İçeriğe atla

On Altıncı Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

"------ <center> The Fifteenth Letter ⇐ | The Letters | ⇒ The Seventeenth Letter </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("'''The Second:''' This blessed month of Ramadan I was given food by only two houses, and both of them made me ill. I understood that I am prohibited from eating other people’s food. The rest of the time, in the whole of Ramadan, three loaves of bread and one okka(*<ref>*About 2.8 lbs. or 1,300 grammes.</ref>)of rice were enough for me, as was witnessed and told by Abdullah Çavuş, the owner of a blessed house and a loyal friend who saw my econ..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("------ <center> The Fifteenth Letter ⇐ | The Letters | ⇒ The Seventeenth Letter </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 65 değişikliği gösterilmiyor)
108. satır: 108. satır:
Abdullah Çavuş, the owner of a blessed house and a  loyal friend  who  saw  my economizing. In fact, the rice was finished two weeks after the end of Ramadan.
Abdullah Çavuş, the owner of a blessed house and a  loyal friend  who  saw  my economizing. In fact, the rice was finished two weeks after the end of Ramadan.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Third:''' For three months on the mountain one kıyye(*<ref>*About 2.8 lbs.</ref>)of butter was enough for me and my guests, eating it every day together with bread. On one occasion even I had a blessed visitor called Süleyman. Both his bread and my bread were about to be finished. It was Wednesday. I told him to go and get some more. For two hours’ distance on every side of us there was no one from whom he could have got any. He said that he wanted to stay with me on the mountain on Thursday night so that we could pray together. I declared: “Our reliance is on God,” and told him to stay.
'''Üçüncüsü:''' Dağda, üç ay bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, her gün ekmekle beraber yemek şartıyla kâfi geldi. Hattâ Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günü idi; dedim ona: Git ekmek getir. İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum.” dedi. Ben de dedim: “Tevekkelnâ alallah, kal.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Later, although it had no connection with this and there was no reason for it, we both began walking till we reached the top of the mountain. There was a little water in the ewer, and we had a small piece of sugar and some tea. I told  him: “Brother! Make some tea!He set about making it and I sat down under a cedar-tree overlooking a deep ravine. I thought regretfully to myself: we have a bit of mouldy bread which will only just be enough for us this evening. What shall we do for two days and what shall I say to this ingenuous man? While thinking this, I suddenly turned my head involuntarily and I saw a huge loaf of bread on the cedar-tree in among the branches; it was facing us. I exclaimed: “Süleyman! Good news! Almighty God has sent us food.” We took the bread, and looking at it saw that no bird or wild animal had touched it. And for twenty or thirty days no one at all had climbed to the top of that mountain. The bread was sufficient for us for the two days. While we were eating and it was about to be finished, righteous Süleyman who had been the  most loyal of loyal friends for four years, suddenly appeared from below with more bread.
Sonra hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şeker ile çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.O ona başladı, ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifane şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu safi-kalp adama ne diyeceğim, diye düşünmede iken birdenbire başım çevrilir gibi başımı çevirdim, gördüm ki: Koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman müjde! Cenab-ı Hak bize rızık verdi.” O ekmeği aldık, bakıyoruz ki kuşlar ve hayvanat-ı vahşiye hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek, ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sadık bir sıddıkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Fourth:''' I bought this sack coat I’m wearing seven years ago second-hand. In five years I have spent only four and a half liras on clothes, underwear, slippers, and stockings. Frugality and divine mercy and the resulting plenty have sufficed me.
'''Dördüncüsü:''' Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket-i iktisat ve rahmet-i İlahiye bana kâfi geldi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There are many other things like these examples and numerous sorts of divine blessings. The people of this village know most of them. But do not suppose I am mentioning them out of pride, I have been forced to, rather. And do not think they were due to my goodness. These instances of plenty were either bestowal to  the sincere friends who have visited me, or a bestowal on account of service of the Qur’an, or an abundance and  benefit resulting from frugality, or they have been sustenance for  the four cats I have which recite the  divine names “O Most Compassionate One! O Most Compassionate One!”, which comes in the form of plenty and from which I benefit too. Yes, if you listen carefully to their mournful miaowings, you will understand that they are saying, “O Most Compassionate One! O Most Compassionate One!”
İşte şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlahiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahir için zikrediyorum zannetmeyiniz, belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır veya hizmet-i Kur’aniyeye bir ikramdır veya iktisadın bereketli bir menfaatidir veyahut “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazîn mır mırlarını dikkatle dinlesen “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
We have arrived at the subject of cats and it has recalled the hen. I have a hen. This winter every day  almost without exception she brought me an egg from the treasury of mercy. Then one  day  she brought me two eggs and I was astonished. I asked my friends “How can this be?” They replied: “Perhaps it is a divine gift.” The hen also has a young chick she hatched in the  summer. It started to lay at the beginning of Ramadan and continued for forty days. Neither  I  nor those who assist me have any doubt that, both its being a pullet, and the season being winter, and Ramadan, this blessed situation was a divine gift and bestowal. And whenever the mother stopped laying, it immediately started, never leaving me without eggs.
Kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta, yumurta makinesi gibi pek az fâsıla ile her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum: “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir ihsan-ı İlahîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük hem kışta hem ramazanda, bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbanî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_vehimli_sual:"></span>
=== İkinci vehimli sual: ===
===Second Suspicious Question:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The worldly ask: How can we be sure you won’t meddle in our world? If we set you free, you may interfere in it. Also, how do we  know that you aren’t being cunning? How do we know that it isn’t a stratagem, pretending to have abandoned the world and taking things from the people not openly, but secretly?
Ehl-i dünya diyorlar ki: Sana nasıl emniyet edeceğiz ki sen dünyamıza karışmayacaksın? Seni serbest bıraksak belki dünyamıza karışırsın. Hem nasıl bileceğiz ki sen kurnazlık yapmıyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkın malını zâhiren almaz, gizli alır bir kurnazlık olmadığını nasıl bileceğiz?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:''' My attitude in the Court Martial and in the period before the proclamation of the Constitution, which are known by many, and my defence in the Court Martial at that time called The Testimony of Two Schools of Misfortune, show decisively that the life I lived was such that I would not resort to the tiniest wiles, let alone cunning and subterfuge.
'''Elcevap:''' Yirmi sene evvelki Divan-ı Harb-i Örfîde ve Hürriyet’ten daha evvel zamanda çoklara malûm hal ve vaziyetim ve “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” namında o zaman Divan-ı Harpteki müdafaatım kat’î gösterir ki değil kurnazlık belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmişim.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If I had resorted to trickery this last five years, I would have made application to  you in sycophantic manner. A wily man tries to ingratiate himself. He does not hold back; he always tries to deceive and hoodwink. Whereas I have not condescended to respond to the severest attacks and criticisms levelled at me. Saying, “I place my trust in God,” I turned my back on the worldly.
Eğer hile olsaydı, bu beş sene zarfında sizlere temellukkârane bir müracaat edilecekti. Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez; iğfal ve aldatmaya daima çalışır. Halbuki bana karşı en mühim hücumlara ve tenkitlere mukabil tezellüle tenezzül etmedim. “Tevekkeltü alallah” deyip ehl-i dünyaya arkamı çevirdim.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, if he is sensible, a person who discovers  the  reality of this  world and  knows the hereafter, is not sorry; he does not turn back to the world and struggle with it again. After the age of fifty, a person who has no connection with anything and is alone, will not sacrifice eternal life for one or two years of the chatter and deception of this world. If he does, he is not cunning but foolish and crazy. What can a crazy lunatic do so that anyone should bother with him?
'''Hem de âhireti bilen ve dünyanın hakikatini keşfeden; aklı varsa pişman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uğraşmaz.''' Elli seneden sonra, alâkasız, tek başıyla bir adam; hayat-ı ebediyesini dünyanın bir iki sene gevezeliğine, şarlatanlığına feda etmez, feda etse kurnaz olmaz, belki ebleh bir divane olur. Ebleh bir divanenin elinden ne gelir ki onun ile uğraşılsın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As for suspecting me of outwardly abandoning the world while inwardly seeking it, in accordance with the verse,Nor do I absolve my own self [of blame]; the [human] soul is certainly prone to evil,(12:53)I do not exonerate my soul, for it wants everything bad. But in this fleeting world, this temporary guest-house, during old age, in a brief life, it is not reasonable to destroy eternal life and everlasting happiness for a little bit of pleasure. Since it is not profitable for the reasonable and the aware, willy-nilly my soul has had to follow my reason.
Amma zâhiren târik-i dünya, bâtınen talib-i dünya şüphesi ise وَمَٓا اُبَرِّئُ نَف۟سٖٓى اِنَّ النَّف۟سَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ sırrınca: Ben nefsimi tebrie etmiyorum, nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmarem ister istemez akla tabi olmuştur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_vehimli_sual:"></span>
=== Üçüncü vehimli sual: ===
===The Third Suspicious Question:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The worldly say: Do you like us? Do you approve of us? If you do like us, why are you stand-offish and have nothing to do with us?
Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen neden bize küsüp karışmıyorsun?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If you don’t like us, that means you object to us and we crush those who object to us.
Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın, biz muarızlarımızı ezeriz?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:''' Not you, if I had loved your world, I would not have withdrawn from it. I don’t like either you or your world, but I don’t interfere with them. For I have different goals; my heart is filled with different things, leaving no room for anything else. Your duty is to look to a person’s hand, not to his heart. For you  seek your government and your public  order. So  long as his hand does not interfere, what right do you have to interfere in his heart and tell him, “your heart should love us too,” although you are in no way worthy of it?
'''Elcevap:''' Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünkü idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki hiç lâyık olmadığınız halde “Kalp de bizi sevsin.demeye? Kalbe karışsanız…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, just as I desire the spring during this winter and long for it but cannot will it or make it come; so too I long for  the world  to  be righted  and  I pray for  it  and  I want  the worldly to be reformed, but I cannot will these things because I do not have the power. I  cannot bring them about, because it is neither my duty, nor do I have the capacity.
Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de hal-i âlemin salahını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum fakat irade edemiyorum çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum çünkü ne vazifemdir ne de iktidarım var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_şüpheli_sual:"></span>
=== Dördüncü şüpheli sual: ===
===Fourth Suspicious Question:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The worldly say: we have experienced so many calamities, we no longer have confidence in anyone. How can we be certain that given the opportunity you won’t interfere like you want to?
Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belalar gördük ki kimseye emniyetimiz kalmadı. Sana nasıl emin olabiliriz ki fırsat senin eline geçse arzu ettiğin gibi karışmazsın?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''The previous points should assure you. In addition, I did not interfere in your world while in my native region among my students and relatives, with  those  who heeded me in the midst of volatile events. So for someone who is alone in exile, with no one, a stranger, weak, powerless, turned with all his strength towards the hereafter, cut off from all social relations and communication, who has found only a few friends from far afield who also  look to the hereafter, and who is a stranger to everyone else and whom everyone else regards as a stranger – for such a person to interfere in your fruitless, dangerous world would surely be compounded lunacy.
'''Elcevap:''' Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni dinleyenlerin ortasında, heyecanlı hâdiseler içinde dünyanıza karışmadığım halde; diyar-ı gurbette ve yalnız, tek başıyla, garib, zayıf, âciz, bütün kuvvetiyle âhirete müteveccih, ihtilattan, muhabereden kesilmiş, iman ve âhiret münasebetiyle uzaktan uzağa yalnız bazı ehl-i âhireti dost bulan ve başka herkese yabani ve herkes de ona yabani nazarıyla bakan bir insan; semeresiz, tehlikeli dünyanıza karışsa muzaaf bir divane olmak gerektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Nokta"></span>
== Beşinci Nokta ==
==FIFTH POINT==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This concerns five small matters.
Beş küçük meseleye dairdir:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birincisi:"></span>
=== '''Birincisi:''' ===
===The First:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The worldly ask me: Why don’t you practise the principles of our civilization, our style of life, and our manner of dressing? Does this mean you oppose us?
Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarızsın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''My reply:'''Sirs! What right do you have to propose to me the principles of your civilization? For as though casting me outside the laws of civilization, you have wrongfully forced me to reside in a village for five years and prohibited me from having any social relations or communication. You left all the exiles in the town with their friends and relatives, then gave them the papers granting them an amnesty, but without reason you isolated me and did not allow me to meet with anyone from my native region, except for one or two. That means you do not count me as a member of this nation or a citizen. How can you propose that I apply your civil code to myself? You have turned  the world into a prison for me. Such things cannot be proposed to someone in prison. You closed the door of the world on me, so I knocked on the door of the hereafter and divine mercy opened it to me. How can the confused customs and principles of the world be dictated to someone at the door of the hereafter? Whenever you set me free and return me to my native region and restore my rights, then you can require me to conform to your principles.
'''Ben de derim:''' Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten ıskat etmiş gibi, haksız olarak beş sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnû bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi şehirlerde dost ve akrabasıyla beraber bıraktınız ve sonra vesika verdiğiniz halde, sebepsiz beni tecrit edip bir iki tane müstesna hiçbir hemşehri ile görüştürmediniz. Demek, beni efrad-ı milletten ve raiyetten saymıyorsunuz. Nasıl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayı bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle şeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapısını kapadınız; ben de âhiret kapısını çaldım, rahmet-i İlahiye açtı. Âhiret kapısında bulunan bir adama, dünyanın karmakarışık usûl ve âdâtı ona nasıl teklif edilir? Ne vakit beni serbest bırakıp memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini isteyebilirsiniz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Mesele:"></span>
=== '''İkinci Mesele:''' ===
===Second Matter:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The worldly say: “We have an official department for
Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok.
instructing in the precepts of religion and truths of Islam. On what authority do you publish religious works? Since you are a convicted exile, you have no right to meddle in these matters.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''Truth and reality cannot be restricted. How can belief and the Qur’an be restricted? You can restrict the principles and laws of your world, but the truths of belief and Qur’anic principles cannot be forced into the form of worldly dealings or be given an official guise in return for a wage. Those mysteries, which are divine gifts, those blessings, come rather through a sincere intention and giving up the world and carnal pleasures. Moreover, that official department of yours accepted me and appointed me as a preacher while I was in my home region. I accepted the position, but rejected the salary. I have the document in my possession. With it I can act as an imam and preacher everywhere, because my being exiled was unjust. Also, since the exiles have been returned, my old documents are still valid.
'''Elcevap:''' Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz. '''Belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.''' Hem de sizin o resmî daireniz dahi memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim fakat maaşını terk ettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim çünkü benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade edildi, eski vesikalarımın hükmü bâkidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Secondly:'''I addressed the truths of belief I have written directly at my own soul. I do not invite everyone. Rather, those whose spirits are needy and hearts wounded search out and find those Qur’anic remedies. Only, to secure my livelihood I had printed a treatise of mine about the resurrection of the dead before the new script was introduced. And the former governor, who was unfair to me, studied the treatise, but did nothing against it since he could find nothing in it to criticize.
Sâniyen, yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalpleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur’aniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız medar-ı maişetim için yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi tabettirdim. Bunu da bana karşı insafsız eski vali, o risaleyi tetkik edip tenkit edecek bir cihet bulamadığı için ilişemedi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Mesele:"></span>
=== '''Üçüncü Mesele:''' ===
===Third Matter:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of my friends remain apparently aloof from me because the worldly look on me with suspicion and in order to curry favour with the worldly, indeed, they criticize me. But the cunning worldly attribute their aloofness and avoiding me not to their loyalty to the worldly but to a sort of hypocrisy and lack of conscience, and they look on those friends of mine coldly.
Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şüpheli baktıkları için ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zâhiren teberri ediyorlar, belki tenkit ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinablarını, o ehl-i dünyaya sadakate değil belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa hamledip o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So I say this: O my friends of the hereafter! Don’t hold back from me as a servant of the Qur’an and run away. God willing, no harm will come to you from me. Suppose some calamity is visited on you or I am oppressed, you still cannot be saved by avoiding me. By doing that you will make yourselves more deserving of being visited by a calamity and receiving a blow. And what is there, that you should have these groundless fears?
'''Ben de derim:''' Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’an’a hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünkü inşâallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse siz benden teberri ile kurtulamazsınız. O hal ile musibete ve tokada daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki evhama düşüyorsunuz?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Mesele:"></span>
=== '''Dördüncü Mesele:''' ===
===Fourth Matter:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I see during this time of exile that certain boastful people who have fallen into the swamp of politics regard me in a partisan manner, with rivalry, as though I were connected with the worldly movements like they are.
Şu nefiy zamanımda görüyorum ki hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Sirs! I am in the current of belief. Before me is the current of unbelief. I have no connection with other currents or movements. Perhaps some of those who work for a wage consider themselves excused to a degree. But to assume a stance opposing me in rivalry in the name of patriotism for no wage, and to harass me and oppress me, is truly a grievous error. For as was proved above, I have no connection at all with world politics. I have dedicated all my time and my life to the truths of belief and the Qur’an. Since it is thus, the person who  torments and harasses me in rivalry should realize that to do so is like harming belief in the name of atheism and unbelief.
Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünkü sâbıkan ispat edildiği gibi siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet verip rakibane ilişen adam düşünsün ki o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Mesele:"></span>
=== '''Beşinci Mesele:''' ===
===Fifth Matter:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since this world is transitory,
Dünya madem fânidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and life is short,
Hem madem ömür kısadır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and one’s essential duties are many,
Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and eternal life is gained here;
Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and since this guest-house of the world is not without an owner,
Hem madem dünya sahipsiz değil.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
indeed, has a most wise and generous director,
Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbiri var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and neither good nor bad  will  remain without recompense;
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and since according to the verse, On no soul does God place a burden greater than it can bear(2:286)
Hem madem لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَف۟سًا اِلَّا وُس۟عَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
there is no obligation that is insupportable,
Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and a safe way is preferable to a harmful one, and  since friends and ranks last only till the door of the grave;
Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
then surely the most fortunate  person is he who does not forget the hereafter for this world, nor sacrifice the hereafter for this world, nor destroy the life of the hereafter for worldly life, nor waste his life on trivial things, but considers himself to be a guest and acts in accordance with the commands of the guest-house’s Owner, then opens the door of the grave in confidence and enters upon eternal happiness.(*<ref>*The reason for these ‘sinces’ is this: I take no notice of the wrongs and tyranny perpetrated against my person and give them no importance. I say, “They are not worth worrying about,” and I do not interfere in the world.</ref>)
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu mademler içindir ki şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. “Meraka değmiyor.diyorum ve dünyaya karışmıyorum.</ref>)'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
* * *
* * *
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="On_Altıncı_Mektup’un_Zeyli"></span>
== On Altıncı Mektup’un Zeyli ==
==An Addendum to the Sixteenth Letter==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In His Name! And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)
بِاس۟مِهٖ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Without reason the worldly became suspicious of a powerless  stranger like myself, and imagining me to have the power of thousands, put me under numerous restrictions. They did not give permission for me to stay a night or two in Bedre, a district of Barla, or on one  of the mountains of Barla.
Ehl-i dünya sebepsiz, benim gibi âciz, garib bir adamdan tevehhüm edip binler adam kuvvetinde tahayyül ederek beni çok kayıtlar altına almışlar. Barla’nın bir mahallesi olan Bedre’de ve Barla’nın bir dağında, bir iki gece kalmaklığıma müsaade etmemişler. İşittim ki diyorlar:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I heard that they say: “Said possesses the power of fifty thousand soldiers, so we can’t set him free.”
“Said elli bin nefer kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So I say: You unhappy people whose view is restricted to this world! How is it that you  do not know the matters of the world, despite working for it with all your strength, and govern it like lunatics? If it is my person you fear, one soldier even could do more than me, let alone fifty thousand. That is, he could be posted at the door of my room and tell me: “You can’t go out!”
'''Ben de derim ki:''' Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eğer korkunuz şahsımdan ise elli bin nefer değil belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup bana “Çıkmayacaksın!” diyebilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But if it is my profession and my being herald  of the Qur’an and the moral strength of belief that you fear, then you are wrong; you should be aware that in that respect, I have the strength of fifty million soldiers, not fifty thousand! For through the strength of the All-Wise Qur’an, I challenge all Europe including your irreligious people. Through the lights of belief I have published I have razed the sturdy bastions they call the physical sciences and nature. I have cast down lower than animals their greatest irreligious  philosophers. If all Europe were to gather, of which  your irreligious people are a part, through God’s assistance, they could not make me recant a single matter of that way of mine. God willing, they could not defeat me!
Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’an’a ait dellâllığımdan ve kuvve-i maneviye-i imaniyeden ise elli bin nefer değil, yanlışsınız! Meslek itibarıyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü Kur’an-ı Hakîm’in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduğu halde, bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envar-ı imaniye ile onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zîr ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz feylesoflarını, hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşâallah mağlup edemezler!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since the matter is thus, I do not interfere in your world, so don’t you interfere in my hereafter! If you do, if it will be of no avail.
Madem böyledir, ben sizin dünyanıza karışmıyorum, siz de benim âhiretime karışmayınız! Karışsanız da beyhudedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
What is determined by God cannot be turned by force;
''Takdir-i Hudâ, kuvvet-i bâzu ile dönmez''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A flame that if lit by God, cannot be extinguished by puffing.
''Bir şem’a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez.''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The worldly are exceptionally and excessively suspicious of me; quite simply, they are frightened of me. Imagining about me non-existent things that even if they did exist would not constitute a political crime and could not be the cause of accusation, like being a shaikh, or having high rank or belonging to a powerful family, or being a tribal leader and influential and having numerous followers, or  meeting with people from my native region, or being involved in the affairs of the world, or even entering politics or the opposition; imagining such things about me, they have been  carried  away by groundless  fears.  At  a time they are discussing pardoning those in prison and outside, that is, those that according to them cannot be pardoned, they have quite simply barred me from everything. A bad and ephemeral person wrote the following good and enduring words:
Benim hakkımda, müstesna bir surette, pek ziyade ehl-i dünya tevehhüm edip âdeta korkuyorlar. Bende bulunmayan ve bulunsa dahi siyasî bir kusur teşkil etmeyen ve ittihama medar olmayan şeyhlik, büyüklük, hanedan, aşiret sahibi, nüfuzlu, etbaı çok, hemşehrileriyle görüşmek, dünya ahvaliyle alâkadar olmak, hattâ siyasete girmek, hattâ muhalif olmak gibi bende bulunmayan emirleri tahayyül ederek evhama düşmüşler. Hattâ hapiste ve hariçteki, yani kendilerince kabil-i af olmayanların dahi aflarını müzakere ettikleri sırada, beni âdeta her şeyden men’ettiler. Fena ve fâni bir adamın, güzel ve bâki şöyle bir sözü var:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If tyranny has cannon, shot, and forts,
''Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Right has an untwistable arm, a constant face.
''Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And I say:
Ben de derim:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If the worldly have rule, power, and strength,
''Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Through the Qur’an’s effulgence, its servant
''Kur’an’ın feyziyle, hâdiminde de''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Has unfaltering knowledge, an unsilenceable voice;
''Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır;''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He has an unerring heart, an unquenchable light.
''Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır.''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Many friends, as well as a military commander under whose surveillance I was, repeatedly  asked:
Çok dostlarla beraber bana nezaret eden bir kumandan, mükerreren sual ettiler:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“Why  don’t  you  apply  for  the  release  papers  and  present  a petition?”
'''“Neden vesika için müracaat etmiyorsun? İstida vermiyorsun?”'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:''' I do not apply and I cannot apply for five or six reasons:
'''Elcevap:''' Beş altı sebep için müracaat etmiyorum ve edemiyorum:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The First:''' I did not interfere in the worldly’s world that I should have been convicted and so apply to them. I was convicted by divine determining; my faults are before it, and I apply to it.
'''Birincisi:''' Ben ehl-i dünyanın dünyasına karışmadım ki onların mahkûmu olayım, onlara müracaat edeyim. Ben, kader-i İlahînin mahkûmuyum ve ona karşı kusurum var, ona müracaat ediyorum.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Second:'''I believe and have certain knowledge that this world is a swiftly changing guesthouse. It is not the true homeland and everywhere is the same. Since I will not remain permanently in my home region, it is pointless to struggle for it; it is not  worth going  there. Since  everywhere is a guesthouse, if the mercy of the guesthouse’s Owner befriends one, everyone is a friend and everywhere is familiar. Whereas if it does not befriend one, everywhere is a load on the heart and everyone is hostile.
'''İkincisi:''' Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhane olduğunu yakînen iman edip bildim. Onun için hakiki vatan değil, her yer birdir. Madem vatanımda bâki kalmayacağım; beyhude ona karşı çabalamak, oraya gitmek bir şeye yaramıyor. Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Third:''' Application should be within the framework of the law, but the way I have been treated these six years has been arbitrary and outside the law. The Exiles’ Law was not applied to me. They looked on me as being stripped of all the rights of civilization and even of all worldly rights. It is meaningless to apply in the name of the law to those whose treatment of me has been thus outside the law.
'''Üçüncüsü:''' Müracaat, kanun dairesinde olur. Halbuki bu altı senedir bana karşı muamele, keyfî ve fevka’l-kanundur. Menfîler kanunuyla bana muamele edilmedi. Hukuk-u medeniyetten ve belki hukuk-u dünyeviyeden ıskat edilmiş bir tarzda bana baktılar. Bu fevka’l-kanun muamele edenlere, kanun namına müracaat manasız olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Fourth:'''This year, the local official applied in my name for me to stay for a few days in the village of Bedre, which is a sort of district of Barla, for a change of air. How can those who reject such an unimportant request be applied to? To apply to them would be a futile, degrading abasement.
'''Dördüncüsü:''' Bu sene buranın müdürü, benim namıma, Barla’nın bir mahallesi hükmünde olan Bedre karyesinde, tebdil-i hava için birkaç gün kalmaya dair müracaat etti; müsaade etmediler. Böyle ehemmiyetsiz bir ihtiyacıma cevab-ı red verenlere nasıl müracaat edilir? Müracaat edilse zillet içinde faydasız bir tezellül olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Fifth:''' To claim a right before those who claim a wrong to be right, and to apply to them, is a wrong. It is disrespectful towards right. I do not want to perpetrate such a wrong and show disrespect for right. And that’s that!
'''Beşincisi:''' Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir. Ben bu haksızlığı ve hakka karşı hürmetsizliği irtikâb etmek istemem vesselâm.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Sixth:'''The distress and difficulty the worldly have caused me has not been due to  politics, because they know I do not meddle in politics but flee from them. Rather, knowingly or unknowingly, they torment me on account of aggressive atheism because I adhere to religion. In which case, to apply to them infers regretting religion and flattering the cause of aggressive atheism.
'''Altıncı Sebep:''' Bana karşı ehl-i dünyanın verdikleri sıkıntı, siyaset için değil çünkü onlar da bilirler ki siyasete karışmıyorum, siyasetten kaçıyorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zındıka hesabına, benim dine merbutiyetimden beni tazip ediyorlar. Öyle ise onlara müracaat etmek, dinden pişmanlık göstermek ve meslek-i zındıkayı okşamak demektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, divine  determining,  which  is  just,  would  punish me  through their tyrannical hand if I applied to them and had recourse to them, for they oppress me because I am religious. As for divine determining, from time to time it represses me due to my  hypocrisy before the worldly, because I am deficient in religion and in sincerity.
Hem ben onlara müracaat ve dehalet ettikçe; âdil olan kader-i İlahî, beni onların zalim eliyle tazip edecektir. Çünkü onlar diyanete merbutiyetimden beni sıkıyorlar. Kader ise benim diyanette ve ihlasta noksaniyetim var, ara sıra ehl-i dünyaya riyakârlıklarımdan için beni sıkıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since this is so, for the time being I cannot be saved from this distress. If I apply to the worldly, divine determining would say: “Hypocrite! Pay the penalty for applying!” And if I do not apply, the  worldly say: “You don’t recognize us, go on suffering difficulties!”
Öyle ise şimdilik şu sıkıntıdan kurtuluşum yok. Eğer ehl-i dünyaya müracaat etsem kader der: “Ey riyakâr! Bu müracaatın cezasını çek!” Eğer müracaat etmezsem ehl-i dünya der: “Bizi tanımıyorsun, sıkıntıda kal!”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Seventh Reason:''' It is well-known that the official’s duty is to allow harmful individuals no  opportunity to  cause harm  and  to  assist  those who  are beneficial. Whereas the official who took me into custody approached me, an elderly guest at the door of the grave, when I was expounding a subtle aspect of belief contained in the phrase “There is no god but God,” as though I were perpetrating some misdemeanour, although he had not been to me for  a  long time previously. He caused the sincere unfortunate who was listening to be deprived of the instruction, and made me angry. But there were other people there, and he gave them no importance. Then when they acted discourteously in a way that would poison the life of the village, he started to be gracious and appreciative towards them.
'''Yedinci Sebep:''' Malûmdur ki bir memurun vazifesi, heyet-i içtimaiyeye muzır eşhasa meydan vermemek ve nâfi’lere yardım etmektir. Halbuki beni nezaret altına alan memur, kabir kapısına gelen misafir bir ihtiyar adama “Lâ ilahe illallah”taki imanın latîf bir zevkini izah ettiğim vakit –bir cürm-ü meşhud halinde beni yakalamak gibi– çok zaman yanıma gelmediği halde, o vakit güya bir kabahat işliyorum gibi yanıma geldi. İhlas ile dinleyen o bîçareyi de mahrum bıraktı, beni de hiddete getirdi. Halbuki burada bazı adamlar vardı, o onlara ehemmiyet vermiyordu. Sonra edepsizliklerde ve köydeki hayat-ı içtimaiyeye zehir verecek surette bulundukları vakit, onlara iltifat etmeye ve takdir etmeye başladı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, it is well-known that someone in prison  who has committed a hundred crimes can meet with the official supervising him whether he be of high rank or low. But during  this last year, although two people important in the eyes of the national government  who  were charged  with supervising me  have  passed  by my house several times, they have absolutely neither met with me nor asked after me. At first I supposed that they avoided me out of enmity, then it transpired that it was due to their fearful suspicions; they were fleeing from me as though as I were going to gobble them up.
Hem malûmdur ki: Zindanda yüz cinayeti bulunan bir adam, nezarete memur zabit olsun, nefer olsun, her zaman onlarla görüşebilir. Halbuki bir senedir hem âmir hem nezarete memur hükûmet-i milliyece iki mühim zat kaç defa odamın yanından geçtikleri halde, kat’â ve aslâ ne benim ile görüştüler ve ne de halimi sordular. Ben evvel zannettim ki adâvetlerinden yanaşmıyorlar. Sonra tahakkuk etti ki evhamlarından… Güya ben onları yutacağım gibi kaçıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So to recognize a government whose members and officials are like them and have recourse to it and apply to it, is not sensible but a futile abasement. If it had been the Old Said, he would have said like ‘Antara:
İşte şu adamlar gibi eczası ve memurları bulunan bir hükûmeti, hükûmet diyerek merci tanıyıp müracaat etmek, kâr-ı akıl değil, beyhude bir zillettir. Eski Said olsaydı Antere gibi diyecekti:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The very water of life becomes Hell through abasement, Whereas Hell with dignity becomes a place of pride.(*<ref>*Majid Tarrad (ed.), Diwan ‘Antara (n.p., n.d.), 135.</ref>)
مَاءُ ال۟حَيَاةِ بِذِلَّةٍ كَجَهَنَّمَ وَ جَهَنَّمُ بِال۟عِزِّ فَخ۟رُ مَن۟زِلٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Old Said no longer exists and the New Said considers it meaningless to talk with the worldly. Let their world be the end of them! They can do what they like. He is silent, saying, we shall be judged together with them at the Last Judgement.
Eski Said yok, Yeni Said ise ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görüyor. Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar! Mahkeme-i kübrada onlarla muhakeme olacağız der, sükût eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Eighth Reason for my not applying: According to the rule, “The result of illicit love is merciless  torment,” divine  determining, which is just, torments  me through the tyrannous hand of the worldly, because I incline towards them and they are not worthy of it. So saying, “I deserve this torment,” I remain silent.
'''Adem-i müracaatımın sebeplerinden sekizincisi:''' “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir adâvet olduğu” kaidesince, âdil olan kader-i İlahî, lâyık olmadıkları halde meylettiğim şu ehl-i dünyanın zalim eliyle beni tazip ediyor. Ben de bu azaba müstahakım deyip sükût ediyorum.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For in the Great War I fought as the  commander of a volunteer regiment. Applauded by the Commander-in-Chief of the army and Enver Pafla, I sacrificed my valuable students and  friends. I was  wounded  and  taken  prisoner. Returning  from  captivit y,  I cast myself into danger through such works as The Seven Steps, aiming them at the heads of the British, who had occupied Istanbul. I assisted those who now hold me without reason in this torturous captivity. As for them, they punish  me in this way for that help. Those friends here cause me in three months the hardship and distress I suffered in three years as a prisoner-of-war in Russia.
Çünkü Harb-i Umumî’de Gönüllü Alay Kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu Kumandanı ve Enver Paşa takdiratı altında kıymettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim. Yaralanıp esir düştüm. Esaretten geldikten sonra Hutuvat-ı Sitte gibi eserlerimle kendimi tehlikeye atıp İngilizlerin İstanbul’a tasallutu altında, İngilizlerin başlarına vurdum. Şu beni işkenceli ve sebepsiz esaret altına alanlara yardım ettim. İşte onlar da bana, o yardım cezasını böyle veriyorlar. Üç sene Rusya’da esaretimde çektiğim zahmet ve sıkıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Nor did the Russians prevent me from giving  religious  instruction, although  they regarded me as a Kurdish  militia commander, a cruel man who had slaughtered Cossacks and prisoners. I used  to instruct the great majority of my ninety fellow-officer  prisoners. One  time, the Russian commander came and listened. Because he did not know Turkish, he thought it was political instruction and put a stop to it. Then later he gave permission. Also, in the same barracks we made a room into a mosque and I used to lead the prayers. They did not interfere at all. They did not prevent me from mixing, or from communicating, with the others.
Halbuki Ruslar, beni Kürt Gönüllü Kumandanı suretinde, Kazakları ve esirleri kesen gaddar adam nazarıyla bana baktıkları halde, beni dersten men’etmediler. Arkadaşım olan doksan esir zabitlerin kısm-ı ekserisine ders veriyordum. Bir defa Rus Kumandanı geldi, dinledi. Türkçe bilmediği için siyasî ders zannetti; bir defa beni men’etti, sonra yine izin verdi. Hem aynı kışlada bir odayı cami yaptık. Ben imamlık yapıyordum. Hiç müdahale etmediler, ihtilattan men’etmediler, beni muhabereden kesmediler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Whereas my friends here, my fellow citizens and co-religionists and those for whose benefits in the form of religious belief I have struggled, have held me in distressing captivity not for three years but  for six, for absolutely no reason and although they know I have severed all my relations with the world. They have prevented me mixing with others. They have prevented me from giving religious instruction despite my having a certificate, and even from giving private instruction in my room. They have prevented me from communicating with others. They have even barred me from the mosque which I repaired and where I acted as prayer-leader for four years, although I had the necessary certificate. And now, to deprive me of the merit of performing the prayers in  congregation, they do not accept me as prayer- leader even for three private individuals, my permanent congregation and brothers of the hereafter.
Halbuki bu dostlarım güya vatandaşlarım ve dindaşlarım ve onların menfaat-i imaniyelerine uğraştığım adamlar, hiçbir sebep yokken, siyasetten ve dünyadan alâkamı kestiğimi bilirlerken üç sene değil belki beni altı sene sıkıntılı bir esaret altına aldılar; ihtilattan men’ettiler. Vesikam olduğu halde dersten, hattâ odamda hususi dersimi de men’ettiler; muhabereye set çektiler. Hattâ vesikam olduğu halde, kendim tamir ettiğim ve dört sene imamlık ettiğim mescidimden beni men’ettiler. Şimdi dahi cemaat sevabından beni mahrum etmek için –daimî cemaatim ve âhiret kardeşlerim– mahsus üç adama dahi imamet etmemi kabul etmiyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, if, although I do not want it, someone is to call me good, the official who  holds me in surveillance is jealous and angry. Thinking he will destroy m y influence, he  entirely unscrupulously takes precautions and pesters me in order to curry favour with his superiors.
Hem istemediğim halde, birisi bana iyi dese bana nezaret eden memur kıskanarak kızıyor, nüfuzunu kırayım diye vicdansızcasına tedbirler yapıyor, âmirlerinden iltifat görmek için beni taciz ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Who can someone in such a position have recourse to anyone other than God Almighty? If the judge is also the claimant, of course he cannot complain to him. Come on,  you say, what can we say to this? You say what you like, I say this: there are many dissemblers among these friends of mine. A dissembler is worse than an unbeliever. That is the reason they make me suffer what the infidel Russian did not make me suffer.
İşte böyle vaziyette bir adam, Cenab-ı Hak’tan başka kime müracaat eder? Hâkim, kendi müddeî olsa elbette ona şekva edilmez. Gel sen söyle, bu hale ne diyeceğiz? Sen ne dersen de. Ben derim ki: Bu dostlarım içinde çok münafıklar var. Münafık kâfirden eşeddir. Onun için kâfir Rus’un bana çektirmediğini çektiriyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You unfortunates! What have I done to you and what I am doing? I am trying to save your belief and am serving your eternal happiness! It means that my service is not sincere and purely for God’s sake so that it has the reverse effect. In return, you torment me at every opportunity. For sure, we shall meet at the Last Judgement.
Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptım ve ne yapıyorum? İmanınızın kurtulmasına ve saadet-i ebediyenize hizmet ediyorum! Demek hizmetim hâlis, lillah için olmamış ki aksü’l-amel oluyor. Siz ona mukabil, her fırsatta beni incitiyorsunuz. Elbette mahkeme-i kübrada sizinle görüşeceğiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I say:God is enough for us and the best of protectors.(3:173) * The best of lords and the best of helpers.(8:40; 22:78)
حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ ۝ نِع۟مَ ال۟مَو۟لٰى وَنِع۟مَ النَّصٖيرُ derim.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Eternal One, He is the Eternal One!
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[On Beşinci Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[On Yedinci Mektup]] </center>
<center> [[On Beşinci Mektup/en|The Fifteenth Letter]] ⇐ | [[Mektubat/en|The Letters]] | ⇒ [[On Yedinci Mektup/en|The Seventeenth Letter]] </center>
------
------
</div>