr ve kudretine nisbeten her şey kemal-i suhuletle musahhar olan bir zatın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa, o toprağın her bir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince manevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunması lâzım gelir ki o cihazatları ve eşkâlleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcudat-ı muhtelifeye menşe olabilsin. Veya bütün o mevcudata muhit bir ilim ve bütün onların teşkilatına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır. Tâ bütün onların teşkilatına medar olsun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, if the connection with Almighty God is severed, it becomes necessary to accept gods to the number of particles of earth, and this is an impossible superstition compounded  a  thousand  times  over.
Demek, Cenab-ı Hak’tan nisbet kesilse toprağın zerratı adedince ilahlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise bin defa muhal içinde muhal bir hurafedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However,  when  they  are  officials,  it  becomes extremely easy. Just as, in his king’s name and through his power, a common soldier of a mighty king can make a whole country migrate, or join two  seas, or take another king prisoner, so at the command of the Monarch of Pre-Eternity and Post-Eternity, a fly did away with Nimrod, and an ant destroyed Pharaoh’s palace, razing it to the ground, and a fig-seed bears the load of a fig-tree.
Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de ezel ve ebed Sultanı’nın emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer, bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar. Bir incir çekirdeği, bir incir ağacını yüklenir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, in all particles are two further truthful witnesses to the Maker’s necessary existence and unity.
Hem her bir zerrede, vücub ve vahdet-i Sâni’e iki şahid-i sadık daha var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
One is that together with their absolute impotence, they all perform most important and various  duties. The other is that despite their lifelessness, they all conform to the universal order and systems,  thus displaying a universal consciousness. That is to say, through the tongue of its impotence each particle testifies to the necessary existence of the Absolutely Powerful One, and through its conforming to the order in the world, each testifies to His unity.
Birisi; her bir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cümudiyeti ile beraber bir şuur-u küllî gösteren intizam-perverane nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek, her bir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlak’ın vücub-u vücuduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as every particle testifies in two ways to His being the Necessarily Existent One of Unity, so too on every living being are two signs that He is the Single and Eternally Besought One.
كَمَا اَنَّ فٖى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَانِ عَلٰى اَنَّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذٰلِكَ فٖى كُلِّ حَىٍّ لَهُ اٰيَتَانِ عَلٰى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, on all  living beings are a seal of Divine  oneness and a stamp of ‘eternal besoughtedness.’ For each displays together in the mirror of its being most of the Divine Names, the  manifestations of which are apparent in the universe. Quite simply, like a point of focus, each displays the manifestation of the Greatest Name of Ever-Living and Self-Subsistent One. Thus, since it shows a sort of shadow of the oneness of the Divine Essence under the veil of the Name of Giver of Life, it bears a stamp of Divine oneness.
Evet, her bir zîhayatta biri ehadiyet sikkesi, diğeri samediyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat ekser kâinatta cilveleri görünen esmayı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Âdeta bir nokta-i mihrakıye hükmünde, Hayy-ı Kayyum’un tecelli-i ism-i a’zamını gösteriyor. İşte ehadiyet-i zatiyeyi, Muhyî perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden bir sikke-i ehadiyeti taşıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since the living being is like a miniature sample of the universe  and a fruit of the tree of creation, it shows a seal of Divine eternal besoughtedness, which conveys altogether with ease to the tiny sphere of its life its needs, which are as many as the universe. That is to say, this shows it has a Sustainer Whose regard and favour take the place of all things. Everything in existence cannot take the place of His regard.
Hem o zîhayat, bu kâinatın bir misal-i musağğarı ve şecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduğu için kâinat kadar ihtiyacatını birden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, samediyet turrasını gösteriyor. Yani o hal gösteriyor ki onun öyle bir Rabb’i var ki ona, her şeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var. Bütün eşya, onun bir teveccühünün yerini tutamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
.
نَعَم۟ يَك۟فٖى لِكُلِّ شَى۟ءٍ شَى۟ءٌ عَن۟ كُلِّ شَى۟ءٍ وَ لَا يَك۟فٖى عَن۟هُ كُلُّ شَى۟ءٍ وَ لَو۟ لِشَى۟ءٍ وَاحِدٍ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, this situation shows that its Sustainer is in need of nothing, nor does anything diminish His treasury, and nor is anything at all difficult for His power. This, then, is a sort of seal of ‘eternal besoughtedness.
Hem o hal gösteriyor ki onun o Rabb’i, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte samediyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus,  on every living being are a seal of Divine oneness and stamp of eternal besoughtedness. Yes, through the tongue of its life, every living being recites: Say, He is God, the One, * The Eternally Besought.(*<ref>*Qur’an, 112:1-2.</ref>) In addition to these two seals are several more important ‘windows’, but since they have been explained in detail in other places, our discussion here has been brief.
Demek, her bir zîhayatta bir sikke-i ehadiyet, bir turra-i samediyet vardır. Evet, her bir zîhayat, hayat lisanıyla قُل۟ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ۝ اَللّٰهُ الصَّمَدُ okuyor. Bu iki sikkeden başka, birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Seeing that each particle in existence at  once opens up three windows and two openings onto the unity of the Necessarily Existent, and life too opens two doors, you can compare  how  all  the  levels  of  beings  from particles to the sun spread the  light  of knowledge of the All-Glorious One.
Madem şu kâinatın her bir zerresi, böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcibü’l-vücud’un vahdaniyetine açıyor; zerreden tâ şemse kadar tabakat-ı mevcudat, Zat-ı Zülcelal’in envar-ı marifetini ne suretle neşrettiğini kıyas edebilirsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, you can understand from this the degrees of progress in knowledge of God, and the levels of awareness of His presence.
İşte marifetullahta terakkiyat-ı maneviyenin derecatını ve huzurun meratibini bundan anla ve kıyas et.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_LEM’A"></span>
=== BEŞİNCİ LEM’A ===
===FIFTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If a book is hand-written and in the form of a letter, a single pen is sufficient to write it, while if it is printed, pens, that is, pieces of print, are necessary to the number of the book’s letters so that it can be  printed and come into existence. If most of the book is written in an extremely fine script within some  of its letters, like Sura Ya. Sin. being written within the letters Ya. Sin., then for it to be printed all the small pieces of print are necessary for those single letters.
Nasıl ki bir kitap eğer yazma ve mektup olsa onun yazmasına bir kalem kâfidir. Eğer basma ve matbu olsa o kitabın hurufatı adedince kalemler, yani demir harfler lâzımdır, tâ o kitap tabedilip vücud bulsun. Eğer o kitabın bazı harflerinde gayet ince bir hat ile o kitabın ekseri yazılmış ise –Sure-i Yâsin, lafz-ı Yâsin’de yazıldığı gibi– o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzımdır, tâ tabedilsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, if you say the book of the universe is the writing of the pen of power of the Eternally Besought One and the missive of the Single and Unique One, you travel a reasonable road so easy as to be necessary. But if you attribute it to nature and causes, you travel a road so difficult as to be impossible, and so full of superstition and delusion as to be unacceptable.
Aynen öyle de şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedaniyenin yazması ve Zat-ı Ehadiyet’in mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir makuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnad etsen, imtina derecesinde suubetli ve muhal derecesinde müşkülatlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki tabiat için her bir cüz toprakta, her bir katre suda, her bir parça havada, milyarlarca madenî matbaalar ve hadsiz manevî fabrikalar bulunması lâzım. Tâ ki hesapsız çiçekli, meyveli masnuatın teşekkülatına mazhar olabilsin. Yahut her şeye muhit bir ilim, her şeye muktedir bir kuvvet, onlarda kabul etmek lâzım gelir, tâ şu masnuata hakiki masdar olabilsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For then there would have to be present in every bit of earth and every drop of water  and  every piece  of air  millions  of  metal printing-presses and  innumerable immaterial factories, which could fashion and form the countless numbers of flowering and fruit-bearing plants. Otherwise one has to accept that they possess all-encompassing knowledge and power over all things so  that they could be the true source of those creatures. For every piece of earth, water, and air can be  the source of most plants. However, plants, whether flowering or fruit-bearing, are formed in so  well-ordered and balanced a fashion, and are so distinctive and different from one another, that a different immaterial factory or different printing-press would be necessary for each.
Çünkü toprağın ve suyun ve havanın her bir cüzü, ekser nebatata menşe olabilir. Halbuki her bir nebat –meyveli olsa, çiçekli olsa teşekkülatı o kadar muntazamdır, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdır, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrıdır ki her birisine, yalnız ona mahsus birer ayrı manevî fabrika veya ayrı birer matbaa lâzımdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means, if nature ceases  being a pattern and becomes the source, it necessitates that everything contains the machines to make everything else. Nature-worship is therefore based on an idea so superstitious that even those who  subscribe to it are ashamed of it. See the infinitely delirious unreason of the misguided, who suppose themselves to be intelligent, and take a lesson!
Demek tabiat, mistarlıktan masdarlığa çıksa her bir şeyde bütün şeylerin makinelerini bulundurmaya mecburdur. İşte bu tabiat-perestlik fikrinin esası, öyle bir hurafattır ki hurafeciler dahi ondan utanıyorlar. Kendini âkıl zanneden ehl-i dalaletin, nasıl nihayetsiz hezeyanlı bir akılsızlık iltizam ettiklerini gör, ibret al!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' All the letters of a book describe themselves to the extent of a letter and point to their own existence in one way, while they describe their writer with ten words and show him  in  many ways. For example: “The one who wrote me has fine hand- writing. His pen is red, and so on.”
'''Elhasıl:''' Nasıl bir kitabın her bir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir suretle delâlet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile tarif eder ve çok cihetlerle gösterir. Mesela “Benim kâtibimin hüsn-ü hattı var, kalemi kırmızıdır, şöyledir, böyledir.” der.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In just the same way, all the letters of the mighty book of the universe point to themselves to the extent of their own size and physical beings, but describe the Names of the Pre-Eternal Inscriber like odes, and testify to the One they signify and point to His Names with fingers to the number of their attributes.
Aynen öyle de şu kitab-ı kebir-i âlemin her bir harfi, kendine cirmi kadar delâlet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat Nakkaş-ı Ezelî’nin esmasını, bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince işaret parmaklarıyla o esmayı gösterir, müsemmasına şehadet eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means that even if one denies both oneself and the universe like the foolish Sophists, one still should not deny the All-Glorious Maker.
Demek, hem kendini hem bütün kâinatı inkâr eden sofestaî gibi bir ahmak, yine Sâni’-i Zülcelal’in inkârına gitmemek gerektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ALTINCI_LEM’A"></span>
=== ALTINCI LEM’A ===
===SIXTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as the All-Glorious Creator has placed on the heads of all His beings and on the foreheads of all His creatures the seals of His oneness, some of which you have seen in the previous Flashes, so in brilliant fashion has He placed many stamps of oneness on all species and numerous seals of unity on all universals, as well as the various stamps of unity on the world as a whole. Of those many seals and stamps, we shall point out one on the page of the face of the earth in the springtime. It is like this:
Hâlık-ı Zülcelal’in nasıl ki mahlukatının her bir ferdinin başında ve masnuatının her bir cüzünün cephesinde, ehadiyetinin sikkesini koymuştur. (Nasıl ki geçmiş lem’alarda bir kısmını gördün.) Öyle de her bir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, her bir küll üstünde müteaddid hâtem-i vâhidiyet, tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur. İşte pek çok sikkelerden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı arz sahifesinde bahar mevsiminde vaz’edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Pre-Eternal Inscriber’s raising to life in the spring and summer at least three hundred  thousand  species  of  plants  and  animals  with  complete  distinction  and differentiation and total order and separation amid infinite intermingling and confusion, is a stamp of Divine unity as clear and brilliant as the spring itself.
Nakkaş-ı Ezelî, zeminin yüzünde yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvanatın envaını, nihayetsiz ihtilat, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zâhir ve bâhir parlak bir sikke-i tevhiddir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, anyone with an iota of consciousness will understand that to create with perfect order while raising to life of the dead earth in the spring, three hundred thousand samples of the resurrection of the dead, and to write without fault, error, mistake or deficiency, in most well-balanced, well- proportioned, well-ordered, and perfect fashion the individual members of three hundred thousand different species one within the other on the face of the earth, is a seal particular to an All-Glorious One, an All-Powerful One of Perfection, an All-Wise One of Beauty, possessing infinite power, all-encompassing knowledge, and a will capable of governing the whole universe.
Evet, bahar mevsiminde ölmüş arzın ihyası içinde, üç yüz bin haşrin numunelerini kemal-i intizam ile icad etmek ve arzın sahifesinde birbiri içinde üç yüz bin muhtelif envaın efradını hatasız ve sehivsiz, galatsız, noksansız, gayet mevzun, manzum, gayet muntazam ve mükemmel bir surette yazmak, elbette nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme ve kâinatı idare edecek bir iradeye mâlik bir Zat-ı Zülcelal’in, bir Kadîr-i Zülkemal’in ve bir Hakîm-i Zülcemal’in sikke-i mahsusası olduğunu zerre miktar şuuru bulunanın derk etmesi lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Wise Qur’an decrees: So look to the signs of God’s Mercy, how He raises to life the earth after its death; He it is  Who will raise the dead to life, for He is Powerful over all things. (*<ref>*Qur’an, 30:50.</ref>)
Kur’an-ı Hakîm ferman ediyor ki:
فَان۟ظُر۟ اِلٰٓى اٰثَارِ رَح۟مَتِ اللّٰهِ كَي۟فَ يُح۟يِى ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُح۟يِى ال۟مَو۟تٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, it is surely easy for the Creative Power which, within a few days, demonstrates examples of three hundred thousand resurrections in raising the earth to life, to raise men to life. For example, could it be said to a Displayer of Miracles Who at a sign will remove the mountains of Gelincik and SŸbhan: “Are  you able to remove from this valley this huge rock which is blocking our path?” Similarly, can it be said in a way that infers doubt to  an  All-Wise  and  Powerful One, an  All-Generous and  Compassionate  One, Who created the sky and the mountains and the earth in six days and continuously fills and empties them: “Can you remove from us this layer of earth which was prepared and laid out in eternity and is blocking our way to your banquet? Can you level the earth and let us pass on?”
Evet, zeminin diriltilmesinde, üç yüz bin haşrin numunelerini, birkaç gün zarfında yapan, gösteren kudret-i Fâtıraya; elbette insanın haşri ona göre kolay gelir. Mesela, Gelincik Dağı’nı ve Sübhan Dağı’nı bir işaretle kaldıran bir Zat-ı Mu’ciz-nüma’ya “Şu dereden, yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin?” denilir mi? Öyle de gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit be-vakit doldurup boşaltan bir Kadîr-i Hakîm’e, bir Kerîm-i Rahîm’e “Ebed tarafından ihzar edilip serilmiş, kendi ziyafetine gidecek yolumuzu seddeden şu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?” istib’ad suretinde söylenir mi?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You observed a seal of Divine unity on the face of the earth in the summertime. Now look! A stamp of unity is clearly obvious on the vast, wise and perspicacious disposals of the spring on the face of the earth. For that activity is on an absolutely vast scale, and the vastness is together with an absolute speed, and that speed is together with an absolute munificence, and together with these an  absolute order and perfect beauty of art and exquisiteness of creation are apparent. These form a seal which could belong only to one possessing infinite knowledge and boundless power.
Şu zeminin yüzünde yaz zamanında bir sikke-i tevhidi gördün. Şimdi bak, gayet basîrane ve hakîmane zeminin yüzündeki şu tasarrufat-ı azîme-i bahariye üstünde, bir hâtem-i vâhidiyet gayet aşikâre görünüyor. Çünkü şu icraat, bir vüs’at-i mutlaka içinde ve o vüs’atle beraber bir sürat-i mutlaka ile ve o sürat ile beraber bir sehavet-i mutlaka içinde görünen intizam-ı mutlak ve kemal-i hüsn-ü sanat ve mükemmeliyet-i hilkat; öyle bir hâtemdir ki gayr-ı mütenahî bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahip olabilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, we see that on the earth within an absolute extensiveness are a creation, disposal, and activity which are on an absolutely vast scale.
Evet, görüyoruz ki bütün yeryüzünde bir vüs’at-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And these are occurring within that vast scope with absolute speed.
Hem o vüs’at içinde, bir sürat-i mutlaka ile işleniyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And together with  that  speed and  vast  scope an absolute  munificence  is  apparent  in the multiplication of individual beings.
Hem o sürat ve vüs’atle beraber bir suhulet-i mutlaka içinde işler yapılıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And together with that munificence, vast scope, and speed, an absolute ease is apparent.
Hem o suhulet, sürat ve vüs’atle beraber teksir-i efradda bir sehavet-i mutlaka görünüyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And to  create the absolute order and exceptional beauty of art to be seen in all species and individuals, and  the  perfect differentiation within infinite intermingling, and the valuable works within extreme abundance, and the complete correspondence on an extensive scale, and the artistic marvels with the greatest ease,
Hem o sehavet ve suhulet ve sürat ve vüs’atle beraber; her bir nevide, her bir fertte görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü sanat ve gayet müstesna bir mükemmeliyet-i hilkat ile beraber gayet sehavet içinde bir intizam-ı tam var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and  to  demonstrate  a  wondrous  art  and  miraculous  activity  at  one  moment, everywhere, in the same fashion, in every individual – together with that munificence, ease, speed, and  vast  scope, is certainly and without doubt the stamp of One  Who although He is nowhere is all-present and all-seeing everywhere. Nothing is hidden from Him, nor is anything difficult for him. Particles and stars are equal in relation to His power.
Ve o teksir-i efrad içinde bir mükemmeliyet ve gayet bir sürat içinde bir hüsn-ü sanat ve nihayet ihtilat içinde bir imtiyaz-ı etem ve gayet mebzuliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam bir muvafakat ve gayet suhulet içinde gayet sanatkârane bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her fertte bir sanat-ı hârika, bir faaliyet-i mu’ciz-nüma göstermek; elbette ve elbette öyle bir zatın hâtemidir ki hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır, nâzırdır. Hiçbir şey ondan gizlenmediği gibi hiçbir şey ona ağır gelmez. Zerrelerle yıldızlar, onun kudretine nisbeten müsavidirler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For  example, in a garden of that All-Glorious and Compassionate  One’s munificence, I  counted the bunches hanging from a grape-vine of the thickness of two fingers, which I saw to be like one little pip among the bunches of His miracles: there were one hundred and fifty-five. I counted the grapes in one bunch: there were around one hundred and twenty. I thought: if this vine was a tap from which flowed honeyed water and it produced water continuously, it would only just be enough for the bunches
Mesela, o Rahîm-i Zülcemal’in bağistan-ı kereminden, mu’cizatının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım, yüz elli beş çıktı. Bir salkımın tanesini saydım yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa daim su verse şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazen az bir rutubet ancak eline geçer. İşte bu işi yapan, her şeye kādir olmak lâzım gelir.
which, in the face of this heat, suckle those hundreds of little pumps of the sherbet of mercy. However, it only occasionally obtains a little moisture. The One Who does this, then, must surely be powerful over all things.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be to Him at Whose art minds are bewildered!
سُب۟حَانَ مَن۟ تَحَيَّرَ فٖى صُن۟عِهِ ال۟عُقُولُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="YEDİNCİ_LEM’A"></span>
=== YEDİNCİ LEM’A ===
===SEVENTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Look! With little difficulty you can see the seals of the Single, Eternally Besought One on the page of the earth, so raise your head, open your eyes, and look too at the great book of the universe. You will see that on it as a whole a stamp of unity is read out which is as clear as it is big. For like the components of a  factory or members of a palace or town, these beings support one another, stretch out their hands to assist one another, and answer the needs and requests of one another, saying: “Here I am, at your  service!” Assisting one another, they work together in order. Joining efforts, they serve animate beings. Co-operating and turned a single goal, they obey an All-Wise Disposer.
Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zat-ı Ehad-i Samed’in hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak; göreceksin ki o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuh ile hâtem-i vahdet okunuyor. Çünkü şu mevcudat bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczaları ve efradları gibi bel bele verip, birbirine karşı muavenet elini uzatıp birbirinin sual-i hâcetine “Lebbeyk! Baş üstüne.derler. El ele verip bir intizam ile çalışırlar. Baş başa verip zevi’l-hayata hizmet ederler. Omuz omuza verip bir gayeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîm’e itaat ederler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
They conform to a rule of mutual assistance which is in force from the sun and moon, night and day, and winter and summer, to  plants coming to the assistance of hungry and needy animals, and animals hastening to the assistance of weak, noble men, and even nutritious substances flying to assist delicate, weak infants and fruits, and particles of food passing to the assistance of the cells of the body. They show to anyone who is not altogether blind that they are acting through the strength of a single, most generous Nurturer, and at the command of a single most wise Disposer.
Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebatatın muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde ve hayvanların zayıf, şerif insanların imdadına koşmalarında, hattâ mevadd-ı gıdaiyenin latîf, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında, tâ zerrat-ı taamiyenin hüceyrat-ı beden imdadına geçmelerinde cari olan bir düstur-u teavünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki gayet kerîm bir tek Mürebbi’nin kuvvetiyle, gayet hakîm bir tek Müdebbir’in emriyle hareket ediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus,  on  the  one  hand  this  mutual  support  and  assistance, this  answering  one another’s needs, this mutual embracing, this subjugation, this order, testify decisively that beings are administered and organized by a single Disposer and are being impelled and directed by a  single Nurturer. And on the  other hand, this perfect  grace within the universal wisdom to be seen plainly in the art of things; and  the all-embracing mercy which shines within the providence; and the sustenance spread over that  mercy and scattered so as to answer the needs of all living beings needy for sustenance; –these form a stamp of Divine unity so brilliant that anyone whose mind is not altogether extinguished will understand it and anyone who is not altogether blind will see it.
İşte şu kâinat içinde cari olan bu tesanüd, bu teavün, bu tecavüb, bu teanuk, bu musahhariyet, bu intizam, bir tek Müdebbir’in tertibiyle idare edildiklerine ve bir tek Mürebbi’nin tedbiriyle sevk edildiklerine kat’iyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedahe sanat-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inayet-i tamme ve o inayet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç her bir zîhayata onun hâcetine lâyık bir tarzda iaşe etmek için serpilen erzak ve iaşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, a veil of wisdom demonstrating intention, consciousness, and will, has covered the whole universe, and upon that veil of wisdom has been spread a veil of grace and favour exhibiting  beneficence, adornment, embellishment, and benevolence; and over that adorned veil of favour a garment of mercy displaying flashes of making known and loved, of bestowal and the granting of gifts has enveloped the universe; and spread over that illuminated veil of universal mercy is a table of general provisions showing kindness and bestowal and benevolence and perfect compassion and fine nurturing and dominical favour.
Evet, kasd ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış ve o perde-i hikmet üstünde lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inayet serilmiştir ve o müzeyyen perde-i inayet üstünde kendini sevdirmek ve tanıttırmak, in’am ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır. Ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemal-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, all beings from particles to suns, whether individuals or species, or large or small, have been clothed in a magnificent shirt of wisdom embroidered with fruits and aims, benefits and purposes. And over the wisdom-displaying shirt, a garment of favour embroidered with flowers of grace and beneficence has been cut out in accordance with the stature of things; and over that  ornamented garment of favour, a general table of sustenance has been set up, lit  up with flashes of  love, bestowal, affection, and the granting of gifts, to which the decorations of mercy have been  attached, and which, together with bestowing those illuminated and jewel-encrusted decorations, is sufficient for all the groups of living beings on the face of the earth, and meets all their needs.
Evet şu mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar; fertler olsun neviler olsun, küçük olsun büyük olsun, semerat ve gayatla ve faydalar ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş ve o hikmet-nüma suret gömleği üstünde lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inayet her şeyin kametine göre biçilmiş ve o müzeyyen hulle-i inayet üzerine tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’am lem’alarıyla münevver rahmet nişanları takılmış ve o münevver ve murassa nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevi’l-hayatın taifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, this matter points to an All-Glorious Provider Who is All-Wise, All-Generous, and All- Compassionate, and shows Him as clearly as the sun.
İşte şu iş, güneş gibi aşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak bir Zat-ı Zülcemal’e işaret edip gösteriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Is that so? Is everything in need of sustenance?
Öyle mi? Her şey rızka muhtaç mıdır?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes,  like  individual beings are  in  need of sustenance and all the  necessities to continue their lives, we see that all the beings in the world, and especially living beings, whether universal or particular, wholes or parts, have many desires and needs, material and otherwise, for their existence, their lives, and the continuation of their lives. But their wants and needs are for such things that their hands cannot reach the least of them and their power is insufficient for the smallest of them. Yet, we see that all their wishes and material  and  immaterial  sustenance  is  given  to  them  “From  where  he  could  not imagine,” (*<ref>*Qur’an, 65:3.</ref>) from unhoped for places, with perfect order, at the appropriate time, in a suitable fashion, with perfect wisdom.
Evet, bir fert rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi görüyoruz ki bütün mevcudat-ı âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun cüz’î olsun, küll olsun cüz olsun; vücudunda, bekasında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve manen çok metalibi var, çok levazımatı var. İftikaratı ve ihtiyacatı öyle şeylere var ki en ednasına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde, görüyoruz ki bütün metalibi ve erzak-ı maddiye ve maneviyesi مِن۟ حَي۟ثُ لَا يَح۟تَسِبُ ummadığı yerlerden kemal-i intizamla ve vakt-i münasipte ve lâyık bir tarzda kemal-i hikmetle ellerine veriliyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And so, does this want and need of creatures and this manner of unseen help and assistance not show an All-Wise and Glorious Nurturer, an All-Compassionate Beauteous Disposer?
İşte bu iftikar ve ihtiyac-ı mahlukat ve bu tarzda imdat ve iane-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbi-i Hakîm-i Zülcelal’i, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemal’i göstermiyor mu?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="SEKİZİNCİ_LEM’A"></span>
=== SEKİZİNCİ LEM’A ===
===EIGHTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Any sort of seed sown in a field shows that the field must be at the disposal of the seed’s owner, and that the seed too is under the disposal of the one who has control of the field. Similarly, the arable field of beings known as the elements and their universality and comprehensiveness as well as their sameness and uncomplex nature, and the plants and animals –these fruits of mercy, miracles of power, and words of wisdom known as creatures– and their spreading to most places and settling everywhere as well as  their being similar and resembling one another, show that they are under the disposal of a single Miracle-Displaying Maker, and in such a way that it is as if every flower, fruit, and animal is a seal, stamp, and signature of its Maker. Wherever they are found, each says through the tongue of disposition: “Whose-ever seal I am, the place I am found is also of his making. Whose-ever stamp I am, this place is a missive of His. Whose-ever signature I am, this land too is of his weaving.”
Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu, hem o tohumu dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de şu anâsır denilen mezraa-i masnuat, vâhidiyet ve besatet ile beraber, külliyet ve ihataları ve şu mahlukat denilen semerat-ı rahmet ve mu’cizat-ı kudret ve kelâmat-ı hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarı, her tarafta bulunup tavattunları; tek bir Sâni’-i Mu’ciz-nüma’nın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki güya her bir çiçek, her bir semere, her bir hayvan, o Sâni’in birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa lisan-ı haliyle her birisi der ki “Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım, bu vatanım dahi onun mensucudur.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means, to be Sustainer of the least creature is particular to the One Who holds all the elements in the grasp of His power. Anyone who is not blind can see that to regulate and govern the simplest animal is particular to the One Who has all beings in the grasp of His dominicality.
Demek, en edna bir mahluka rububiyet; bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur ve en basit bir hayvanı tedbir ve tedvir etmek; bütün hayvanatı, nebatatı, masnuatı kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduğunu kör olmayan görür.
</div>
 
<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Evet her bir fert, sair efrada mümaselet ve misliyet lisanı ile der: “Kim bütün nevime mâlik ise bana mâlik olabilir, yoksa yok.” Her nevi, sair nevilerle beraber yeryüzünde intişarı lisanıyla der: “Kim bütün sath-ı arza mâlik ise bana mâlik olabilir; yoksa yok.” Arz, sair seyyarat ile bir güneşe irtibatı ve semavat ile tesanüdü lisanıyla der: “Kim bütün kâinata mâlik ise bana mâlik o olabilir, yoksa yok.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Indeed, through the tongue of similarity to other individuals, all individual beings say: “Only one  who owns my species can be my owner. It cannot be otherwise.” And through the tongue of spreading  over the face of the earth together with other species, each species says: “Only one who owns the whole face of the earth can be our owner. It cannot be otherwise.And through the tongue of being bound to the sun and other planets and mutually supportive with the skies, the earth says: “Only one who is owner of the whole universe can be my owner. It cannot be otherwise.”
Evet, faraza zîşuur bir elmaya biri dese: “Sen benim sanatımsın.” O elma lisan-ı hal ile ona “Sus!diyecek. “Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki bütün bahar sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yı Rahmaniyeye mutasarrıf olabilirsen bana rububiyet dava et.” O tek elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, supposing someone were to say to a conscious apple: “You are my work of art.” Through the tongue of disposition, the apple would reply: “Be silent! If you are capable of fashioning all the other apples on the earth; indeed, if you can have disposal over all my fellows, the other fruit-bearing trees, spread over the earth, and all the gifts of the Most  Merciful proceeding from the treasury of mercy in boatloads, then you can claim to be my Sustainer.” The apple would say that and aim a slap at that foolish person.
=== DOKUZUNCU LEM’A ===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DOKUZUNCU_LEM’A"></span>
Cüzde cüz’îde, küllde küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyada olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bazılarına işaret ettik. Şimdi, nevilerde hesapsız sikkelerden bir sikkeye işaret edeceğiz.
===NINTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
We have pointed out some of the seals, stamps, and signatures on particulars and parts, universals  and wholes, on the world as a whole, and on life, living beings, and raising to life.
Evet, nasıl ki meyvedar bir ağacın hesapsız semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, bir tek merkezden idare edildiklerinden külfet ve meşakkat ve masraf, o kadar suhulet peyda eder ki kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsavi olurlar. Demek, kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için kemiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki bir tek nefere lâzım teçhizat-ı askeriyeyi yapmak için orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, we shall indicate one of the countless stamps on species.
Demek iş, vahdetten kesrete geçse efrad adedince –kemiyet cihetiyle– külfet ziyadeleşir. İşte, her nevide bilmüşahede görünen suhulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve suhuletin eseridir.
Since the countless fruits of a fruit-bearing tree are administered from one centre, in accordance with one law and a single way of raising, the difficulty, hardship, and expense are transformed into ease. It is so easy the numerous fruits raised become equal to a single fruit. That means in regard to quantity, multiplicity and numerous centres necessitate the difficulty, expense, and equipment of the whole tree for a single fruit. The difference is only in regard to quality. Like all the factories required for the whole army are necessary to manufacture all the military equipment necessary for a single soldier.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, if the matter passes from unity to multiplicity, in respect of quantity the difficulties increase to the number of individuals. Thus, the  extraordinary ease to be seen clearly in all species is the result of the ease and facility arising from unity.
'''Elhasıl,''' bir cinsin bütün envaı, bir nev’in bütün efradı aza-yı esasîde muvafakat ve müşabehetleri nasıl ispat ederler ki tek bir Sâni’in masnularıdır. Çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister. Öyle de bu meşhud suhulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde icab eder ki bir Sâni’-i Vâhid’in eserleri olsun. Yoksa imtina derecesine çıkan bir suubet, o cinsi in’idama ve o nev’i ademe götürecekti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In  Short:''' The  conformity  and  similarity  in  basic  members  between  all  the individuals of a species, and all the species of a genus, prove that they are the works of a single  Maker, because  the  unity  of  the  pen  and  oneness  of  the  seal  requires  this. Similarly,   the  observable  absolute  ease  and  lack  of  difficulty  require  –indeed, necessitate– that they are the works of One Maker. Otherwise  difficulties rising to the degree of impossibility would doom the genus and the species to non-existence.
'''Velhasıl:''' Cenab-ı Hakk’a isnad edilse bütün eşya, bir tek şey gibi bir suhulet peyda eder. Eğer esbaba isnad edilse her bir şey, bütün eşya kadar suubet peyda eder. Madem öyledir; kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzuliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer gayet mebzuliyetle elimize geçen şu sanatlı meyveler, Vâhid-i Ehad’in malı olmazsa bütün dünyayı verse idik, bir tek narı yiyemezdik.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''To Conclude:''' If all things are ascribed to Almighty God, they become an easy as a single thing, while if they are attributed to causes, they become as difficult as everything. Since it is thus, the extraordinary profusion observed in the universe and the boundless abundance before our eyes display a stamp of unity like the sun. If these fruits which we obtain in such plenty were not the property of the  Single One of Unity, we would not have a single pomegranate to eat, even if we gave the whole world for it.
=== ONUNCU LEM’A ===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ONUNCU_LEM’A"></span>
Tecelli-i cemaliyeyi gösteren hayat; nasıl bir bürhan-ı ehadiyettir, belki bir çeşit tecelli-i vahdettir. Tecelli-i celali izhar eden memat dahi bir bürhan-ı vâhidiyettir.
===TENTH FLASH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as life, which displays a manifestation of Divine beauty, is a proof of Divine oneness, and a sort of manifestation of unity, death too, which displays the manifestation of Divine glory, is a proof of Divine unity.
Evet, mesela وَ لِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi’ şeffafatı, güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle güneşe şehadet ettikleri gibi o kataratın ve şeffafatın gurûbuyla, gitmeleriyle beraber arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffafat kabileleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellisi ve noksansız istimrarı kat’iyen şehadet eder ki: Sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misalî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar; bir bâki, daimî, âlî, tecellisi zevalsiz bir tek güneşin cilveleridir. Demek, o parlayan kataratlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi; gurûblarıyla, zevalleriyle, güneşin bekasını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, And God’s is the highest similitude, by showing the sun’s light and reflection, the bubbles on a wide flowing river which sparkle in the sun and transparent objects which glisten on the face of the earth testify to the sun. On those tribes of bubbles and transparent objects disappearing, the continued magnificent manifestation of the sun and the uninterrupted and constant display of its light on the successive groups and tribes of bubbles and transparent objects which follow on after them, testify decisively that the little images of the sun and the lights and flashes which appear and sparkle, flare up and die away, and are changed and renewed, are the manifestations of an enduring, perpetual, elevated, single Sun whose manifestation is undying. That is to say, just as through their appearance and becoming  visible, the shining droplets demonstrate the sun’s existence, so with  their  disappearance  and  extinction, they  demonstrate  its  continuation, permanence, and unity.
Aynen öyle de şu mevcudat-ı seyyale, vücudlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l-vücud’un vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevalleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l-vücud’un ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In exactly the same way, through their existence and lives these flowing beings testify to the necessary existence and oneness of the Necessarily Existent One, and with their deaths and disappearance, they testify to the His pre-eternity, everlastingness, and unity.
Evet gece gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurûb ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnuat-ı cemile, mevcudat-ı latîfe, elbette bir âlî ve sermedî ve daimü’t-tecelli bir cemal sahibinin vücud ve beka ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zâhiriye-i süfliyeleriyle beraber zeval bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perde olduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat’iyen ispat eder ki şu sanatlar, şu nakışlar, şu cilveler; bütün esması kudsiye ve cemile olan bir Zat-ı Cemil-i Zülcelal’in tazelenen sanatlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, the beautiful creatures and fine beings which are renewed and restored within the decline and disappearance that occur through the alternation of night and day, winter and summer, and the centuries and ages, surely point to the existence, continuance, and unity of an elevated, eternal possessor of continually manifested beauty. While the deaths and  disappearance  of  those  beings  together  with  their  apparent  and  lowly  causes demonstrate that the causes are nothing but a mere veil. This situation proves decisively that these arts, these inscriptions, these manifestations, are the constantly renewed arts, the changing inscriptions, the  moving mirrors of an All-Beauteous One of Glory, all of Whose Names are sacred and beautiful; that they are His seals which follow on one after the other, and His stamps that are changed with wisdom.
'''Elhasıl''', şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete dair âyât-ı tekviniyeyi bize ders veriyor. Öyle de o Zat-ı Zülcelal’in bütün evsaf-ı kemaliye ve cemaliye ve celaliyesine de şehadet eder. Ve kusursuz ve noksansız kemal-i zatîsini ispat ederler. Çünkü bedihîdir ki bir eserde kemal, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemaline delâlet eder. Fiilin kemali ise ismin kemaline ve ismin kemali, sıfatın kemaline ve sıfatın kemali, şe’n-i zatînin kemaline ve şe’nin kemali, o zat-ı zîşuunun kemaline, hadsen ve zarureten ve bedaheten delâlet eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' The mighty book of the universe both teaches us the creational signs concerning Divine existence and unity, and it testifies to all the attributes of perfection, beauty, and glory of that All-Glorious One. And they prove the perfection of the Divine Essence faultlessly and without defect. For it is obvious that perfection in a work points to the perfection of the act which is the source and origin of the work. And the perfection of the act points to the perfection of the name, and the  perfection of the name, to the perfection of the attribute, and perfection of the attribute to the perfection of the essential qualities, and the perfection of the qualities point necessarily and self-evidently to the perfection of the essence possessing those qualities.
Mesela, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef’alinin mükemmeliyetini gösterir. O ef’alin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren unvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esma ve unvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın sanatına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o sanat ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o sanat sahibinin şuun-u zatiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zatiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuun ve kabiliyet-i zatiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zatiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, the perfect inscriptions and adornments of a faultless palace indicate the perfection  of  a master builder’s acts behind them. And the perfection of the acts shows the perfection of that active master’s titles and names, which demonstrate his rank. And the perfection of the names and titles  show the perfection of the other attributes qualifying the master builder’s art. And the perfection of the art and attributes show the perfection of the abilities and essential capacity of that craftsman, which are called the essential qualities. And the perfection of those essential qualities and abilities show the perfection of the master’s essential nature.
Aynen öyle de şu kusursuz, futursuz هَل۟ تَرٰى مِن۟ فُطُورٍ sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan sanat ise bilmüşahede bir müessir-i zi’l-iktidarın kemal-i ef’aline delâlet eder. O kemal-i ef’al ise bilbedahe o fâil-i zülcelalin kemal-i esmasına delâlet eder. O kemal-i esma ise bizzarure o esmanın müsemma-i zülcemalinin kemal-i sıfâtına delâlet ve şehadet eder. O kemal-i sıfât ise bi’l-yakîn o mevsuf-u zülkemalin kemal-i şuununa delâlet ve şehadet eder. O kemal-i şuun ise bihakkalyakîn o zîşuunun kemal-i zatına öyle delâlet eder ki bütün kâinatta görünen bütün enva-ı kemalât, onun kemaline nisbeten sönük bir zıll-i zayıf suretinde bir Zat-ı Zülkemal’in âyât-ı kemali ve rumuz-u celali ve işarat-ı cemali olduğunu gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In exactly the same way, the faultless works observed in the world, which manifest the meaning of  “Do you see any flaw?”, (*<ref>*Qur’an, 67:3.</ref>) this art in the well-ordered beings of the universe, point observedly to the perfect acts of an active possessor of power. And those perfect acts point clearly to the perfect Names of a Glorious Agent. And that perfection necessarily points to and testifies to the perfect attributes of the Beauteous One signified by the Names. And certainly those perfect attributes point and testify to the perfection of the Perfect  One  qualified  by the  attributes.  And those perfect  qualities point  with such absolute certainty to the  perfect  Essence of the One possessing the qualities that they indicate that all the sorts of perfection to be seen in the whole universe are but signs of His perfections, hints of His Glory, and allusions to His beauty, and pale, weak shadows in relation to His perfection.
=== GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON BİRİNCİ LEM’A ===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="GÜNEŞLER_KUVVETİNDE_ON_BİRİNCİ_LEM’A"></span>
On Dokuzuncu Söz’de tarif edilen ve kitab-ı kebirin âyet-i kübrası ve o Kur’an-ı kebirdeki ism-i a’zamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâm’ın bedr-i münevveri ve rububiyet-i İlahiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşaf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammedü’l-Emin aleyhissalâtü vesselâm, bütün enbiyayı sayesi altına alan risalet cenahı ve bütün âlem-i İslâm’ı himayesine alan İslâmiyet cenahlarıyla hakikatin tabakatında uçan ve bütün enbiya ve mürselîni, bütün evliya ve sıddıkîni ve bütün asfiya ve muhakkikîni arkasına alıp bütün kuvvetiyle vahdaniyeti gösterip arş-ı ehadiyete yol açıp gösterdiği iman-ı billah ve ispat ettiği vahdaniyet-i İlahiyeyi hiç vehim ve şüphenin haddi var mı ki kapatabilsin ve perde olabilsin?
===THE ELEVENTH FLASH, WHICH HAS THE STRENGTH OF SUNS===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As is defined  in the Nineteenth Word, our master Muhammad the Trustworthy (Peace and  blessings be upon him) is the supreme sign of the mighty Book of the Universe and the Greatest  Name of that  mighty Qur’an, the seed of the tree of the universe and its most luminous fruit, the sun of the palace of the world and the radiant moon of the world of Islam, the herald of the sovereignty of Divine dominicality, and the wise discloser of the talisman of the universe, who flies in the levels of reality with the wings of Messengership, which take under their shade all the prophets, and the wings of Islam, which take under their protection all the world of Islam; who took behind him all the prophets and  messengers, all the saints and veracious ones, all the purified and the scholars, and demonstrated Divine unity with all his strength and opened up the way to Divine oneness; has any doubt or suspicion, then, the power to conceal or obscure the belief in God which he demonstrated, or the Divine unity which he proved?
Madem On Dokuzuncu Söz’de ve On Dokuzuncu Mektup’ta o bürhan-ı kātı’ın âbü’l-hayat-ı marifetinden on dört reşha ve on dokuz işarat ile o zat-ı mu’ciz-nümanın enva-ı mu’cizatıyla beraber, icmalen bir derece tarif ve beyan etmişiz. Şurada şu işaret ile iktifa edip o vahdaniyetin bürhan-ı kātı’ını tezkiye eden ve sıdkına şehadet eden esasata işaret suretinde bir salavat-ı şerife ile hatmederiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since in the Nineteenth Word and Nineteenth Letter we have defined and described briefly and to a small degree in Fourteen Droplets and Nineteen Signs from the water of life of that Clear Proof’s knowledge that miracle-displaying Being together with his various miracles, we shall here content ourselves with this indication, and conclude with a benediction for him:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مَن۟ دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ وَ وَح۟دَانِيَّتِكَ وَ شَهِدَ عَلٰى جَلَالِكَ وَ جَمَالِكَ وَ كَمَالِكَ الشَّاهِدُ الصَّادِقُ ال۟مُصَدَّقُ وَ ال۟بُر۟هَانُ النَّاطِقُ ال۟مُحَقَّقُ سَيِّدُ ال۟اَن۟بِيَاءِ وَ ال۟مُر۟سَلٖينَ اَل۟حَامِلُ سِرَّ اِج۟مَاعِهِم۟ وَ تَص۟دٖيقِهِم۟ وَ مُع۟جِزَاتِهِم۟ وَ اِمَامُ ال۟اَو۟لِيَاءِ وَ الصِّدّٖيقٖينَ اَل۟حَاوٖى سِرَّ اِتِّفَاقِهِم۟ وَ تَح۟قٖيقِهِم۟ وَ كَرَامَاتِهِم۟ ذُو ال۟مُع۟جِزَاتِ ال۟بَاهِرَةِ وَ ال۟خَوَارِقِ الظَّاهِرَةِ وَ الدَّلَائِلِ ال۟قَاطِعَةِ ال۟مُحَقَّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ لَهُ ذُو ال۟خِصَالِ ال۟غَالِيَةِ فٖى ذَاتِهٖ وَ ال۟اَخ۟لَاقِال۟عَالِيَةِ فٖى وَظٖيفَتِهٖ
وَ السَّجَايَا السَّامِيَةِ فٖى شَرٖيعَتِهِ اَل۟مُكَمَّلَةِ ال۟مُنَزَّهَةِ لَهُ عَنِ ال۟خِلَافِ مَه۟بِطُ ال۟وَح۟ىِ الرَّبَّانِىِّ بِاِج۟مَاعِ ال۟مُن۟زِلِ وَ ال۟مُن۟زَلِ وَ ال۟مُن۟زَلِ عَلَي۟هِ سَيَّارُ عَالَمِ ال۟غَي۟بِ وَ ال۟مَلَكُوتِ مُشَاهِدُ ال۟اَر۟وَاحِ وَ مُصَاحِبُ ال۟مَلٰئِكَةِ اَن۟مُوذَجُ كَمَالِ ال۟كَائِنَاتِ شَخ۟صًا وَ نَو۟عًا وَ جِن۟سًا ( اَن۟وَرُ ثَمَرَاتِ شَجَرَةِ ال۟خِل۟قَةِ ) سِرَاجُ ال۟حَقِّ بُر۟هَانُ ال۟حَقٖيقَةِ تِم۟ثَالُ الرَّح۟مَةِ مِثَالُ ال۟مَحَبَّةِ كَشَّافُ طِل۟سِمِ ال۟كَائِنَاتِ دَلَّالُ سَل۟طَنَةِ الرُّبُوبِيَّةِ ال۟مُر۟مِزُ بِعُل۟وِيَّةِ شَخ۟صِيَّتِهِ ال۟مَع۟نَوِيَّةِ اِلٰى اَنَّهُ نُص۟بُ عَي۟نِ فَاطِرِ ال۟عَالَمِ فٖى خَل۟قِ ال۟كَائِنَاتِ ذُو الشَّرٖيعَةِ الَّتٖى هِىَ بِوُس۟عَةِ دَسَاتٖيرِهَا
وَ قُوَّتِهَا تُشٖيرُ اِلٰى اَنَّهَا نِظَامُ نَاظِمِ ال۟كَو۟نِ وَ وَض۟عُ خَالِقِ ال۟كَائِنَاتِ نَعَم۟ اِنَّ نَاظِمَ ال۟كَائِنَاتِ بِهٰذَا النِّظَامِ ال۟اَتَمِّ ال۟اَك۟مَلِ هُوَ نَاظِمُ هٰذَا الدّٖينِ بِهٰذَا النِّظَامِ ال۟اَح۟سَنِ ال۟اَج۟مَلِ سَيِّدُنَا نَح۟نُ مَعَاشِرَ بَنٖى اٰدَمَ وَ مُه۟دٖينَا اِلَى ال۟اٖيمَانِ نَح۟نُ مَعَاشِرَ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ مُحَمَّدٍ ب۟نِ عَب۟دِ اللّٰهِ ب۟نِ عَب۟دِ ال۟مُطَّلِبِ عَلَي۟هِ اَف۟ضَلُ الصَّلَوَاتِ وَ اَتَمُّ التَّس۟لٖيمَاتِ مَا دَامَتِ ال۟اَر۟ضُ وَ السَّمٰوَاتُ فَاِنَّ ذٰلِكَ الشَّاهِدَ الصَّادِقَ ال۟مُصَدَّقَ يَش۟هَدُ عَلٰى رُؤُسِ ال۟اَش۟هَادِ مُنَادِيًا وَ مُعَلِّمًا لِاَج۟يَالِ ال۟بَشَرِ خَل۟فَ ال۟اَع۟صَارِ وَ ال۟اَق۟طَارِ نِدَاءً عُل۟وِيًّا بِجَمٖيعِ قُوَّتِهٖ وَ بِغَايَةِ جِدِّيَّتِهٖ وَ بِنِهَايَةِ وُثُوقِهٖ وَ بِقُوَّةِ اِط۟مِئ۟نَانِهٖ وَ بِكَمَالِ اٖيمَانِهٖ
بِاَش۟هَدُ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings to the one who demonstrated Your necessary existence and unity, and testified to Your glory and beauty and perfection; the verified and veracious witness, the  verifying  articulate proof; the lord of the prophets and messengers,  the  bearer  of  the  mystery  of  their  consensus,  affirmation,  and miracles; the leader of the saints and veracious ones, the holder of the mystery of  their  accord,  verifications,  and  wonder-working;  the  one  with  evident miracles,  clear  marvels,  and  decisive  evidences  which  corroborated  and affirmed him; who displayed exalted purity in his self, elevated morals in his duty, and lofty qualities in his Shari’a, perfect and free of all contradiction, to whom according to the consensus of the revealed and the Revealer and the one who revealed it to him, dominical reve lation descended; the traveller through the Worlds of the Unseen and of the Inner  Dimensions of Things; the observer of spirits, who conversed with the angels;  the  sample  of  the  perfections  of  the  universe,  in  regard  to  both individuals, and species, and realms of beings; the most luminous of the fruits of the tree of creation; the lamp of truth; the proof of  reality; the embodiment of mercy; the exemplification of love; the discloser of the talisman of the universe; the herald of the sovereignty of dominicality; the sign that the elevatedness of his  collective personality was before the eyes of the world’s Creator at the creation of the universe; the possessor of a Shari’a that indicates through the breadth of its principles and strength that it is the order of the Orderer of the World, drawn up by the Creator of the Universe. Yes, the One Who ordered the universe with this perfect and total order is He Who ordered this religion with its fine and beautiful order, our master, we are the community of the sons of Adam, our guide to belief, we are the community of believers, Muhammad ibn ‘Abdullah ibn  ‘Abd al-Mutallib, Upon him be the most perfect blessings and most complete peace as long  as the heavens and earth subsist, for he is the veracious and verified witness who summoned  the leaders of witnesses and has instructed the branches of mankind throughout the centuries  and  all  the  regions of  the  world  in  elevated  fashion  with  all  his strength, with complete seriousness and utter steadfastness, and with the power of his certainty and perfect belief, testifying: “I testify that there is no god but God, the One, He has no partner.”
=== GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON İKİNCİ LEM’A ===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="GÜNEŞLER_KUVVETİNDE_ON_İKİNCİ_LEM’A"></span>
Şu Yirmi İkinci Söz’ün On İkinci Lem’a’sı, öyle bir bahr-i hakaiktir ki bütün yirmi iki Söz ancak onun yirmi iki katresi ve öyle bir menba-ı envardır ki şu yirmi iki Söz, o güneşten ancak yirmi iki lem’asıdır. Evet, o yirmi iki adet Sözlerin her birisi, sema-i Kur’an’da parlayan bir tek necm-i âyetin bir lem’ası ve bahr-i Furkan’dan akan bir âyetin ırmağından tek bir katresi ve bir kenz-i a’zam-ı Kitabullah’ta her biri bir sandukça-i cevahir olan âyetlerin bir tek âyetinin bir tek incisidir.
===THE TWELFTH FLASH, WHICH HAS THE STRENGTH OF SUNS===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This Twelfth Flash of the Twenty-Second Word is such an ocean of truths that all the previous twenty-two Words form only twenty-two drops of it, and it is a source of such lights that they form only twenty-two flashes of that Sun. Yes, all the previous twenty- two Words are flashes of the stars of the verses shining in the skies of the Qur’an; all are single  droplets  from  the  river  of  a  verse  flowing  from  that  ocean  of  discernment distinguishing truth and falsehood; each is but one pearl from a single of its verses, all of which are chests of jewels in the sublime treasury of God’s Book.
İşte On Dokuzuncu Söz’ün On Dördüncü Reşha’sında bir nebze tarif edilen o Kelâmullah; ism-i a’zamdan, arş-ı a’zamdan, rububiyetin tecelli-i a’zamından nüzul edip ezeli ebede rabtedecek, ferşi arşa bağlayacak bir vüs’at ve ulviyet içinde bütün kuvvetiyle ve âyâtının bütün kat’iyetiyle mükerreren لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der, bütün kâinatı işhad eder
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<div class="mw-translate-fuzzy">
ve şehadet ettirir. Evet لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ بَرَابَر۟ مٖيزَنَد۟ عَالَم۟
Thus, the Word of God, which is in small part defined in the Fourteenth Droplet of the Nineteenth Word, has been revealed from the Greatest Name, the Sublime Throne, and the greatest manifestation of dominicality, and it repeatedly states with all its strength within a breadth and elevatedness that binds pre-eternity to post-eternity and ties the ground to the Divine Throne, and with the certainty of all its verses: There is no god but God!; it calls the whole universe to witness and makes it testify. Yes, altogether the world hymns: There is no god but God!
</div>
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If you look at the Qur’an with the eyes of a sound heart, you will see that its six aspects are so brilliant and transparent that no darkness, no misguidance, no doubt or suspicion, no trickery could enter it or find a fissure through which to enter and violate its purity. For above it  is the  stamp of miraculousness; beneath it, proof and evidence; behind it, its point of support, pure dominical revelation; before it, the happiness of this world and the next; on its right, questioning the reason and ensuring its confirmation; on its left, calling on the conscience to witness and securing its submission; within it is self- evidently the pure guidance of the Most Merciful; its outside observedly consists of the lights of belief; and its fruits, with all certainty the purified and veracious scholars and saints, who are  adorned with all the human perfections and attainments. If you fasten your ear to the breast of that  tongue of the Unseen, you will hear from afar a most familiar and convincing, an infinitely serious and elevated heavenly voice equipped with proof which repeats “There is no god but God.” It states this so  certainly it is at the degree  of  ‘absolute  certainty’, and  illuminates  you  with a  ‘knowledge  of  certainty’ resembling ‘vision of certainty.
Evet, o Kur’an’a selim bir kalp gözüyle baksan göreceksin ki cihat-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır ki hiçbir zulmet, hiçbir dalalet, hiçbir şüphe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhûle fürce bulamaz. Çünkü üstünde sikke-i i’caz, altında bürhan ve delil, arkasında nokta-i istinadı mahz-ı vahy-i Rabbanî, önünde saadet-i dâreyn, sağında aklı istintak edip tasdikini temin, solunda vicdanı istişhad ederek teslimini tesbit, içi bilbedahe safi hidayet-i Rahmaniye, üstü bilmüşahede hâlis envar-ı imaniye, meyveleri biaynelyakîn kemalât-ı insaniye ile müzeyyen asfiya ve muhakkikîn, evliya ve sıddıkîn olan o lisan-ı gaybın sinesine kulağını yapıştırıp dinlesen; derinden derine, gayet munis ve mukni, nihayet ciddi ve ulvi ve bürhan ile mücehhez bir sadâ-yı semavî işiteceksin ki öyle bir kat’iyetle لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der ve tekrar eder ki hakkalyakîn derecesinde söylediğini, aynelyakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifaza ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' Both God’s Most Noble Messenger (Peace and blessings be upon him) and the Most Decisive Criterion of Truth and Falsehood were suns.
'''Elhasıl:''' Her birisi birer güneş olan, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile Furkan-ı Ahkem ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
One, the tongue of the Manifest World, pointing with the fingers of Islam and Messengership and confirmed by all the prophets and purified ones supported by a thousand miracles, demonstrated this truth with all his strength.
'''Biri;''' âlem-i şehadetin lisanı olarak bin mu’cizat içinde bütün enbiya ve asfiyanın taht-ı tasdiklerinde İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And the other, like the tongue of the World of the Unseen, indicating with the fingers of right and guidance under the confirmation of all the creational signs in the universe within forty aspects of miraculousness, demonstrates the same truth with all seriousness. Is that truth then not clearer than the sun and more brilliant than sunlight?
'''Diğeri;''' âlem-i gaybın lisanı hükmünde, kırk vücuh-u i’caz içinde, kâinatın bütün âyât-ı tekviniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati… Acaba o hakikat, güneşten daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mı?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Oh, obdurate little man sunk in misguidance! (*<ref>*This is addressing someone who was trying to abolish the Qur’an.</ref>)
Ey dalalet-âlûd mütemerrid insancık! (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu hitap, Kur’an’ı kaldırmaya çalışanadır. </ref>) Ateş böceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin? Onlardan istiğna edebilirsin? Üflemekle onları söndürmeye çalışırsın? Tuuuh, tuf, senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabb’i ve şu kâinatın sahibi namına ve onun hesabına söyledikleri sözleri ve davaları inkâr edebilirsin? Ey bîçare ve sinekten daha âciz daha hakir! Sen necisin ki şu kâinatın Sahib-i Zülcelal’ini tekzibe yelteniyorsun?
How can you oppose these suns with the lamp of your head, dimmer than a fire-fly? How can you show disdain for them? Are you trying to  extinguish them by puffing? Pooh to your denying mind! How can you deny the words and claims which those two tongues of the Manifest and Unseen Worlds speak in the name of the Sustainer of all the worlds and Owner of the universe; which they speak on His behalf? Oh, you wretch, lower and more impotent than a fly! Who are you that you attempt to give the lie to the universe’s Glorious Owner?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="HÂTİME"></span>
== HÂTİME ==
==Conclusion==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O friend,  whose  mind  is alert  and heart, attentive! If you have understood this Twenty-Second Word from the beginning up to here, take the twelve Flashes together in your hand, and finding a lamp of truth as powerful as a thousand electric lamps, adhere to the below-mentioned verses of the Qur’an. Mount the steed of Divine assistance, ascend to the heavens of truth, rise to the Throne of Divine knowledge.
Ey aklı hüşyar, kalbi müteyakkız arkadaş! Eğer şu Yirmi İkinci Söz’ün başından buraya kadar fehmetmişsen on iki lem’ayı birden elinde tut. Binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak arş-ı a’zamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’aniyeye yapış. Burak-ı tevfike bin, semavat-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Declare: I testify that there is no god but You, You are One, You have no partner! (*<ref>*Bukhari, i, 214; Ibn Hibban, Sahih, i, 272; iii, 136, 227, 229.</ref>) And, saying, I testify that there is no god but God, He is One, He has no partner; His is the dominion and His is the praise; He gives life and gives death, and He is ever- living and dies not; in His hand is all good, and He is powerful over all things, (*<ref>*Baghawi, Sharh al-Sunna, v, 53, 75, 132; Ibn Hajar, Majma’ al-Zawa’id, iv, 86-115; x, 85, 114.</ref>) proclaim His unity over the heads of all the beings in the universe in this mighty mosque of the world.
اَش۟هَدُ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَن۟تَ وَح۟دَكَ لَا شَرٖيكَ لَكَ de. Hem لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ diyerek bütün mevcudat-ı kâinatın başları üstünde ve mescid-i kebir-i âlemde vahdaniyeti ilan et.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be to You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise. (*<ref>*Qur’an, 2:32.</ref>)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O our Sustainer! Do not call us to task if we forget or fall into error.  * Our Sustainer! Lay not a burden on us like that which you laid on those before us;  * Our Sustainer! Lay not on us  a burden greater than we have the strength to bear. * Blot out our sins. And grant us forgiveness. Have mercy on us. You are our Protector; help us against those who stand against faith. (*<ref>*Qur’an, 2:286.</ref>) Our Sustainer! Let not our hearts deviate now after You have guided us, but grant us mercy from Your presence; for You are the Granter of bounties without measure. * Our Sustainer! You are He that will gather mankind together against a Day about which there is no doubt; for God never fails in His promise. (*<ref>*Qur’an, 3:8-9.</ref>)
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا رَبَّنَا وَلَا تَح۟مِل۟ عَلَي۟نَٓا اِص۟رًا كَمَا حَمَل۟تَهُ عَلَى الَّذٖينَ مِن۟ قَب۟لِنَا رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّل۟نَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهٖ وَاع۟فُ عَنَّا وَاغ۟فِر۟لَنَا وَار۟حَم۟نَا اَن۟تَ مَو۟لٰينَا فَان۟صُر۟نَا عَلَى ال۟قَو۟مِ ال۟كَافِرٖينَ ۝ رَبَّنَا لَا تُزِغ۟ قُلُوبَنَا بَع۟دَ اِذ۟ هَدَي۟تَنَاوَهَب۟ لَنَا مِن۟ لَدُن۟كَ رَح۟مَةًاِنَّكَ اَن۟تَ ال۟وَهَّابُ ۝ رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَو۟مٍ لَا رَي۟بَ فٖيهِ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخ۟لِفُ ال۟مٖيعَادَ ۝
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings and peace to the one whom You sent as a Mercy to all the worlds, and to all his Family and Companions. And have mercy of us and have mercy on his  community, through Your mercy, O Most Merciful of the Merciful. Amen.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ اَر۟سَل۟تَهُ رَح۟مَةً لِل۟عَالَمٖينَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ وَار۟حَم۟نَا وَ ار۟حَم۟ اُمَّتَهُ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ اٰمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And the close of their prayer will be: Praise be to God, the Sustainer of All the Worlds! (*<ref>*Qur’an, 10:10.</ref>)
وَ اٰخِرُ دَع۟وٰيهُم۟ اَنِ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirmi Birinci Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Yirmi Üçüncü Söz]] </center>
<center> [[Yirmi Birinci Söz/en|The Twenty-First Word]] ⇐ | [[Sözler/en|The Words]] | ⇒ [[Yirmi Üçüncü Söz/en|The Twenty-Third Word]] </center>
------
------
</div>
40.857

düzenleme