İçeriğe atla

Katre: Revizyonlar arasındaki fark

104 bayt kaldırıldı ,  29 Ekim 2023
düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
3. satır: 3. satır:


== İfade-i Meram ==
== İfade-i Meram ==
'''Malûmdur ki insan, hasbe’l-kader çok yollara sülûk eder. Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rast gelir. Bazen kurtulursa da bazen de boğulur. Ben de kader-i İlahînin sevkiyle pek acib bir yola girmiştim. Ve pek çok belalara ve düşmanlara tesadüf ettim. Fakat acz ve fakrımı vesile yaparak Rabb’ime iltica ettim. İnayet-i ezeliye beni Kur’an’a teslim edip Kur’an’ı bana muallim yaptı.'''
Malûmdur ki insan, hasbe’l-kader çok yollara sülûk eder. Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rast gelir. Bazen kurtulursa da bazen de boğulur. Ben de kader-i İlahînin sevkiyle pek acib bir yola girmiştim. Ve pek çok belalara ve düşmanlara tesadüf ettim. Fakat acz ve fakrımı vesile yaparak Rabb’ime iltica ettim. İnayet-i ezeliye beni Kur’an’a teslim edip Kur’an’ı bana muallim yaptı.


'''İşte Kur’an’dan aldığım dersler sayesinde o belalardan halâs olduğum gibi nefis ve şeytan ile yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum. Bütün ehl-i dalaletin vekili olan nefis ve şeytanla ilk müsademe'''
İşte Kur’an’dan aldığım dersler sayesinde o belalardan halâs olduğum gibi nefis ve şeytan ile yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum. Bütün ehl-i dalaletin vekili olan nefis ve şeytanla ilk müsademe


'''سُب۟حَانَ اللّٰهِ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَك۟بَرُ وَ لَا حَو۟لَ وَ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ'''
سُب۟حَانَ اللّٰهِ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَك۟بَرُ وَ لَا حَو۟لَ وَ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ


'''kelimelerinde vuku buldu. Bu kelimelerin kalelerinde tahassun ederek o düşmanlarla münakaşalara giriştim. Her bir kelimede otuz defa meydan muharebesi vukua geldi. Bu risalede yazılan her bir kelime her bir kayıt, kazandığım bir muzafferiyete işarettir.'''
kelimelerinde vuku buldu. Bu kelimelerin kalelerinde tahassun ederek o düşmanlarla münakaşalara giriştim. Her bir kelimede otuz defa meydan muharebesi vukua geldi. Bu risalede yazılan her bir kelime her bir kayıt, kazandığım bir muzafferiyete işarettir.


'''Bu risalede yazılan hakikatler, zıtlarına bir imkân-ı vehmî kalmayacak derecede yazılmıştır. Uzun bir hakikate delili ile beraber bir kayıt veya bir sıfatla işaret yapılıyor.'''
Bu risalede yazılan hakikatler, zıtlarına bir imkân-ı vehmî kalmayacak derecede yazılmıştır. Uzun bir hakikate delili ile beraber bir kayıt veya bir sıfatla işaret yapılıyor.


'''İhtar:''' '''Bu zamanın cereyanı, benim gibi çoklarını vehmî tehlikelere atmıştır. İnşâallah bu eser Allah’ın izniyle onları kurtaracak ümidindeyim.'''
'''İhtar:''' Bu zamanın cereyanı, benim gibi çoklarını vehmî tehlikelere atmıştır. İnşâallah bu eser Allah’ın izniyle onları kurtaracak ümidindeyim.


اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ وَ الصَّلَاةُ عَلٰى نَبِيِّهٖ
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ وَ الصَّلَاةُ عَلٰى نَبِيِّهٖ


(Bu risale, dört bab ile bir hâtime ve bir mukaddime üzerine tertip edilmiştir.)
'''(Bu risale, dört bab ile bir hâtime ve bir mukaddime üzerine tertip edilmiştir.)'''


== Mukaddime ==
== Mukaddime ==
26. satır: 26. satır:
Cenab-ı Hakk’ın mâsivasına yani kâinata mana-yı harfiyle ve onun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır.
Cenab-ı Hakk’ın mâsivasına yani kâinata mana-yı harfiyle ve onun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır.


Evet, her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk’a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi altında Hakk’a bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh '''nimete bakıldığı zaman Mün’im, sanata bakıldığı zaman Sâni’, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakiki zihne ve fikre gelmelidir.'''
Evet, her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk’a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi altında Hakk’a bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh nimete bakıldığı zaman Mün’im, sanata bakıldığı zaman Sâni’, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakiki zihne ve fikre gelmelidir.


'''Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet, âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i İlahiyedir.'''
Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet, âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i İlahiyedir.


=== Birinci Kelâm: ===
=== Birinci Kelâm: ===
اِنّٖى لَس۟تُ مَالِكٖى Ben kendime mâlik değilim.
'''اِنّٖى لَس۟تُ مَالِكٖى Ben kendime mâlik değilim.'''


Ancak mâlikim, kâinatın mâlikidir. Fakat kendime mâlik nazarıyla bakıyorum ki Mâlik-i Hakiki’nin sıfâtını ve sıfatların bir derece mahiyetini ve hududunu bileyim. Evet mevhum, mütenahî hududum ile Mâlik-i Hakiki’nin sıfatlarının bir cihette gayr-ı mütenahî hududunu bildim.
Ancak mâlikim, kâinatın mâlikidir. Fakat kendime mâlik nazarıyla bakıyorum ki Mâlik-i Hakiki’nin sıfâtını ve sıfatların bir derece mahiyetini ve hududunu bileyim. Evet mevhum, mütenahî hududum ile Mâlik-i Hakiki’nin sıfatlarının bir cihette gayr-ı mütenahî hududunu bildim.
38. satır: 38. satır:
'''اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ Ölüm haktır.'''
'''اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ Ölüm haktır.'''


'''Evet, bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.'''
Evet, bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.


=== Üçüncü Kelâm: ===
=== Üçüncü Kelâm: ===
'''رَبّٖى وَاحِدٌ Rabb’im birdir.'''
'''رَبّٖى وَاحِدٌ Rabb’im birdir.'''


'''Evet, herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîm’e olan teslimiyete bağlıdır. Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur. Çünkü insan, câmiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve her şeye karşı hissederek veya etmeyerek teessürü, elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir halettir. Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhid’e teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.'''
Evet, herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîm’e olan teslimiyete bağlıdır. Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur. Çünkü insan, câmiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve her şeye karşı hissederek veya etmeyerek teessürü, elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir halettir. Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhid’e teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.


=== Dördüncü Kelâm: ===
=== Dördüncü Kelâm: ===
اَنَا ile tabir edilen benlik; Yani kendisine bir vücud, bir kıymet vermektir ki bu ene, Cenab-ı Hakk’ın sıfâtını, şuunatını bilmek için bir santral ve bir vâhid-i kıyasîdir.
'''اَنَا ile tabir edilen benlik;''' Yani kendisine bir vücud, bir kıymet vermektir ki bu ene, Cenab-ı Hakk’ın sıfâtını, şuunatını bilmek için bir santral ve bir vâhid-i kıyasîdir.


<nowiki>*</nowiki> * *
<nowiki>*</nowiki> * *


== Birinci Bab ==
== Birinci Bab ==
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ '''beyanındadır.'''
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ beyanındadır.


اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِ ال۟مُر۟سَلٖينَ مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِ ال۟مُر۟سَلٖينَ مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ


'''Allah’tan başka hak bir Allah’ın bulunmadığını kalben tasdik ve lisanen ikrar ettiğime, bütün gören ve görünen eşyayı şahit gösteriyorum.'''
Allah’tan başka hak bir Allah’ın bulunmadığını kalben tasdik ve lisanen ikrar ettiğime, bütün gören ve görünen eşyayı şahit gösteriyorum.


'''Öyle bir Allah ki vücub-u vücuduna ve Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olduğuna Hazret-i Muhammed (asm) bir şahid-i sadık ve bir bürhan-ı nâtıktır.'''
Öyle bir Allah ki vücub-u vücuduna ve Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olduğuna Hazret-i Muhammed (asm) bir şahid-i sadık ve bir bürhan-ı nâtıktır.


'''Öyle Muhammed (asm) ki icma ve tasdiklerine mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet unvanını ve ittifak ve tahkiklerini almakla, imamü’l-evliya ve’l-ulema lakabını almıştır.'''
Öyle Muhammed (asm) ki icma ve tasdiklerine mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet unvanını ve ittifak ve tahkiklerini almakla, imamü’l-evliya ve’l-ulema lakabını almıştır.


'''Ve öyle Muhammed (asm) ki âyât-ı bâhire, mu’cizat-ı kātıa ve secaya-yı sâmiye ve ahlâk-ı âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i İlahî olmuştur.'''
Ve öyle Muhammed (asm) ki âyât-ı bâhire, mu’cizat-ı kātıa ve secaya-yı sâmiye ve ahlâk-ı âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i İlahî olmuştur.


'''Ve öyle bir Muhammed (asm) ki âlem-i gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervahı müşahede ve melâike ile musahabe, cin ve insanlara irşad vazifesini almıştır.'''
Ve öyle bir Muhammed (asm) ki âlem-i gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervahı müşahede ve melâike ile musahabe, cin ve insanlara irşad vazifesini almıştır.


'''Ve öyle bir Muhammed (asm)dır ki şahsiyet-i maneviyesiyle kâinatın kemaline bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlarını hâvi bir şeriata sahiptir.'''
Ve öyle bir Muhammed (asm)dır ki şahsiyet-i maneviyesiyle kâinatın kemaline bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlarını hâvi bir şeriata sahiptir.


'''Ve öyle bir Muhammed (asm)dır ki âlem-i şehadette iken gaybiyattan haber verir bir beşîr ve nezîr olup bütün kuvvetiyle, kemal-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itminan ile yüksek bir iman ile nev-i beşere karşı “tevhid dini”ni لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile ilan ve i’lam ediyor.'''
Ve öyle bir Muhammed (asm)dır ki âlem-i şehadette iken gaybiyattan haber verir bir beşîr ve nezîr olup bütün kuvvetiyle, kemal-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itminan ile yüksek bir iman ile nev-i beşere karşı “tevhid dini”ni لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile ilan ve i’lam ediyor.


'''Ve keza öyle bir Allah ki vücub ve vücuduna, celal ve cemaline, Vâhid-i Ehad olduğuna şehadet edenlerden birisi de “Furkan-ı Hakîm”dir.'''
Ve keza öyle bir Allah ki vücub ve vücuduna, celal ve cemaline, Vâhid-i Ehad olduğuna şehadet edenlerden birisi de “Furkan-ı Hakîm”dir.


'''Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki bütün enbiya kitaplarının tasdiklerine mazhardır.'''
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki bütün enbiya kitaplarının tasdiklerine mazhardır.


'''Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki bütün akıllar ve kalpler, hükümlerini kabul ve tasdike icma ettikleri ve cihat-ı sittesinden nur-efşan bir kitaptır.'''
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki bütün akıllar ve kalpler, hükümlerini kabul ve tasdike icma ettikleri ve cihat-ı sittesinden nur-efşan bir kitaptır.


'''Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki mazhar-ı vahiy olan resullerce, mahz-ı vahiydir. Ehl-i keşif ve ilhamca ayn-ı hidayettir. Maden-i iman ve mecma-ı hakaiktir. Hükümleri delail-i akliye ile müeyyed ve fıtrat-ı selimenin şehadetiyle musaddaktır. Lisanü’l-gayb olup âlem-i şehadette nev-i beşeri فَاع۟لَم۟ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile tevhide emir ve davet ediyor.'''
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki mazhar-ı vahiy olan resullerce, mahz-ı vahiydir. Ehl-i keşif ve ilhamca ayn-ı hidayettir. Maden-i iman ve mecma-ı hakaiktir. Hükümleri delail-i akliye ile müeyyed ve fıtrat-ı selimenin şehadetiyle musaddaktır. Lisanü’l-gayb olup âlem-i şehadette nev-i beşeri فَاع۟لَم۟ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ile tevhide emir ve davet ediyor.


Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem, bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi; şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delâlet eder.
Öyle bir Allah ki vücub-u vücud ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem, bütün yazıları ve fasıllarıyla, sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şehadet ettiği gibi; şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün azasıyla, cevarihiyle, hüceyratıyla, zerratıyla, evsafıyla, ahvaliyle delâlet eder.
137. satır: 137. satır:
Mesela, bir salkım üzümün yapılması için ince, camid bir dal ve bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanın geçmesi ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor. Ve bu gibi basit esbab altında yapılan o azîm ve garib işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi aşikârdır.
Mesela, bir salkım üzümün yapılması için ince, camid bir dal ve bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanın geçmesi ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor. Ve bu gibi basit esbab altında yapılan o azîm ve garib işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi aşikârdır.


Ve keza eşyanın esbaba isnadındaki istib’addan ve istiğrabdan hasıl olan inkârdan neş’et eden dalaletlerden hasıl olan ızdırabat; bütün akılları, ruhları Vâcibü’l-vücud’a firar ve iltica etmeye mecbur eder. Çünkü '''ancak onun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur ve kapalı kapılar açılır. Ve onun zikriyle kalpler mutmain olurlar. Binaenaleyh necat ve halâs ancak Allah’a iltica ile olur.'''
Ve keza eşyanın esbaba isnadındaki istib’addan ve istiğrabdan hasıl olan inkârdan neş’et eden dalaletlerden hasıl olan ızdırabat; bütün akılları, ruhları Vâcibü’l-vücud’a firar ve iltica etmeye mecbur eder. Çünkü ancak onun kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur ve kapalı kapılar açılır. Ve onun zikriyle kalpler mutmain olurlar. Binaenaleyh necat ve halâs ancak Allah’a iltica ile olur.


فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِ ۝ اَلَا بِذِك۟رِ اللّٰهِ تَط۟مَئِنُّ ال۟قُلُوبُ
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِ ۝ اَلَا بِذِك۟رِ اللّٰهِ تَط۟مَئِنُّ ال۟قُلُوبُ
145. satır: 145. satır:
Ve keza esbab-ı zâhiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Müsebbebatta bulunan hârika nakışlar, ziynetler, garib ve acib sanatların o gibi kıymetsiz esbab ile kat’iyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh mesela, bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülatı, ekmek yemesine; ve kuvve-i hâfızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları, kulaktaki ve baştaki telâfife; ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülatına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür. Ancak o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahî bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar.
Ve keza esbab-ı zâhiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Müsebbebatta bulunan hârika nakışlar, ziynetler, garib ve acib sanatların o gibi kıymetsiz esbab ile kat’iyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh mesela, bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülatı, ekmek yemesine; ve kuvve-i hâfızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları, kulaktaki ve baştaki telâfife; ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülatına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür. Ancak o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahî bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar.


Bu hakikate binaen sabittir ki kevn ü vücudda müessir-i hakiki ancak kudreti gayr-ı mütenahî bir Hâlık-ı Kadîr’dir. Esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. Havas ve hâsiyetler dahi kudretin tecelliyatına ve lem’alarına isim ve unvanlardır.
Bu hakikate binaen sabittir ki '''kevn ü vücudda müessir-i hakiki ancak kudreti gayr-ı mütenahî bir Hâlık-ı Kadîr’dir. Esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. Havas ve hâsiyetler dahi kudretin tecelliyatına ve lem’alarına isim ve unvanlardır.'''


Hem kanunlar ve nevamis denilen şeyler ancak ilim ile irade ve emrin envaa olan tecellilerinin isimleridir. Evet, kanun emirdendir, namus iradedendir. İşte kâinat müsebbebatın lisanıyla اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile Hâlık-ı Hakiki’yi ilan ediyor.
Hem kanunlar ve nevamis denilen şeyler ancak ilim ile irade ve emrin envaa olan tecellilerinin isimleridir. Evet, kanun emirdendir, namus iradedendir. İşte kâinat müsebbebatın lisanıyla اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile Hâlık-ı Hakiki’yi ilan ediyor.
153. satır: 153. satır:
Maahâzâ şerik haddizatında mümtenidir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünkü kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahîdir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdud olur. Mütenahî olmadığı halde mütenahî olur, inkıtaa uğrar. Bu ise birkaç cihetten muhaldir. Öyle ise istiklal ve infirad, uluhiyet için zatî hâssalardır.
Maahâzâ şerik haddizatında mümtenidir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünkü kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahîdir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdud olur. Mütenahî olmadığı halde mütenahî olur, inkıtaa uğrar. Bu ise birkaç cihetten muhaldir. Öyle ise istiklal ve infirad, uluhiyet için zatî hâssalardır.


Maahâzâ şerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ı zatî yoktur. Ve şerikin vücudu hakkında ne bir delil ve ne de bir delilden neş’et eden bir ihtimal ve ne de bir emare ve kâinatın hiçbir cihetinde şerike bir mevzi yoktur. Bilakis hangi şeye, hangi cihete bakılırsa tevhid sikkesi görünür. Demek, '''müessir-i hakiki ancak ve ancak Allah’tır.'''
Maahâzâ şerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ı zatî yoktur. Ve şerikin vücudu hakkında ne bir delil ve ne de bir delilden neş’et eden bir ihtimal ve ne de bir emare ve kâinatın hiçbir cihetinde şerike bir mevzi yoktur. Bilakis hangi şeye, hangi cihete bakılırsa tevhid sikkesi görünür. Demek, müessir-i hakiki ancak ve ancak Allah’tır.


Evet insan, kâinatın en eşrefi ve esbab içinde ihtiyarı en geniş olduğu halde, ef’al-i ihtiyariyesi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüzünden ancak bir cüzü insana ait olabilir. Esbabın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa öteki esbab-ı camide ne halt edebilir? İşte kâinat şu hakikatten tebarüz eden vücud ve vahdet lisanıyla
Evet insan, kâinatın en eşrefi ve esbab içinde ihtiyarı en geniş olduğu halde, ef’al-i ihtiyariyesi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüzünden ancak bir cüzü insana ait olabilir. Esbabın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa öteki esbab-ı camide ne halt edebilir? İşte kâinat şu hakikatten tebarüz eden vücud ve vahdet lisanıyla
195. satır: 195. satır:
Ve keza her şeyin bâtını zâhirinden daha latîf, daha şeffaftır. Bu ise Sâni’in o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder. O şeyin sair eşya ile nizam ve muvazenesinin Sâni’i tarafından temin edildiği cihetle de Sâni’in o şeyde dâhil olmamasını iktiza eder. Öyle ise bir masnuun zatına bakılırsa Sâni’in ilim ve hikmeti görünür. Gayrısıyla birlikte bakılırsa Sâni’in fevka’l-küll bir sem’ ve basara mâlik olduğu görünür. Bu hakikatten anlaşıldı ki: Sâni’-i âlem, âlemde dâhil olmadığı gibi âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudreti ile her şeyin içinde olduğu gibi her şeyin fevkindedir. Bir şeyi gördüğü gibi bütün eşyayı da beraber görür.
Ve keza her şeyin bâtını zâhirinden daha latîf, daha şeffaftır. Bu ise Sâni’in o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder. O şeyin sair eşya ile nizam ve muvazenesinin Sâni’i tarafından temin edildiği cihetle de Sâni’in o şeyde dâhil olmamasını iktiza eder. Öyle ise bir masnuun zatına bakılırsa Sâni’in ilim ve hikmeti görünür. Gayrısıyla birlikte bakılırsa Sâni’in fevka’l-küll bir sem’ ve basara mâlik olduğu görünür. Bu hakikatten anlaşıldı ki: Sâni’-i âlem, âlemde dâhil olmadığı gibi âlemden hariç de değildir. İlmi ve kudreti ile her şeyin içinde olduğu gibi her şeyin fevkindedir. Bir şeyi gördüğü gibi bütün eşyayı da beraber görür.


Bu hakikatler, kavs-i kuzah renkleri gibi macun, birtakım nurani âyetlerdir. Kâinat bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Hâlık’ın vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve şehadet eder. Evet, kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.
Bu hakikatler, kavs-i kuzah renkleri gibi macun, birtakım nurani âyetlerdir. Kâinat bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Hâlık’ın vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve şehadet eder. '''Evet, kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.'''


Arkadaş! Kâinatın şu geçen hakikatlerin lisanıyla söylediği
Arkadaş! Kâinatın şu geçen hakikatlerin lisanıyla söylediği
218. satır: 218. satır:
Cenab-ı Hakk’a hamd ve kendisine Kur’an nâzil olan Peygamberimize ve dinin binasını tahkim ve temhid eden âl ü ashabına salât ü selâm olsun!
Cenab-ı Hakk’a hamd ve kendisine Kur’an nâzil olan Peygamberimize ve dinin binasını tahkim ve temhid eden âl ü ashabına salât ü selâm olsun!


“Tevhid Denizinden Bir Katre” namındaki risale gözüme tecelli etti. O denizle bu katre arasında bir fark göremedim. Çünkü o katre, hakikatte o denizden geliyor ve o denize dökülüyor. Tevhid denizinden avuçla su içmekte ve İslâmiyet memesinden süt emmekte kardeşimiz olan allâme Bediüzzaman Said Nursî’nin sa’yinden dolayı Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun!
“Tevhid Denizinden Bir Katre” namındaki risale gözüme tecelli etti. '''O denizle bu katre arasında bir fark göremedim.''' Çünkü o katre, hakikatte o denizden geliyor ve o denize dökülüyor. Tevhid denizinden avuçla su içmekte ve İslâmiyet memesinden süt emmekte kardeşimiz olan allâme Bediüzzaman Said Nursî’nin sa’yinden dolayı Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun!


El-fakir, türabu akdâmi’l-ulema
El-fakir, türabu akdâmi’l-ulema
229. satır: 229. satır:


== Hâtime ==
== Hâtime ==
Şu hâtime, dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir.
'''Şu hâtime, dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir.'''


=== Birinci Hastalık: “Yeis”tir. ===
=== Birinci Hastalık: “Yeis”tir. ===
241. satır: 241. satır:


=== İkinci Hastalık: “Ucub”dur. ===
=== İkinci Hastalık: “Ucub”dur. ===
Arkadaş! Yeise düşen adam, azaptan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemalât beni kurtarır, yeter.” diye bir derece rahat eder. Halbuki a’male güvenmek ucubdur. İnsanı dalalete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez.
Arkadaş! Yeise düşen adam, azaptan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemalât beni kurtarır, yeter.” diye bir derece rahat eder. '''Halbuki a’male güvenmek ucubdur. İnsanı dalalete atar.''' Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez.


Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib sanat, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni’-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup insan o hanede emaneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir.
Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib sanat, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni’-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup insan o hanede emaneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir.
259. satır: 259. satır:
Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû-i zandır. Sû-i zan ise maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.
Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh eslâf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû-i zandır. Sû-i zan ise maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.


Arkadaş! Tahte’l-arz yaptığım hayalî bir seyahatte gördüğüm bazı hakikatleri zikredeceğim:
'''Arkadaş! Tahte’l-arz yaptığım hayalî bir seyahatte gördüğüm bazı hakikatleri zikredeceğim:'''


=== Birinci Hakikat: ===
=== Birinci Hakikat: ===
283. satır: 283. satır:


=== Dördüncü Hakikat: ===
=== Dördüncü Hakikat: ===
Ey nefis! (*<ref>'''(*):''' Müellif-i muhterem, kendi nefsine tasrihen, başkalara da ta’rizen söylüyor.</ref>) Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni’in ispatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur. Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun cisim kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mu’cizelerinden ve hârika sanatlarından, kulübeden harice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen “Âh! Oh!” ve enînler lisan-ı haliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki o kulübeyi müştemilatıyla beraber yaratan Hâlık’ın o âh u enînleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hâcat ve âmâlin ne varsa taht-ı taahhüde alır. Zira sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına “Lebbeyk” söyleyen o Sâni’-i Semî’ ve Basîr’in, senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevaplar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?
Ey nefis! '''(*<ref>'''(*):''' Müellif-i muhterem, kendi nefsine tasrihen, başkalara da ta’rizen söylüyor.</ref>)''' Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni’in ispatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur. Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun cisim kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mu’cizelerinden ve hârika sanatlarından, kulübeden harice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen “Âh! Oh!” ve enînler lisan-ı haliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki o kulübeyi müştemilatıyla beraber yaratan Hâlık’ın o âh u enînleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hâcat ve âmâlin ne varsa taht-ı taahhüde alır. Zira sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına “Lebbeyk” söyleyen o Sâni’-i Semî’ ve Basîr’in, senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevaplar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?


Binaenaleyh ey bu küçük hüceyrelerden mürekkeb ve “ene” ile tabir edilen hüceyre-i kübra! O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu hârika icadlarını gör, imana gel! Ve '''“Yâ İlahî! Yâ Rabbî! Yâ Hâlıkî! Yâ Musavvirî! Yâ Mâlikî ve yâ men lehü’l-mülkü ve’l-hamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim.”''' de, o bâtıl temellük davasından vazgeç! Çünkü o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır. (**<ref>'''(∗∗):''' '''Mütercimin bir i'tizarı'''
Binaenaleyh ey bu küçük hüceyrelerden mürekkeb ve “ene” ile tabir edilen hüceyre-i kübra! O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu hârika icadlarını gör, imana gel! Ve “Yâ İlahî! Yâ Rabbî! Yâ Hâlıkî! Yâ Musavvirî! Yâ Mâlikî ve yâ men lehü’l-mülkü ve’l-hamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim.” de, o bâtıl temellük davasından vazgeç! Çünkü o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır. '''(**<ref>'''(∗∗):''' '''Mütercimin bir i'tizarı'''
<br>
<br>
Mesnevî-i Nuriye'nin Arabî asıl nüshasında bulunan ve yeri burası olan Sübhânallâh, Elhamdülillâh ve Allâhuekber'e dair çok kıymetli ve ehemmiyetli bir kısmı, üslûbunu ve fesâhatini muhâfaza edememek ve evrâd makamında okunabilen o hakikatleri Türkçeye çevirmekle, kıymet-i asliyesini haleldâr etmek endişesiyle tercüme etmedim. Kàri'lerden özür diler, rahmet ve hayır duâlarını beklerim.
Mesnevî-i Nuriye'nin Arabî asıl nüshasında bulunan ve yeri burası olan Sübhânallâh, Elhamdülillâh ve Allâhuekber'e dair çok kıymetli ve ehemmiyetli bir kısmı, üslûbunu ve fesâhatini muhâfaza edememek ve evrâd makamında okunabilen o hakikatleri Türkçeye çevirmekle, kıymet-i asliyesini haleldâr etmek endişesiyle tercüme etmedim. Kàri'lerden özür diler, rahmet ve hayır duâlarını beklerim.
291. satır: 291. satır:
Mütercim
Mütercim
<br>
<br>
'''Abdülmecîd'''</ref>)
'''Abdülmecîd'''</ref>)'''


=== Nükte ===
=== Nükte ===
Arkadaş! '''İman''' bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder. '''Küfür''' ise bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki mü’minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adâvet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur.
'''Arkadaş!''' İman bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihat rabıtalarını tesis eder. Küfür ise bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki mü’minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adâvet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur.


Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mü’min ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü’mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten). Yoksa dünyada dahi mü’min yüz derece ziyade mesuddur, denilmiştir.
'''Ve keza''' kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mü’min ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü’mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten). Yoksa dünyada dahi mü’min yüz derece ziyade mesuddur, denilmiştir.


Ve keza iman, insanı ebediyete, cennete lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.
'''Ve keza''' iman, insanı ebediyete, cennete lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.


=== Nokta ===
=== Nokta ===
Arkadaş! Kalp ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da ulûm-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek manevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevk eder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye müptela olur.
'''Arkadaş!''' Kalp ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da ulûm-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek manevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevk eder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye müptela olur.


Ve keza '''dünyanın iki yüzünü gördüm:'''
'''Ve keza''' dünyanın iki yüzünü gördüm:


'''Bir yüzü:''' Az çok zâhirî bir ünsiyet, bir güzelliği varsa da bâtını ve içi daimî bir vahşet ile doludur.
Bir yüzü: Az çok zâhirî bir ünsiyet, bir güzelliği varsa da bâtını ve içi daimî bir vahşet ile doludur.


'''İkinci yüzü:''' Filcümle zâhiren vahşetli ise de bâtınen daimî bir ünsiyetle doludur.
İkinci yüzü: Filcümle zâhiren vahşetli ise de bâtınen daimî bir ünsiyetle doludur.


Kur’an-ı Azîmüşşan, nazarları âhiret ile muttasıl olan ikinci veche tevcih eder. Birinci vecih ise âhiretin zıddı olup ademle muttasıldır.
Kur’an-ı Azîmüşşan, nazarları âhiret ile muttasıl olan ikinci veche tevcih eder. Birinci vecih ise âhiretin zıddı olup ademle muttasıldır.


Ve keza mümkinatın da iki vechi vardır:
'''Ve keza''' mümkinatın da iki vechi vardır:


'''Birisi:''' Enaniyet ile vücuddur. Bu ise ademe gider ve ademe kalbolur.
Birisi: Enaniyet ile vücuddur. Bu ise ademe gider ve ademe kalbolur.


'''İkincisi:''' Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcibü’l-vücud’a bakar bir vücud kazanır.
İkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcibü’l-vücud’a bakar bir vücud kazanır.


Binaenaleyh vücud istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın…
Binaenaleyh vücud istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın…


=== Nükte ===
=== Nükte ===
'''(Mukaddimede zikredilen dört kelimeden niyet hakkındadır.)'''
(Mukaddimede zikredilen dört kelimeden niyet hakkındadır.)


Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.
'''Arkadaş!''' Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.


Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
328. satır: 328. satır:
Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.
Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.


Demek '''niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halâs ancak ihlas iledir.'''
'''Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halâs ancak ihlas iledir.'''


İşte bu hâsiyete binaendir ki az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki az bir ömürde, cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
İşte bu hâsiyete binaendir ki az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki az bir ömürde, cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
342. satır: 342. satır:
İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki ruhu kalsın. Ruhu da söner ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.
İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki ruhu kalsın. Ruhu da söner ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.


Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, iman ile bakılırsa bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki '''lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor.'''
Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, iman ile bakılırsa bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor.


Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval haddizatında elem olduğu gibi düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölüm ile mahkûm olur…
Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval haddizatında elem olduğu gibi düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölüm ile mahkûm olur…
351. satır: 351. satır:
Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.
Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.


Bunun esbabı ise kelbde hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zâhiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki Mün’im-i Hakiki’den bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakiki’den yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun. Çünkü hükümler, hadler günahları affeder. Ve beyne’n-nâs tahkir darbesini, gaflete keffaret olarak yemiştir.
Bunun esbabı ise kelbde hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zâhiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki Mün’im-i Hakiki’den bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakiki’den yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun. '''Çünkü hükümler, hadler günahları affeder.''' Ve beyne’n-nâs tahkir darbesini, gaflete keffaret olarak yemiştir.


Öteki hayvanlar ise vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Mesela, kedi seni sever, tazarru eder, senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki sanki aranızda muarefe yokmuş. Ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakiki’ye şükran hisleri vardır. Çünkü fıtratları Sâni’i bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar. Şuur olsun olmasın…
Öteki hayvanlar ise vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Mesela, kedi seni sever, tazarru eder, senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki sanki aranızda muarefe yokmuş. Ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakiki’ye şükran hisleri vardır. Çünkü fıtratları Sâni’i bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar. Şuur olsun olmasın…


Evet, kedinin '''“mır mır”ları “Yâ Rahîm! Yâ Rahîm! Yâ Rahîm!”'''dir.
Evet, kedinin “mır mır”ları “Yâ Rahîm! Yâ Rahîm! Yâ Rahîm!”dir.


=== Nükte ===
=== Nükte ===
370. satır: 370. satır:


=== Nükte ===
=== Nükte ===
Arkadaş! نَع۟بُدُ deki “nun”un ifade ettiği cem’ ve cemaat, fikri ve kalbi ayık olan musallînin nazarında sath-ı arzı bir mescid şekline getirir. Ve bütün mü’minlerden teşekkül etmiş, şarktan garba kadar dizilmiş safları hâvi o cemaat-i kübra içinde namaz kıldığını ihtar ettirir.
'''Arkadaş!''' نَع۟بُدُ deki “nun”un ifade ettiği cem’ ve cemaat, fikri ve kalbi ayık olan musallînin nazarında sath-ı arzı bir mescid şekline getirir. Ve bütün mü’minlerden teşekkül etmiş, şarktan garba kadar dizilmiş safları hâvi o cemaat-i kübra içinde namaz kıldığını ihtar ettirir.


Ve keza لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ olan kelime-i zikriyeyi bir insan vird-i zeban ettiği zaman, zamanı bir halka-i zikir tahayyül etmekle o halkanın sağ tarafı olan mazi cihetinde enbiyanın, sol tarafı olan istikbal cihetinde de evliyanın oturup cemaatle zikrettiklerini ve kendisi de o cemaat-i uzma içinde bulunarak şu kubbe-i minayı dolduran yüksek, İlahî ve tatlı sadâlarına iştirak ettiğini tahayyül etsin. Kuvve-i hayaliyesi daha keskin olanlar da kâinat mescidinde bütün masnuatın teşkil ettikleri halka-i zikirlerine girsin, şu fezayı velvelelendiren o sadâları dinlesin.
'''Ve keza''' لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ olan kelime-i zikriyeyi bir insan vird-i zeban ettiği zaman, zamanı bir halka-i zikir tahayyül etmekle o halkanın sağ tarafı olan mazi cihetinde enbiyanın, sol tarafı olan istikbal cihetinde de evliyanın oturup cemaatle zikrettiklerini ve kendisi de o cemaat-i uzma içinde bulunarak şu kubbe-i minayı dolduran yüksek, İlahî ve tatlı sadâlarına iştirak ettiğini tahayyül etsin. Kuvve-i hayaliyesi daha keskin olanlar da kâinat mescidinde bütün masnuatın teşkil ettikleri halka-i zikirlerine girsin, şu fezayı velvelelendiren o sadâları dinlesin.


=== Nokta ===
=== Nokta ===
Cenab-ı Hakk’ın mâsivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur. Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar. Şöyle ki:
Cenab-ı Hakk’ın mâsivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur. Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar. Şöyle ki:


'''Bir insan, en evvel muhabbetini Allah’a verirse onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği her şeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.'''
Bir insan, en evvel muhabbetini Allah’a verirse onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği her şeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.


İkinci kısım ise en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah’ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazen de kavî bir esbaba rast gelir. Onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete sebep olur. Şayet Allah’a vâsıl olsa da vusulü nâkıs olur.
İkinci kısım ise en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah’ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazen de kavî bir esbaba rast gelir. Onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete sebep olur. Şayet Allah’a vâsıl olsa da vusulü nâkıs olur.
384. satır: 384. satır:
وَمَا مِن۟ دَٓابَّةٍ فِى ال۟اَر۟ضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِز۟قُهَا
وَمَا مِن۟ دَٓابَّةٍ فِى ال۟اَر۟ضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِز۟قُهَا


'''âyet-i kerîmesiyle, rızık taahhüd altına alınmıştır.''' Fakat rızık dediğimiz iki kısımdır: Hakiki rızık, mecazî rızık. Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.
âyet-i kerîmesiyle, rızık taahhüd altına alınmıştır. Fakat rızık dediğimiz iki kısımdır: Hakiki rızık, mecazî rızık. Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.


'''Âyetle taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve zafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz.''' Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şahittir.
Âyetle taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve zafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz. Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şahittir.


Mecazî olan rızık ise âyetin taahhüdü altında değildir. Ancak sa’y ve kesbe bağlıdır.
Mecazî olan rızık ise âyetin taahhüdü altında değildir. Ancak sa’y ve kesbe bağlıdır.
397. satır: 397. satır:
Veya dişi bir kaplan, öz evlatlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar. Sonra bir avcı tarafından öldürülür. İşte hiss-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır.
Veya dişi bir kaplan, öz evlatlarına olan şiddet-i şefkat ve himayeyi nazara almayarak, zavallı ceylanın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar. Sonra bir avcı tarafından öldürülür. İşte hiss-i şefkat ve himayeye muhalefet ettiğinden, ceylana yaptığı aynı musibete maruz kalır.


'''İhtar: Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.'''
'''İhtar:''' Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.


'''* * *'''
<nowiki>*</nowiki> * *


=== İ’tizar ===
=== İ’tizar ===
'''Arkadaş! Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir. Ve hâvi olduğu mesail, Furkan-ı Hakîm’in cennetlerinden koparılmış birtakım gül ve çiçekleridir. Fakat ibaresindeki işkâl ve îcazdan tevahhuş edip mütalaasından vazgeçme. Mütalaasına tekrar ile devam edilirse me’luf ve me’nus bir şekil alır.'''
Arkadaş! Bu risale, Kur’an’ın bazı âyâtını şuhudî bir tarzda beyan eden bir nevi tefsirdir. Ve hâvi olduğu mesail, Furkan-ı Hakîm’in cennetlerinden koparılmış birtakım gül ve çiçekleridir. '''Fakat ibaresindeki işkâl ve îcazdan tevahhuş edip mütalaasından vazgeçme. Mütalaasına tekrar ile devam edilirse me’luf ve me’nus bir şekil alır.'''


'''Kezalik nefsin temerrüdünden de korkma. Çünkü benim nefs-i emmarem bu risalenin satvetine dayanamayarak inkıyada mecbur olduğu gibi şeytanım da اَي۟نَ ال۟مَفَرُّ diye bağırdı. Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi daha tâğî daha şakî değiller.'''
Kezalik nefsin temerrüdünden de korkma. Çünkü benim nefs-i emmarem bu risalenin satvetine dayanamayarak inkıyada mecbur olduğu gibi şeytanım da اَي۟نَ ال۟مَفَرُّ diye bağırdı. Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi daha tâğî daha şakî değiller.


'''Kezalik Birinci Bab’da tevhidin beyanı için zikredilen delillerde vaki olan tekrarları, faydasız zannetme. Hususi makamlarda, ihtiyaca binaen zikredilmişlerdir. Evet, hatt-ı harpte siperde oturup müdafaa eden bir nefer, etrafında bulunan boş siperlere gitmeyip bulunduğu siper içinde diğer bir pencereyi açması elbette bir ihtiyaca binaendir.'''
Kezalik Birinci Bab’da tevhidin beyanı için zikredilen delillerde vaki olan tekrarları, faydasız zannetme. Hususi makamlarda, ihtiyaca binaen zikredilmişlerdir. Evet, hatt-ı harpte siperde oturup müdafaa eden bir nefer, etrafında bulunan boş siperlere gitmeyip bulunduğu siper içinde diğer bir pencereyi açması elbette bir ihtiyaca binaendir.


'''Kezalik bu risalelerin ibarelerindeki işkâl ve iğlakın, keyif için ihtiyarımdan çıkmış olduğunu zannetme. Çünkü bu risale, dehşetli bir zamanda, nefsimin hücumuna karşı yapılan âni ve irticalî bir münakaşadır. Kelimeleri, o müthiş mücadele esnasında zihnimin eline geçen dikenli kelimelerdir. O ateşle nurun karıştıkları bir hengâmda, başım dönmeye başlıyordu. Kâh yerde kâh gökte kâh minarenin dibinde kâh minarenin şerefesinde kendimi görüyordum. Çünkü takip ettiğim yol, akıl ile kalp arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kalbe, kalpten akla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delâlet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alâmet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur’an güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi.'''
Kezalik bu risalelerin ibarelerindeki işkâl ve iğlakın, keyif için ihtiyarımdan çıkmış olduğunu zannetme. Çünkü bu risale, dehşetli bir zamanda, nefsimin hücumuna karşı yapılan âni ve irticalî bir münakaşadır. Kelimeleri, o müthiş mücadele esnasında zihnimin eline geçen dikenli kelimelerdir. O ateşle nurun karıştıkları bir hengâmda, başım dönmeye başlıyordu. Kâh yerde kâh gökte kâh minarenin dibinde kâh minarenin şerefesinde kendimi görüyordum. '''Çünkü takip ettiğim yol, akıl ile kalp arasında yeni açılan berzahî bir yoldur.''' Akıldan kalbe, kalpten akla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delâlet için değildi. Ancak kaybolmamak için birer nişan ve birer alâmet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur’an güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi.


'''اَللّٰهُمَّ اج۟عَلِ ال۟قُر۟اٰنَ نُورًا لِعُقُولِنَا وَ قُلُوبِنَا وَ اَر۟وَاحِنَا'''
اَللّٰهُمَّ اج۟عَلِ ال۟قُر۟اٰنَ نُورًا لِعُقُولِنَا وَ قُلُوبِنَا وَ اَر۟وَاحِنَا


'''وَ مُر۟شِدًا لِاَن۟فُسِنَا اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ'''
وَ مُر۟شِدًا لِاَن۟فُسِنَا اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ


'''* * *'''
<nowiki>*</nowiki> * *