78.073
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
36. satır: | 36. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
Bediüzzaman Said Nursî’nin | == Bediüzzaman Said Nursî’nin == | ||
Eskişehir Mahkemesi Müdafaatından | == Eskişehir Mahkemesi Müdafaatından == | ||
Bir Kısmı | == Bir Kısmı == | ||
'''1935''' | |||
1935 | |||
Eskişehir Mahkemesinde, Said Nursî’nin siyasî şeylerle meşgul olmadığı tahakkuk etmiş, sadece bir âyet-i kerîmeyi tefsir eden bir risalesinden dolayı ceza verilmiştir ki âyet-i kerîme tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmemiştir; elbette ve elbette büyük bir adlî hatadır. | Eskişehir Mahkemesinde, Said Nursî’nin siyasî şeylerle meşgul olmadığı tahakkuk etmiş, sadece bir âyet-i kerîmeyi tefsir eden bir risalesinden dolayı ceza verilmiştir ki âyet-i kerîme tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmemiştir; elbette ve elbette büyük bir adlî hatadır. | ||
O Müdafaadan Bir Parça | '''O Müdafaadan Bir Parça''' | ||
Ey heyet-i hâkime! Beni dört beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler. | Ey heyet-i hâkime! Beni dört beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler. | ||
Birinci Madde | '''Birinci Madde''' | ||
İrtica fikriyle dini âlet edip emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş. | İrtica fikriyle dini âlet edip emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş. | ||
Elcevap: | '''Elcevap:''' | ||
Evvela: İmkânat başkadır, vukuat başkadır. Her bir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katl cihetiyle mahkemeye verilir mi? Her bir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla, kibritler imha edilir mi? | '''Evvela:''' İmkânat başkadır, vukuat başkadır. Her bir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katl cihetiyle mahkemeye verilir mi? Her bir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla, kibritler imha edilir mi? | ||
Sâniyen: Yüz bin defa hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u imaniye, rıza-yı İlahiyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz. Evet, güneş kamere peyk ve tabi olmadığı gibi saadet-i ebediyenin nurani ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyenin bir güneşi olan iman dahi hayat-ı içtimaiyenin âleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam meselesi ve şu hilkat-i âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mesele-i kâinat yoktur ki bu mesele-i sırr-ı iman ona âlet olsun. | '''Sâniyen:''' Yüz bin defa hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u imaniye, rıza-yı İlahiyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz. Evet, güneş kamere peyk ve tabi olmadığı gibi saadet-i ebediyenin nurani ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyenin bir güneşi olan iman dahi hayat-ı içtimaiyenin âleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam meselesi ve şu hilkat-i âlemin en büyük muamması olan sırr-ı imandan daha ehemmiyetli bir mesele-i kâinat yoktur ki bu mesele-i sırr-ı iman ona âlet olsun. | ||
Ey heyet-i hâkime! Eğer bu işkenceli tevkifim, yalnız hayat-ı dünyeviyeme ve şahsıma ait olsa idi; emin olunuz ki on seneden beri sükût ettiğim gibi yine sükût edecektim. Fakat tevkifim, çokların hayat-ı ebediyelerine ve muazzam tılsım-ı kâinatın keşfini tefsir eden Risale-i Nur’a ait olduğundan, yüz başım olsa ve her gün biri kesilse bu sırr-ı azîmden vazgeçmeyeceğim. Ve sizin elinizden kurtulsam elbette ecel pençesinden kurtulamayacağım. Ben ihtiyarım, kabir kapısındayım. İşte o müthiş tılsım-ı kâinat keşşafı olan Kur’an-ı Hakîm’in o muazzam keşfini göze gösterir bir surette tefsir eden Risale-i Nur’un, o tılsıma ait yüzer meselelerinden, bu herkesin başına gelecek olan ecele ve kabre ait yalnız bu sırr-ı imana bakınız ki: | Ey heyet-i hâkime! Eğer bu işkenceli tevkifim, yalnız hayat-ı dünyeviyeme ve şahsıma ait olsa idi; emin olunuz ki on seneden beri sükût ettiğim gibi yine sükût edecektim. Fakat tevkifim, çokların hayat-ı ebediyelerine ve muazzam tılsım-ı kâinatın keşfini tefsir eden Risale-i Nur’a ait olduğundan, yüz başım olsa ve her gün biri kesilse bu sırr-ı azîmden vazgeçmeyeceğim. Ve sizin elinizden kurtulsam elbette ecel pençesinden kurtulamayacağım. Ben ihtiyarım, kabir kapısındayım. İşte o müthiş tılsım-ı kâinat keşşafı olan Kur’an-ı Hakîm’in o muazzam keşfini göze gösterir bir surette tefsir eden Risale-i Nur’un, o tılsıma ait yüzer meselelerinden, bu herkesin başına gelecek olan ecele ve kabre ait yalnız bu sırr-ı imana bakınız ki: | ||
68. satır: | 67. satır: | ||
İşte efendiler, bu mesele gibi yüzer mesail-i imaniyeyi keşif ve izah eden Risale-i Nur’a, evrak-ı muzırra gibi –hâşâ yüz bin defa hâşâ– siyaset cereyanlarına âlet edilmiş garazkâr kitaplar nazarıyla bakmak; hangi insaf müsaade eder, hangi akıl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbal nesl-i âtisi ve hakiki istikbal olan âhiretin ehli ve Hâkim-i Zülcelal’i, bu suali müsebbiblerinden sormayacaklar mı? Hem bu mübarek vatanda, bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem laik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir. | İşte efendiler, bu mesele gibi yüzer mesail-i imaniyeyi keşif ve izah eden Risale-i Nur’a, evrak-ı muzırra gibi –hâşâ yüz bin defa hâşâ– siyaset cereyanlarına âlet edilmiş garazkâr kitaplar nazarıyla bakmak; hangi insaf müsaade eder, hangi akıl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbal nesl-i âtisi ve hakiki istikbal olan âhiretin ehli ve Hâkim-i Zülcelal’i, bu suali müsebbiblerinden sormayacaklar mı? Hem bu mübarek vatanda, bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem laik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir. | ||
Sâlisen: Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitte” namındaki mücahedatımı takdir edip beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. “Bizimle çalış.” dediler. Dedim: “Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz fakat size de ilişmez.” | '''Sâlisen:''' Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitte” namındaki mücahedatımı takdir edip beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. “Bizimle çalış.” dediler. Dedim: “Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz fakat size de ilişmez.” | ||
Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü an’anat-ı milliye-i İslâmiye lehinde istimal edilebilir bir deha-yı askerîyi, an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet ben, Ankara reislerinde, hususan reisicumhurda bir deha hissettim ve dedim: “Bu dehayı kuşkulandırmakla an’anat aleyhine çevirmek caiz değildir.” Onun için ne kadar elimden gelmişse dünyalarından çekindim, karışmadım. On üç seneden beri siyasetten çekildim; hattâ bu yirmi bayramdır, bir ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız mahpus gibi geçirdim tâ ki siyasete bulaşmam tevehhüm edilmesin. | Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü an’anat-ı milliye-i İslâmiye lehinde istimal edilebilir bir deha-yı askerîyi, an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet ben, Ankara reislerinde, hususan reisicumhurda bir deha hissettim ve dedim: “Bu dehayı kuşkulandırmakla an’anat aleyhine çevirmek caiz değildir.” Onun için ne kadar elimden gelmişse dünyalarından çekindim, karışmadım. On üç seneden beri siyasetten çekildim; hattâ bu yirmi bayramdır, bir ikisinden başka umumlarında, bu gurbette, kendi odamda yalnız mahpus gibi geçirdim tâ ki siyasete bulaşmam tevehhüm edilmesin. | ||
74. satır: | 73. satır: | ||
Hükûmetin işlerine ilişmediğime ve karışmak istemediğime delâlet eden: | Hükûmetin işlerine ilişmediğime ve karışmak istemediğime delâlet eden: | ||
Birinci Delil: On üç senedir, siyaset lisanı olan gazeteleri bu müddet zarfında hiç okumadığım; dokuz sene oturduğum Barla köyünde, dokuz ay ikamet ettiğim Isparta’da dostlarım biliyorlar. Yalnız Isparta tevkifhanesinde, gayet insafsız bir gazetecinin dinsizcesine, Risale-i Nur’un talebelerine hücumunun bir fıkrası, istemediğim halde kulağıma girdi. | '''Birinci Delil:''' On üç senedir, siyaset lisanı olan gazeteleri bu müddet zarfında hiç okumadığım; dokuz sene oturduğum Barla köyünde, dokuz ay ikamet ettiğim Isparta’da dostlarım biliyorlar. Yalnız Isparta tevkifhanesinde, gayet insafsız bir gazetecinin dinsizcesine, Risale-i Nur’un talebelerine hücumunun bir fıkrası, istemediğim halde kulağıma girdi. | ||
İkinci Delil: On senedir Isparta vilayetinde bulunuyordum. Dünyanın çok tahavvülatı içinde siyasete karışmak teşebbüsüne dair hiçbir emare, hiçbir tereşşuhat görülmediğidir. | '''İkinci Delil:''' On senedir Isparta vilayetinde bulunuyordum. Dünyanın çok tahavvülatı içinde siyasete karışmak teşebbüsüne dair hiçbir emare, hiçbir tereşşuhat görülmediğidir. | ||
Üçüncü Delil: Hiçbir hatıra gelmeyen, âni olarak benim ikametgâhım bastırıldı, tam taharri edildi. On seneden beri en mahrem evrakımı ve kitaplarımı aldılar. Hem Vali Dairesi hem Polis Dairesi, bu kitaplarımda siyaset-i hükûmete ilişecek hiçbir maddeyi bulamadıklarını itiraf etmeleridir. Acaba on sene değil belki on ay benim gibi sebepsiz nefyedilen ve merhametsizce zulüm gören ve işkenceli tazyik ve tarassud edilen bir adamın en mahrem evrakı meydana çıksa zalimlerin yüzlerine savrulacak on madde çıkmaz mı? | '''Üçüncü Delil:''' Hiçbir hatıra gelmeyen, âni olarak benim ikametgâhım bastırıldı, tam taharri edildi. On seneden beri en mahrem evrakımı ve kitaplarımı aldılar. Hem Vali Dairesi hem Polis Dairesi, bu kitaplarımda siyaset-i hükûmete ilişecek hiçbir maddeyi bulamadıklarını itiraf etmeleridir. Acaba on sene değil belki on ay benim gibi sebepsiz nefyedilen ve merhametsizce zulüm gören ve işkenceli tazyik ve tarassud edilen bir adamın en mahrem evrakı meydana çıksa zalimlerin yüzlerine savrulacak on madde çıkmaz mı? | ||
Eğer denilse: Yirmiden ziyade mektupların yakalandı? | Eğer denilse: Yirmiden ziyade mektupların yakalandı? | ||
84. satır: | 83. satır: | ||
Ben de derim: O mektuplar, birkaç sene zarfında yazılmışlar. Acaba on sene zarfında on dosta, on ve yirmi ve yüz mektup çok mu? Madem muhabere serbesttir ve dünyanıza ilişmezler, bin olsa da bir suç teşkil etmezler. | Ben de derim: O mektuplar, birkaç sene zarfında yazılmışlar. Acaba on sene zarfında on dosta, on ve yirmi ve yüz mektup çok mu? Madem muhabere serbesttir ve dünyanıza ilişmezler, bin olsa da bir suç teşkil etmezler. | ||
Dördüncü Delil: Müsadere edilen bütün kitaplarımı görüyorsunuz ki siyasete arkalarını çevirip bütün kuvvetleri ile imana ve Kur’an’a, âhirete müteveccih olmalarıdır. Yalnız iki üç risalelerde Eski Said sükûtu terk ederek bazı gaddar memurların işkencelerine karşı hiddet etmiş; hükûmete değil belki vazifesini sû-i istimal eden o memurlara itiraz eylemiş, mazlumane şekvasını yazmış. Fakat yine o iki üç risaleyi mahrem deyip neşrine izin vermedim, has bir kısım dostlarıma münhasır kalmışlardır. Hükûmet ele bakar ve zâhire dikkat eder. Kalbe bakmak, gizli ve hususi işlere bakmak hakkı yoktur ki herkes kalbinde ve hanesinde istediğini yapabilir ve padişahları zemmeder, beğenmez. | '''Dördüncü Delil:''' Müsadere edilen bütün kitaplarımı görüyorsunuz ki siyasete arkalarını çevirip bütün kuvvetleri ile imana ve Kur’an’a, âhirete müteveccih olmalarıdır. Yalnız iki üç risalelerde Eski Said sükûtu terk ederek bazı gaddar memurların işkencelerine karşı hiddet etmiş; hükûmete değil belki vazifesini sû-i istimal eden o memurlara itiraz eylemiş, mazlumane şekvasını yazmış. Fakat yine o iki üç risaleyi mahrem deyip neşrine izin vermedim, has bir kısım dostlarıma münhasır kalmışlardır. Hükûmet ele bakar ve zâhire dikkat eder. Kalbe bakmak, gizli ve hususi işlere bakmak hakkı yoktur ki herkes kalbinde ve hanesinde istediğini yapabilir ve padişahları zemmeder, beğenmez. | ||
Ezcümle: Yedi sene evvel –daha yeni ezan çıkmadan– bir kısım memurlar sarığıma hem hususi Şafiîce ibadetime müdahale etmek istemelerine mukabil, bir kısa risale yazıldı. Bir zaman sonra yeni ezan çıktı; ben o risaleyi mahrem dedim, intişarını men’ettim. | Ezcümle: Yedi sene evvel –daha yeni ezan çıkmadan– bir kısım memurlar sarığıma hem hususi Şafiîce ibadetime müdahale etmek istemelerine mukabil, bir kısa risale yazıldı. Bir zaman sonra yeni ezan çıktı; ben o risaleyi mahrem dedim, intişarını men’ettim. | ||
90. satır: | 89. satır: | ||
Hem ezcümle: Dârülhikmeti’l-İslâmiyede bulunduğum zaman, tesettür âyeti aleyhinde Avrupa’dan gelen itiraza karşı bir cevap yazmıştım. Bundan bir sene evvel, eski matbu risalelerimden alınan ve On Yedinci Lem’a namındaki risalenin bir meselesi olarak kaydedilmiş ve sonra Yirmi Dördüncü Lem’a ismini alan kısacık Tesettür Risalesi, ilerideki kanunlara temas etmemek için o Tesettür Risalesi’ni setrettim. Her nasılsa yanlışlıkla bir yere gönderilmiş. Hem o risale medeniyetin, Kur’an’ın âyetine ettiği itiraza karşı, müskit ve ilmî bir cevaptır. Bu hürriyet-i ilmiye, cumhuriyet zamanında elbette kayıt altına alınamaz. | Hem ezcümle: Dârülhikmeti’l-İslâmiyede bulunduğum zaman, tesettür âyeti aleyhinde Avrupa’dan gelen itiraza karşı bir cevap yazmıştım. Bundan bir sene evvel, eski matbu risalelerimden alınan ve On Yedinci Lem’a namındaki risalenin bir meselesi olarak kaydedilmiş ve sonra Yirmi Dördüncü Lem’a ismini alan kısacık Tesettür Risalesi, ilerideki kanunlara temas etmemek için o Tesettür Risalesi’ni setrettim. Her nasılsa yanlışlıkla bir yere gönderilmiş. Hem o risale medeniyetin, Kur’an’ın âyetine ettiği itiraza karşı, müskit ve ilmî bir cevaptır. Bu hürriyet-i ilmiye, cumhuriyet zamanında elbette kayıt altına alınamaz. | ||
Beşinci Delil: Dokuz senedir, bir köyde inzivayı ihtiyar ettiğim ve hayat-ı içtimaiyeden ve siyasetten sıyrılmak istediğim ve bu defa gibi müteaddid başıma gelen bütün işkencelere tahammül edip dünya siyasetine karışmamak için bu on senede hiç müracaat etmediğimdir. Eğer müracaat etseydim Barla yerine İstanbul’da oturabilirdim. Ve belki bu defadaki gaddarane tevkifimin sebebi, müracaatsızlıktan küsen ve gururlarına dokunan Isparta Valisinin ve hükûmetin bazı memurlarının garazlarından veya iktidarsızlıklarından habbeyi kubbe yapıp Dâhiliye Vekâletini evhamlandırmasıdır. | '''Beşinci Delil:''' Dokuz senedir, bir köyde inzivayı ihtiyar ettiğim ve hayat-ı içtimaiyeden ve siyasetten sıyrılmak istediğim ve bu defa gibi müteaddid başıma gelen bütün işkencelere tahammül edip dünya siyasetine karışmamak için bu on senede hiç müracaat etmediğimdir. Eğer müracaat etseydim Barla yerine İstanbul’da oturabilirdim. Ve belki bu defadaki gaddarane tevkifimin sebebi, müracaatsızlıktan küsen ve gururlarına dokunan Isparta Valisinin ve hükûmetin bazı memurlarının garazlarından veya iktidarsızlıklarından habbeyi kubbe yapıp Dâhiliye Vekâletini evhamlandırmasıdır. | ||
Elhasıl: Benim ile temas eden bütün dostlarım bilirler ki siyasete değil karışmak, değil teşebbüs, belki düşünmesi dahi esas maksadıma ve ahval-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir ve olamıyor. Bana nur verilmiş, siyaset topuzu verilmemiş. | Elhasıl: Benim ile temas eden bütün dostlarım bilirler ki siyasete değil karışmak, değil teşebbüs, belki düşünmesi dahi esas maksadıma ve ahval-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir ve olamıyor. Bana nur verilmiş, siyaset topuzu verilmemiş. | ||
104. satır: | 103. satır: | ||
Benim sebeb-i ittihamımdan olan | Benim sebeb-i ittihamımdan olan | ||
ÜÇÜNCÜ MADDE | '''ÜÇÜNCÜ MADDE''' | ||
Risale-i Nur’un müsaade-i hükûmet alınmadan intişarı ve hissiyat-ı imaniyeyi kuvvetleştirmesiyle, ileride belki hükûmetin serbestane prensiplerine set çeker ve emniyet-i umumiyeyi ihlâl eder. | Risale-i Nur’un müsaade-i hükûmet alınmadan intişarı ve hissiyat-ı imaniyeyi kuvvetleştirmesiyle, ileride belki hükûmetin serbestane prensiplerine set çeker ve emniyet-i umumiyeyi ihlâl eder. | ||
Elcevap: Risale-i Nur, nurdur. Nurdan zarar gelmez. Siyaset topuzunu on üç seneden beri elinden atmıştır ve bu vatanın ve bu milletin hayatlarının temel taşları olan hakikat-i kudsiyeyi tesbit eder ve bu mübarek milletin yüzde doksan dokuzuna zararsız menfaati olduğuna, eczalarını okuyan bütün zatları işhad edebilirim. Haydi biri çıksın, desin: “Bunda bir zarar gördüm.” | '''Elcevap:''' Risale-i Nur, nurdur. Nurdan zarar gelmez. Siyaset topuzunu on üç seneden beri elinden atmıştır ve bu vatanın ve bu milletin hayatlarının temel taşları olan hakikat-i kudsiyeyi tesbit eder ve bu mübarek milletin yüzde doksan dokuzuna zararsız menfaati olduğuna, eczalarını okuyan bütün zatları işhad edebilirim. Haydi biri çıksın, desin: “Bunda bir zarar gördüm.” | ||
Ve sâniyen: Benim matbaam yok ve müteaddid kâtiplerim yok. Birisini zor ile bulabilirim. Ve hüsn-ü hattım yok, yarım ümmiyim, bir saatte ancak bir sahifeyi çok noksan yazımla yazabilirim. Merhum Âsım Bey gibi bazı zatlar benim için bir yadigâr olarak güzel yazılarıyla yardım ettiler. Benim, çok hazîn gurbetimdeki hatıratımı yazdılar. Sonra o envar-ı imaniyeyi derdine tam derman bulan bir kısım zatlar onları okumak istediler ve okudular; hayat-ı ebediyelerine tam bir tiryak olduğunu hakkalyakîn gördüler, kendilerine istinsah ettiler. | '''Ve sâniyen:''' Benim matbaam yok ve müteaddid kâtiplerim yok. Birisini zor ile bulabilirim. Ve hüsn-ü hattım yok, yarım ümmiyim, bir saatte ancak bir sahifeyi çok noksan yazımla yazabilirim. Merhum Âsım Bey gibi bazı zatlar benim için bir yadigâr olarak güzel yazılarıyla yardım ettiler. Benim, çok hazîn gurbetimdeki hatıratımı yazdılar. Sonra o envar-ı imaniyeyi derdine tam derman bulan bir kısım zatlar onları okumak istediler ve okudular; hayat-ı ebediyelerine tam bir tiryak olduğunu hakkalyakîn gördüler, kendilerine istinsah ettiler. | ||
Elinize geçen ve nazar-ı teftişinizde bulunan “Fihriste Risalesi” gösteriyor ki Risale-i Nur’un her bir cüzü, bir âyet-i Kur’aniyenin hakikatini tefsir eder ve hususan erkân-ı imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur’an aleyhinde hazırladıkları hücum planlarını ve esaslarını bozuyor. Şimdilik elinizde İhtiyar Risalesi’nin On Birinci Rica’sında binler imanî ve tevhidî bürhanlardan bir tek bürhan var. Numune için ona bakınız, dikkat ediniz. Davam doğru mudur, yanlış mıdır anlarsınız. | Elinize geçen ve nazar-ı teftişinizde bulunan “Fihriste Risalesi” gösteriyor ki Risale-i Nur’un her bir cüzü, bir âyet-i Kur’aniyenin hakikatini tefsir eder ve hususan erkân-ı imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur’an aleyhinde hazırladıkları hücum planlarını ve esaslarını bozuyor. Şimdilik elinizde İhtiyar Risalesi’nin On Birinci Rica’sında binler imanî ve tevhidî bürhanlardan bir tek bürhan var. Numune için ona bakınız, dikkat ediniz. Davam doğru mudur, yanlış mıdır anlarsınız. | ||
118. satır: | 117. satır: | ||
Hem vazife-i tahkikatınıza yardım için derim: Fihriste Risalesi yirmi senelik risalelerimin bir kısmının fihristesidir. İçindeki risalelerin bir kısmının asılları Dârülhikmetten başlar. Fihristedeki numaralar, telif tertibiyle değildirler. Mesela Yirmi İkinci Söz, Birinci Söz’den daha evvel telif edilmiş ve Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mektup’tan daha evvel yazılmış. Bunlar gibi çok var… | Hem vazife-i tahkikatınıza yardım için derim: Fihriste Risalesi yirmi senelik risalelerimin bir kısmının fihristesidir. İçindeki risalelerin bir kısmının asılları Dârülhikmetten başlar. Fihristedeki numaralar, telif tertibiyle değildirler. Mesela Yirmi İkinci Söz, Birinci Söz’den daha evvel telif edilmiş ve Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mektup’tan daha evvel yazılmış. Bunlar gibi çok var… | ||
Sâlisen: İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczaları, emniyet ve asayişi temin ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan iman; elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder. | '''Sâlisen:''' İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczaları, emniyet ve asayişi temin ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan iman; elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder. | ||
Hem bunu biliniz ki yirmi otuz sene evvel bir gazetede gördüm ki İngilizlerin bir müstemlekat nâzırı demiş: “Bu Kur’an, Müslümanların elinde varken biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.” İşte bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan nefsimden sonra onlar ile uğraşıyorum. Dâhiliyeye pek bakamıyorum ve dâhildeki kusuru; Avrupa’nın hatası, ifsadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillahi’l-hamd Risale-i Nur, o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi; maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir. | Hem bunu biliniz ki yirmi otuz sene evvel bir gazetede gördüm ki İngilizlerin bir müstemlekat nâzırı demiş: “Bu Kur’an, Müslümanların elinde varken biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.” İşte bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan nefsimden sonra onlar ile uğraşıyorum. Dâhiliyeye pek bakamıyorum ve dâhildeki kusuru; Avrupa’nın hatası, ifsadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillahi’l-hamd Risale-i Nur, o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi; maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir. | ||
124. satır: | 123. satır: | ||
Dünyada hangi şekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet yoktur ki kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsılmaz bir maden-i kuvve-i maneviyesini yasak etsin ve nâşirini mahkûm eylesin! Avrupa’da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve âhirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez. | Dünyada hangi şekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet yoktur ki kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsılmaz bir maden-i kuvve-i maneviyesini yasak etsin ve nâşirini mahkûm eylesin! Avrupa’da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve âhirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez. | ||
Elhasıl: On sene kadar sebepsiz bir nefye mahkûm; ihtilattan, muhabereden memnû, gurbetzede bir ihtiyar adamın, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanına dair hatırat-ı ilmiyesini yazmasını, dünyada hiçbir kanun ona yasak diyemez ve demez kanaatindeyim. Ve şimdiye kadar hiçbir âlim tarafından tenkit edilmemesi, elbette o hatırat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduğunu ispat eder. | '''Elhasıl:''' On sene kadar sebepsiz bir nefye mahkûm; ihtilattan, muhabereden memnû, gurbetzede bir ihtiyar adamın, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanına dair hatırat-ı ilmiyesini yazmasını, dünyada hiçbir kanun ona yasak diyemez ve demez kanaatindeyim. Ve şimdiye kadar hiçbir âlim tarafından tenkit edilmemesi, elbette o hatırat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduğunu ispat eder. | ||
Benim ittihamım ve tevkifime sebep gösterilen | Benim ittihamım ve tevkifime sebep gösterilen | ||
DÖRDÜNCÜ MADDE | '''DÖRDÜNCÜ MADDE''' | ||
Devletçe yasak edilen tarîkat dersini vermekle ihbar edilmiş olmaklığımdır. | Devletçe yasak edilen tarîkat dersini vermekle ihbar edilmiş olmaklığımdır. | ||
Elcevap: | '''Elcevap:''' | ||
Evvela: Elinizdeki bütün kitaplarım şahittirler ki ben hakaik-i imaniye ile meşgulüm. Hem müteaddid risalelerde yazmışım ki: “Tarîkat zamanı değil belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsız cennete giden pek çok fakat imansız cennete girecek yok. Onun için imana çalışmak zamanıdır.” diye beyan etmişim. | '''Evvela:''' Elinizdeki bütün kitaplarım şahittirler ki ben hakaik-i imaniye ile meşgulüm. Hem müteaddid risalelerde yazmışım ki: “Tarîkat zamanı değil belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsız cennete giden pek çok fakat imansız cennete girecek yok. Onun için imana çalışmak zamanıdır.” diye beyan etmişim. | ||
Sâniyen: On senedir Isparta vilayetinde bulunuyorum. Biri çıksın “Bana tarîkat dersi vermiş.” desin. Evet, bazı has âhiret kardeşlerime ulûm-u imaniye ve hakaik-i âliye dersini, hocalık itibarıyla vermişim. Bu, tarîkat talimi değil belki hakikat tedrisidir. | '''Sâniyen:''' On senedir Isparta vilayetinde bulunuyorum. Biri çıksın “Bana tarîkat dersi vermiş.” desin. Evet, bazı has âhiret kardeşlerime ulûm-u imaniye ve hakaik-i âliye dersini, hocalık itibarıyla vermişim. Bu, tarîkat talimi değil belki hakikat tedrisidir. | ||
Yalnız bu kadar var; ben Şafiîyim, namazdan sonraki tesbihatım Hanefî tesbihatından biraz farklıdır. Hem akşam namazından yatsı namazına kadar ve fecirden evvel, hiç kimseyi kabul etmemek şartıyla, kendi kendime günahlarımdan istiğfar ve âyetler okumak gibi şeylerle meşguliyetim var. Zannederim, dünyada hiçbir kanun bu hale yasak diyemez. | Yalnız bu kadar var; ben Şafiîyim, namazdan sonraki tesbihatım Hanefî tesbihatından biraz farklıdır. Hem akşam namazından yatsı namazına kadar ve fecirden evvel, hiç kimseyi kabul etmemek şartıyla, kendi kendime günahlarımdan istiğfar ve âyetler okumak gibi şeylerle meşguliyetim var. Zannederim, dünyada hiçbir kanun bu hale yasak diyemez. | ||
144. satır: | 143. satır: | ||
— Ne ile yaşıyorsun? | — Ne ile yaşıyorsun? | ||
Elcevap: Dokuz sene ikamet ettiğim Barla halkının müşahedesiyle, şiddet-i iktisat berekâtıyla, tam kanaat hazinesiyle. Ekser günlerde her bir gün yüz para ile bazı daha az bir masrafla yaşadığımı, benimle temas eden dostlarım bilirler. Hattâ yedi sene zarfında elbise, pabuç gibi şeylere yedi banknot ile idare ettim. | '''Elcevap:''' Dokuz sene ikamet ettiğim Barla halkının müşahedesiyle, şiddet-i iktisat berekâtıyla, tam kanaat hazinesiyle. Ekser günlerde her bir gün yüz para ile bazı daha az bir masrafla yaşadığımı, benimle temas eden dostlarım bilirler. Hattâ yedi sene zarfında elbise, pabuç gibi şeylere yedi banknot ile idare ettim. | ||
Hem elinizde bulunan tarihçe-i hayatımın şehadetiyle, bütün hayatımda halkların hediye ve sadakalarından istinkâf edip en sadık dostlarımın hatırlarını rencide ederek hediyesini reddetmişim. Eğer mecburiyetle hediye almış isem mukabilini vermek şartıyla aldığımı, bana hizmet eden dostlarım bilirler. | Hem elinizde bulunan tarihçe-i hayatımın şehadetiyle, bütün hayatımda halkların hediye ve sadakalarından istinkâf edip en sadık dostlarımın hatırlarını rencide ederek hediyesini reddetmişim. Eğer mecburiyetle hediye almış isem mukabilini vermek şartıyla aldığımı, bana hizmet eden dostlarım bilirler. | ||
158. satır: | 157. satır: | ||
Şimdilik hayatıma hükümleri geçen heyetinizin reyiyle, bu ifademin bir suretini müddeiumumîye verip beni bu zarara sokanlar aleyhinde ikame-i dava etmek ve bir suretini Dâhiliye Vekâletine ve bir suretini de Meclis-i Mebusana vermek istiyorum. | Şimdilik hayatıma hükümleri geçen heyetinizin reyiyle, bu ifademin bir suretini müddeiumumîye verip beni bu zarara sokanlar aleyhinde ikame-i dava etmek ve bir suretini Dâhiliye Vekâletine ve bir suretini de Meclis-i Mebusana vermek istiyorum. | ||
Yukarıdaki Müdafaatımın Birinci Tetimmesi | '''Yukarıdaki Müdafaatımın Birinci Tetimmesi''' | ||
Beni istintak eden zatın ve heyet-i hâkimenin nazar-ı dikkatlerine! Evvelki ifademe üç maddeyi ilâve ediyorum. | Beni istintak eden zatın ve heyet-i hâkimenin nazar-ı dikkatlerine! Evvelki ifademe üç maddeyi ilâve ediyorum. | ||
BİRİNCİ MADDE | '''BİRİNCİ MADDE''' | ||
Bizi hayrette bırakan ve gayet şaşırtan ve bir garazı ihsas eden ve bi’l-iltizam hiçten bir sebeb-i ittiham icad etmek nevinden, musırrane bir cemiyet ve teşkilat varmış gibi soruyorlar. “Bu teşkilatı yapmak için nereden para alıyorsunuz?” diyorlar. | Bizi hayrette bırakan ve gayet şaşırtan ve bir garazı ihsas eden ve bi’l-iltizam hiçten bir sebeb-i ittiham icad etmek nevinden, musırrane bir cemiyet ve teşkilat varmış gibi soruyorlar. “Bu teşkilatı yapmak için nereden para alıyorsunuz?” diyorlar. | ||
Elcevap: | '''Elcevap:''' | ||
Evvela, ben dahi soranlardan soruyorum: Böyle bir cemiyet-i siyasiyenin, bizim tarafımızdan vücuduna dair hangi vesika, hangi emareler var ve para ile teşkilat yaptığımıza hangi delil, hangi hüccet bulmuşlar ki bu kadar musırrane soruyorlar? | Evvela, ben dahi soranlardan soruyorum: Böyle bir cemiyet-i siyasiyenin, bizim tarafımızdan vücuduna dair hangi vesika, hangi emareler var ve para ile teşkilat yaptığımıza hangi delil, hangi hüccet bulmuşlar ki bu kadar musırrane soruyorlar? | ||
176. satır: | 175. satır: | ||
kendine düstur eden ve hileyi hilesizlikte bulan, asabî ve bilâ-perva esrarını fâş eden, on sene koca Isparta vilayetinin hassas ve cessas memurlarına böyle teşkilat sezdirmeyen bu adamdan “Böyle bir teşkilat var ve siyasî bir dolabı çeviriyorsunuz.” diyenlere karşı, yalnız ben değil belki Isparta vilayeti ve bütün beni tanıyanlar belki bütün ehl-i akıl ve vicdan, onların iftiralarını nefretle karşılar ve “Garazkâr planlar ile onu itham ediyorsunuz.” diyecekler. | kendine düstur eden ve hileyi hilesizlikte bulan, asabî ve bilâ-perva esrarını fâş eden, on sene koca Isparta vilayetinin hassas ve cessas memurlarına böyle teşkilat sezdirmeyen bu adamdan “Böyle bir teşkilat var ve siyasî bir dolabı çeviriyorsunuz.” diyenlere karşı, yalnız ben değil belki Isparta vilayeti ve bütün beni tanıyanlar belki bütün ehl-i akıl ve vicdan, onların iftiralarını nefretle karşılar ve “Garazkâr planlar ile onu itham ediyorsunuz.” diyecekler. | ||
Sâniyen: Meselemiz imandır. İman uhuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamları ile uhuvvetimiz var. Halbuki cemiyet ise ekser içinde ekalliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz. Meğer gayet insafsız bir dinsiz, herkesi (hâşâ) kendi gibi dinsiz tevehhüm edip bu mübarek ve dindar milleti tahkir etmek niyetiyle böyle işaa eder… | '''Sâniyen:''' Meselemiz imandır. İman uhuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamları ile uhuvvetimiz var. Halbuki cemiyet ise ekser içinde ekalliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz. Meğer gayet insafsız bir dinsiz, herkesi (hâşâ) kendi gibi dinsiz tevehhüm edip bu mübarek ve dindar milleti tahkir etmek niyetiyle böyle işaa eder… | ||
Sâlisen: Benim gibi pek ciddi bir muhabbetle Türk milletini seven ve Kur’an’ın senasına mazhariyetleri cihetiyle Türk milletini pek çok takdir eden ve altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur’an’ın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetli taraftar bulunan ve bin Türk’ün şehadetiyle, bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk milletine bilfiil hizmet eden ve kıymettar otuz kırk Türk gençleri, namazsız otuz bin hemşehrilerine tercih etmekle bu gurbeti ihtiyar eden ve hocalık haysiyetiyle izzet-i ilmiyeyi muhafaza eden ve hakaik-i imaniyeyi pek vâzıh bir surette ders veren bir insanın; on sene ve belki yirmi otuz sene zarfında, yirmi otuz değil belki yüz belki binler talebesi, sırf iman ve hakikat ve âhiret noktasında onunla fedakârane bağlansa ve âhiret kardeşi olsalar çok mudur ve zararı mı var? Hiç ehl-i vicdan ve insaf bunları tenkide cevaz verir mi? Ve bunlara cemiyet-i siyasiye nazarıyla bakabilir mi? | '''Sâlisen:''' Benim gibi pek ciddi bir muhabbetle Türk milletini seven ve Kur’an’ın senasına mazhariyetleri cihetiyle Türk milletini pek çok takdir eden ve altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur’an’ın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetli taraftar bulunan ve bin Türk’ün şehadetiyle, bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk milletine bilfiil hizmet eden ve kıymettar otuz kırk Türk gençleri, namazsız otuz bin hemşehrilerine tercih etmekle bu gurbeti ihtiyar eden ve hocalık haysiyetiyle izzet-i ilmiyeyi muhafaza eden ve hakaik-i imaniyeyi pek vâzıh bir surette ders veren bir insanın; on sene ve belki yirmi otuz sene zarfında, yirmi otuz değil belki yüz belki binler talebesi, sırf iman ve hakikat ve âhiret noktasında onunla fedakârane bağlansa ve âhiret kardeşi olsalar çok mudur ve zararı mı var? Hiç ehl-i vicdan ve insaf bunları tenkide cevaz verir mi? Ve bunlara cemiyet-i siyasiye nazarıyla bakabilir mi? | ||
Râbian: On sene zarfında yüz banknot ile idare eden ve günde, bazen kırk para ile geçinen ve yetmiş yamalı bir abayı yedi sene giyen bir adam hakkında: “Nereden para alıp yaşıyorsun ve teşkilat yapıyorsun?” diyenler, ne kadar insaftan uzak düştüklerini ehl-i insaf anlar. | '''Râbian:''' On sene zarfında yüz banknot ile idare eden ve günde, bazen kırk para ile geçinen ve yetmiş yamalı bir abayı yedi sene giyen bir adam hakkında: “Nereden para alıp yaşıyorsun ve teşkilat yapıyorsun?” diyenler, ne kadar insaftan uzak düştüklerini ehl-i insaf anlar. | ||
İKİNCİ MADDE | '''İKİNCİ MADDE''' | ||
Menemen Hâdisesi’nin bir yalancı taklidini yapıp; millete dehşet verip serbestî kanunları kolayca tatbik etmek desisesiyle, hükûmeti iğfal ederek güya “Hükûmetin serbestî kanunlarını kabul ettirmesine yardım ediyor.” entrikasıyla, beni Barla’dan Isparta’ya cebren celbettiler. Baktılar, ben öyle fitnelere âlet olamıyorum ve öyle her cihetçe vatana, millete, dine zararlı olan akîm teşebbüslere hiçbir meylim yoktur, anladılar ki o vakit planlarını değiştirdiler. Benim beğenmediğim bir şöhret-i kâzibemden istifade edip hiç hatır ve hayalimize gelmeyen entrikalarla başımıza Menemen Hâdise-i Mazlumesinin bir mevhum taklidini geçirdiler. Hem millete hem hükûmete hem masum, mevkuf birçok efrad-ı millete büyük zarar verdiler. Şimdi yalanları meydana çıktıkça, kurdun keçiye bahane bulması nevinden bahaneleri bulup memurîn-i adliyeyi şaşırtmak istiyorlar. | Menemen Hâdisesi’nin bir yalancı taklidini yapıp; millete dehşet verip serbestî kanunları kolayca tatbik etmek desisesiyle, hükûmeti iğfal ederek güya “Hükûmetin serbestî kanunlarını kabul ettirmesine yardım ediyor.” entrikasıyla, beni Barla’dan Isparta’ya cebren celbettiler. Baktılar, ben öyle fitnelere âlet olamıyorum ve öyle her cihetçe vatana, millete, dine zararlı olan akîm teşebbüslere hiçbir meylim yoktur, anladılar ki o vakit planlarını değiştirdiler. Benim beğenmediğim bir şöhret-i kâzibemden istifade edip hiç hatır ve hayalimize gelmeyen entrikalarla başımıza Menemen Hâdise-i Mazlumesinin bir mevhum taklidini geçirdiler. Hem millete hem hükûmete hem masum, mevkuf birçok efrad-ı millete büyük zarar verdiler. Şimdi yalanları meydana çıktıkça, kurdun keçiye bahane bulması nevinden bahaneleri bulup memurîn-i adliyeyi şaşırtmak istiyorlar. | ||
188. satır: | 187. satır: | ||
Adliye memurlarının bu meselede çok dikkate ve ihtiyata muhtaç olduklarını, müdafaa-i milliye hukukum noktasında hatırlatıyorum. Asıl ittiham edilecek onlardır ki hükûmetin bazı erkânına dalkavukluk edip ve sahtekârlıkla, bir yalancı cemiyet maskesi altında bazı safdil masumları, bîçareleri tehyic ederek küçük bir hâdise çıkarır; sonra şeytan gibi habbeyi kubbe gösterip hükûmeti şaşırtır, çok masumları ezdirir, memlekete büyük zarar verir, kabahati başkalara yükler. İşte bu meselemiz aynen böyledir. | Adliye memurlarının bu meselede çok dikkate ve ihtiyata muhtaç olduklarını, müdafaa-i milliye hukukum noktasında hatırlatıyorum. Asıl ittiham edilecek onlardır ki hükûmetin bazı erkânına dalkavukluk edip ve sahtekârlıkla, bir yalancı cemiyet maskesi altında bazı safdil masumları, bîçareleri tehyic ederek küçük bir hâdise çıkarır; sonra şeytan gibi habbeyi kubbe gösterip hükûmeti şaşırtır, çok masumları ezdirir, memlekete büyük zarar verir, kabahati başkalara yükler. İşte bu meselemiz aynen böyledir. | ||
ÜÇÜNCÜ MADDE | '''ÜÇÜNCÜ MADDE''' | ||
Hükûmetin daireleri içinde en ziyade hürriyetini muhafaza etmeye ve tesirat-ı hariciyeden en ziyade bîtarafane, hissiyatsız bakmakla mükellef olan elbette mahkemedir. Ben, mahkemenin hürriyet-i tammesine istinaden, hürriyetle hukuk-u hürriyetimi bu suretle müdafaa etmeye hakkım vardır. | Hükûmetin daireleri içinde en ziyade hürriyetini muhafaza etmeye ve tesirat-ı hariciyeden en ziyade bîtarafane, hissiyatsız bakmakla mükellef olan elbette mahkemedir. Ben, mahkemenin hürriyet-i tammesine istinaden, hürriyetle hukuk-u hürriyetimi bu suretle müdafaa etmeye hakkım vardır. | ||
204. satır: | 203. satır: | ||
Heyet-i hâkimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkânını iğfal eden ve milliyet-perverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim: | Heyet-i hâkimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkânını iğfal eden ve milliyet-perverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim: | ||
Ey efendiler! Benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen ve suç olsa bile yalnız beni mes’ul eden bir madde yüzünden, kırktan fazla Türk’ün en kıymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarını, büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belaya atmak, milliyet-perverlik midir? Evet, sebepsiz böyle işkenceli tevkife düşenler içinde, Türk gençlerinin medar-ı iftiharı olacak bir kısım zatlar var ki (Hâşiye) | Ey efendiler! Benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen ve suç olsa bile yalnız beni mes’ul eden bir madde yüzünden, kırktan fazla Türk’ün en kıymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarını, büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belaya atmak, milliyet-perverlik midir? Evet, sebepsiz böyle işkenceli tevkife düşenler içinde, Türk gençlerinin medar-ı iftiharı olacak bir kısım zatlar var ki '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' O zatlar, men’-i muhakeme ile iki aylık sıkıntılı tevkiften sonra tahliye edilmişlerdir.</ref>''')''' uzaktan kıymetini hissedip ona yalnız bir selâm veya imanî bir risale göndermemle, onu bir cani gibi çoluk ve çocukları içinden alıp bu belaya atmak milliyetçilik midir? | ||
Ben ki sizin nazarınızda yabani millettenim diyorum. Bu mevkuf olan civanmert ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarları içinde öyleleri var ki onların bir tanesini, kendi milletimden yüz adama değiştirmem. İçinde öyleleri var ki on sene bana zulmeden memurlara, beş seneden beri onların hatırları için o zalimlere bedduayı bıraktım. Ve onların içinde öyleleri var ki âlî seciyelerin en hâlis numunelerini o âlîcenab Türk arkadaşlarda kemal-i hayret ve takdirle gördüm ve Türk milletinin sırr-ı tefevvukunu onlarla anladım. | Ben ki sizin nazarınızda yabani millettenim diyorum. Bu mevkuf olan civanmert ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarları içinde öyleleri var ki onların bir tanesini, kendi milletimden yüz adama değiştirmem. İçinde öyleleri var ki on sene bana zulmeden memurlara, beş seneden beri onların hatırları için o zalimlere bedduayı bıraktım. Ve onların içinde öyleleri var ki âlî seciyelerin en hâlis numunelerini o âlîcenab Türk arkadaşlarda kemal-i hayret ve takdirle gördüm ve Türk milletinin sırr-ı tefevvukunu onlarla anladım. | ||
214. satır: | 213. satır: | ||
İşte mahkeme-i âdile, onların masumiyetini anlamakla çoklarını tahliye etti. Eğer ortada bir suç varsa o suç benimdir. Onlar, ulüvv-ü cenablarından, benim gibi garib bir ihtiyar hocaya; soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyiz etmek gibi cüz’î işlerimi sırf lillah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defterim hükmünde olan o iki risalemin âhirlerinde, bir hatıra olmak üzere imzalarını atmışlar. Acaba dünyada böyleleri, böyle bahanelerle muaheze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mı? | İşte mahkeme-i âdile, onların masumiyetini anlamakla çoklarını tahliye etti. Eğer ortada bir suç varsa o suç benimdir. Onlar, ulüvv-ü cenablarından, benim gibi garib bir ihtiyar hocaya; soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyiz etmek gibi cüz’î işlerimi sırf lillah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defterim hükmünde olan o iki risalemin âhirlerinde, bir hatıra olmak üzere imzalarını atmışlar. Acaba dünyada böyleleri, böyle bahanelerle muaheze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mı? | ||
Müdafaatımın İkinci Tetimmesi | '''Müdafaatımın İkinci Tetimmesi''' | ||
Ey heyet-i hâkime! Gelecek beyanatımda, belki vazifenizce lüzumsuz şeyler bulunacak. Fakat bu meseleler ile umum memleket, belki dünya alâkadardır. Yalnız siz değil, onlar dahi manen dinliyorlar. Hem beyanatımda intizamsızlık göreceksiniz. Sebebi ise mühim bir hakkım bana verilmedi. Benim hüsn-ü hattım yok. Çok rica ettim ki bu, hayat memat meselesidir, bir yazıcı bana veriniz tâ hakkımı müdafaa için bir istida yazdırayım. Vermediler. Belki beni iki ay, gayet insafsızcasına bütün bütün konuşmaktan men’ettiler. Onun için gayet noksan ve müşevveş yazımla intizamlı yazamadım. İşte âhir beyanatım budur: | Ey heyet-i hâkime! Gelecek beyanatımda, belki vazifenizce lüzumsuz şeyler bulunacak. Fakat bu meseleler ile umum memleket, belki dünya alâkadardır. Yalnız siz değil, onlar dahi manen dinliyorlar. Hem beyanatımda intizamsızlık göreceksiniz. Sebebi ise mühim bir hakkım bana verilmedi. Benim hüsn-ü hattım yok. Çok rica ettim ki bu, hayat memat meselesidir, bir yazıcı bana veriniz tâ hakkımı müdafaa için bir istida yazdırayım. Vermediler. Belki beni iki ay, gayet insafsızcasına bütün bütün konuşmaktan men’ettiler. Onun için gayet noksan ve müşevveş yazımla intizamlı yazamadım. İşte âhir beyanatım budur: | ||
224. satır: | 223. satır: | ||
Eğer faraza, laik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin, kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor.” | Eğer faraza, laik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risalelerin, kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor.” | ||
Elcevap: Hükûmetin laik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. | '''Elcevap:''' Hükûmetin laik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. | ||
Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslüman’dır. Sair anâsır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddi ve hakiki dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti “Dini reddeder veya dinsiz olur.” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki cehennemin esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstahak olurlar. | Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslüman’dır. Sair anâsır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı, İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddi ve hakiki dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti “Dini reddeder veya dinsiz olur.” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki cehennemin esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstahak olurlar. | ||
236. satır: | 235. satır: | ||
Eğer insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telakki ve dünyayı daimî ve lâyezal tevehhüm ve insanı bâki ve lâyemut tahayyül eden bir sarhoş vicdansız tarafından denilse: “Senin bütün risalelerin, imanî pek kuvvetli ders veriyor. Dünyadan soğutuyor. Nazarı, âhirete çeviriyor. Biz ise bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünkü şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkülleşmiştir.” | Eğer insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aşağı derecesinde telakki ve dünyayı daimî ve lâyezal tevehhüm ve insanı bâki ve lâyemut tahayyül eden bir sarhoş vicdansız tarafından denilse: “Senin bütün risalelerin, imanî pek kuvvetli ders veriyor. Dünyadan soğutuyor. Nazarı, âhirete çeviriyor. Biz ise bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatına müteveccih olmamız ile bu zamanda yaşayabiliriz. Çünkü şimdi yaşamak ve düşmanlardan sakınmak çok müşkülleşmiştir.” | ||
Elcevap: İman-ı tahkikînin dersleri, gerçi nazarı âhirete baktırıyor fakat dünyayı, o âhiretin mezraa ve çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem imansızlıktaki müthiş bir surette kırılan kuvve-i maneviyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır. Ve meyusiyet içinde atalet ve lâkaytlığa düşenleri şevk ve gayrete, sa’ye sevk eder, çalıştırır. Acaba bu dünyada yaşamak isteyenler, böyle hayat-ı dünyeviyenin lezzetini hem çalışmaya şevki hem hadsiz musibetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini temin eden ve itiraz kabul etmeyen deliller ile ispat edilen iman-ı tahkikînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve öyle bir kanun olabilir mi? | '''Elcevap:''' İman-ı tahkikînin dersleri, gerçi nazarı âhirete baktırıyor fakat dünyayı, o âhiretin mezraa ve çarşısı ve bir fabrikası göstermekle, daha ziyade dünya hayatına çalıştırır. Hem imansızlıktaki müthiş bir surette kırılan kuvve-i maneviyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandırır. Ve meyusiyet içinde atalet ve lâkaytlığa düşenleri şevk ve gayrete, sa’ye sevk eder, çalıştırır. Acaba bu dünyada yaşamak isteyenler, böyle hayat-ı dünyeviyenin lezzetini hem çalışmaya şevki hem hadsiz musibetlerine karşı dayanmaya medar kuvve-i maneviyesini temin eden ve itiraz kabul etmeyen deliller ile ispat edilen iman-ı tahkikînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve öyle bir kanun olabilir mi? | ||
Eğer idare-i millet ve asayiş-i memleketin hakiki esaslarını bilmeyen bir cahil hamiyet-füruş dese: “Senin risalelerin, asayişi bozanlara ve idareyi karıştıranlara bir medar olabilir cihetiyle ve sen dahi ihtiyatsızlık edip idare-i hazıraya itiraz etsen, risalelerin kuvvetiyle bir gaile açmak ihtimaliyle sana ilişiyoruz.” | Eğer idare-i millet ve asayiş-i memleketin hakiki esaslarını bilmeyen bir cahil hamiyet-füruş dese: “Senin risalelerin, asayişi bozanlara ve idareyi karıştıranlara bir medar olabilir cihetiyle ve sen dahi ihtiyatsızlık edip idare-i hazıraya itiraz etsen, risalelerin kuvvetiyle bir gaile açmak ihtimaliyle sana ilişiyoruz.” | ||
Elcevap: Risale-i Nur’dan ders alan, elbette çok masumların kanını ve hukukunu zayi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz. Ve bu on senedeki on fitnelere, Risale-i Nur’un şakirdlerinin ondan birisi, belki aslâ hiçbirisi karışmadığı gösterir ki risaleler bu fitnelere zıt ve asayişi temine medardırlar. Acaba idarece ve asayişi muhafazaca, bin imanlı adam mı yoksa on dinsiz serseri mi daha kolaydır? Evet iman, güzel seciyeler vermekle hem merhamet hissini hem zarar vermekten sakınmak meylini verir. | '''Elcevap:''' Risale-i Nur’dan ders alan, elbette çok masumların kanını ve hukukunu zayi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz. Ve bu on senedeki on fitnelere, Risale-i Nur’un şakirdlerinin ondan birisi, belki aslâ hiçbirisi karışmadığı gösterir ki risaleler bu fitnelere zıt ve asayişi temine medardırlar. Acaba idarece ve asayişi muhafazaca, bin imanlı adam mı yoksa on dinsiz serseri mi daha kolaydır? Evet iman, güzel seciyeler vermekle hem merhamet hissini hem zarar vermekten sakınmak meylini verir. | ||
Amma benim ihtiyatsızlığım ise bu on üç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmişse hükûmetin nazar-ı dikkatini celbetmemek ve onunla uğraşmamak ve işlerine karışmamak için Isparta vilayetine malûm olan hârika bir surette münzeviyane ve merdümgirizane ve müşfikkârane ve siyasetten müctenibane yaşadığımı bu memleket bilir. | Amma benim ihtiyatsızlığım ise bu on üç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmişse hükûmetin nazar-ı dikkatini celbetmemek ve onunla uğraşmamak ve işlerine karışmamak için Isparta vilayetine malûm olan hârika bir surette münzeviyane ve merdümgirizane ve müşfikkârane ve siyasetten müctenibane yaşadığımı bu memleket bilir. | ||
246. satır: | 245. satır: | ||
Ey beni bu belaya sevk eden insafsızlar! Anlaşılıyor ki asayiş aleyhinde hareket etmediğimden benden kızdınız, hiddet ettiniz. Asayişe düşmanlık damarıyla beni tevkif ettirdiniz. Evet, asayişi bozmak ve idareyi karıştırmak isteyenler, benim hakkımda hükûmeti iğfal ederek, adliyeyi lüzumsuz işgal edip beni tevkif ettirenlerdir. Onların hakkında değil yalnız biz, belki memleket namına, başta müddeiumumî olarak heyet-i hâkimeye dava etmelidir. | Ey beni bu belaya sevk eden insafsızlar! Anlaşılıyor ki asayiş aleyhinde hareket etmediğimden benden kızdınız, hiddet ettiniz. Asayişe düşmanlık damarıyla beni tevkif ettirdiniz. Evet, asayişi bozmak ve idareyi karıştırmak isteyenler, benim hakkımda hükûmeti iğfal ederek, adliyeyi lüzumsuz işgal edip beni tevkif ettirenlerdir. Onların hakkında değil yalnız biz, belki memleket namına, başta müddeiumumî olarak heyet-i hâkimeye dava etmelidir. | ||
Eğer denilse: “Sen vazifesizsin, milletin hürmetini kabul edip vazifedarlar gibi dinî ders veremezsin. Hem dinî ders verecek resmî bir daire var, onun müsaadesi lâzımdır.” | '''Eğer denilse:''' “Sen vazifesizsin, milletin hürmetini kabul edip vazifedarlar gibi dinî ders veremezsin. Hem dinî ders verecek resmî bir daire var, onun müsaadesi lâzımdır.” | ||
Elcevap: | '''Elcevap:''' | ||
Evvela, benim matbaam ve kâtiplerim yoktur ki vazife-i neşri yapsın. Bizimki hususidir. Hususi işlere, hususan imanî ve vicdanî olsa hürriyet-i vicdan düsturu, onun serbestiyetini temin eder. | '''Evvela,''' benim matbaam ve kâtiplerim yoktur ki vazife-i neşri yapsın. Bizimki hususidir. Hususi işlere, hususan imanî ve vicdanî olsa hürriyet-i vicdan düsturu, onun serbestiyetini temin eder. | ||
Sâniyen: Hükûmet-i İttihadiye ittifaklarıyla, Dârülhikmeti’l-İslâmiyede Avrupa’ya karşı hakaik-i İslâmiyeyi ispat edecek ve millete ders verecek bir vazife ile tavzif etmeleri ve Diyanet Riyasetinin Van’da beni vaiz tayin etmesi ve şimdiye kadar yüz risaleden ziyade eserlerim ulema ellerinde gezmesi ve tenkit edilmemesi ispat eder ki millete ders vermeye hakkım var! | '''Sâniyen:''' Hükûmet-i İttihadiye ittifaklarıyla, Dârülhikmeti’l-İslâmiyede Avrupa’ya karşı hakaik-i İslâmiyeyi ispat edecek ve millete ders verecek bir vazife ile tavzif etmeleri ve Diyanet Riyasetinin Van’da beni vaiz tayin etmesi ve şimdiye kadar yüz risaleden ziyade eserlerim ulema ellerinde gezmesi ve tenkit edilmemesi ispat eder ki millete ders vermeye hakkım var! | ||
Sâlisen: Eğer kabir kapısı kapansaydı ve insan dünyada lâyemut kalsaydı, o vakit vazifeler yalnız askerî ve idarî ve resmî olurdu. Madem her gün lâekall otuz bin şahit, cenazeleriyle اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ davasını imza ediyorlar; elbette dünyaya ait vazifelerden daha ehemmiyetli imanî vazifeler var. İşte Risale-i Nur o vazifeleri Kur’an’ın emriyle îfa ediyor. | '''Sâlisen:''' Eğer kabir kapısı kapansaydı ve insan dünyada lâyemut kalsaydı, o vakit vazifeler yalnız askerî ve idarî ve resmî olurdu. Madem her gün lâekall otuz bin şahit, cenazeleriyle اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ davasını imza ediyorlar; elbette dünyaya ait vazifelerden daha ehemmiyetli imanî vazifeler var. İşte Risale-i Nur o vazifeleri Kur’an’ın emriyle îfa ediyor. | ||
Madem Risale-i Nur’un âmiri ve hâkimi olan Kur’an’ın, kumandası üç yüz elli milyona hükmedip talimat yaptırıyor ve her gün lâekall beş defa, beşten dördünün ellerini dergâh-ı İlahiyeye açtırıyor ve bütün camilerde ve cemaatlerde, namazlarda, kudsî, semavî fermanlarını hürmetle okutturuyor. Elbette onun hakiki tefsiri ve o güneşin bir nuru ve onun bir memuru olan Risale-i Nur, o vazife-i imaniyesini biiznillah sadmelere uğratmayarak görecektir. Öyle ise ehl-i dünya ve ehl-i siyaset, onunla mübareze değil belki ondan istifade etmeye pek çok muhtaçtırlar. | Madem Risale-i Nur’un âmiri ve hâkimi olan Kur’an’ın, kumandası üç yüz elli milyona hükmedip talimat yaptırıyor ve her gün lâekall beş defa, beşten dördünün ellerini dergâh-ı İlahiyeye açtırıyor ve bütün camilerde ve cemaatlerde, namazlarda, kudsî, semavî fermanlarını hürmetle okutturuyor. Elbette onun hakiki tefsiri ve o güneşin bir nuru ve onun bir memuru olan Risale-i Nur, o vazife-i imaniyesini biiznillah sadmelere uğratmayarak görecektir. Öyle ise ehl-i dünya ve ehl-i siyaset, onunla mübareze değil belki ondan istifade etmeye pek çok muhtaçtırlar. | ||
266. satır: | 265. satır: | ||
Eğer dinsizliği ve küfrü kendine meslek ittihaz eden bedbaht bir kısım adamlar, bir maksad-ı siyasînin perdesi altında hükûmetin bazı erkânına hulûl edip iğfal etseler veya memuriyet mesleğine girseler ve Risale-i Nur’u desiselerle imha ve beni tehditleriyle susturmak için deseler: “Taassub zamanı geçti. Maziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzım gelirken, senin irticakârane bir surette dini ve imanı kuvvetli ders vermen işimize gelmez!” | Eğer dinsizliği ve küfrü kendine meslek ittihaz eden bedbaht bir kısım adamlar, bir maksad-ı siyasînin perdesi altında hükûmetin bazı erkânına hulûl edip iğfal etseler veya memuriyet mesleğine girseler ve Risale-i Nur’u desiselerle imha ve beni tehditleriyle susturmak için deseler: “Taassub zamanı geçti. Maziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzım gelirken, senin irticakârane bir surette dini ve imanı kuvvetli ders vermen işimize gelmez!” | ||
Elcevap: | '''Elcevap:''' | ||
Evvela: O mazi zannedilen zaman ise istikbale inkılab etmiş ve hakiki istikbal odur ve oraya gideceğiz. | '''Evvela:''' O mazi zannedilen zaman ise istikbale inkılab etmiş ve hakiki istikbal odur ve oraya gideceğiz. | ||
Sâniyen: Risale-i Nur tefsir olduğu haysiyetiyle, Kur’an-ı Hakîm ile bağlanmış. Kur’an ise küre-i arzı arşa bağlayan cazibe-i umumiye gibi bir hakikat-i cazibedardır. Asya’da hükmedenler, Kur’an’ın Risale-i Nur gibi tefsirleriyle mübareze edemezler. Belki musalaha ederler, ondan istifade ederler ve himaye ederler. | '''Sâniyen:''' Risale-i Nur tefsir olduğu haysiyetiyle, Kur’an-ı Hakîm ile bağlanmış. Kur’an ise küre-i arzı arşa bağlayan cazibe-i umumiye gibi bir hakikat-i cazibedardır. Asya’da hükmedenler, Kur’an’ın Risale-i Nur gibi tefsirleriyle mübareze edemezler. Belki musalaha ederler, ondan istifade ederler ve himaye ederler. | ||
Amma benim susmam ise madem âdi bir keşif yolunda ve ehemmiyetsiz bir fikr-i siyasî peşinde ve dünyevî bir haysiyet yüzünden çok ehl-i izzetin başları feda edilse; elbette koca cennetin fiyatı olacak bir servet ve hayat-ı ebediyeyi kazandıracak bir âb-ı hayat ve bütün feylesofları hayrette bırakacak bir keşfiyat yolunda, vücudum zerreleri adedince başlarım bulunsa ve feda edilmesi lâzım gelse bilâ-tereddüt feda edilir. Hem beni tehdit veya imha suretiyle susturmak, bir dil yerine bin dil konuşturacak. Yirmi seneden beri ruhlara yerleşen Risale-i Nur; susmuş bir dilime bedel, binler dilleri söylettirmesini Rahîm-i Zülcelal’den ümitvarım. | Amma benim susmam ise madem âdi bir keşif yolunda ve ehemmiyetsiz bir fikr-i siyasî peşinde ve dünyevî bir haysiyet yüzünden çok ehl-i izzetin başları feda edilse; elbette koca cennetin fiyatı olacak bir servet ve hayat-ı ebediyeyi kazandıracak bir âb-ı hayat ve bütün feylesofları hayrette bırakacak bir keşfiyat yolunda, vücudum zerreleri adedince başlarım bulunsa ve feda edilmesi lâzım gelse bilâ-tereddüt feda edilir. Hem beni tehdit veya imha suretiyle susturmak, bir dil yerine bin dil konuşturacak. Yirmi seneden beri ruhlara yerleşen Risale-i Nur; susmuş bir dilime bedel, binler dilleri söylettirmesini Rahîm-i Zülcelal’den ümitvarım. | ||
Ehemmiyetsiz fakat ehemmiyetli bir suç olarak bana sorulan bir mesele | '''Ehemmiyetsiz fakat ehemmiyetli bir suç olarak bana sorulan bir mesele''' | ||
Diyorlar ki: “Sen şapkayı başına koymuyorsun, mahkeme gibi çok resmî yerlerde başını açmıyorsun. Demek o kanunları reddediyorsun. O kanunları reddetmenin cezası şiddetlidir!” | '''Diyorlar ki:''' “Sen şapkayı başına koymuyorsun, mahkeme gibi çok resmî yerlerde başını açmıyorsun. Demek o kanunları reddediyorsun. O kanunları reddetmenin cezası şiddetlidir!” | ||
Elcevap: Bir kanunu reddetmek başkadır ve o kanunla amel etmemek bütün bütün başkadır. Evvelkinin cezası idam ise bunun cezası ya bir gün hapis ve bir lira ceza-yı nakdî veya bir tekdir veya bir ihtardır. Ben o kanunlarla amel etmiyorum hem amel etmekle dahi mükellef olamıyorum. Çünkü münzevi yaşıyorum. Bu kanunlar hususi menzillere girmez. | '''Elcevap:''' Bir kanunu reddetmek başkadır ve o kanunla amel etmemek bütün bütün başkadır. Evvelkinin cezası idam ise bunun cezası ya bir gün hapis ve bir lira ceza-yı nakdî veya bir tekdir veya bir ihtardır. Ben o kanunlarla amel etmiyorum hem amel etmekle dahi mükellef olamıyorum. Çünkü münzevi yaşıyorum. Bu kanunlar hususi menzillere girmez. | ||
Bir ihtar: | '''Bir ihtar:''' | ||
Bu iki aydır gayet dikkatle ve ince elekle elemek suretiyle hem Isparta hem Eskişehir mahkemeleri hem Dâhiliye Vekâleti on seneden beri teraküm eden mahrem kitaplarımı ve hususi mektuplarımı müsadere edip teftiş ettikleri halde, gizli bir komite ve cemiyet gibi medar-ı itham hiçbir maddeyi tesbit etmediklerini itirafla beraber, daha tetkike devam ediyorlar. Ben de derim: | Bu iki aydır gayet dikkatle ve ince elekle elemek suretiyle hem Isparta hem Eskişehir mahkemeleri hem Dâhiliye Vekâleti on seneden beri teraküm eden mahrem kitaplarımı ve hususi mektuplarımı müsadere edip teftiş ettikleri halde, gizli bir komite ve cemiyet gibi medar-ı itham hiçbir maddeyi tesbit etmediklerini itirafla beraber, daha tetkike devam ediyorlar. Ben de derim: | ||
288. satır: | 287. satır: | ||
Halbuki benim gibi asabî ve en gizli olan sırrını yabani adamlara çekinmeyerek söyleyen ve Divan-ı Harb-i Örfîde meşhur ve pek merdane ve fedakârane müdafaatı yapan ve ihtiyarlık zamanında en ziyade âkıbeti tehlikeli ve meçhul sergüzeştlerden sakınmaya meslekçe mecbur olan bir adama, böyle hiç keşfedilmeyecek komiteciliği isnad etmek, belâhet derecesinde bir safdilliktir veyahut bir entrikadır. | Halbuki benim gibi asabî ve en gizli olan sırrını yabani adamlara çekinmeyerek söyleyen ve Divan-ı Harb-i Örfîde meşhur ve pek merdane ve fedakârane müdafaatı yapan ve ihtiyarlık zamanında en ziyade âkıbeti tehlikeli ve meçhul sergüzeştlerden sakınmaya meslekçe mecbur olan bir adama, böyle hiç keşfedilmeyecek komiteciliği isnad etmek, belâhet derecesinde bir safdilliktir veyahut bir entrikadır. | ||
Heyet-i hâkimeden bir hakkımı isterim. | '''Heyet-i hâkimeden bir hakkımı isterim.''' | ||
Benden müsadere edilen kitaplarımın bence bin liradan ziyade kıymetleri var. Ve onların mühim bir kısmı, on iki sene evvel Ankara kütüphanesinde iftihar ve teşekkürler ile kabul edilmiş. Hususan sırf uhrevî ve imanî olan On Dokuzuncu Mektup ile Yirmi Dokuzuncu Söz’ün benim için çok ehemmiyetleri var, benim manevî servetim ve netice-i hayatımdırlar ve i’caz-ı Kur’anînin on kısmından bir kısmının cilvesini göze gösterdikleri için fevkalâde bence kıymetleri var. Hem onları, kendime mahsus olarak yazdırıp yaldızlatmışım. Hem ihtiyarlığımın gayet hazîn hatıratına dair olan İhtiyarlar Risalesi’nin üç dört nüshalarından bir tanesini kendime mahsus yazdırmıştım. Madem muaheze edilecek hiçbir dünyevî madde içlerinde yoktur, onları ve Arabî risalelerimi bana iade etmenizi bütün ruhumla istiyorum. | Benden müsadere edilen kitaplarımın bence bin liradan ziyade kıymetleri var. Ve onların mühim bir kısmı, on iki sene evvel Ankara kütüphanesinde iftihar ve teşekkürler ile kabul edilmiş. Hususan sırf uhrevî ve imanî olan On Dokuzuncu Mektup ile Yirmi Dokuzuncu Söz’ün benim için çok ehemmiyetleri var, benim manevî servetim ve netice-i hayatımdırlar ve i’caz-ı Kur’anînin on kısmından bir kısmının cilvesini göze gösterdikleri için fevkalâde bence kıymetleri var. Hem onları, kendime mahsus olarak yazdırıp yaldızlatmışım. Hem ihtiyarlığımın gayet hazîn hatıratına dair olan İhtiyarlar Risalesi’nin üç dört nüshalarından bir tanesini kendime mahsus yazdırmıştım. Madem muaheze edilecek hiçbir dünyevî madde içlerinde yoktur, onları ve Arabî risalelerimi bana iade etmenizi bütün ruhumla istiyorum. | ||
294. satır: | 293. satır: | ||
Hapiste ve kabirde dahi olsam o kitaplarım, bu garib dünyanın bana yüklediği beş elîm ve hazîn gurbetlerde enislerim ve arkadaşlarımdırlar. Onları benden ayırmakla, tahammülsüz bir altıncı gurbete düşeceğim ve bu çok ağır gurbetin tazyikinden çıkan âhlardan sakınmalısınız. | Hapiste ve kabirde dahi olsam o kitaplarım, bu garib dünyanın bana yüklediği beş elîm ve hazîn gurbetlerde enislerim ve arkadaşlarımdırlar. Onları benden ayırmakla, tahammülsüz bir altıncı gurbete düşeceğim ve bu çok ağır gurbetin tazyikinden çıkan âhlardan sakınmalısınız. | ||
Mahkemenin Reis ve Azalarından ehemmiyetli bir hakkımı talep ederim | '''Mahkemenin Reis ve Azalarından ehemmiyetli bir hakkımı talep ederim''' | ||
Şöyle ki: Bu meselede yalnız şahsım medar-ı bahis değil ki siz beni tebrie etmekle ve hakikat-i hale muttali olmanızla mesele hallolsun. Çünkü ehl-i ilim ve ehl-i takvanın şahs-ı manevîsi, bu meselede nazar-ı millette itham altına girdiği ve hükûmete dahi ehl-i takva ve ilme karşı bir emniyetsizlik geldiği ve ehl-i takva ve ilim, tehlikeli ve zararlı teşebbüslerden nasıl sakınacağını bilmesi lâzım olduğu için benim müdafaatımın kendim kaleme aldığım bu son kısmını, herhalde yeni huruf ile matbaa vasıtasıyla intişarını isterim. Tâ ki ehl-i takva ve ehl-i ilim, entrikalara kapılmayıp zararlı, tehlikeli teşebbüslere yanaşmasınlar ve hükûmetin şahs-ı manevîsi nazar-ı millette ithamdan kurtulsun. Ve hükûmet dahi ehl-i ilim hakkında emniyet etsin ve bu anlaşılmamazlık ortadan kalksın. Ve hükûmete ve millete ve vatana çok zararlı düşen bu gibi hâdiseler ve anlaşmamazlık daha tekerrür etmesin. | Şöyle ki: Bu meselede yalnız şahsım medar-ı bahis değil ki siz beni tebrie etmekle ve hakikat-i hale muttali olmanızla mesele hallolsun. Çünkü ehl-i ilim ve ehl-i takvanın şahs-ı manevîsi, bu meselede nazar-ı millette itham altına girdiği ve hükûmete dahi ehl-i takva ve ilme karşı bir emniyetsizlik geldiği ve ehl-i takva ve ilim, tehlikeli ve zararlı teşebbüslerden nasıl sakınacağını bilmesi lâzım olduğu için benim müdafaatımın kendim kaleme aldığım bu son kısmını, herhalde yeni huruf ile matbaa vasıtasıyla intişarını isterim. Tâ ki ehl-i takva ve ehl-i ilim, entrikalara kapılmayıp zararlı, tehlikeli teşebbüslere yanaşmasınlar ve hükûmetin şahs-ı manevîsi nazar-ı millette ithamdan kurtulsun. Ve hükûmet dahi ehl-i ilim hakkında emniyet etsin ve bu anlaşılmamazlık ortadan kalksın. Ve hükûmete ve millete ve vatana çok zararlı düşen bu gibi hâdiseler ve anlaşmamazlık daha tekerrür etmesin. | ||
312. satır: | 311. satır: | ||
Demiş ki: İnsan, musibete giriftar olduğu vakit evvel pederine, sonra hâkime, sonra padişaha şekva eder. Benim pederim, beni kesilmek için satıyor; işte hâkim de ölmekliğime karar veriyor; işte padişah benim kanımı istiyor… Bu antika ve pek garib ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hale karşı ancak gülmek ile mukabele edilir. | Demiş ki: İnsan, musibete giriftar olduğu vakit evvel pederine, sonra hâkime, sonra padişaha şekva eder. Benim pederim, beni kesilmek için satıyor; işte hâkim de ölmekliğime karar veriyor; işte padişah benim kanımı istiyor… Bu antika ve pek garib ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hale karşı ancak gülmek ile mukabele edilir. | ||
İşte ey Şükrü Kaya Bey! Biz de o çocuk hükmüne geçtik. Derdimizi evvel mahallî hükûmetteki Valiye, sonra mahkeme adaletine, sonra Dâhiliye Vekâletine müracaat edip mazlumiyetimizi beyan ederek zalimlerden bizi kurtarmak için arzuhal etmek mukteza-yı hal iken, gördük ki: En son şekvamızı dinleyecek Dâhiliye Vekilinin hakkımızda kapıldığı asılsız evhamına bir hakikat rengi vermek ve hatasını örtmek fikriyle hatasında ısrar etmesi daha büyük bir hata olduğunu düşünmediğinden düçar olduğu gurur hastalığına, kanımızı isteyerek bizi asılsız bahanelerle perişan etmek istiyor. Biz de Şükrü Kaya’nın şahsını, Dâhiliye Vekili olan Şükrü Kaya Bey’e şekva ediyoruz. (Hâşiye) | İşte ey Şükrü Kaya Bey! Biz de o çocuk hükmüne geçtik. Derdimizi evvel mahallî hükûmetteki Valiye, sonra mahkeme adaletine, sonra Dâhiliye Vekâletine müracaat edip mazlumiyetimizi beyan ederek zalimlerden bizi kurtarmak için arzuhal etmek mukteza-yı hal iken, gördük ki: En son şekvamızı dinleyecek Dâhiliye Vekilinin hakkımızda kapıldığı asılsız evhamına bir hakikat rengi vermek ve hatasını örtmek fikriyle hatasında ısrar etmesi daha büyük bir hata olduğunu düşünmediğinden düçar olduğu gurur hastalığına, kanımızı isteyerek bizi asılsız bahanelerle perişan etmek istiyor. Biz de Şükrü Kaya’nın şahsını, Dâhiliye Vekili olan Şükrü Kaya Bey’e şekva ediyoruz. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Şükrü Kaya’nın ne derece asılsız evhama kapılıp garaz ettiğine delil şudur ki: Benim gibi kimsesiz ve üç dört bîçare arkadaşlarımı mahkemeye vermek için kendisi Ankara’dan yüz jandarma ve on beş yirmi polis beraber alıp güya Isparta’daki jandarma kuvveti ve bir fırka asker kâfi gelmiyormuş gibi ortalığa bir dehşet vermesidir. Acaba bir tek polisin ve bir tek jandarmanın eli ile yapılacak bir vazifeyi, millete iki üç bin lira zarar verdirip sonra tahliye edilen bîçare masumları; Isparta’dan tâ Eskişehir’e beş yüz lira nakliyata sarf ettirmek ve o bîçareleri binlerce zararlara uğratmaktan başka, hayat-ı içtimaî arasındaki mevkilerini sarsıntılara düçar etmek gibi mühim hâdiseleri icad etmekle, ne derece Dâhiliye Vekâletinin tedvirine ve asayişi temine ve bu bîçare milletin istirahatle çalışmalarına zarar verdiğini gösteriyor. Demek bi’l-iltizam hiçten, büyük bir hâdiseyi icad etmek garazıyla o vaziyeti göstermiş; habbeyi yüz kubbe yaparak, dâhiliyenin en ziyade sükûnete muhtaç olduğu bir zamanda böyle her tarafı sarsacak bir vaziyeti icad etmek ve kanunsuz kanun namına amel etmek, kanunca mühim bir cürüm yaptığını iddia edip Şükrü Kaya’nın şahsını, Dâhiliye Vekili olan Şükrü Kaya Bey’e şekva ediyoruz.</ref>''')''' | ||
Eğer serbestiyeti tam muhafaza etmek isteyen ve hiçbir tesir karşısında mağlup olmayan ve vicdanlarındaki hiss-i adaletle hükmeden bu mahkeme; bizi, Şükrü Kaya Bey’in şahsı hakkında dinleyeceklerini bilseydim en evvel biz, Şükrü Kaya’nın şahsı aleyhine ikame-i dava edecektik. Çünkü bir seneden beri, her gün veya her hafta hakkımızda rapor isteye isteye aleyhimize casusların, zabıtaların nazar-ı dikkatini celbettirip kurban koyunu gibi kesmek için bizi beslettiriyordu. | Eğer serbestiyeti tam muhafaza etmek isteyen ve hiçbir tesir karşısında mağlup olmayan ve vicdanlarındaki hiss-i adaletle hükmeden bu mahkeme; bizi, Şükrü Kaya Bey’in şahsı hakkında dinleyeceklerini bilseydim en evvel biz, Şükrü Kaya’nın şahsı aleyhine ikame-i dava edecektik. Çünkü bir seneden beri, her gün veya her hafta hakkımızda rapor isteye isteye aleyhimize casusların, zabıtaların nazar-ı dikkatini celbettirip kurban koyunu gibi kesmek için bizi beslettiriyordu. | ||
324. satır: | 323. satır: | ||
(Bu makam münasebetiyle ilâve edilmiştir.) | (Bu makam münasebetiyle ilâve edilmiştir.) | ||
Masum kardeşlerimin mazlumiyetinden gelen feryatlarının işitilmediği ve benim de onlarla konuşturulmadığım bir zamanda, onların meyusiyetlerine bir teselli vermek için yazdığım bir fıkradır. | '''Masum kardeşlerimin mazlumiyetinden gelen feryatlarının işitilmediği ve benim de onlarla konuşturulmadığım bir zamanda, onların meyusiyetlerine bir teselli vermek için yazdığım bir fıkradır.''' | ||
Hafîz-i Zülcelal’in hıfz ve himayetine bakınız ki meselemiz münasebetiyle Risale-i Nur’un risaleleri adedine muvafık olarak, yüz yirmi küsur adamın mahrem evrakları ile istintakta oldukları halde ve ecnebilerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplarıyla mevcud ve münteşir müteaddid cemiyetlerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur’un hiçbir şakirdinin münasebettarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zâhir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlahiyeye ve İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı A’zam (ks), Risale-i Nur’a ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmaniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki masum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı İlahiyeye açılan elleriyle durdurup, geri çevirip atanların başlarında manen patlattırdı. Bizlere yalnız ehemmiyetsiz, sevaplı, hafif birkaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zarar ile kurtulmak hârikadır. Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinç ile mukabele etmek gerektir. Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz çünkü müfsidlerin planlarına göre, yüzde yüz mahv idi. | Hafîz-i Zülcelal’in hıfz ve himayetine bakınız ki meselemiz münasebetiyle Risale-i Nur’un risaleleri adedine muvafık olarak, yüz yirmi küsur adamın mahrem evrakları ile istintakta oldukları halde ve ecnebilerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplarıyla mevcud ve münteşir müteaddid cemiyetlerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur’un hiçbir şakirdinin münasebettarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zâhir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlahiyeye ve İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı A’zam (ks), Risale-i Nur’a ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmaniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki masum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı İlahiyeye açılan elleriyle durdurup, geri çevirip atanların başlarında manen patlattırdı. Bizlere yalnız ehemmiyetsiz, sevaplı, hafif birkaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zarar ile kurtulmak hârikadır. Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinç ile mukabele etmek gerektir. Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz çünkü müfsidlerin planlarına göre, yüzde yüz mahv idi. | ||
334. satır: | 333. satır: | ||
Garib ve bana pek çok ağır gelen ve üç günde bir bardak ayran ve bir bardak sütten başka bir şey yedirmeyen grip hastalığının üçüncü gününde, füc’eten hatırıma ihtar edildi. Ben de o hatırayı, teberrük için mahkemedeki müdafaamın bir mukaddimesi olarak yazdım. Şiddet ve kusuru varsa hastalığıma aittir. Evet, yüz adamın müdafaa edeceği bir hakikati, yalnız başıma müdafaaya mecbur olduğumdan teab-ı dimağî ve perişaniyete ve daha çok müz’iç ahval içinde hakikati doğru olarak, olduğu gibi bu kadar beyan edebildim. | Garib ve bana pek çok ağır gelen ve üç günde bir bardak ayran ve bir bardak sütten başka bir şey yedirmeyen grip hastalığının üçüncü gününde, füc’eten hatırıma ihtar edildi. Ben de o hatırayı, teberrük için mahkemedeki müdafaamın bir mukaddimesi olarak yazdım. Şiddet ve kusuru varsa hastalığıma aittir. Evet, yüz adamın müdafaa edeceği bir hakikati, yalnız başıma müdafaaya mecbur olduğumdan teab-ı dimağî ve perişaniyete ve daha çok müz’iç ahval içinde hakikati doğru olarak, olduğu gibi bu kadar beyan edebildim. | ||
Son müdafaata sonradan bir hikmete binaen ilhak edilmiş bir mukaddimedir | == Son müdafaata sonradan bir hikmete binaen ilhak edilmiş bir mukaddimedir == | ||
Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müthiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur: | Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müthiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur: | ||
Nasıl ki hükûmet-i cumhuriye “Dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır. Öyle de ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen hükûmet-i cumhuriyenin, dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfî komitelerden tefrik edilip hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükûmetin memuriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükûmeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi: O mülhidlerin dinsizliğine temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Hâşâ ve hâşâ dinsizliği, bu Hükûmet-i İslâmiyenin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “dini siyasete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar. (Hâşiye) | Nasıl ki hükûmet-i cumhuriye “Dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır. Öyle de ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen hükûmet-i cumhuriyenin, dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfî komitelerden tefrik edilip hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükûmetin memuriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükûmeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi: O mülhidlerin dinsizliğine temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Hâşâ ve hâşâ dinsizliği, bu Hükûmet-i İslâmiyenin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “dini siyasete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Yani “Hükûmet bir siyaset takip etmiyor –hâşâ sümme hâşâ– hükûmetin siyaseti dinsizliktir.” diye tevehhüm eden o mülhidlerin nazarında, benim Kur’an-ı Hakîm’in nusus-u kat’iyesinden tereşşuh eden Risale-i Nur ile takip ettiğim hakaik-i imaniyeye hizmetimi, muhalif bir siyaset demekle dünyada en şenî bir iftirayı eder.</ref>''')''' | ||
Evet hükûmet-i cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkârlarını elbette terviç etmez ve taraftar olamaz. Men’etmek, cumhuriyet kanunlarının muktezasıdır. Ve öyle müfsidlere taraftarlık ile cumhuriyetin esaslı prensiplerine zıddı zıddına gidemez. Hükûmet-i cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hükmünü alsın. Hangimiz zalim ise ve tecavüz ediyorsa o vakit hakem, hükmünü versin ve hâkimlik noktasında hükmünü icra etsin. | Evet hükûmet-i cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkârlarını elbette terviç etmez ve taraftar olamaz. Men’etmek, cumhuriyet kanunlarının muktezasıdır. Ve öyle müfsidlere taraftarlık ile cumhuriyetin esaslı prensiplerine zıddı zıddına gidemez. Hükûmet-i cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hükmünü alsın. Hangimiz zalim ise ve tecavüz ediyorsa o vakit hakem, hükmünü versin ve hâkimlik noktasında hükmünü icra etsin. | ||
344. satır: | 342. satır: | ||
Evet, inkâr edilmez ki kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu meselemizin künhüne vâkıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser-i hükemanın Garp’ta ve Avrupa’da zuhuru ve ağleb-i enbiyanın Şark’ta ve Asya’da tulûları kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki Asya’da hâkim, galip, din cereyanıdır. Elbette Asya’nın ileri kumandanı olan bu hükûmet-i cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hâsiyetinden ve madeninden istifade edecek ve bîtarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir. | Evet, inkâr edilmez ki kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu meselemizin künhüne vâkıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser-i hükemanın Garp’ta ve Avrupa’da zuhuru ve ağleb-i enbiyanın Şark’ta ve Asya’da tulûları kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki Asya’da hâkim, galip, din cereyanıdır. Elbette Asya’nın ileri kumandanı olan bu hükûmet-i cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hâsiyetinden ve madeninden istifade edecek ve bîtarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir. | ||
İkinci Madde: Risale-i Nur’un eczalarında mevadd-ı kanuniyeye muarız meseleler bulunması ortaya konulabilir. Bu cihet mahkemeye aittir. Fakat Risale-i Nur, kendi başıyla yüz manevî keşfiyatı hâvi bir eserdir. Bu keşfiyatın bir tekini bile, keşşafın hakk-ı keşfini sıyanet etmekle, ziyaa uğratmamak lâzım gelir. Keşfiyatın ehemmiyeti, ehl-i hakikat ve ehl-i ilim ve edibler ortasında gayet büyüktür ve ehemmiyeti var. Bir kimse diğerinin keşfiyatını temellük edemez. Eğer etse onun aleyhine ikame-i dava etmek, bütün memleketlerde cari olan bir kanundur. İleride hükûmetin müsaadesini istihsal suretiyle neşretmek istediğim ve yirmi otuz seneden beri keşif ve telifine çalıştığım ve elli seneden beri devam eden tetkikat ve mücahedat-ı fikriye ve muhtelif menbalardaki taharriyat ve mesaimin neticesi ve semeresi olarak yazdığım ve manevî yüz keşfiyatı gösteren ve binlerce hakikati hâvi yüzden ziyade risaleden ibaret olan Risale-i Nur’un telifinden sonra neşredilen bazı kanunlara uygun gelmeyen on beş noktasını ortaya atarak müttehem bir vaziyete koymak, bu hakikatlerin ve benim onlara taalluk eden hukuklarımın ziya’ını mûcib olmakla beraber, diğerin intihal ve sirkatine ve temellük ve kendine mal etmesine zemin ihzar ettiğinden bu babda, evvelemirde ve her şeyden ziyade hakikat namına ve hukuk hesabına hakkımın muhafazası, âdil mahkemenizin nazara alacağı ilk cihettir. | '''İkinci Madde:''' Risale-i Nur’un eczalarında mevadd-ı kanuniyeye muarız meseleler bulunması ortaya konulabilir. Bu cihet mahkemeye aittir. Fakat Risale-i Nur, kendi başıyla yüz manevî keşfiyatı hâvi bir eserdir. Bu keşfiyatın bir tekini bile, keşşafın hakk-ı keşfini sıyanet etmekle, ziyaa uğratmamak lâzım gelir. Keşfiyatın ehemmiyeti, ehl-i hakikat ve ehl-i ilim ve edibler ortasında gayet büyüktür ve ehemmiyeti var. Bir kimse diğerinin keşfiyatını temellük edemez. Eğer etse onun aleyhine ikame-i dava etmek, bütün memleketlerde cari olan bir kanundur. İleride hükûmetin müsaadesini istihsal suretiyle neşretmek istediğim ve yirmi otuz seneden beri keşif ve telifine çalıştığım ve elli seneden beri devam eden tetkikat ve mücahedat-ı fikriye ve muhtelif menbalardaki taharriyat ve mesaimin neticesi ve semeresi olarak yazdığım ve manevî yüz keşfiyatı gösteren ve binlerce hakikati hâvi yüzden ziyade risaleden ibaret olan Risale-i Nur’un telifinden sonra neşredilen bazı kanunlara uygun gelmeyen on beş noktasını ortaya atarak müttehem bir vaziyete koymak, bu hakikatlerin ve benim onlara taalluk eden hukuklarımın ziya’ını mûcib olmakla beraber, diğerin intihal ve sirkatine ve temellük ve kendine mal etmesine zemin ihzar ettiğinden bu babda, evvelemirde ve her şeyden ziyade hakikat namına ve hukuk hesabına hakkımın muhafazası, âdil mahkemenizin nazara alacağı ilk cihettir. | ||
Ve bir cürüm âleti olmak tevehhümüyle müsadere edilen risalelerimin tazammun ettiği hakaik, ehl-i fen ve felsefeye ve akademi muhakkiklerine karşı ispatıma medar olmak üzere elimde bulunması lâzım geleceğinden; bu keşfiyat ve münazarat-ı ilmiye üzerinde hazırlığımı tesbit etmek için tarafıma iadesini isterim. Beni mahkûm etseniz de onlar mahkûm olamaz ve hapiste dahi benim arkadaşım olmalıdırlar. Mahkemelerin ihkak-ı hak cihetindeki haysiyetine, şerefine mühim bir nakîse belki zıt olan garazkârların telkinatına tebaiyete, elbette mahkeme-i adalet tenezzül etmeyecek ve garazkârların entrikalarını akîm bırakacaktır. Ve adaletten ve ihkak-ı haktan daha büyük bir makam vazife cihetinde tanımayan mahkemenin, her türlü tesirattan âzade olarak vazifesini yapacağı, esas adaletin muktezası olduğuna istinaden; şahsım namına değil belki çok hakikatlerin ve birçok masum hukukların kendine bağlı olduğu bir hakikat-i âliye namına, hakkındaki asılsız evhamlarını bir an evvel Risale-i Nur’un hürriyetini ilan etmekle ref’etmektir. | Ve bir cürüm âleti olmak tevehhümüyle müsadere edilen risalelerimin tazammun ettiği hakaik, ehl-i fen ve felsefeye ve akademi muhakkiklerine karşı ispatıma medar olmak üzere elimde bulunması lâzım geleceğinden; bu keşfiyat ve münazarat-ı ilmiye üzerinde hazırlığımı tesbit etmek için tarafıma iadesini isterim. Beni mahkûm etseniz de onlar mahkûm olamaz ve hapiste dahi benim arkadaşım olmalıdırlar. Mahkemelerin ihkak-ı hak cihetindeki haysiyetine, şerefine mühim bir nakîse belki zıt olan garazkârların telkinatına tebaiyete, elbette mahkeme-i adalet tenezzül etmeyecek ve garazkârların entrikalarını akîm bırakacaktır. Ve adaletten ve ihkak-ı haktan daha büyük bir makam vazife cihetinde tanımayan mahkemenin, her türlü tesirattan âzade olarak vazifesini yapacağı, esas adaletin muktezası olduğuna istinaden; şahsım namına değil belki çok hakikatlerin ve birçok masum hukukların kendine bağlı olduğu bir hakikat-i âliye namına, hakkındaki asılsız evhamlarını bir an evvel Risale-i Nur’un hürriyetini ilan etmekle ref’etmektir. | ||
Üçüncü Madde: Bize isnad edilen mevhum suç ise umumî bir tabir ile ve kuyud-u ihtiraziye nazara alınmayarak, Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesi, yalnız zâhirine ve umumiyetine temas ettirip mahkûmiyetim istilzam edilmek istenildiği anlaşılıyor. Bize isnad edilen birkaç maddenin kat’î ve hakiki cevapları, zaptınıza geçen müdafaatımda bulunmakla beraber; on veya on beş nokta yüzünden, manevî yüz keşfiyatı hâvi, yüzler hakikat-i mühimmeyi câmi’ yüzden ziyade cüzden ibaret olan Risale-i Nur, mükâfat ve takdir yerine mücazat ve tenkit ile karşılanmıştır. Mahkemenizden bu hakkımı ve Risale-i Nur’un hürriyet hakkını istemek, büyük bir hakkımdır. Bu cihetin halli ve faslı lâbüd ve zarurîdir. | '''Üçüncü Madde:''' Bize isnad edilen mevhum suç ise umumî bir tabir ile ve kuyud-u ihtiraziye nazara alınmayarak, Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesi, yalnız zâhirine ve umumiyetine temas ettirip mahkûmiyetim istilzam edilmek istenildiği anlaşılıyor. Bize isnad edilen birkaç maddenin kat’î ve hakiki cevapları, zaptınıza geçen müdafaatımda bulunmakla beraber; on veya on beş nokta yüzünden, manevî yüz keşfiyatı hâvi, yüzler hakikat-i mühimmeyi câmi’ yüzden ziyade cüzden ibaret olan Risale-i Nur, mükâfat ve takdir yerine mücazat ve tenkit ile karşılanmıştır. Mahkemenizden bu hakkımı ve Risale-i Nur’un hürriyet hakkını istemek, büyük bir hakkımdır. Bu cihetin halli ve faslı lâbüd ve zarurîdir. | ||
Dördüncü Madde: Şimdiye kadar bana hücum eden ve hükûmeti aleyhimize çeviren kimselerin garazkâr oldukları ve sırf garaz ile iliştikleri bununla anlaşılıyor ki bizi vurmak için her kapıya başvurdular. Evvela “tarîkatçılık” –bir şey bulamadılar– sonra “cemiyetçilik” sonra “siyasetçilik ve inkılaba muhalif hareket ve muhalif komitecilik ve izinsiz neşriyatçılık” gibi çok cihetlerle itham etmek ve bizi vurmak için çalıştıkları halde; bunların hiçbirinde tutunacak bir emare bulamadıklarından en nihayet bir madde-i kanuniyenin, kuyud-u ihtiraziyeyi nazara almayarak, zâhirî umumiyetinden istifade edip hiçbir zîakıl kabul etmeyecek ve onlara hak vermeyecek bir nokta ile bizi itham ve mahkûm etmek istiyorlar. Evet, bahsedeceğimiz noktayı, dünyada hiçbir zîakıl hakikat olarak kabul etmez ve zerre miktarı insafı olan “İftiradır!” diyecek. O nokta şudur: | '''Dördüncü Madde:''' Şimdiye kadar bana hücum eden ve hükûmeti aleyhimize çeviren kimselerin garazkâr oldukları ve sırf garaz ile iliştikleri bununla anlaşılıyor ki bizi vurmak için her kapıya başvurdular. Evvela “tarîkatçılık” –bir şey bulamadılar– sonra “cemiyetçilik” sonra “siyasetçilik ve inkılaba muhalif hareket ve muhalif komitecilik ve izinsiz neşriyatçılık” gibi çok cihetlerle itham etmek ve bizi vurmak için çalıştıkları halde; bunların hiçbirinde tutunacak bir emare bulamadıklarından en nihayet bir madde-i kanuniyenin, kuyud-u ihtiraziyeyi nazara almayarak, zâhirî umumiyetinden istifade edip hiçbir zîakıl kabul etmeyecek ve onlara hak vermeyecek bir nokta ile bizi itham ve mahkûm etmek istiyorlar. Evet, bahsedeceğimiz noktayı, dünyada hiçbir zîakıl hakikat olarak kabul etmez ve zerre miktarı insafı olan “İftiradır!” diyecek. O nokta şudur: | ||
“Said-i Kürdî dini siyasete âlet ediyor.” tabiridir. Bu tabirdeki ithamı çürütecek on beş yirmi delilden ziyade ve beş on kadarı müdafaatımda zaptınıza geçirilenlerden birisi şudur ki: | “Said-i Kürdî dini siyasete âlet ediyor.” tabiridir. Bu tabirdeki ithamı çürütecek on beş yirmi delilden ziyade ve beş on kadarı müdafaatımda zaptınıza geçirilenlerden birisi şudur ki: | ||
368. satır: | 366. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
İddianameye Karşı İtiraznamem | == İddianameye Karşı İtiraznamem == | ||
Ey heyet-i hâkime ve ey müddeiumumî! Bu iddianamede sebeb-i ittihamım her bir maddeye karşı, istintak dairesinde zaptınıza geçen müdafaatımda cevapları vardır. Hususan “Son Müdafaatım” namındaki otuz beş sahifelik bir müdafaanameyi, itiraz yerine size takdim ediyorum. Bu noktaya nazar-ı adalet ve insafı çevirmek için derim ki: | Ey heyet-i hâkime ve ey müddeiumumî! Bu iddianamede sebeb-i ittihamım her bir maddeye karşı, istintak dairesinde zaptınıza geçen müdafaatımda cevapları vardır. Hususan “Son Müdafaatım” namındaki otuz beş sahifelik bir müdafaanameyi, itiraz yerine size takdim ediyorum. Bu noktaya nazar-ı adalet ve insafı çevirmek için derim ki: | ||
378. satır: | 375. satır: | ||
Şark Hâdisesi münasebetiyle nefyedilmem, iddianamede iştiraki ihsas ettiği cihetle cevap veriyorum ki: Hükûmetin dosyalarında, benim künyem altında hiçbir meşruhat yoktur; sırf ihtiyat yüzünden nefyedildiğim, hükûmetçe sabit olmuştur. Ben o zaman da şimdiki gibi münzevi yaşıyordum. Bir dağın mağarasında, bir hizmetçi ile yalnız otururken beni tutup on sene bilâ-sebep, müracaat etmediğim için dokuz sene bir köyde, bir sene de Isparta’da ikamete mahkûm edip âhirinde bu musibete giriftar ettiler. | Şark Hâdisesi münasebetiyle nefyedilmem, iddianamede iştiraki ihsas ettiği cihetle cevap veriyorum ki: Hükûmetin dosyalarında, benim künyem altında hiçbir meşruhat yoktur; sırf ihtiyat yüzünden nefyedildiğim, hükûmetçe sabit olmuştur. Ben o zaman da şimdiki gibi münzevi yaşıyordum. Bir dağın mağarasında, bir hizmetçi ile yalnız otururken beni tutup on sene bilâ-sebep, müracaat etmediğim için dokuz sene bir köyde, bir sene de Isparta’da ikamete mahkûm edip âhirinde bu musibete giriftar ettiler. | ||
Üçüncü İddianame | == Üçüncü İddianame == | ||
“Barla’da iken tesis-i münasebet edildiği, uzağında ve yakınında bulunan bu eşhasın maddî ve manevî yardımlarını temin ederek faaliyete giriştiği ve heyet-i umumiyesine Risale-i Nur adını verdiği ve kısım kısım yazdırdığı bu eserlerini muhtelif vasıtalarla gizli gizli çoğalttırarak Antalya, Aydın, Milas, Eğirdir, Dinar ve Van gibi mıntıkalarda, adamlarının delâletiyle neşir ve ta’mim ettirdiği bu eserlerden devletin emniyet-i dâhiliyesini ihlâl edebilecek olanlarına mahrem ve yarım mahrem diyerek işaretler koyduğu ve bu suretle istihdaf ettiği gayesini kendisinin de kabul ve izhar etmiş bulunduğu” hakkındaki fıkraya karşı, şu kat’î ve izahlı cevabın, sizin evvelce zaptınıza geçen “Son Müdafaa” namındaki otuz beş sahifelik müdafaatımı itirazname olarak takdim ile beraber derim ki: | “Barla’da iken tesis-i münasebet edildiği, uzağında ve yakınında bulunan bu eşhasın maddî ve manevî yardımlarını temin ederek faaliyete giriştiği ve heyet-i umumiyesine Risale-i Nur adını verdiği ve kısım kısım yazdırdığı bu eserlerini muhtelif vasıtalarla gizli gizli çoğalttırarak Antalya, Aydın, Milas, Eğirdir, Dinar ve Van gibi mıntıkalarda, adamlarının delâletiyle neşir ve ta’mim ettirdiği bu eserlerden devletin emniyet-i dâhiliyesini ihlâl edebilecek olanlarına mahrem ve yarım mahrem diyerek işaretler koyduğu ve bu suretle istihdaf ettiği gayesini kendisinin de kabul ve izhar etmiş bulunduğu” hakkındaki fıkraya karşı, şu kat’î ve izahlı cevabın, sizin evvelce zaptınıza geçen “Son Müdafaa” namındaki otuz beş sahifelik müdafaatımı itirazname olarak takdim ile beraber derim ki: | ||
422. satır: | 418. satır: | ||
Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa feylesoflarının başına ve ecnebi entrikaları hesabına çalışan dinsiz her bir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor? Böylelere ait olan tokadı, hükûmet hesabına almak bizim havsalamız almıyor ve ihtimal de vermiyoruz. Hükûmet namına ve kanun hesabına bu haklı, ilmî tokatları medar-ı mes’ul tutmak değil belki hükûmet-i cumhuriyenin hürriyet-perverliği, bu tokatları alkışlar. | Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa feylesoflarının başına ve ecnebi entrikaları hesabına çalışan dinsiz her bir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor? Böylelere ait olan tokadı, hükûmet hesabına almak bizim havsalamız almıyor ve ihtimal de vermiyoruz. Hükûmet namına ve kanun hesabına bu haklı, ilmî tokatları medar-ı mes’ul tutmak değil belki hükûmet-i cumhuriyenin hürriyet-perverliği, bu tokatları alkışlar. | ||
İ’tizar | '''İ’tizar''' | ||
(Üç gün müddetle tebliğ edilen iddianameye | (Üç gün müddetle tebliğ edilen iddianameye | ||
432. satır: | 428. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
Ceza Hâkimine Son Müdafaa | == Ceza Hâkimine Son Müdafaa == | ||
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ | بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ | ||
Altmış küsur sahifeden ibaret olan ithamkârane kararnamedeki –on iki sahife– şahsıma ait kısmına karşı müdafaamdır: | Altmış küsur sahifeden ibaret olan ithamkârane kararnamedeki –on iki sahife– şahsıma ait kısmına karşı müdafaamdır: | ||
Kararnamede aleyhimizde zikredilen maddelere karşı, mahkemenin zaptına geçen müdafaatımda kat’î cevapları vardır. Bu kararname namındaki asılsız ve vehimli ithamnameye karşı, on dokuz sahifeden ibaret itiraznamemi ve yirmi dokuz sahifeden ibaret son müdafaatımı ibraz ediyorum. Bu iki müdafaa, sorgu hâkimlerinin kararnamelerinin bütün muaheze noktalarını ve esas ithamlarını kat’î bir surette red ile çürütüyor, asılsız olduğunu gösteriyor. Yalnız burada, bu kararnamenin istinad ettiği ve itham edenlerin nereden aldandıklarını, bu asılsız muahezeyi nereden iktibas ettiklerini gösterir beş umde olarak söyleyeceğim. | Kararnamede aleyhimizde zikredilen maddelere karşı, mahkemenin zaptına geçen müdafaatımda kat’î cevapları vardır. Bu kararname namındaki asılsız ve vehimli ithamnameye karşı, on dokuz sahifeden ibaret itiraznamemi ve yirmi dokuz sahifeden ibaret son müdafaatımı ibraz ediyorum. Bu iki müdafaa, sorgu hâkimlerinin kararnamelerinin bütün muaheze noktalarını ve esas ithamlarını kat’î bir surette red ile çürütüyor, asılsız olduğunu gösteriyor. Yalnız burada, bu kararnamenin istinad ettiği ve itham edenlerin nereden aldandıklarını, bu asılsız muahezeyi nereden iktibas ettiklerini gösterir '''beş umde''' olarak söyleyeceğim. | ||
Birincisi: Risale-i Nur’un yüz yirmi parçasından iki üç dört parçasında on beş fıkrayı bahane tutup beni ve Risale-i Nur’u hükûmetin prensiplerine muhalif ve rejimine karşı muarız ve emniyet-i dâhiliyeyi ihlâle teşebbüs ithamı ile gayet asılsız bir davaya elcevap: | '''Birincisi:''' Risale-i Nur’un yüz yirmi parçasından iki üç dört parçasında on beş fıkrayı bahane tutup beni ve Risale-i Nur’u hükûmetin prensiplerine muhalif ve rejimine karşı muarız ve emniyet-i dâhiliyeyi ihlâle teşebbüs ithamı ile gayet asılsız bir davaya elcevap: | ||
Ben de derim: Acaba umum Avrupa’nın mal-ı müşterekesi olan medeniyet ve yalnız bu zaman ilcaatına binaen hükûmet-i cumhuriyenin o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatli değil belki kusurlu kısmına, hakaik-i Kur’aniye hesabına olan müdafaat-ı ilmiyeme hangi suretle “hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif ve hükûmetin inkılabı aleyhine hareket” namı veriliyor? Acaba bu hükûmet-i cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi? O kusurlu medeniyetin İslâmiyet’e muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede, bu bir kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-i Kur’aniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede? | Ben de derim: Acaba umum Avrupa’nın mal-ı müşterekesi olan medeniyet ve yalnız bu zaman ilcaatına binaen hükûmet-i cumhuriyenin o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatli değil belki kusurlu kısmına, hakaik-i Kur’aniye hesabına olan müdafaat-ı ilmiyeme hangi suretle “hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif ve hükûmetin inkılabı aleyhine hareket” namı veriliyor? Acaba bu hükûmet-i cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi? O kusurlu medeniyetin İslâmiyet’e muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede, bu bir kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-i Kur’aniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede? | ||
470. satır: | 465. satır: | ||
… | … | ||
Beşinci Umde: Dört noktadır. | '''Beşinci Umde:''' Dört noktadır. | ||
Birinci Nokta: Kararnamede, kelimeler üzerinde oynanılıyor. Bir kelimenin, kasdî olmadığı halde bir manasında ta’riz çıkarıyorlar. Halbuki Risale-i Nur’da hedef bütün bütün ayrı olduğundan, kelimatındaki kasda makrun olmayan ta’rizler değil belki tasrihler de bulunsa şâyan-ı af ve müsamahadır. Bu noktayı izah eden bu misal mikyastır. Mesela: | '''Birinci Nokta:''' Kararnamede, kelimeler üzerinde oynanılıyor. Bir kelimenin, kasdî olmadığı halde bir manasında ta’riz çıkarıyorlar. Halbuki Risale-i Nur’da hedef bütün bütün ayrı olduğundan, kelimatındaki kasda makrun olmayan ta’rizler değil belki tasrihler de bulunsa şâyan-ı af ve müsamahadır. Bu noktayı izah eden bu misal mikyastır. Mesela: | ||
Ben bir maksadımı hedef ederek yoluma koşup gidiyorum. İhtiyarsız, yolumda koşarken büyük bir adama çarpıp o adam yere düşse… Desem: “Efendim, affet! Ben maksadıma gidiyordum, bilmeyerek çarpıldım.” Elbette affeder ve gücenmez. Eğer kasdî olarak bir parmağı o adama taciz suretinde kulağına iliştirsem, hakaret telakki edecek ve benden gücenecek. | Ben bir maksadımı hedef ederek yoluma koşup gidiyorum. İhtiyarsız, yolumda koşarken büyük bir adama çarpıp o adam yere düşse… Desem: “Efendim, affet! Ben maksadıma gidiyordum, bilmeyerek çarpıldım.” Elbette affeder ve gücenmez. Eğer kasdî olarak bir parmağı o adama taciz suretinde kulağına iliştirsem, hakaret telakki edecek ve benden gücenecek. | ||
482. satır: | 477. satır: | ||
… | … | ||
Dünyada hiç misli görülmemiş bir haksızlığa maruz kaldım. Şöyle ki: | '''Dünyada hiç misli görülmemiş bir haksızlığa maruz kaldım. Şöyle ki:''' | ||
Son müdafaatım ve üç itiraznamem ile yirmi cihetle kat’î delillerle 163’üncü maddenin bana temas etmediğini ve yirmi senede yazılan yüz yirmi risalemin içinde, kendilerince medar-ı tenkit yirmi kelimeden aşağı, mahdud birkaç nokta bulunmasıyla, ayrı ayrı zamanda yazılmış kıymettar ve menfaatli ve uhrevî ve Avrupa feylesoflarının dinsiz ve mülhid şakirdlerine karşı –Dârülhikmeti’l-İslâmiyenin azalığı münasebetiyle– hakiki ve ilmî müdafaatım; çok zaman sonra ilcaat-ı zamana göre kabul edilen Kanun-u Medeni’nin bazı maddelerine, yüz bin kelimat içinde on on beş kelimenin muvafık gelmemesi sebebiyle hem benim mahkûmiyetim talep edilmiş hem mühim keşfiyat-ı maneviyeyi hâvi yüz yirmi kitap olan Risale-i Nur’un elde bulunan nüshaları müsadere edilmiş ve inde’l-muhakeme bütün ilmî ve mantıkî ve kanunî iddia ve müdafaatım esbab-ı mûcibe gösterilmeksizin sebepsiz ve kanunsuz reddedilmiştir. | Son müdafaatım ve üç itiraznamem ile yirmi cihetle kat’î delillerle 163’üncü maddenin bana temas etmediğini ve yirmi senede yazılan yüz yirmi risalemin içinde, kendilerince medar-ı tenkit yirmi kelimeden aşağı, mahdud birkaç nokta bulunmasıyla, ayrı ayrı zamanda yazılmış kıymettar ve menfaatli ve uhrevî ve Avrupa feylesoflarının dinsiz ve mülhid şakirdlerine karşı –Dârülhikmeti’l-İslâmiyenin azalığı münasebetiyle– hakiki ve ilmî müdafaatım; çok zaman sonra ilcaat-ı zamana göre kabul edilen Kanun-u Medeni’nin bazı maddelerine, yüz bin kelimat içinde on on beş kelimenin muvafık gelmemesi sebebiyle hem benim mahkûmiyetim talep edilmiş hem mühim keşfiyat-ı maneviyeyi hâvi yüz yirmi kitap olan Risale-i Nur’un elde bulunan nüshaları müsadere edilmiş ve inde’l-muhakeme bütün ilmî ve mantıkî ve kanunî iddia ve müdafaatım esbab-ı mûcibe gösterilmeksizin sebepsiz ve kanunsuz reddedilmiştir. | ||
516. satır: | 511. satır: | ||
Sorgu hâkimlerinin dört aya yakın bir zamanda –yüz on yedi adamın isticvabı ve tahkikatıyla– meşgul olduğu bir meseleyi, bir buçuk günde Ağır Ceza Mahkemesi gayet sathî bir nazarla bakıp onların içindeki noksan ve hataları görmeyerek ve bilhassa Akademi Heyeti muvacehesinde izah ve ispat edeceğimi iddia ettiğim Risale-i Nur’daki mühim keşfiyat-ı maneviyeye ait ilmî müdafaatım, esbab-ı mûcibe ile red ve cerh edilmeksizin, sathî bir nazarla hükümde isti’cal ettiklerinden, hakperest ve adalet-perver olmalarına, bu sathî nazar sebebiyle, pek yanlış olan bu kararın isabet-i kanuniyesi olmadığından mûcib-i tetkik ve nakzdır. | Sorgu hâkimlerinin dört aya yakın bir zamanda –yüz on yedi adamın isticvabı ve tahkikatıyla– meşgul olduğu bir meseleyi, bir buçuk günde Ağır Ceza Mahkemesi gayet sathî bir nazarla bakıp onların içindeki noksan ve hataları görmeyerek ve bilhassa Akademi Heyeti muvacehesinde izah ve ispat edeceğimi iddia ettiğim Risale-i Nur’daki mühim keşfiyat-ı maneviyeye ait ilmî müdafaatım, esbab-ı mûcibe ile red ve cerh edilmeksizin, sathî bir nazarla hükümde isti’cal ettiklerinden, hakperest ve adalet-perver olmalarına, bu sathî nazar sebebiyle, pek yanlış olan bu kararın isabet-i kanuniyesi olmadığından mûcib-i tetkik ve nakzdır. | ||
Netice: Bu babda duruşma evrakının ve bilhassa müsadere edilen matbu ve gayr-ı matbu risalelerimin tetkik ve mütalaasından anlaşılacağı üzere, ilmî ve mantıkî ve kanunî bütün itirazat ve müdafaatım nazar-ı teemmüle alınmamış. Gerek Sorgu Hâkimliğince ve gerek mahkemece esbab-ı mûcibe gösterilmeksizin, delilsiz ve kanunsuz, indî mütalaalarla açıktan reddedilmiş ve bu sebeple, otuz senedir Avrupa feylesoflarına ve medeniyetin sefih kısmına karşı Türk-İslâm hukukunu müdafaa eden ve tılsım-ı kâinatın muammasını açan ve manevî keşfiyatı hâvi risalelerim müsadere olunduktan başka; ahval-i sıhhiyem noktasında tahammül edemeyeceğim cismanî ceza ile mahkûm edilmiş olduğumdan; gerek yukarıda serdedilen sebepler ve gerekse iddianameye karşı verdiğim itiraznamem ve son celse-i muhakemede esasa dair beş umdeyi hâvi tahrirî takdim ettiğim ikinci itiraznamem ve son müdafaatımda tafsilen izahata ve ilmî ve kanunî sebeplere ve inde’t-tetkik tesadüf buyrulacak nevakıs-ı kanuniyeye binaen, pek açık ve sarîh bir surette mağduriyetimi istilzam eden bu hükm-ü mümeyyezenin nakzıyla, adaletin izharını heyetinizden beklerim. | '''Netice:''' Bu babda duruşma evrakının ve bilhassa müsadere edilen matbu ve gayr-ı matbu risalelerimin tetkik ve mütalaasından anlaşılacağı üzere, ilmî ve mantıkî ve kanunî bütün itirazat ve müdafaatım nazar-ı teemmüle alınmamış. Gerek Sorgu Hâkimliğince ve gerek mahkemece esbab-ı mûcibe gösterilmeksizin, delilsiz ve kanunsuz, indî mütalaalarla açıktan reddedilmiş ve bu sebeple, otuz senedir Avrupa feylesoflarına ve medeniyetin sefih kısmına karşı Türk-İslâm hukukunu müdafaa eden ve tılsım-ı kâinatın muammasını açan ve manevî keşfiyatı hâvi risalelerim müsadere olunduktan başka; ahval-i sıhhiyem noktasında tahammül edemeyeceğim cismanî ceza ile mahkûm edilmiş olduğumdan; gerek yukarıda serdedilen sebepler ve gerekse iddianameye karşı verdiğim itiraznamem ve son celse-i muhakemede esasa dair beş umdeyi hâvi tahrirî takdim ettiğim ikinci itiraznamem ve son müdafaatımda tafsilen izahata ve ilmî ve kanunî sebeplere ve inde’t-tetkik tesadüf buyrulacak nevakıs-ı kanuniyeye binaen, pek açık ve sarîh bir surette mağduriyetimi istilzam eden bu hükm-ü mümeyyezenin nakzıyla, adaletin izharını heyetinizden beklerim. | ||
وَ اُفَوِّضُ اَم۟رٖٓى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَصٖيرٌ بِال۟عِبَادِ | وَ اُفَوِّضُ اَم۟رٖٓى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَصٖيرٌ بِال۟عِبَادِ | ||
526. satır: | 521. satır: | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
Mahkeme-i Temyizin davamızı nakzetmeyip | '''Mahkeme-i Temyizin davamızı nakzetmeyip''' | ||
tasdiki takdirinde, tashih-i dava için | '''tasdiki takdirinde, tashih-i dava için''' | ||
Heyet-i Vekileye yazılmış bir arzuhaldir | '''Heyet-i Vekileye yazılmış bir arzuhaldir''' | ||
(Orada zâhiren görülecek şekva ise hükûmete şekva etmektir ve tenkitler, hükûmeti iğfale çalışan entrikacıları tenkit etmektir.) | (Orada zâhiren görülecek şekva ise hükûmete şekva etmektir ve tenkitler, hükûmeti iğfale çalışan entrikacıları tenkit etmektir.) | ||
538. satır: | 533. satır: | ||
Dünyada emsali nadir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan bilmecburiye gayet ehemmiyetli bir hakikati fâş etmeye mecburum. | Dünyada emsali nadir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan bilmecburiye gayet ehemmiyetli bir hakikati fâş etmeye mecburum. | ||
Diyorum ki: Ya benim idamımı ve yüz bir sene cezayı istilzam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz veyahut bütün bütün divane olduğumu ispat ediniz veyahut benim ve risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip zarar ve ziyanımızı müsebbiblerinden alınız. (Hâşiye) | Diyorum ki: Ya benim idamımı ve yüz bir sene cezayı istilzam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz veyahut bütün bütün divane olduğumu ispat ediniz veyahut benim ve risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip zarar ve ziyanımızı müsebbiblerinden alınız. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Mahkeme-i Temyizden davamızı nakz yerine tasdik geldiği takdirde, Heyet-i Vekileye ve hem Meclis-i Mebusana hem Dâhiliye Vekâletine ve hem Adliye Nezaretine vermek üzere davamızı tashih münasebetiyle yazılmış bir lâyihadır. Eğer bu haklı derdimi ve ehemmiyetli hakkımı bu mercilere dinlettiremezsem, bu hayata veda etmek bana vâcib olur. Çünkü sükûtumla şahsî bir hakkımla beraber, binler muhterem hukuk zayi olur.</ref>''')''' | ||
Evet, her bir hükûmetin bir kanunu, bir usûlü var. O kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i cumhuriyenin kanunlarıyla, beni ve dostlarımı en ağır bir cezaya müstahak edecek esbab bulunmazsa elbette takdir ve mükâfat ve tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lâzım gelir. Çünkü meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur’aniyem eğer hükûmetin aleyhinde olsa böyle bir senelik bana ceza, birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi bana ceza ve en ağır cezaları da benim ile ciddi hizmetime irtibat edenlere vermek lâzım gelir. | Evet, her bir hükûmetin bir kanunu, bir usûlü var. O kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i cumhuriyenin kanunlarıyla, beni ve dostlarımı en ağır bir cezaya müstahak edecek esbab bulunmazsa elbette takdir ve mükâfat ve tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lâzım gelir. Çünkü meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur’aniyem eğer hükûmetin aleyhinde olsa böyle bir senelik bana ceza, birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi bana ceza ve en ağır cezaları da benim ile ciddi hizmetime irtibat edenlere vermek lâzım gelir. | ||
552. satır: | 547. satır: | ||
Evet, fahir ve temeddüh niyetiyle değil belki mecburiyet ve mahcubiyetle hodfüruşane eski bir kısım riyakârlığımı hatırlatmakla beni ehemmiyetsiz, vücudundan istifade edilmez, âdi mertebeye sukut ettirmek isteyenlerin yanlışlarını göstermek için derim: | Evet, fahir ve temeddüh niyetiyle değil belki mecburiyet ve mahcubiyetle hodfüruşane eski bir kısım riyakârlığımı hatırlatmakla beni ehemmiyetsiz, vücudundan istifade edilmez, âdi mertebeye sukut ettirmek isteyenlerin yanlışlarını göstermek için derim: | ||
İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi namındaki matbu eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle; 31 Mart Hâdisesi’nde, bir nutuk ile isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi İstiklal Harbi’nde Hutuvat-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı, İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Mebusanın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve yüz elli bin banknot –yüz altmış üç mebusun imzasıyla– medrese ve dârülfünuna tahsisatı kabul ettiren ve Reisicumhurun hiddetine karşı divan-ı riyasette (Hâşiye) | İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi namındaki matbu eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle; 31 Mart Hâdisesi’nde, bir nutuk ile isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi İstiklal Harbi’nde Hutuvat-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı, İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Mebusanın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve yüz elli bin banknot –yüz altmış üç mebusun imzasıyla– medrese ve dârülfünuna tahsisatı kabul ettiren ve Reisicumhurun hiddetine karşı divan-ı riyasette '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Eski Said söz istiyor, diyor ki: “On üç senedir beni konuşturmadınız. Şimdi, madem beni nazara alıp sizi ittiham altına alıyorlar ve sizden korkuyorlar; elbette benim onlarla konuşmam lâzım geliyor. Gerçi benlik, enaniyet çirkindir fakat mağrur ve muannid enaniyetlilere karşı, haklı bir surette ve sırf kendisini müdafaa ve muhafaza etmek için benlik göstermek lâzım geliyor. Onun için Yeni Said gibi mahviyetle, mülayimane konuşamayacağım.” Ben de ona söz verdim. Fakat enaniyetlerine, temeddühlerine iştirak etmiyorum.</ref>''')''' kemal-i metanetle fütur getirmeyerek mukabele edip namaza davet eden ve Dârülhikmeti’l-İslâmiyede hükûmet-i İttihadiyenin ittifakıyla hikmet-i İslâmiyeyi Avrupa hükemasına tesirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyık görünen ve cephe-i harpte yazdığı ve şimdi müsadere edilen İşaratü’l-İ’caz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşa’ya o derece kıymettar görünmüş ki kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yadigâr-ı harbin hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle, İşaratü’l-İ’caz’ın tabı için kâğıdını vererek müellifinin harpteki mücahedatı takdirkârane yâd edilen bir adam; böyle âdi bir beygir hırsızı veyahut kız kaçırıcı ve bir yankesici gibi en aşağı bir cinayetle kendini bulaştırıp izzet-i ilmiyesini ve kudsiyet-i hizmetini ve kıymettar binler dostlarını rezil edip sukut edemez ki siz onu bir senelik ceza ile mahkûm edip âdi bir keçi, koyun hırsızı gibi muamele edesiniz. | ||
Ve sebepsiz on sene sıkıntılı bir tarassudla tazip ettikten sonra şimdi de bir sene hapis ile beraber bir sene de nezaret altında tutmak suretiyle, (padişahın tahakkümünü kaldıramadığı halde) garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altında azap vermekten ise idam edilmesini daha evlâ görür. | Ve sebepsiz on sene sıkıntılı bir tarassudla tazip ettikten sonra şimdi de bir sene hapis ile beraber bir sene de nezaret altında tutmak suretiyle, (padişahın tahakkümünü kaldıramadığı halde) garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altında azap vermekten ise idam edilmesini daha evlâ görür. | ||
574. satır: | 569. satır: | ||
Eskişehir hapsinde tecrid-i mutlakta | Eskişehir hapsinde tecrid-i mutlakta | ||
Said Nursî | '''Said Nursî''' | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * | ||
On Altıncı Mektup | == On Altıncı Mektup == | ||
اَلَّذٖينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَد۟ جَمَعُوا لَكُم۟ | اَلَّذٖينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَد۟ جَمَعُوا لَكُم۟ | ||
588. satır: | 582. satır: | ||
şiddetli yazılmamış. | şiddetli yazılmamış. | ||
Çoklar tarafından sarîhan ve manen gelen | '''Çoklar tarafından sarîhan ve manen gelen''' | ||
bir suale cevaptır. | '''bir suale cevaptır.''' | ||
Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Her şeyimi, Cenab-ı Hakk’ın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım için değil belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için hakikat-i hali hem dostlarıma hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için beş | Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Her şeyimi, Cenab-ı Hakk’ın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım için değil belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için hakikat-i hali hem dostlarıma hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için '''beş nokta'''yı beyan ediyorum. | ||
Birinci Nokta | '''Birinci Nokta''' | ||
Denilmiş: “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?” | '''Denilmiş:''' “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?” | ||
Elcevap: Dokuz on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki o yol meşkuk ve müşkülatlı ve bana nisbeten fuzuliyane hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. | '''Elcevap:''' Dokuz on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki o yol meşkuk ve müşkülatlı ve bana nisbeten fuzuliyane hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. | ||
Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsam madem memur ve mebus değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa bana ihtiyaç yok. Çünkü mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksat için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk etti. | Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsam madem memur ve mebus değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa bana ihtiyaç yok. Çünkü mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksat için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk etti. | ||
608. satır: | 602. satır: | ||
اِنَّمَا ال۟حٖيلَةُ فٖى تَر۟كِ ال۟حِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan, pervasız, alâkasız bir insanın değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı tetkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti. | اِنَّمَا ال۟حٖيلَةُ فٖى تَر۟كِ ال۟حِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan, pervasız, alâkasız bir insanın değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı tetkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti. | ||
İkinci Nokta | '''İkinci Nokta''' | ||
Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor? | Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor? | ||
Elcevap: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını; meşkuk bir iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışma ile feda etmemek için… Hem en mühim en lüzumlu en saf ve en hakikatli olan hizmet-i iman ve Kur’an için şiddetle siyasetten kaçıyor. Çünkü diyor: | '''Elcevap:''' Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını; meşkuk bir iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışma ile feda etmemek için… Hem en mühim en lüzumlu en saf ve en hakikatli olan hizmet-i iman ve Kur’an için şiddetle siyasetten kaçıyor. Çünkü diyor: | ||
Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor. Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır, ona çalışmak lâzım geliyor. | Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor. '''Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır, ona çalışmak lâzım geliyor.''' | ||
Fakat ilim itibarıyla insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp en mühim en lüzumlu en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiğim manevî ilaçları, sair insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum. Belki Cenab-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma keffaret yapar. | Fakat ilim itibarıyla insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp en mühim en lüzumlu en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiğim manevî ilaçları, sair insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum. Belki Cenab-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma keffaret yapar. | ||
622. satır: | 616. satır: | ||
İşte böyle hadsiz bir hayat-ı ebediyeye çalışmayı ve iman gibi kudsî bir nura hizmeti bırakmak, ihtiyarlık zamanında lüzumsuz, tehlikeli siyaset oyuncaklarına atılmak; benim gibi alâkasız ve yalnız ve eski günahlarına keffaret aramaya mecbur bir adamda ne kadar hilaf-ı akıldır, ne kadar hilaf-ı hikmettir, ne derece bir divaneliktir, divaneler de anlayabilirler. | İşte böyle hadsiz bir hayat-ı ebediyeye çalışmayı ve iman gibi kudsî bir nura hizmeti bırakmak, ihtiyarlık zamanında lüzumsuz, tehlikeli siyaset oyuncaklarına atılmak; benim gibi alâkasız ve yalnız ve eski günahlarına keffaret aramaya mecbur bir adamda ne kadar hilaf-ı akıldır, ne kadar hilaf-ı hikmettir, ne derece bir divaneliktir, divaneler de anlayabilirler. | ||
Amma Kur’an ve imanın hizmeti ne için beni men’ediyor dersen ben de derim ki: Hakaik-i imaniye ve Kur’aniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara, âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer. | '''Amma Kur’an ve imanın hizmeti ne için beni men’ediyor dersen ben de derim ki:''' Hakaik-i imaniye ve Kur’aniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara, âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer. | ||
İşte ey ehl-i dünya! Neden benim ile uğraşıyorsunuz? Beni kendi halimde bırakmıyorsunuz? | İşte ey ehl-i dünya! Neden benim ile uğraşıyorsunuz? Beni kendi halimde bırakmıyorsunuz? | ||
Eğer derseniz: Şeyhler bazen işimize karışıyorlar. Sana da bazen şeyh derler. | '''Eğer derseniz:''' Şeyhler bazen işimize karışıyorlar. Sana da bazen şeyh derler. | ||
Ben de derim: Hey efendiler! Ben şeyh değilim, ben hocayım. Buna delil: Dört senedir buradayım, bir tek adama tarîkat verseydim şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: İman lâzım, İslâmiyet lâzım; tarîkat zamanı değil. | '''Ben de derim:''' Hey efendiler! Ben şeyh değilim, ben hocayım. Buna delil: Dört senedir buradayım, bir tek adama tarîkat verseydim şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: İman lâzım, İslâmiyet lâzım; tarîkat zamanı değil. | ||
Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var, o işimize gelmiyor. | '''Eğer derseniz:''' Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var, o işimize gelmiyor. | ||
Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki ben | '''Ben de derim:''' Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki ben | ||
اَل۟اِس۟لَامِيَّةُ جَبَّتِ ال۟عَصَبِيَّةَ ال۟جَاهِلِيَّةَ | اَل۟اِس۟لَامِيَّةُ جَبَّتِ ال۟عَصَبِيَّةَ ال۟جَاهِلِيَّةَ | ||
640. satır: | 634. satır: | ||
Madem böyledir, hey efendiler! Her bir hâdiseyi bahane tutup bana sıkıntı vermeye sebep nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse garpta bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek veya İstanbul’da bir esnafın cinayetiyle, Bağdat’ta bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nevinden, her hâdise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder? | Madem böyledir, hey efendiler! Her bir hâdiseyi bahane tutup bana sıkıntı vermeye sebep nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse garpta bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek veya İstanbul’da bir esnafın cinayetiyle, Bağdat’ta bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nevinden, her hâdise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder? | ||
Üçüncü Nokta | '''Üçüncü Nokta''' | ||
Halimi, istirahatimi düşünen ve her musibete karşı sabır ile sükûtumu istiğrab eden dostlarımın şöyle bir sualleri var ki: “Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, edna bir tahkire tahammül edemezdin?” | Halimi, istirahatimi düşünen ve her musibete karşı sabır ile sükûtumu istiğrab eden dostlarımın şöyle bir sualleri var ki: “Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, edna bir tahkire tahammül edemezdin?” | ||
Elcevap: İki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabını alınız: | '''Elcevap:''' İki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabını alınız: | ||
Birinci hikâye: İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârane, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakikat şudur: | '''Birinci hikâye:''' İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârane, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakikat şudur: | ||
Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise Allah ondan razı olsun ki benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsim ile musalaha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse ondan darılmak değil belki memnun olmak lâzım gelir. | Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise Allah ondan razı olsun ki benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsim ile musalaha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse ondan darılmak değil belki memnun olmak lâzım gelir. | ||
660. satır: | 654. satır: | ||
dedim. O vakıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki Kur’an onu helâl etmemiş… | dedim. O vakıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki Kur’an onu helâl etmemiş… | ||
İkinci hikâye: Şu senede işittim ki bir hâdise olmuş. O hâdisenin vukuundan sonra yalnız icmalen vukuunu işittiğim halde, o vakıa ile ciddi alâkadar imişim gibi bir muamele gördüm. Zaten muhabere etmiyordum, etsem de pek nadir olarak bir mesele-i imaniyeyi bir dostuma yazardım. Hattâ dört senede kardeşime bir tek mektup yazdım. Ve ihtilattan hem ben kendimi men’ediyordum hem de ehl-i dünya beni men’ediyordu. Yalnız bir iki ahbap ile haftada bir defa görüşebiliyordum. Köye gelen misafirler ise ayda bir ikisi, bazı bir iki dakika bir mesele-i âhirete dair benimle görüşüyordu. | '''İkinci hikâye:''' Şu senede işittim ki bir hâdise olmuş. O hâdisenin vukuundan sonra yalnız icmalen vukuunu işittiğim halde, o vakıa ile ciddi alâkadar imişim gibi bir muamele gördüm. Zaten muhabere etmiyordum, etsem de pek nadir olarak bir mesele-i imaniyeyi bir dostuma yazardım. Hattâ dört senede kardeşime bir tek mektup yazdım. Ve ihtilattan hem ben kendimi men’ediyordum hem de ehl-i dünya beni men’ediyordu. Yalnız bir iki ahbap ile haftada bir defa görüşebiliyordum. Köye gelen misafirler ise ayda bir ikisi, bazı bir iki dakika bir mesele-i âhirete dair benimle görüşüyordu. | ||
Bu gurbet halimde; garib, yalnız, kimsesiz, nafaka için çalışmaya benim gibilere muvafık olmayan bir köyde, her şeyden herkesten men’edildim. Hattâ dört sene evvel, harap olmuş bir camiyi tamir ettirdim. Memleketimde imamlık ve vaizlik vesikam elimde olduğundan o camide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlık ettiğim halde, şu mübarek geçen ramazanda mescide gidemedim. Bazen yalnız namazımı kıldım. Cemaatle kılınan namazın yirmi beş sevabından ve hayrından mahrum kaldım. | Bu gurbet halimde; garib, yalnız, kimsesiz, nafaka için çalışmaya benim gibilere muvafık olmayan bir köyde, her şeyden herkesten men’edildim. Hattâ dört sene evvel, harap olmuş bir camiyi tamir ettirdim. Memleketimde imamlık ve vaizlik vesikam elimde olduğundan o camide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlık ettiğim halde, şu mübarek geçen ramazanda mescide gidemedim. Bazen yalnız namazımı kıldım. Cemaatle kılınan namazın yirmi beş sevabından ve hayrından mahrum kaldım. | ||
672. satır: | 666. satır: | ||
Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlası kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise onlara rahmet… Çünkü teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halkların nazarında şöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardır zannederim. Benim ile temas edenler beni bilirler ki şahsıma karşı hürmet istemiyorum, belki nefret ediyorum. Hattâ kıymettar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tekdir etmişim. | Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlası kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise onlara rahmet… Çünkü teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halkların nazarında şöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardır zannederim. Benim ile temas edenler beni bilirler ki şahsıma karşı hürmet istemiyorum, belki nefret ediyorum. Hattâ kıymettar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tekdir etmişim. | ||
Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek, ıskat ettirmekten muradları, tercümanlık ettiğim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye ait ise beyhudedir. Zira Kur’an yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz. | Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek, ıskat ettirmekten muradları, tercümanlık ettiğim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye ait ise beyhudedir. Zira '''Kur’an yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz.''' | ||
Dördüncü Nokta | '''Dördüncü Nokta''' | ||
Evhamlı birkaç sualin cevabıdır: | Evhamlı birkaç sualin cevabıdır: | ||
Birincisi: Ehl-i dünya bana der: Ne ile yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yi ile geçinenleri istemiyoruz. | '''Birincisi:''' Ehl-i dünya bana der: Ne ile yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yi ile geçinenleri istemiyoruz. | ||
Elcevap: Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzakımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz. Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat madem ehl-i dünya evhamlı bir surette soruyorlar, ben de derim ki: | '''Elcevap:''' Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzakımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz. Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat madem ehl-i dünya evhamlı bir surette soruyorlar, ben de derim ki: | ||
Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek –velev zekât dahi olsa– hem maaşı kabul etmemek –yalnız bir iki sene Dârülhikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum– hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar, kabul etmedim. | Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek –velev zekât dahi olsa– hem maaşı kabul etmemek –yalnız bir iki sene Dârülhikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum– hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar, kabul etmedim. | ||
692. satır: | 686. satır: | ||
sırrıyla, Cenab-ı Hakk’ın bana ettiği ihsanatı yâd edip bir şükr-ü manevî nevinden birkaç numunesini söyleyeceğim. Bir şükr-ü manevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin. Çünkü müftehirane gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebep olur. Fakat ne çare, söylemeye mecbur oldum. | sırrıyla, Cenab-ı Hakk’ın bana ettiği ihsanatı yâd edip bir şükr-ü manevî nevinden birkaç numunesini söyleyeceğim. Bir şükr-ü manevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin. Çünkü müftehirane gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebep olur. Fakat ne çare, söylemeye mecbur oldum. | ||
İşte birisi: Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş. Ne miktar kifayet (Hâşiye) | '''İşte birisi:''' Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş. Ne miktar kifayet '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Bir sene devam etti.</ref>''')''' edecek, bilmiyorum. | ||
İkincisi: Şu mübarek ramazanda, yalnız iki haneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti. Anladım ki başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün ramazanda benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle; üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, on beş gün ramazandan sonra bitmiştir. | '''İkincisi:''' Şu mübarek ramazanda, yalnız iki haneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti. Anladım ki başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün ramazanda benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle; üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, on beş gün ramazandan sonra bitmiştir. | ||
Üçüncüsü: Dağda, üç ay bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, her gün ekmekle beraber yemek şartıyla kâfi geldi. Hattâ Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günü idi; dedim ona: Git ekmek getir. İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum.” dedi. Ben de dedim: “Tevekkelnâ alallah, kal.” | '''Üçüncüsü:''' Dağda, üç ay bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, her gün ekmekle beraber yemek şartıyla kâfi geldi. Hattâ Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günü idi; dedim ona: Git ekmek getir. İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum.” dedi. Ben de dedim: “Tevekkelnâ alallah, kal.” | ||
Sonra hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şeker ile çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.” O, ona başladı, ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifane şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu safi-kalp adama ne diyeceğim, diye düşünmede iken birdenbire başım çevrilir gibi başımı çevirdim, gördüm ki: Koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman müjde! Cenab-ı Hak bize rızık verdi.” O ekmeği aldık, bakıyoruz ki kuşlar ve hayvanat-ı vahşiye hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek, ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sadık bir sıddıkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi. | Sonra hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şeker ile çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.” O, ona başladı, ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifane şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu safi-kalp adama ne diyeceğim, diye düşünmede iken birdenbire başım çevrilir gibi başımı çevirdim, gördüm ki: Koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman müjde! Cenab-ı Hak bize rızık verdi.” O ekmeği aldık, bakıyoruz ki kuşlar ve hayvanat-ı vahşiye hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek, ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sadık bir sıddıkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi. | ||
Dördüncüsü: Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket-i iktisat ve rahmet-i İlahiye bana kâfi geldi. | '''Dördüncüsü:''' Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket-i iktisat ve rahmet-i İlahiye bana kâfi geldi. | ||
İşte şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlahiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahir için zikrediyorum zannetmeyiniz, belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır veya hizmet-i Kur’aniyeye bir ikramdır veya iktisadın bereketli bir menfaatidir veyahut “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazîn mır mırlarını dikkatle dinlesen “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın. | İşte şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlahiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahir için zikrediyorum zannetmeyiniz, belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır veya hizmet-i Kur’aniyeye bir ikramdır veya iktisadın bereketli bir menfaatidir veyahut “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazîn mır mırlarını dikkatle dinlesen “Yâ Rahîm, Yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın. | ||
706. satır: | 700. satır: | ||
Kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta, yumurta makinesi gibi pek az fâsıla ile her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum: “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir ihsan-ı İlahîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük hem kışta hem ramazanda, bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbanî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı. | Kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta, yumurta makinesi gibi pek az fâsıla ile her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum: “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir ihsan-ı İlahîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük hem kışta hem ramazanda, bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbanî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı. | ||
İkinci vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sana nasıl emniyet edeceğiz ki sen dünyamıza karışmayacaksın? Seni serbest bıraksak belki dünyamıza karışırsın. Hem nasıl bileceğiz ki sen kurnazlık yapmıyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkın malını zâhiren almaz, gizli alır bir kurnazlık olmadığını nasıl bileceğiz? | '''İkinci vehimli sual:''' Ehl-i dünya diyorlar ki: Sana nasıl emniyet edeceğiz ki sen dünyamıza karışmayacaksın? Seni serbest bıraksak belki dünyamıza karışırsın. Hem nasıl bileceğiz ki sen kurnazlık yapmıyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkın malını zâhiren almaz, gizli alır bir kurnazlık olmadığını nasıl bileceğiz? | ||
Elcevap: Yirmi sene evvelki Divan-ı Harb-i Örfîde ve Hürriyet’ten daha evvel zamanda çoklara malûm hal ve vaziyetim ve “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” namında o zaman Divan-ı Harpteki müdafaatım kat’î gösterir ki değil kurnazlık belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmişim. | '''Elcevap:''' Yirmi sene evvelki Divan-ı Harb-i Örfîde ve Hürriyet’ten daha evvel zamanda çoklara malûm hal ve vaziyetim ve “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi” namında o zaman Divan-ı Harpteki müdafaatım kat’î gösterir ki değil kurnazlık belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmişim. | ||
Eğer hile olsaydı, bu beş sene zarfında sizlere temellukkârane bir müracaat edilecekti. Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez; iğfal ve aldatmaya daima çalışır. Halbuki bana karşı en mühim hücumlara ve tenkitlere mukabil tezellüle tenezzül etmedim. “Tevekkeltü alallah” deyip ehl-i dünyaya arkamı çevirdim. | Eğer hile olsaydı, bu beş sene zarfında sizlere temellukkârane bir müracaat edilecekti. Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez; iğfal ve aldatmaya daima çalışır. Halbuki bana karşı en mühim hücumlara ve tenkitlere mukabil tezellüle tenezzül etmedim. “Tevekkeltü alallah” deyip ehl-i dünyaya arkamı çevirdim. | ||
Hem de âhireti bilen ve dünyanın hakikatini keşfeden; aklı varsa pişman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uğraşmaz. Elli seneden sonra, alâkasız, tek başıyla bir adam; hayat-ı ebediyesini dünyanın bir iki sene gevezeliğine, şarlatanlığına feda etmez, feda etse kurnaz olmaz, belki ebleh bir divane olur. Ebleh bir divanenin elinden ne gelir ki onun ile uğraşılsın. | '''Hem de âhireti bilen ve dünyanın hakikatini keşfeden; aklı varsa pişman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uğraşmaz.''' Elli seneden sonra, alâkasız, tek başıyla bir adam; hayat-ı ebediyesini dünyanın bir iki sene gevezeliğine, şarlatanlığına feda etmez, feda etse kurnaz olmaz, belki ebleh bir divane olur. Ebleh bir divanenin elinden ne gelir ki onun ile uğraşılsın. | ||
Amma zâhiren târik-i dünya, bâtınen talib-i dünya şüphesi ise | Amma zâhiren târik-i dünya, bâtınen talib-i dünya şüphesi ise | ||
720. satır: | 714. satır: | ||
sırrınca: Ben nefsimi tebrie etmiyorum, nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmarem ister istemez akla tabi olmuştur. | sırrınca: Ben nefsimi tebrie etmiyorum, nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmarem ister istemez akla tabi olmuştur. | ||
Üçüncü vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın, biz muarızlarımızı ezeriz? | '''Üçüncü vehimli sual:''' Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın, biz muarızlarımızı ezeriz? | ||
Elcevap: Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünkü idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki hiç lâyık olmadığınız halde “Kalp de bizi sevsin.” demeye? Kalbe karışsanız… | '''Elcevap:''' Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünkü idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki hiç lâyık olmadığınız halde “Kalp de bizi sevsin.” demeye? Kalbe karışsanız… | ||
Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de hal-i âlemin salahatini temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum fakat irade edemiyorum çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum çünkü ne vazifemdir ne de iktidarım var. | Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de hal-i âlemin salahatini temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum fakat irade edemiyorum çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum çünkü ne vazifemdir ne de iktidarım var. | ||
Dördüncü şüpheli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belalar gördük ki kimseye emniyetimiz kalmadı. Sana nasıl emin olabiliriz ki fırsat senin eline geçse arzu ettiğin gibi karışmazsın? | '''Dördüncü şüpheli sual:''' Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belalar gördük ki kimseye emniyetimiz kalmadı. Sana nasıl emin olabiliriz ki fırsat senin eline geçse arzu ettiğin gibi karışmazsın? | ||
Elcevap: Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni dinleyenlerin ortasında, heyecanlı hâdiseler içinde dünyanıza karışmadığım halde; diyar-ı gurbette ve yalnız, tek başıyla, garib, zayıf, âciz, bütün kuvvetiyle âhirete müteveccih, ihtilattan, muhabereden kesilmiş, iman ve âhiret münasebetiyle uzaktan uzağa yalnız bazı ehl-i âhireti dost bulan ve başka herkese yabani ve herkes de ona yabani nazarıyla bakan bir insan; semeresiz, tehlikeli dünyanıza karışsa muzaaf bir divane olmak gerektir. | '''Elcevap:''' Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni dinleyenlerin ortasında, heyecanlı hâdiseler içinde dünyanıza karışmadığım halde; diyar-ı gurbette ve yalnız, tek başıyla, garib, zayıf, âciz, bütün kuvvetiyle âhirete müteveccih, ihtilattan, muhabereden kesilmiş, iman ve âhiret münasebetiyle uzaktan uzağa yalnız bazı ehl-i âhireti dost bulan ve başka herkese yabani ve herkes de ona yabani nazarıyla bakan bir insan; semeresiz, tehlikeli dünyanıza karışsa muzaaf bir divane olmak gerektir. | ||
Beşinci Nokta | '''Beşinci Nokta''' | ||
Beş küçük meseleye dairdir: | Beş küçük meseleye dairdir: | ||
Birincisi: Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarızsın. | '''Birincisi:''' Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarızsın. | ||
Ben de derim: Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten ıskat etmiş gibi, haksız olarak beş sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnû bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi şehirlerde dost ve akrabasıyla beraber bıraktınız ve sonra vesika verdiğiniz halde, sebepsiz beni tecrit edip bir iki tane müstesna hiçbir hemşehri ile görüştürmediniz. Demek, beni efrad-ı milletten ve raiyetten saymıyorsunuz. Nasıl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayı bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle şeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapısını kapadınız; ben de âhiret kapısını çaldım, rahmet-i İlahiye açtı. Âhiret kapısında bulunan bir adama, dünyanın karmakarışık usûl ve âdâtı ona nasıl teklif edilir? Ne vakit beni serbest bırakıp memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini isteyebilirsiniz. | '''Ben de derim:''' Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten ıskat etmiş gibi, haksız olarak beş sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnû bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi şehirlerde dost ve akrabasıyla beraber bıraktınız ve sonra vesika verdiğiniz halde, sebepsiz beni tecrit edip bir iki tane müstesna hiçbir hemşehri ile görüştürmediniz. Demek, beni efrad-ı milletten ve raiyetten saymıyorsunuz. Nasıl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayı bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle şeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapısını kapadınız; ben de âhiret kapısını çaldım, rahmet-i İlahiye açtı. Âhiret kapısında bulunan bir adama, dünyanın karmakarışık usûl ve âdâtı ona nasıl teklif edilir? Ne vakit beni serbest bırakıp memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini isteyebilirsiniz. | ||
İkinci Mesele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok. | '''İkinci Mesele:''' Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok. | ||
Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim fakat maaşını terk ettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim çünkü benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade edildi, eski vesikalarımın hükmü bâkidir. | '''Elcevap:''' Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’an nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur’aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz. '''Belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.''' Hem de sizin o resmî daireniz dahi memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim fakat maaşını terk ettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vesikasıyla her yerde amel edebilirim çünkü benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfîler madem iade edildi, eski vesikalarımın hükmü bâkidir. | ||
Sâniyen, yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalpleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur’aniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız medar-ı maişetim için yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi tabettirdim. Bunu da bana karşı insafsız eski vali, o risaleyi tetkik edip tenkit edecek bir cihet bulamadığı için ilişemedi. | '''Sâniyen,''' yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalpleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur’aniyeyi arayıp buluyorlar. Yalnız medar-ı maişetim için yeni huruf çıkmadan evvel, haşre dair bir risalemi tabettirdim. Bunu da bana karşı insafsız eski vali, o risaleyi tetkik edip tenkit edecek bir cihet bulamadığı için ilişemedi. | ||
Üçüncü Mesele: Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şüpheli baktıkları için ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zâhiren teberri ediyorlar, belki tenkit ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinablarını, o ehl-i dünyaya sadakate değil belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa hamledip o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar. | '''Üçüncü Mesele:''' Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şüpheli baktıkları için ehl-i dünyaya hoş görünmek için; benden zâhiren teberri ediyorlar, belki tenkit ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinablarını, o ehl-i dünyaya sadakate değil belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa hamledip o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar. | ||
Ben de derim: Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’an’a hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünkü inşâallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse siz benden teberri ile kurtulamazsınız. O hal ile musibete ve tokada daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki evhama düşüyorsunuz? | '''Ben de derim:''' Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’an’a hizmetkârlığımdan teberri edip kaçmayınız. Çünkü inşâallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza musibet gelse veya bana zulmedilse siz benden teberri ile kurtulamazsınız. O hal ile musibete ve tokada daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki evhama düşüyorsunuz? | ||
Dördüncü Mesele: Şu nefiy zamanımda görüyorum ki hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım. | '''Dördüncü Mesele:''' Şu nefiy zamanımda görüyorum ki hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirane, rakibane bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım. | ||
Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünkü sâbıkan ispat edildiği gibi siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet verip rakibane ilişen adam düşünsün ki o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer. | Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirane, rakibane vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek; gayet fena bir hatadır. Çünkü sâbıkan ispat edildiği gibi siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir, bana eziyet verip rakibane ilişen adam düşünsün ki o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer. | ||
Beşinci Mesele: | '''Beşinci Mesele:''' | ||
Dünya madem fânidir. | Dünya madem fânidir. | ||
774. satır: | 768. satır: | ||
Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. | Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. | ||
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. (Hâşiye) | Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Bu mademler içindir ki şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. “Meraka değmiyor.” diyorum ve dünyaya karışmıyorum.</ref>''')''' | ||
== On Altıncı Mektup’un Zeyli == | |||
بِاس۟مِهٖ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ | بِاس۟مِهٖ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ | ||
784. satır: | 777. satır: | ||
“Said elli bin nefer kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz.” | “Said elli bin nefer kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz.” | ||
Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eğer korkunuz şahsımdan ise elli bin nefer değil belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup bana “Çıkmayacaksın!” diyebilir. | '''Ben de derim ki:''' Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eğer korkunuz şahsımdan ise elli bin nefer değil belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup bana “Çıkmayacaksın!” diyebilir. | ||
Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’an’a ait dellâllığımdan ve kuvve-i maneviye-i imaniyeden ise elli bin nefer değil, yanlışsınız! Meslek itibarıyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü Kur’an-ı Hakîm’in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduğu halde, bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envar-ı imaniye ile onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zîr ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz feylesoflarını, hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşâallah mağlup edemezler! | Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’an’a ait dellâllığımdan ve kuvve-i maneviye-i imaniyeden ise elli bin nefer değil, yanlışsınız! Meslek itibarıyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü Kur’an-ı Hakîm’in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduğu halde, bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envar-ı imaniye ile onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zîr ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz feylesoflarını, hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşâallah mağlup edemezler! | ||
814. satır: | 807. satır: | ||
“Neden vesika için müracaat etmiyorsun? İstida vermiyorsun?” | “Neden vesika için müracaat etmiyorsun? İstida vermiyorsun?” | ||
Elcevap: Beş altı sebep için müracaat etmiyorum ve edemiyorum: | '''Elcevap:''' Beş altı sebep için müracaat etmiyorum ve edemiyorum: | ||
Birincisi: Ben ehl-i dünyanın dünyasına karışmadım ki onların mahkûmu olayım, onlara müracaat edeyim. Ben, kader-i İlahînin mahkûmuyum ve ona karşı kusurum var, ona müracaat ediyorum. | '''Birincisi:''' Ben ehl-i dünyanın dünyasına karışmadım ki onların mahkûmu olayım, onlara müracaat edeyim. Ben, kader-i İlahînin mahkûmuyum ve ona karşı kusurum var, ona müracaat ediyorum. | ||
İkincisi: Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhane olduğunu yakînen iman edip bildim. Onun için hakiki vatan değil, her yer birdir. Madem vatanımda bâki kalmayacağım; beyhude ona karşı çabalamak, oraya gitmek bir şeye yaramıyor. Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır. | '''İkincisi:''' Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhane olduğunu yakînen iman edip bildim. Onun için hakiki vatan değil, her yer birdir. Madem vatanımda bâki kalmayacağım; beyhude ona karşı çabalamak, oraya gitmek bir şeye yaramıyor. Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır. | ||
Üçüncüsü: Müracaat, kanun dairesinde olur. Halbuki bu altı senedir bana karşı muamele, keyfî ve fevka’l-kanundur. Menfîler kanunuyla bana muamele edilmedi. Hukuk-u medeniyetten ve belki hukuk-u dünyeviyeden ıskat edilmiş bir tarzda bana baktılar. Bu fevka’l-kanun muamele edenlere, kanun namına müracaat manasız olur. | '''Üçüncüsü:''' Müracaat, kanun dairesinde olur. Halbuki bu altı senedir bana karşı muamele, keyfî ve fevka’l-kanundur. Menfîler kanunuyla bana muamele edilmedi. Hukuk-u medeniyetten ve belki hukuk-u dünyeviyeden ıskat edilmiş bir tarzda bana baktılar. Bu fevka’l-kanun muamele edenlere, kanun namına müracaat manasız olur. | ||
Dördüncüsü: Bu sene buranın müdürü, benim namıma, Barla’nın bir mahallesi hükmünde olan Bedre karyesinde, tebdil-i hava için birkaç gün kalmaya dair müracaat etti; müsaade etmediler. Böyle ehemmiyetsiz bir ihtiyacıma cevab-ı red verenlere nasıl müracaat edilir? Müracaat edilse zillet içinde faydasız bir tezellül olur. | '''Dördüncüsü:''' Bu sene buranın müdürü, benim namıma, Barla’nın bir mahallesi hükmünde olan Bedre karyesinde, tebdil-i hava için birkaç gün kalmaya dair müracaat etti; müsaade etmediler. Böyle ehemmiyetsiz bir ihtiyacıma cevab-ı red verenlere nasıl müracaat edilir? Müracaat edilse zillet içinde faydasız bir tezellül olur. | ||
Beşincisi: Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir. Ben bu haksızlığı ve hakka karşı hürmetsizliği irtikâb etmek istemem vesselâm. | '''Beşincisi:''' Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek; bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir. Ben bu haksızlığı ve hakka karşı hürmetsizliği irtikâb etmek istemem vesselâm. | ||
Altıncı Sebep: Bana karşı ehl-i dünyanın verdikleri sıkıntı, siyaset için değil çünkü onlar da bilirler ki siyasete karışmıyorum, siyasetten kaçıyorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zındıka hesabına, benim dine merbutiyetimden beni tazip ediyorlar. Öyle ise onlara müracaat etmek, dinden pişmanlık göstermek ve meslek-i zındıkayı okşamak demektir. | '''Altıncı Sebep:''' Bana karşı ehl-i dünyanın verdikleri sıkıntı, siyaset için değil çünkü onlar da bilirler ki siyasete karışmıyorum, siyasetten kaçıyorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zındıka hesabına, benim dine merbutiyetimden beni tazip ediyorlar. Öyle ise onlara müracaat etmek, dinden pişmanlık göstermek ve meslek-i zındıkayı okşamak demektir. | ||
Hem ben onlara müracaat ve dehalet ettikçe; âdil olan kader-i İlahî, beni onların zalim eliyle tazip edecektir. Çünkü onlar diyanete merbutiyetimden beni sıkıyorlar. Kader ise benim diyanette ve ihlasta noksaniyetim var, ara sıra ehl-i dünyaya riyakârlıklarımdan dolayı beni sıkıyor. | Hem ben onlara müracaat ve dehalet ettikçe; âdil olan kader-i İlahî, beni onların zalim eliyle tazip edecektir. Çünkü onlar diyanete merbutiyetimden beni sıkıyorlar. Kader ise benim diyanette ve ihlasta noksaniyetim var, ara sıra ehl-i dünyaya riyakârlıklarımdan dolayı beni sıkıyor. | ||
832. satır: | 825. satır: | ||
Öyle ise şimdilik şu sıkıntıdan kurtuluşum yok. Eğer ehl-i dünyaya müracaat etsem kader der: “Ey riyakâr! Bu müracaatın cezasını çek!” Eğer müracaat etmezsem ehl-i dünya der: “Bizi tanımıyorsun, sıkıntıda kal!” | Öyle ise şimdilik şu sıkıntıdan kurtuluşum yok. Eğer ehl-i dünyaya müracaat etsem kader der: “Ey riyakâr! Bu müracaatın cezasını çek!” Eğer müracaat etmezsem ehl-i dünya der: “Bizi tanımıyorsun, sıkıntıda kal!” | ||
Yedinci Sebep: Malûmdur ki bir memurun vazifesi, heyet-i içtimaiyeye muzır eşhasa meydan vermemek ve nâfi’lere yardım etmektir. Halbuki beni nezaret altına alan memur, kabir kapısına gelen misafir bir ihtiyar adama “Lâ ilahe illallah”taki imanın latîf bir zevkini izah ettiğim vakit –bir cürm-ü meşhud halinde beni yakalamak gibi– çok zaman yanıma gelmediği halde, o vakit güya bir kabahat işliyorum gibi yanıma geldi. İhlas ile dinleyen o bîçareyi de mahrum bıraktı, beni de hiddete getirdi. Halbuki burada bazı adamlar vardı, o onlara ehemmiyet vermiyordu. Sonra edepsizliklerde ve köydeki hayat-ı içtimaiyeye zehir verecek surette bulundukları vakit, onlara iltifat etmeye ve takdir etmeye başladı. | '''Yedinci Sebep:''' Malûmdur ki bir memurun vazifesi, heyet-i içtimaiyeye muzır eşhasa meydan vermemek ve nâfi’lere yardım etmektir. Halbuki beni nezaret altına alan memur, kabir kapısına gelen misafir bir ihtiyar adama “Lâ ilahe illallah”taki imanın latîf bir zevkini izah ettiğim vakit –bir cürm-ü meşhud halinde beni yakalamak gibi– çok zaman yanıma gelmediği halde, o vakit güya bir kabahat işliyorum gibi yanıma geldi. İhlas ile dinleyen o bîçareyi de mahrum bıraktı, beni de hiddete getirdi. Halbuki burada bazı adamlar vardı, o onlara ehemmiyet vermiyordu. Sonra edepsizliklerde ve köydeki hayat-ı içtimaiyeye zehir verecek surette bulundukları vakit, onlara iltifat etmeye ve takdir etmeye başladı. | ||
Hem malûmdur ki: Zindanda yüz cinayeti bulunan bir adam, nezarete memur zabit olsun, nefer olsun, her zaman onlarla görüşebilir. Halbuki bir senedir hem âmir hem nezarete memur hükûmet-i milliyece iki mühim zat kaç defa odamın yanından geçtikleri halde, kat’â ve aslâ ne benim ile görüştüler ve ne de halimi sordular. Ben evvel zannettim ki adâvetlerinden yanaşmıyorlar. Sonra tahakkuk etti ki evhamlarından… Güya ben onları yutacağım gibi kaçıyorlar. | Hem malûmdur ki: Zindanda yüz cinayeti bulunan bir adam, nezarete memur zabit olsun, nefer olsun, her zaman onlarla görüşebilir. Halbuki bir senedir hem âmir hem nezarete memur hükûmet-i milliyece iki mühim zat kaç defa odamın yanından geçtikleri halde, kat’â ve aslâ ne benim ile görüştüler ve ne de halimi sordular. Ben evvel zannettim ki adâvetlerinden yanaşmıyorlar. Sonra tahakkuk etti ki evhamlarından… Güya ben onları yutacağım gibi kaçıyorlar. | ||
844. satır: | 837. satır: | ||
Eski Said yok, Yeni Said ise ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görüyor. Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar! Mahkeme-i kübrada onlarla muhakeme olacağız der, sükût eder. | Eski Said yok, Yeni Said ise ehl-i dünya ile konuşmayı manasız görüyor. Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar! Mahkeme-i kübrada onlarla muhakeme olacağız der, sükût eder. | ||
Adem-i müracaatımın sebeplerinden sekizincisi: “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir adâvet olduğu” kaidesince, âdil olan kader-i İlahî, lâyık olmadıkları halde meylettiğim şu ehl-i dünyanın zalim eliyle beni tazip ediyor. Ben de bu azaba müstahakım deyip sükût ediyordum. | '''Adem-i müracaatımın sebeplerinden sekizincisi:''' “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir adâvet olduğu” kaidesince, âdil olan kader-i İlahî, lâyık olmadıkları halde meylettiğim şu ehl-i dünyanın zalim eliyle beni tazip ediyor. Ben de bu azaba müstahakım deyip sükût ediyordum. | ||
Çünkü Harb-i Umumî’de Gönüllü Alay Kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu Kumandanı ve Enver Paşa takdiratı altında kıymettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim. Yaralanıp esir düştüm. Esaretten geldikten sonra Hutuvat-ı Sitte gibi eserlerimle kendimi tehlikeye atıp İngilizlerin İstanbul’a tasallutu altında, İngilizlerin başlarına vurdum. Şu beni işkenceli ve sebepsiz esaret altına alanlara yardım ettim. İşte onlar da bana, o yardım cezasını böyle veriyorlar. Üç sene Rusya’da esaretimde çektiğim zahmet ve sıkıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler. | Çünkü Harb-i Umumî’de Gönüllü Alay Kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu Kumandanı ve Enver Paşa takdiratı altında kıymettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim. Yaralanıp esir düştüm. Esaretten geldikten sonra Hutuvat-ı Sitte gibi eserlerimle kendimi tehlikeye atıp İngilizlerin İstanbul’a tasallutu altında, İngilizlerin başlarına vurdum. Şu beni işkenceli ve sebepsiz esaret altına alanlara yardım ettim. İşte onlar da bana, o yardım cezasını böyle veriyorlar. Üç sene Rusya’da esaretimde çektiğim zahmet ve sıkıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler. | ||
864. satır: | 857. satır: | ||
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى | اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى | ||
Said Nursî | '''Said Nursî''' | ||
<nowiki>*</nowiki> * * | <nowiki>*</nowiki> * * |
düzenleme