On Beşinci Söz/ar: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("وكذا، بناءً على إشارة بعض الروايات والآثار، وبمقتضى حكمة انتظام العالم يصح القول: إنّ قسما من الأجسام السيّارة ابتداءً من الكواكب السيارة وانتهاءً بالقطرات الدقيقة، مراكب لقسم من الملائكة، فهم يركبون تلك الأجسام -بإذن إلهي- ويتجولون في عالم الشهادة..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    (Kaynak sayfanın yeni sürümü ile eşleme için güncelleniyor)
     
    (2 kullanıcıdan 19 ara revizyon gösterilmiyor)
    1. satır: 1. satır:
    <languages/>
    <languages/>
       
       
    <span id="On_Beşinci_Söz"></span>
    = الكلمة الخامسة عشرة =


    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
    29. satır: 27. satır:
    </ref>) وانتهاءً بالذباب والبعوض في الأرض، طيارات لجنس من الأرواح، تدخل تلك الأرواح في أجوافها باسم الله «الحق» وتشاهدُ عالم الجسمانيات، وتُطلُّ من نوافذ حواسِ تلك المخلوقات مشاهدةَ معجزاتِ الفطرة الجسمانية.
    </ref>) وانتهاءً بالذباب والبعوض في الأرض، طيارات لجنس من الأرواح، تدخل تلك الأرواح في أجوافها باسم الله «الحق» وتشاهدُ عالم الجسمانيات، وتُطلُّ من نوافذ حواسِ تلك المخلوقات مشاهدةَ معجزاتِ الفطرة الجسمانية.


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فالخالق الكريم الذي يخلق باستمرار من التراب الكثيف والماء العكر مخلوقاتٍ ذوات إدراك منورة، وحياة نورانية لطيفة، لا ريب أن له مخلوقاتٍ ذوات إدراك وشعور يخلقها من بحر النور بل من بحر الظلمات، مما هو أليق للروح والحياة وأنسب لهما. بل هي موجودة بكثرة هائلة.
    Elbette kesafetli topraktan ve küdûretli sudan mütemadiyen letafetli hayatı ve nuraniyetli zevi’l-idraki halk eden Hâlık’ın, elbette ruha ve hayata münasip şu nur denizinden ve hattâ zulmet bahrinden bir kısım zîşuur mahlukları vardır. Hem çok kesretli olarak vardır. Melâike ve ruhaniyatın vücudlarına dair “Nokta” namında bir risalemde ve Yirmi Dokuzuncu Söz’de iki kere iki dört eder derecesinde bir kat’iyetle ispat edilmiştir. Eğer istersen ona müracaat et.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    === İkinci Basamak: ===
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Zemin ile gökler, bir hükûmetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardırlar. Ortalarında ehemmiyetli irtibat ve mühim muameleler vardır. Zemine lâzım olan ziya, hararet ve bereket ve rahmet gibi şeyler semadan geliyor, yani gönderiliyor. Vahye istinad eden bütün edyan-ı semaviyenin icmaı ile ve şuhuda istinad eden bütün ehl-i keşfin tevatürüyle melâike ve ervah, semadan zemine geliyorlar.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bundan, hisse karib bir hads-i kat’î ile bilinir ki sekene-i arz için semaya çıkmak için bir yol vardır. Evet, nasıl herkesin akıl ve hayal ve nazarı her vakit semaya gider. Öyle de ağırlıklarını bırakan ervah-ı enbiya ve evliya veya cesetlerini çıkaran ervah-ı emvat, izn-i İlahî ile oraya giderler. Madem hiffet ve letafet bulanlar oraya giderler. Elbette cesed-i misalî giyen ve ervah gibi hafif ve latîf bir kısım sekene-i arz ve hava, semaya gidebilirler.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    === Üçüncü Basamak: ===
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Semanın sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttıradı ve vüs’at ve nuraniyeti gösterir ki sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki bütün ahalisi mutîdirler. Ne emrolunsa onu işlerler. Müzahame ve münakaşayı icab edecek bir sebep yoktur. Zira memleket geniş, fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Evet, zeminde ezdad içtima etmiş, eşrar ahyara karışmış, içlerinde münakaşat başlamış; o sebepten ihtilafat ve ızdırabat düşmüş ve ondan imtihanat ve müsabakat teklif edilmiş ve ondan terakkiyat ve tedenniyat çıkmış. Şu hakikatin hikmeti şudur ki:
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Beşer, şecere-i hilkatin en son cüzü olan meyvesidir. Malûmdur ki bir şeyin semeresi en uzak en cem’iyetli en nazik en ehemmiyetli cüzüdür. İşte bunun için semere-i âlem olan insan en câmi’ en bedî’ en âciz en zayıf ve en latîf bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşiği ve meskeni olan zemin, âsumana nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber manen ve sanaten bütün kâinatın kalbi, merkezi, bütün mu’cizat-ı sanatın meşheri, sergisi ve bütün tecelliyat-ı esmasının mazharı, nokta-i mihrakıyesi ve nihayetsiz faaliyet-i Rabbaniyenin mahşeri ve ma’kesi ve hadsiz hallakıyet-i İlahiyenin, hususan nebatat ve hayvanatın kesretli enva-ı sağiresinde cevvadane icadın medar ve çarşısı ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta numunegâhı ve mensucat-ı ebediyenin süratle işleyen tezgâhı ve menazır-ı sermediyenin süratle değişen taklitgâhı ve besatin-i daimenin tohumcuklarına süratle sümbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    İşte arzın '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Evet, küre-i arz küçüklüğüyle beraber semavata karşı gelebilir. Çünkü nasıl ki daimî bir çeşme, vâridatsız büyük bir gölden daha büyük denilebilir. Hem bir ölçek ile bir şey ölçerek başka yere nakledilen ve onun elinden geçmiş ve ona girmiş çıkmış bir mahsulatla, zâhiren binler defa ölçekten büyük ve dağ gibi bir cisimle o ölçek muvazeneye çıkabilir. <br> Aynen öyle de küre-i arz, Cenab-ı Hak onu sanatına bir meşher ve icadına bir mahşer ve hikmetine medar ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve cennetine mezraa ve hadsiz kâinata ve mahlukat âlemlerine ölçek ve mazi denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çeşme hükmünde icad etmiş. Her sene kat kat ve katmerli yüz bin tarzda, masnuattan dokunmuş gömleklerini değiştirdiği ve çok defa dolup maziye boşaltarak gayb âlemine döktüğü bütün o müteceddid âlemleri ve arzın müteaddid gömleklerini nazara al, yani bütün mazisini hazır farz et. Sonra yeknesak ve bir derece basit semavata karşı muvazene et. Göreceksin ki arz, ziyade gelmezse noksan da kalmaz. İşte رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  sırrını anla. </ref>)'''bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san’aviyesindendir ki Kur’an-ı Hakîm, semavata nisbeten, büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semavata denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor. Müker­reren رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ der.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Hem arzın şu mezkûr hikmetlerden neş’et eden süratli tahavvülü ve devamlı tagayyürü iktiza eder ki sekenesi de ona göre mazhar-ı tahavvülat olsun. Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur. Enbiyadan, evliyadan tut tâ nemrutlara tâ şeytanlara kadar uzun bir meydan-ı imtihanları peyda olmuştur. Madem öyledir, elbette firavunlaşmış şeytanlar, hadsiz şeraretiyle semaya ve ehline taş atacaklar.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    === Dördüncü Basamak: ===
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bütün âlemlerin Rabb’i ve Müdebbir’i ve Hâlık’ı olan Zat-ı Zülcelal’in, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve unvanları ve esma-i hüsnası vardır. Mesela, Ashab-ı Nebi safında küffara karşı muharebe etmek için melâikeleri göndermesini iktiza eden hangi isim ve unvan ise o isim ve unvan iktiza eder ki melâike ile şeyatîn ortasında muharebe bulunsun ve ahyar-ı semaviyyîn ve eşrar-ı arzîn mabeynlerinde mübareze olsun. Evet, küffarın nüfus ve enfasları kabza-i kudretinde olan Kadîr-i Zülcelal, bir emir ile bir sayha ile onları mahvetmiyor. Rububiyet-i âmme unvanıyla, Hakîm ve Müdebbir ismiyle bir meydan-ı imtihan ve mübareze açıyor.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Temsilde hata olmasın, görüyoruz ki nasıl ki bir padişahın daire-i hükûmeti itibarıyla ayrı ayrı pek çok unvanları, isimleri bulunur. Mesela, daire-i adliye onu “hâkim-i âdil” namıyla yâd eder. Daire-i askeriye onu “kumandan-ı a’zam” namıyla bilir. Daire-i meşihat onu “halife” ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu “sultan” namıyla tanır. Mutî ahali ona “merhametkâr padişah” derler. Âsi insanlar ona “kahhar hâkim” derler. Daha bunlara kıyas et. İşte bazı vakit oluyor ki bütün ahali onun elinde olan o padişah-ı âlî; âciz, zelil bir âsiyi bir emir ile idam etmiyor. Belki “hâkim-i âdil” ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir hem sadık bir memurunu taltife liyakatini biliyor. Fakat hususi ilmiyle, hususi telefonuyla onu taltif etmiyor. Belki haşmet-i saltanat ve tedbir-i hükûmet unvanıyla mükâfata istihkakını teşhir etmek için bir meydan-ı müsabaka açar. Vezirine emreder, ahaliyi temaşaya davet eder. Bir istikbal-i siyasî yaptırır. Muhteşem bir imtihan-ı ulvi neticesinde, bir mecma-ı âlîde onu taltif eder, liyakatini ilan eder. Daha başka cihetleri bunlara kıyas et.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فإن شئت فراجع رسالة «نقطة من نور معرفة الله جلّ جلاله» و«الكلمة التاسعة والعشرين» فيما يخصُّ إثباتَ وجود الملائكة والروحانيات. فقد أثبتنا وجودهم إثباتا جازما قاطعا.
    İşte وَ لِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى ezel ve ebed Sultanı’nın pek çok esma-i hüsnası vardır. Tecelliyat-ı celaliye ve tezahürat-ı cemaliye ile pek çok şuunatı ve unvanları vardır. Nur ve zulmet, yaz ve kış, cennet ve cehennemin vücudunu iktiza eden isim ve unvan ve şe’n ise kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü kanun-u mübarezenin dahi bir derece ta’mimini isterler. Kalp etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfakında melâike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <span id="İkinci_Basamak:"></span>
    === Beşinci Basamak: ===
    === المرتبة الثانية ===
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    إن الأرض والسماوات ذاتُ علاقةٍ بعضها ببعض، كعلاقة مملكتين لدولة واحدة، فبينهما ارتباط وثيق ومعاملات مهمة، فما هو ضروري للأرض من الضياء والحرارة والبركة والرحمة وما شابهها تأتي كلُّها من السماء إلى الأرض، أي تُرسل من هناك.
    Madem arzdan semaya gidip gelmek var. Semadan arza inip çıkmak oluyor. Ehemmiyetli levazımat-ı arziye, oradan gönderiliyor. Ve madem ervah-ı tayyibeler semaya gidiyorlar. Elbette ervah-ı habîse dahi ahyarı takliden semavat memleketine gitmeye teşebbüs edecekler. Çünkü vücudca letafet ve hiffetleri var. Hem şüphesiz tard ve reddedilecekler. Çünkü mahiyetçe şeraret ve nühusetleri vardır.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    كذلك فبإجماع جميع الأديان السماوية المستندة إلى الوحي الإلهي، وبالتواتر الحاصل من شهود جميع أهل الكشف، إنّ الملائكة والروحانياتِ يأتون من السماء إلى الأرض. فبالحدس القطعي -أقرب إلى الاستشعار والإحساس- إنّ لسكنة الأرض طريقا يصعدون بها إلى السماء. إذ كما يرنو عقل كل فرد وخياله ونظره إلى السماء في كل حين، كذلك أرواح الأنبياء والأولياء الذين خفّوا بوضع أثقالهم، وأرواح الأموات الذين خلعوا أجسادهم يصعدون بإذن إلهيّ إلى السماء. وحيث إن الذين خفّوا ولطفوا يذهبون إلى هناك، فلابدَّ أن الذين يلبسون جسدا مثاليا، واللطيفين الخفيفين لطافة الروح وخفتها من سكنة الأرض والهواء يمكنهم الذهاب إلى السماء.
    Hem bilâ-şek velâ şüphe, şu muamele-i mühimmenin ve şu mübareze-i maneviyenin âlem-i şehadette bir alâmeti, bir işareti bulunacaktır. '''Çünkü saltanat-ı rububiyetin hikmeti iktiza eder ki zîşuur için bâhusus en mühim vazifesi müşahede ve şehadet ve dellâllık ve nezaret olan insan için tasarrufat-ı gaybiyenin mühimlerine bir işaret koysun, birer alâmet bıraksın.''' Nasıl ki nihayetsiz bahar mu’cizatına yağmuru işaret koymuş ve havârık-ı sanatına esbab-ı zâhiriyeyi alâmet etmiş. Tâ âlem-i şehadet ehlini işhad etsin. Belki o acib temaşaya, umum ehl-i semavat ve sekene-i arzın enzar-ı dikkatlerini celbetsin. Yani o koca semavatı, etrafında nöbettarlar dizilmiş, burçları tezyin edilmiş bir kale hükmünde, bir şehir suretinde gösterip haşmet-i rububiyetini tefekkür ettirsin.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <span id="Üçüncü_Basamak:"></span>
    Madem şu mübareze-i ulviyenin ilanı, hikmeten lâzımdır. Elbette ona bir işaret vardır. Halbuki hâdisat-ı cevviye ve semaviye içinde şu ilana münasip hiçbir hâdise görünmüyor. Bundan daha ensebi yoktur. Zira yüksek kalelerin muhkem burçlarından atılan mancınıklar ve işaret fişeklerine benzeyen şu hâdisat-ı necmiye, bu recm-i şeytana ne kadar enseb düştüğü bedaheten anlaşılır. Halbuki şu hâdisenin, bu hikmetten ve şu gayeden başka ona münasip bir hikmeti bilinmiyor. Sair hâdisat öyle değil. Hem şu hikmet, zaman-ı Âdem’den beri meşhurdur ve ehl-i hakikat için meşhuddur.
    === المرتبة الثالثة ===
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    إن سكون السماء وسكوتَها وانتظامَها واطرادَها ووسعَتها ونورانيتَها يدل على أن أهلها ليسوا كأهل الأرض، بل كلُّ أهل السماء مطيعون يفعلون ما يؤمَرون، فليس هناك ما يوجب المزاحمة والاختلافات، لأنّ المملكة واسعة فسيحة جدا، وهم مفطورون على الصفاء والنقاء، معصومون لا ذنب لهم، ومقامهم ثابت بخلاف الأرض التي فيها اجتماع الأضداد واختلاط الأشرار بالأبرار،
    === Altıncı Basamak: ===
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar. İşte bunun için Kur’an-ı Kerîm, öyle i’cazkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bâhir üsluplarla ve öyle gâlî ve zâhir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tuğyandan zecreder ki kâinatı titretir. Mesela:
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız, meseline işaret eden يَا مَع۟شَرَ ال۟جِنِّ وَال۟اِن۟سِ اِنِ اس۟تَطَع۟تُم۟ اَن۟ تَن۟فُذُوا مِن۟ اَق۟طَارِ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ فَان۟فُذُوا لَا تَن۟فُذُونَ اِلَّا بِسُل۟طَانٍ ۝ فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ۝ يُر۟سَلُ عَلَي۟كُمَا شُوَاظٌ مِن۟ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلَا تَن۟تَصِرَانِ ۝â yetindeki azametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et. Nasıl, ins ve cinnin gayet mağrurane temerrüdlerini, gayet mu’cizane bir belâgatla kırar. Aczlerini ilan eder. Saltanat-ı rububiyetin genişliği ve azameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçare olduklarını gösterir. Güya şu âyetle hem وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ  âyetiyle böyle diyor ki:
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    “Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zîşan’ın evamirine karşı geliyorsunuz ki yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal’e karşı mübareze ediyorsunuz ki öyle azametli mutî askerleri var, faraza şeytanlarınız dayanabilseler onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelal’in memleketinde isyan ediyorsunuz ki ibadından ve cünudundan öyleleri var ki değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şüvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar. Gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler.”
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Evet, Kur’an’da bazı mühim tahşidat vardır ki düşmanların kuvvetli olduğundan ileri gelmiyor. Belki haşmetin izharı ve düşman şenaatinin teşhiri gibi sebeplerden ileri geliyor.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Hem bazen kemal-i intizamı ve nihayet-i adli ve gayet-i hilmi ve kuvvet-i hikmeti göstermek için en büyük ve kuvvetli esbabı, en küçük ve zayıf bir şeye karşı tahşid eder ve üstünde tutar; düşürtmez, tecavüz ettirmez. Mesela, şu âyete bak: وَاِن۟ تَظَاهَرَا عَلَي۟هِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَو۟لٰيهُ وَجِب۟رٖيلُ وَصَالِحُ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ وَال۟مَلٰٓئِكَةُ بَع۟دَ ذٰلِكَ ظَهٖيرٌ
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Ne kadar Nebi hakkına hürmet ve ne kadar ezvacın hukukuna merhamet var. Şu mühim tahşidat, yalnız hürmet-i Nebinin azametini ve iki zaîfenin şekvalarının ehemmiyetini ve haklarının riayetini rahîmane ifade etmek içindir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    === Yedinci Basamak: ===
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Melekler ve semekler gibi yıldızların dahi gayet muhtelif efradları vardır. Bir kısmı nihayet küçük, bir kısmı gayet büyüktür. Hattâ gökyüzünde her parlayana “yıldız” denilir. İşte bu yıldız cinsinden bir nev’i de nâzenin sema yüzünün murassa ziynetleri ve o ağacın münevver meyveleri ve o denizin müsebbih balıkları hükmünde; Fâtır-ı Zülcelal, Sâni’-i Zülcemal onları yaratmış ve meleklerine mesireler, binekler, menziller yapmıştır. Ve yıldızların küçük bir nevini de şeyatînin recmine âlet etmiş. İşte bu recm-i şeyatîn için atılan şahapların üç manası olabilir:
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    مما ولّد الاختلافات المؤدية إلى الاضطرابات والقلاقل والمشاجرات. وانفتح بذلك باب الامتحان والمسابقة وظهرت مراتب الرُّقي ودركاتِ التدني.
    '''Birincisi:''' Kanun-u mübareze, en geniş dairede dahi cereyan ettiğine remiz ve alâmettir.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    وحكمة هذه الحقيقة هي أن الإنسان هو الثمرة النهائية لشجرة الخِلْقة، ومن المعلوم أن الثمرة هي أبعدُ أجزاء الشجرة وأجمعها وألطفها، لذا فالإنسان هو ثمرة العالم، وأجمع وأبدع مصنوعات القدرة الربانية، وأكثرها عجزا وضعفا ولطفا.
    '''İkincisi:''' Semavatta hüşyar nöbettarlar, mutî sekeneler var. Arzlı şerirlerin ihtilatından ve istima’larından hoşlanmayan cünudullah bulunduğuna ilan ve işarettir.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ومن هنا فإن مهد هذا الإنسان ومسكنه -وهو الأرض- كفء للسماء معنىً وصنعةً. ومع صِغر الأرض وحقارتها بالنسبة إلى السماء فهي قلبُ الكون ومركزه.. ومشهرُ جميعِ معجزات الصنعة الربانية.. ومظهرُ جميع تجليات الأسماء الحسنى وبؤرتها.. ومعكس الفعاليات الربانية المطلقة ومحشرها.. وسوق عرض المخلوقات الإلهية بجود مطلق، ولاسيّما عرضُها لكثرة كاثرة من النباتات والحيوانات.. وهي نموذج مصغّر لما يعرض في عوالم الآخرة من مصنوعات.. و مصنع يعمل بسرعة فائقة لإنتاج المنسوجات الأبدية والمناظر السرمدية المتبدلة بسرعة.. وهي مزرعة ضيقة مؤقتة لاستنبات بذور البساتين الدائمة الخالدة.
    '''Üçüncüsü:''' Muzahrefat-ı arziyenin mümessilât-ı habîseleri olan casus şeytanları, temiz ve temizlerin meskeni olan semayı telvis etmemek ve nüfus-u habîse hesabına tecessüs ettirmemek için edepsiz casusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvab-ı semadan o şahaplarla red ve tarddır.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ومن هذه العظمة المعنوية للأرض (<ref>
    İşte yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimat eden ve Kur’an güneşinden gözünü yuman kozmoğrafyacı efendi! Şu yedi basamaklarda işaret edilen hakikatlere birden bak. Gözünü aç, kafa fenerini bırak, gündüz gibi i’caz ışığı içinde şu âyetin manasını gör! O âyetin semasından bir hakikat yıldızı al, senin başındaki şeytana at, kendi şeytanını recmet! Biz dahi etmeliyiz ve رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِن۟ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ beraber demeliyiz. فَلِلّٰهِ ال۟حُجَّةُ ال۟بَالِغَةُ وَ ال۟حِك۟مَةُ ال۟قَاطِعَةُ
    نعم، إن الأرض مع صغرها يمكن أن تعدل السماوات، لأنه يصح القول: إن نبعا دائم العطاء هو أكبر من بحيرة لا يجنى منها شيء. ثم إنه إذا كيل شيء ما بمكيال، ووضع جانبا، ثم كيلت محاصيله بالمكيال نفسه، ووضعت إلى جانب آخر، فمهما كانت هذه المواد أضخم وأكبر من المكيال نفسه، ولو بألوف المرات ظاهرا، إلّا أن المكيال يمكن أن يعادل ذلك الجسم ويقارن معه.<br>
    </div>
    كذلك الأرض، فقد خلقها سبحانه وتعالى: مشهر صنعته، محشر إيجاده، مدار حكمته، مظهر قدرته، مزهر رحمته، مزرعة جنته، مكيل الموجودات -أي وحدة قياس لعوالم المخلوقات- وخلقها نبعا فياضا تسيل منه «الموجودات» إلى بحار الماضي وإلى عالم الغيب. وخلقها بحيث يبدّل عليها سنويا أثوابها المنسوجة ببدائع صنعه، يبدلها الواحدة تلو الأخرى، بمئات الألوف من الأنواع والأشكال.<br>
    والآن خذ أمام نظرك تلك العوالم الكثيرة التي تصب في عالم الغيب، وتلك الأثواب الكثيرة جدا التي تلبسها الأرض وتنزعها، أي افترض جميع ما في الأرض حاضرا، ثم قابلها مع السماوات التي هي على وتيرة واحدة، وبساطة غير معقدة، ووازن بينهما، تر أن الأرض، إن لم تثقل على كفة السماوات فلا تبقى قاصرة عنها. ومن هنا تفهم سر الآية الكريمة: ﴿ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ﴾ . (المؤلف)
    </ref>) وأهميتها من حيث الصنعة، جعلها القرآن الكريم كُفؤا للسماوات وعدلا لها، مع أنها بالنسبة للسماوات كالثمرة الصغيرة بشجرتها الضخمة، فيجعلها في كفةٍ والسماوات في كفة أخرى، فيكرر الآية الكريمة ﴿ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ﴾.


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ثم إن تحول الأرض السريع، وتغيّرها الدائم -بناء على هذه الحكم المذكورة- يقتضي أن تطرأ على أهليها أيضا تحولات مماثلة لها. وكذا إن الأرض مع محدوديتها، نالتْ من تجليات القدرة الإلهية المطلقة، وذلك بعدم تحديد قوى أهليها ذوي الشأن وهما الجن والإنس؛ بحدّ فطري أو قيدٍ خلقي كما هو في سائر ذوي الحياة. لذا غدت الأرض معرضا لرقيٍّ لا نهاية له ولتدنٍ لا غاية له. فابتداءً من الأنبياء والأولياء وانتهاءً بالنماردة الطغاة والشياطين ميدان واسع جدا للامتحان والاختبار.
    سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ولما كان الأمر هكذا فإنّ الشياطين المتفرعنة ستقذف السماء وأهلها بشراراتها غيرِ المحدودة.
    == On Beşinci Söz’ün Zeyli ==
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <span id="Dördüncü_Basamak:"></span>
    '''Yirmi Altıncı Mektup’un Birinci Mebhası'''
    === المرتبة الرابعة ===
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    إنّ لرب العالمين وخالِقها ومدبِّر أمرها ذي الجلال والإكرام، أسماءً حسنى كثيرة، متغايرةً أحكامُها، متفاوتةً عناوينُها. فالاسم والعنوان والصفة التي تقتضي إرسال الملائكة للقتال في صف الصّحابة الكرام مع الرسول ﷺ لدى محاربة الكفار، (<ref>
    بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
    انظر: أبو يعلى، المسند ٣٧٩/١؛ الحاكم، المستدرك ٧٢/٣؛ ابن سعد، الطبقات الكبرى ١٦/٢.
    </div>
    </ref>) هو الاسم نفسه والعنوان نفسُه والصفة نفسُها التي تقتضي أن تكون هناك محاربة بين الملائكة والشياطين، وأن تكون هناك مبارزة بين السماويين الأخيار والأرضيين الأشرار.


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    إنّ القدير الجليل المالك لأرواح الكفار وأنفاسهم ونفوسهم في قبضة قدرته لا يُفنيهم بأمر منه، ولا بصيحة، بل يَفتح ميدان امتحان ومبارزة، بعنوان الربوبية العامة، وبأسمائه الحسنى «الحكيم»، «المدبّر».
    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فمثلا -ولا مشاحة في الأمثال-: نرى أنّ السلطان له عناوينُ مختلفة وأسماء متنوعة حسبَ دوائر حكومته، فالدائرة العدلية تعرفه باسم «الحاكم العادل»، والدائرة العسكرية تعرفه باسم «القائد العام»، بينما دائرة المشيخة تذكره باسم «الخليفة»، والدائرة الرسمية تعرفه باسم «السلطان»، والأهلون المطيعون للسلطان يذكرونه باسم «السلطان الرحيم»، بينما العصاة يقولون: إنه «الحاكم القهار». وقِسْ على هذا، فإنّ ذلك السلطان الجليل المالك لناصية الأهلين كافةً، لا يعدم بأمرٍ منه شخصا عاجزا عاصيا ذليلا، بل يسوقه إلى المحكمة باسم الحاكم العادل، ثم إن ذلك السلطان الجليل لا يلتفت التفاتةَ تكريمٍ إلى أحدٍ من موظفيه الجديرين بها حَسَبَ علمه به ولا يكرمه بهاتفه الخاص. بل يفتح ميدان مسابقة، ويُهيئ له استقبالا رسميا، يأمر وزيره ويدعو الأهلين إلى مشاهدة المسابقة، ثم يكافئ ذلك الموظفَ بعنوان هيئة الدولة وإدارة الحكومة، فيعلن مكافأتَه في ذلك الميدان نظيرَ استقامته، أي يكرمه ويتفضل عليه أمام جموع غفيرة من أشخاص سامين، بعد امتحان مهيب، لإثبات جَدارته أمامهم.
    وَاِمَّا يَن۟زَغَنَّكَ مِنَ الشَّي۟طَانِ نَز۟غٌ فَاس۟تَعِذ۟ بِاللّٰهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    وهكذا -ولله المثل الأعلى- فللّه سبحانه وتعالى أسماء حسنى كثيرة، وله شؤون وعناوين كثيرة جدا، وله تجليات جلالية وظواهر جمالية. فالاسم والعنوان والشأن الذي يقتضي وجودَ النور والظلام، والصيف والشتاء، والجنة والنار، يقتضي شمول قانون المبارزة نوعا ما وتعميمه أيضا كقانون التناسل وقانون المسابقة وقانون التعاون كأمثاله من القوانين العامة الشاملة أي يقتضي شمول قانون المبارزة ابتداءً من المبارزة بين الإلهامات والوساوس الدائرة حول القلب وانتهاءً إلى المبارزة الحاصلة بين الملائكة والشياطين في آفاق السماوات.
    '''Hüccetü’l-Kur’an Ale’ş-şeytan ve Hizbihi'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <span id="Beşinci_Basamak:"></span>
    İblisi ilzam, şeytanı ifham (إفحام), ehl-i tuğyanı iskât eden Birinci Mebhas; bîtarafane muhakeme içinde şeytanın müthiş bir desisesini kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemaat’ta yazmıştım. Şöyle ki:
    === المرتبة الخامسة ===
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    لما كان هناك ذهاب من الأرض إلى السماء والعودة منها، فالنـزول من السماء والصعود إليها وَارِد أيضا، بل اللوازم والضروريات الأرضية تُرسل من هناك. وحيث إن الأرواح الطيبة تنطلق إلى السماء من الأرض، فلابدَّ أن تتشبث الأرواح الخبيثة وتحاول تقليد الطيبين منها في الذهاب إلى السماوات، وذلك للطافتها وخفتها، ولابد ألّا يقبلها أهل السماء، بل يطردونها لما في طبعها من شؤم وشر.
    Bu risalenin telifinden on bir sene evvel ramazan-ı şerifte İstanbul’da Bayezid Cami-i Şerifi’nde hâfızları dinliyordum. Birden şahsını görmedim fakat manevî bir ses işittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ثم لابد من وجود علامة على هذه المعاملة المهمة وهذه المبارزة المعنوية في عالم الشهادة، لأن عظمة الربوبية تقتضي أن تضع إشارة على التصرفات الغيبية الإلهية المهمة وعلامة عليها ليبصرها ذوو الإدراك والشعور ولاسيّما الإنسان الحامل لأجلِّ وظيفة وهي المشاهدة والشهادة والدعوة والإشراف. فكما أنه سبُحانه قد جعل المطر إشارةً إلى معجزات الربيع، وجعل الأسباب الظاهرة علامةً على خوارق صنعته، جاعلا أهل عالم الشهادة شاهدين عليها؛ فلا ريب أنه يجلب أنظار جميع أهل السماء وأهل الأرض إلى ذلك المشهد العظيم العجيب، فيظهر تلك السماء العظيمة كالقلعة الحصينة التي زينت بروجها بحراس مصطفين حولها، أو كالمدينة العامرة التي تُشوِّقُ أهل الفكر إلى التأمل فيها.
    '''Baktım ki bana der:'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فمادام إعلانُ هذه المبارزة الرفيعة ضرورية تقتضيها الحكمة، فلابد من وجود إشارة عليها. بينما لا تشاهد أيَّة حادثة كانت ضمن الحادثات الجوية والسماوية تلائم هذا الإعلان وتناسبه. فإن ما ذكرناه إذن هو أنسب علامة عليها، لأن الحادثات النجمية، من رمي الشهب الشَّبِيهِ برمي المجانيق، وإطلاق طلقات التنوير من القلاع العالية وبروجها الحصينة، مما يفهم بداهةً مدى مناسبتها وملاءمتها برجم الشياطين بالشهب، مع أنه لا تعرف لهذه الحادثة (رجم الشياطين) غير هذه الحكمة، ولا تعرف لها غاية تناسبها غير التي ذكرناها، فضلا عن أن رجم الشياطين حادثة مشهورة منذ زمن سيدنا آدم عليه السلام ومشهودة لدى أهل الحقيقة، خلاف الحادثات الأخرى.
    Sen Kur’an’ı pek âlî, çok parlak görüyorsun. Bîtarafane muhakeme et, öyle bak. Yani bir beşer kelâmı farz et, bak. Acaba o meziyetleri, o ziynetleri görecek misin?
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <span id="Altıncı_Basamak:"></span>
    Hakikaten ben de ona aldandım. Beşer kelâmı farz edip öyle baktım. Gördüm ki nasıl Bayezid’in elektrik düğmesi çevrilip söndürülünce ortalık karanlığa düşer. Öyle de o farz ile Kur’an’ın parlak ışıkları gizlenmeye başladı. O vakit anladım ki benim ile konuşan şeytandır. Beni vartaya yuvarlandırıyor. Kur’an’dan istimdad ettim. Birden bir nur kalbime geldi. Müdafaaya kat’î bir kuvvet verdi. O vakit şöylece şeytana karşı münazara başladı.
    === المرتبة السادسة ===
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    لما كان الإنس والجن يحملان استعدادا لا نهاية له للشر والجحود، فهما قادران على تمرد وطغيان لا نهاية لهما، لذا يزجر القرآن الكريم ببلاغته المعجزة، وبأساليب باهرة سامية ويضرب الأمثال الرفيعة القيمة ويذكر مسائل دقيقة، يزجر بها الإنس والجن من الطغيان والعصيان زجرا عنيفا يهزّ الكون كلَّه.
    '''Dedim:'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فمثلا قوله تعالى: ﴿ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ ❀ فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ❀ يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِۚ  ﴾ (الرحمن:٣٣-٣٥).
    Ey şeytan! Bîtarafane muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Halbuki hem senin hem insandaki senin şakirdlerin, dediğiniz bîtarafane muhakeme ise taraf-ı muhalifi iltizamdır, bîtaraflık değildir. Muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’an’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafane değildir, belki bâtıla tarafgirliktir.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    تأمَّلْ النذيرَ العظيم والتهديد المريع والزجر العنيف في هذه الآية، وكيف تكسر تمرد الجن والإنس ببلاغة معجزة، معلنةً عجزهما، مبينةً مدى ما فيهما من ضعف أمام عظمة سلطانه وسعة ربوبيته جلّ وعلا. فكأن الآية الكريمة، وكذا الآية الأخرى ﴿ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ ﴾ (الملك:٥) تخاطبان هكذا:
    '''Şeytan dedi ki:'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    «أيها الإنس والجان، أيها المغرورون المتمردون، المتوحلون بعجزهم وضعفهم! أيها المعاندون الجامحون المتمرغون في فقرهم وضعفهم إنكم إن لم تطيعوا أوامري، فهيّا اخرجوا من حدود ملكي وسلطاني إن استطعتم! فكيف تتجرؤون إذَن على عصيان أوامر سلطان عظيم؛ النجوم والأقمار والشموس في قبضته، تأتمر بأوامره، كأنها جنود متأهبون.. فأنتم بطغيانكم هذا إنما تبارزون حاكما عظيما جليلا له جنود مطيعون مهيبون يستطيعون أن يرجموا بقذائف كالجبال، حتى شياطينكم لو تحملت.. وأنتم بكفرانكم هذا إنما تتمردون في مملكة مالك عظيم جليل، له جنود عظام يستطيعون أن يقصفوا أعداءً كفرةً -ولو كانوا في ضخامة الأرض والجبال- بقذائف ملتهبة وشظايا من لهيب كأمثال الأرض والجبال، فيمزقونكم ويشتتونكم!. فكيف بمخلوقات ضعيفة أمثالكم؟.. وأنتم تخالفون قانونا صارما يرتبط به من له القدرة -بإذن الله- أن يمطر عليكم قذائف وراجماتٍ أمثال النجوم.
    Öyle ise ne Allah’ın kelâmı ne de beşerin kelâmı deme. Ortada farz et, bak.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    نعم إن في القرآن الكريم تحشيداتٍ ذاتَ أهمية بالغة، فهي ليست ناتجة من قوة الأعداء، بل من أســباب أخرى كإظهار عظمة الألوهية وفضــح العدو وشناعته.
    '''Ben dedim:'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ثم أحيانا تحشّد الآية الكريمة أعظم الأسباب وأقواها لأصغر شيء وأضعفه، وتقرن بينهما دون تجاوزٍ للضعيف، وذلك إظهارا لكمال الانتظام وغاية العدل ونهاية العلم وقوة الحكمة. فقوله تعالى ﴿ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ ﴾ (التحريم:٤)
    O da olamaz. Çünkü münâzaun fîh bir mal bulunsa eğer iki müddeî birbirine yakın ise ve kurbiyet-i mekân varsa; o vakit o mal, ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak. Hangisi ispat etse o alır. Eğer o iki müddeî birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağribde ise o vakit kaideten sahibü’l-yed kim ise onun elinde bırakılacaktır. Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    يبين مدى الاحترام اللائق الذي حظي به النبي الكريم ﷺ، ومدى الرحمة الواسعة التي تشمل حقوق الزوجات.
    İşte Kur’an kıymettar bir maldır. Beşer kelâmı Cenab-ı Hakk’ın kelâmından ne kadar uzaksa o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. İşte, serâdan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünkü vücud ve adem gibi ve nakîzeyn gibi iki zıttırlar. Ortası olamaz.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فهذه الحشود إنما تفيد إفادة رحيمة في إظهار عظمة النبي ﷺ وعلو مكانته عند الله وبيان أهمية شكوى زوجتين ضعيفتين ومدى الرعاية لحقوقهما.
    Öyle ise Kur’an için sahibü’l-yed, taraf-ı İlahîdir. Öyle ise onun elinde kabul edilip öylece delail-i ispata bakılacak. Eğer öteki taraf onun kelâmullah olduğuna dair bütün bürhanları birer birer çürütse elini ona uzatabilir. Yoksa uzatamaz. Heyhat! Binler berahin-i kat’iyenin mıhlarıyla arş-ı a’zama çakılan bu muazzam pırlantayı hangi el bütün o mıhları söküp o direkleri kesip onu düşürebilir?
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <span id="Yedinci_Basamak:"></span>
    İşte ey şeytan! Senin rağmına ehl-i hak ve insaf bu suretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ en küçük bir delilde dahi Kur’an’a karşı imanlarını ziyadeleştirirler.
    === المرتبة السابعة ===
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    تتباين النجوم فيما بينها تباينا كبيرا، كما هو الحال في الملائكة والأسماك، فمنها في غاية الصغر ومنها في غاية الكبر، حتى أطلق على كل ما يلمع في وجه السماء بالنجم.
    Senin ve şakirdlerinin gösterdiği yol ise: Bir kere beşer kelâmı farz edilse yani arşa bağlanan o muazzam pırlanta yere atılsa; bütün mıhların kuvvetinde ve çok bürhanların metanetinde bir tek bürhan lâzım ki onu yerden kaldırıp arş-ı manevîye çaksın. Tâ küfrün zulümatından kurtulup imanın envarına erişsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için senin desisen ile şu zamanda, bîtarafane muhakeme sureti altında çokları imanlarını kaybediyorlar.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    وهكذا فنوع من أنواع أجناس النجوم هو لتزيين وجه السماء اللطيف، وكأن الفاطرَ الجليل والصانع الجميل قد خلقها كالثمار النيرة لتلك الشجرة، أو كالأسماك المسبّحة لله لذلك البحر الواسع. وكالألوف من المنازل لملائكته، وخلق أيضا نوعا صغيرا من النجوم أداةً لرجم الشياطين.
    '''Şeytan döndü ve dedi:'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    فالشهب التي تُرسل لرجم الشياطين تحمل ثلاثة معانٍ:
    Kur’an beşer kelâmına benziyor. Onların muhaveresi tarzındadır. Demek, beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa ona yakışacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzı olacaktı. Onun sanatı nasıl beşer sanatına benzemiyor, kelâmı da benzememeli?
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    المعنى الأول: أنّه رمز وعلامة على جريان قانون المبارزة في أوسع دائرة من دوائر الوجود.
    '''Cevaben dedim:'''
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    المعنى الثاني: أنّ في السماوات حراسا يقظين وأهلين مطيعين، فهذه الشهب إشارة وإعلان عن امتعاض جنود الله من اختلاط الأرضيين الشريرين بهم واستراق السمع إليهم.
    Nasıl ki Peygamberimiz (asm) mu’cizatından ve hasaisinden başka, ef’al ve ahval ve etvarında beşeriyette kalıp beşer gibi âdet-i İlahiyeye ve evamir-i tekviniyesine münkad ve mutî olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker ve hâkeza… Her bir ahval ve etvarında hârikulâde bir vaziyet verilmemiş. Tâ ki ümmetine ef’aliyle imam olsun, etvarıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvarında hârikulâde olsa idi, bizzat her cihetçe imam olamazdı. Herkese mürşid-i mutlak olamazdı. Bütün ahvaliyle Rahmeten li’l-âlemîn olamazdı.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    المعنى الثالث: أن هذه الشهب وكأنها مجانيق وقذائف تنويرٍ هي لإرهاب جواسيسِ الشياطين الذين يسترقون السمع والذين يمثلون المساوئ الأرضية أسوأ تمثيل، وطردهم من أبواب السماء وذلك لئَلا يلوثوا السماء الطاهرة التي هي سكنى الطاهرين، وليحولوا بينهم وبين القيام بالتجسس لحساب النفوس الخبيثة.
    Aynen öyle de Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemale rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise beşerin muhaveratı ve üslubu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    أيها الفلكي المعتمد على عقله القاصر، الذي لا يتجاوز نورُه نورَ اليراعة! ويا من يُغمضُ عينَه عن نور شمس القرآن المبين! تأمَّلْ في هذه الحقائق التي تشير إليها هذه المراتب السبع، تأملها دفعةً واحدة، أبْصِرْ، دَعْ عنك بصيصَ عقلك، وشاهدْ معنى الآية الكريمة في نور إعجازها الواضح وضوحَ النهار، وخُذْ نجمَ حقيقة واحدة من سماء تلك الآية الكريمة واقذفْ بها الشيطان القابعَ في ذهنك وارجمه بها! ونحن كذلك نفعل هذا. ولنَقُلْ معا: 
﴿ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِ ﴾ (المؤمنون:٩٧).
    Çünkü cin ve ins münâcatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşereti ondan taallüm ediyor ve hâkeza… Herkes onu merci yapıyor.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    .. فللّه الحجة البالغة والحكمة القاطعة.
    Öyle ise eğer Hazret-i Musa aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Musa aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Musa aleyhisselâm demiş: اَهٰكَذَا كَلَامُكَ ؟
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ (<ref>
    قَالَ اللّٰهُ : لٖى قُوَّةُ جَمٖيعِ ال۟اَل۟سِنَةِ
    ملاحظة: ذيل هذه «الكلمة الخامسة عشرة» هو «حجة القرآن على الشيطان وحزبه» وهو المبحث الأول من المكتوب السادس والعشرين. فليراجع في موضعه رجاءً.
    </div>
    </ref>)


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Şeytan yine döndü, dedi ki:'''
    == On Beşinci Söz’ün Zeyli ==
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Kur’an’ın mesaili gibi çok zatlar o çeşit mesaili din namına söylüyorlar. Onun için bir beşer, din namına böyle bir şey yapmak mümkün değil mi?
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Cevaben Kur’an’ın nuruyla dedim ki:'''
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Evvela:''' Dindar bir adam din muhabbeti için “Hak böyledir. Hakikat budur. Allah’ın emri böyledir.” der. Yoksa Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip Allah’ın taklidini yapıp onun yerinde konuşmaz. فَمَن۟ اَظ۟لَمُ مِمَّن۟ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ düsturundan titrer.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Ve sâniyen:''' Bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir. Belki yüz derece muhaldir. Çünkü birbirine yakın zatlar birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklit edebilirler. Muvakkaten insanları iğfal ederler fakat daimî iğfal edemezler. Çünkü ehl-i dikkat nazarında alâküllihal etvar ve ahvali içindeki tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan; ötekinden gayet uzaksa mesela, âdi bir adam, İbn-i Sina gibi bir dâhîyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Her bir hali bağıracak ki: Bu sahtekârdır!
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    İşte –hâşâ, yüz bin defa hâşâ– Kur’an, beşer kelâmı farz edildiği vakit nasıl ki bir yıldız böceği bin sene tekellüfsüz hakiki bir yıldız olarak rasad ehline görünsün. Hem bir sinek bir sene tamamen tavus suretini tasannusuz, temaşa ehline göstersin. Hem sahtekâr, âmî bir nefer; namdar, âlî bir müşirin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsas etmesin. Hem müfteri, yalancı, itikadsız bir adam; müddet-i ömründe daima en sadık en emin en mutekid bir zatın keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karşı telaşsız göstersin, dâhîlerin nazarında tasannuu saklansın?
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bu ise yüz derece muhaldir, ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez ve öyle de farz etmek, bedihî bir muhali vaki farz etmek gibi bir hezeyandır.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Aynen öyle de Kur’an’ı kelâm-ı beşer farz etmek; lâzım gelir ki âlem-i İslâm’ın semasında bilmüşahede pek parlak ve daima envar-ı hakaiki neşreden bir yıldız-ı hakikat, belki bir şems-i kemalât telakki edilen Ki­tab-ı Mübin’in mahiyeti –hâşâ sümme hâşâ– bir yıldız böceği hükmünde tasannucu bir beşerin hurafatlı bir düzmesi olsun ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın ve onu daima âlî ve menba-ı hakaik bir yıldız bilsin.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey şeytan! Yüz derece şeytanetinde ileri gitsen buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın! Yalnız manen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun! Yıldızı, yıldız böceği gibi küçük gösteriyorsun.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Sâlisen:''' Hem Kur’an’ı beşer kelâmı farz etmek, lâzım gelir ki âsârıyla, tesiratıyla, netaiciyle âlem-i insaniyetin bilmüşahede en ruhlu ve hayat-feşan, en hakikatli ve saadet-resan, en cem’iyetli ve mu’ciz-beyan, âlî meziyetleriyle yaldızlı bir Furkan’ın gizli hakikati –hâşâ– muavenetsiz, ilimsiz bir tek insanın fikrinin tasniatı olsun ve yakınında onu temaşa eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvi dehalar onda hiçbir zaman hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu eserini görmesin; daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlası bulsun!
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, bütün ahvaliyle, akvaliyle, harekâtıyla bütün hayatında emaneti, imanı, emniyeti, ihlası, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve sıddıkînleri yetiştiren en yüksek en parlak en âlî haslet telakki edilen ve kabul edilen bir zatı; en emniyetsiz en ihlassız en itikadsız farz etmekle, muzaaf bir muhali vaki görmek gibi şeytanı dahi utandıracak bir hezeyan-ı fikrîdir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira farz-ı muhal olarak Kur’an, kelâmullah olmazsa arştan ferşe düşer gibi sukut eder. Ortada kalmaz. Mecma-ı hakaik iken, menba-ı hurafat olur. Ve o hârika fermanı gösteren zat, –hâşâ sümme hâşâ– eğer Resulullah olmazsa a’lâ-yı illiyyînden esfel-i safilîne sukut etmek ve menba-ı kemalât derecesinden maden-i desais makamına düşmek lâzım gelir. Ortada kalamaz. Zira Allah namına iftira eden, yalan söyleyen en edna bir dereceye düşer.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bir sineği, daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsafını onda her vakit müşahede etmek ne kadar muhal ise şu mesele de öyle muhaldir. Fıtraten akılsız, sarhoş bir divane lâzım ki buna ihtimal versin.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Râbian:''' Hem Kur’an’ı kelâm-ı beşer farz etmek lâzım gelir ki benî-Âdem’in en büyük ve muhteşem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (asm) mukaddes bir kumandanı olan Kur’an, bilmüşahede kuvvetli kanunlarıyla, esaslı düsturlarıyla, nâfiz emirleriyle o pek büyük orduyu, iki cihanı fethedecek bir derecede bir intizam verdiği ve bir inzibat altına aldığı ve maddî ve manevî teçhiz ettiği ve umum efradın derecatına göre akıllarını talim ve kalplerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını tathir, aza ve cevarihlerini istimal ve istihdam ettiği halde –hâşâ, yüz bin hâşâ– kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme farz edip yüz derece muhali kabul etmek lâzım gelmekle beraber…
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Müddet-i hayatında ciddi harekâtıyla Hakk’ın kanunlarını benî-Âdem’e ders veren ve samimi ef’aliyle hakikatin düsturlarını beşere talim eden ve hâlis ve makul akvaliyle istikametin ve saadetin usûllerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle Allah’ın azabından çok havf eden ve herkesten ziyade Allah’ı bilen ve bildiren ve nev-i beşerin beşten birisine ve küre-i arzın yarısına bin üç yüz elli sene kemal-i haşmetle kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren şöhret-şiar şuunatıyla nev-i beşerin belki kâinatın –elhak– medar-ı fahri olan bir zatı –hâşâ, yüz bin defa hâşâ– Allah’tan korkmaz ve bilmez ve yalandan çekinmez, haysiyetini tanımaz farz etmekle, yüz derece muhali birden irtikâb etmek lâzım gelir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira farz-ı muhal olarak Kur’an kelâmullah olmazsa arştan düşse orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalancı birinin malı olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise ey şeytan, yüz derece sen katmerli bir şeytan olsan bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın ve çürümemiş hiçbir kalbi ikna edemezsin.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Şeytan döndü, dedi:'''
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Nasıl kandıramam? Ekser insanlara ve insanın meşhur âkıllarına Kur’an’ı ve Muhammed’i inkâr ettirdim ve kandırdım.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Elcevap:'''
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Evvela:''' Gayet uzak mesafeden bakılsa en büyük bir şey, en küçük bir şey gibi görünebilir. Bir yıldız, bir mum kadardır denilebilir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Sâniyen:''' Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakılsa gayet muhal bir şey, mümkün görünebilir. Bir zaman bir ihtiyar adam ramazan hilâlini görmek için semaya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı ay zannetmiş. “Ay’ı gördüm.” demiş. İşte muhaldir ki hilâl, o beyaz kıl olsun. Fakat kasden ve bizzat aya baktığı ve o saçı tebeî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için o muhali mümkün telakki etmiş.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Sâlisen:''' Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır. Adem-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve cahilane bir hükümsüzlüktür. Bu surette çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise o adem-i kabul değil belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. O halde senin gibi bir şeytan onun aklını elinden alır. Sonra inkârı ona yutturur.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Hem ey şeytan! Bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalalet ve safsata ve inat ve mağlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhalatı intac eden küfür ve inkârı o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Râbian:''' Hem Kur’an’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki: Âlem-i insaniyetin semasında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşahede rehberlik eden ve bilbedahe mütemadiyen hak ve hakkaniyeti, sıdk ve sadakati, emn ve emaneti umum tabakat-ı ehl-i kemale talim eden ve erkân-ı imaniyenin hakaikiyle ve erkân-ı İslâmiyenin desatiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle bizzarure hâlis hak ve safi hakikat ve gayet doğru ve pek ciddi olmak lâzım gelen bir kitabı; kendi evsafının ve tesiratının ve envarının zıddıyla muttasıf tasavvur edip –hâşâ hâşâ– tasniat ve iftiraların mecmuası nazarıyla bakmak; sofestaîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şenî’ bir hezeyan-ı küfrî olmakla beraber…
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    İzhar ettiği din ve şeriat-ı İslâmiyenin şehadetiyle ve müddet-i hayatında gösterdiği bi’l-ittifak fevkalâde takvasının ve hâlis ve safi ubudiyetinin delâletiyle ve bi’l-ittifak kendinde göründüğü ahlâk-ı hasenesinin iktizasıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i hakikatin ve sahib-i kemalâtın tasdikiyle en mutekid en metin en emin en sadık bir zatı –hâşâ sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ– itikadsız, en emniyetsiz, Allah’tan korkmaz, yalandan çekinmez bir vaziyette farz edip muhalatın en çirkin ve menfur bir suretini ve dalaletin en zulümlü ve zulümatlı bir tarzını irtikâb etmek lâzım gelir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Elhasıl:''' On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde denildiği gibi nasıl kulaklı âmî tabakası i’caz-ı Kur’an fehminde demiş: Kur’an, bütün dinlediğim ve dünyada mevcud kitaplara kıyas edilse hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir. Öyle ise ya Kur’an umumun altındadır veya umumun fevkinde bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise muhal olmakla beraber, hiçbir düşman hattâ şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise Kur’an, umum kitapların fevkindedir. Öyle ise mu’cizedir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Aynen öyle de biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantıkça sebr ü taksim denilen en kat’î hüccetle deriz:
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Ey şeytan ve ey şeytanın şakirdleri! Kur’an, ya arş-ı a’zamdan ve ism-i a’zamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut –hâşâ sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ– yerde Allah’tan korkmaz ve Allah’ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise ey şeytan! Sâbık hüccetlere karşı bunu sen diyemezsin ve diyemezdin ve diyemeyeceksin. Öyle ise bizzarure ve bilâ-şüphe Kur’an, Hâlık-ı kâinat’ın kelâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasıl ki kat’î bir surette ispat ettik, sen de gördün ve dinledin.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Hem Muhammed aleyhissalâtü vesselâm, ya Resulullah’tır ve bütün resullerin ekmeli ve bütün mahlukatın efdalidir veyahut –hâşâ, yüz bin defa hâşâ– Allah’a iftira ettiği ve Allah’ı bilmediği ve azabına inanmadığı için itikadsız, esfel-i safilîne sukut etmiş bir beşer farz etmek '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Kur’an-ı Hakîm, kâfirlerin küfriyatlarını ve galiz tabiratlarını iptal etmek için zikrettiğine istinaden, ehl-i dalaletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklüğünü göstermek için şu tabiratı farz-ı muhal suretinde, titreyerek kullanmaya mecbur oldum.</ref>)''' lâzım gelir. Bu ise ey iblis! Ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münafıkları bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek dünyada yoktur. Onun içindir ki güvendiğin o feylesofların en müfsidleri ve o münafıkların en vicdansızları dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî (asm) çok akıllı idi ve çok güzel ahlâklı idi.”
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Madem şu mesele iki şıkka münhasırdır ve madem ikinci şık muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor ve madem kat’î hüccetlerle ispat ettik ki ortası yoktur. Elbette ve bizzarure senin ve hizbü’ş-şeytanın rağmına olarak bilbedahe ve bihakkalyakîn, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm Resulullah’tır ve bütün resullerin ekmelidir ve bütün mahlukatın efdalidir.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    عَلَي۟هِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ بِعَدَدِ ال۟مَلَكِ وَال۟اِن۟سِ وَال۟جَانِّ
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    == Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı ==
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Sure-i قٓ وَ ال۟قُر۟اٰنِ ال۟مَجٖيدِ i okurken مَا يَل۟فِظُ مِن۟ قَو۟لٍ اِلَّا لَدَي۟هِ رَقٖيبٌ عَتٖيدٌ ۝ وَجَٓاءَت۟ سَك۟رَةُ ال۟مَو۟تِ بِال۟حَقِّ ذٰلِكَ مَا كُن۟تَ مِن۟هُ تَحٖيدُ ۝ وَ نُفِخَ فِى الصُّورِ ذٰلِكَ يَو۟مُ ال۟وَعٖيدِ ۝ وَ جَٓاءَت۟ كُلُّ نَف۟سٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَ شَهٖيدٌ ۝ لَقَد۟ كُن۟تَ فٖى غَف۟لَةٍ مِن۟ هٰذَا فَكَشَف۟نَا عَن۟كَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ ال۟يَو۟مَ حَدٖيدٌ ۝ وَ قَالَ قَرٖينُهُ هٰذَا مَا لَدَىَّ عَتٖيدٌ ۝ اَل۟قِيَا فٖى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنٖيدٍ
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Şu âyetleri okurken şeytan dedi ki:''' “Kur’an’ın en mühim fesahatini, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor? Sekerattan tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i Sûr’dan muhasebenin hitamına intikal ediyor ve ondan cehenneme idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selaset kalır? Kur’an’ın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak meseleleri birleştiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetle selaset, fesahat nerede kalır?”
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Elcevap:''' Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın esas-ı i’cazı, en mühimlerinden belâgatından sonra îcazdır. Îcaz, i’caz-ı Kur’an’ın en metin ve en mühim bir esasıdır. Kur’an-ı Hakîm’de şu mu’cizane îcaz, o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki ehl-i tetkik, karşısında hayrettedirler.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Mesela'''
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    وَ قٖيلَ يَٓا اَر۟ضُ اب۟لَعٖى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَق۟لِعٖى وَغٖيضَ ال۟مَٓاءُ وَقُضِىَ ال۟اَم۟رُ وَاس۟تَوَت۟ عَلَى ال۟جُودِىِّ وَقٖيلَ بُع۟دًا لِل۟قَو۟مِ الظَّالِمٖينَ
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Kısa birkaç cümle ile '''Tufan''' hâdise-i azîmesini netaiciyle öyle îcazkârane ve mu’cizane beyan ediyor ki çok ehl-i belâgatı, belâgatına secde ettirmiş.
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Hem mesela'''
    </div>
     
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    كَذَّبَت۟ ثَمُودُ بِطَغ۟وٰيهَا ۝ اِذِ ان۟بَعَثَ اَش۟قٰيهَا ۝ فَقَالَ لَهُم۟ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُق۟يٰيهَا ۝ فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا ۝ فَدَم۟دَمَ عَلَي۟هِم۟ رَبُّهُم۟ بِذَن۟بِهِم۟ فَسَوّٰيهَا ۝ وَلَا يَخَافُ عُق۟بٰيهَا
    </div>
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    İşte kavm-i Semud’un acib ve mühim hâdisatını ve netaicini ve sû-i âkıbetlerini, böyle kısa birkaç cümle ile îcaz içinde bir i’caz ile selasetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda beyan ediyor.
    '''[[Yirmi_Altıncı_Mektup#Birinci_Mebhas|Yirmi Altıncı Mektup’un Birinci Mebhası]]'''
    </div>
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Hem mesela'''
    '''[[Yirmi_Altıncı_Mektup#Şeytanın_İkinci_Küçük_Bir_İtirazı|Şeytanın İkinci Küçük Bir İtirazı]]'''
    </div>
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    وَذَا النُّونِ اِذ۟ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَن۟ لَن۟ نَق۟دِرَ عَلَي۟هِ فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    İşte اَن۟ لَن۟ نَق۟دِرَ عَلَي۟هِ cümlesinden فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler; fehmi ihlâl etmiyor, selasete zarar vermiyor. Hazret-i Yunus aleyhisselâmın kıssasından mühim esasları zikreder. Mütebâkisini akla havale eder.
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Hem mesela,''' Sure-i Yusuf’ta فَاَر۟سِلُونِ kelimesinden يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّٖيقُ ortasında yedi sekiz cümle îcaz ile tayyedilmiş. Hiç fehmi ihlâl etmiyor, selasetine zarar vermiyor.
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Bu çeşit mu’cizane îcazlar Kur’an’da pek çoktur. Hem pek güzeldir.
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Amma Sure-i Kaf’ın âyeti ise ondaki îcaz pek acib ve mu’cizanedir. Çünkü kâfirin pek müthiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehşetli inkılabatında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim hâdisata birer birer parmak basıyor. Şimşek gibi fikri, onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamanı, hazır bir sahife gibi nazara gösterir. Zikredilmeyen hâdisatı hayale havale edip ulvi bir selasetle beyan eder.
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    وَاِذَا قُرِئَ ال۟قُر۟اٰنُ فَاس۟تَمِعُوا لَهُ وَاَن۟صِتُوا لَعَلَّكُم۟ تُر۟حَمُونَ
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    İşte ey şeytan! Şimdi bir sözün daha varsa söyle…
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Şeytan der: Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve insan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okşayan meseleleri benden ders alıyorlar. Senin bu gibi sözlerin neşrine set çekerler. Bunun için sana teslim-i silah etmem!
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
    </div>
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    ------
    ------
    <center> [[On Dördüncü Söz]] | [[Sözler]] | [[On Altıncı Söz]] </center>
    <center>[[On_Dördüncü_Söz/ar|الكلمة الرابعة عشرة]] | [[Sözler/ar|الكلمات]] | [[On_Altıncı_Söz/ar|الكلمة السادسة عشرة]] </center>
    ------
    ------
    </div>

    11.57, 7 Mayıs 2024 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

    Diğer diller:


    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

    ﴿ وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ ﴾ (الملك:٥)

    يا مَن تَعلَّم في المدارس الحديثة مسائلَ فاقدةً للروح في علم الفلك، فضاق ذهنُه، وانحدر عقله إلى عينه حتى استعصى عليه استيعاب السر العظيم لهذه الآية الجليلة. اعلم أنّ للصعود إلى سماء هذه الآية الكريمة سُلّما ذا سَبْعِ درجاتٍ ومراتبَ، هيّا نصعدْ إليها معا.

    المرتبة الأولى

    إن الحقيقة والحكمة تقتضيان أن يكون للسماء أهلون يناسبونها -كما هو الحال في الأرض- ويسمى في الشريعة أولئك الأجناس المختلفة الملائكة والروحانيات.

    نعم، الحقيقة تقتضي هكذا، إذ إن مَلء الأرض، مع صغرها وحقارتها بالنسبة إلى السماء، بذوي حياة وإدراك، وإعمارها حينا بعد حين بذوي إدارك آخرين بعد إخلائها من السابقين يشير -بل يصرّح- بامتلاء السماوات ذاتِ البروج المشيدة، تلك القصور المزينة، بذوي إدراك وشعور. فهؤلاء كالجن والإنس، مُشاهدو قصرِ هذا العالم، مُطالعو كتاب الكون، أدلّاء إلى عظمة الربوبية ومنادون إليها؛ لأن تزيين العالم وتجميلَه بما لا يُعد ولا يحصى من التزيينات والمحاسن والنقوش البديعة، يقتضي -بداهةً- جلبَ أنظارٍ متفكرين مستحسنين ومقدّرين معجبين،

    إذ لا يُظْهَر الحسنُ إلّا لعاشق، كما لا يُعطى الطعام إلّا لجائع، مع أن الإنس والجن لا يستطيعان القيام إلّا بواحد من مليون من هذه الوظائف غير المحدودة فضلا عن الإشراف المهيب والعبودية الواسعة. بمعنى أن هذه الوظائف المتنوعة غير المتناهية وهذه العبادة التي لا نهاية لها تحتاج إلى ما لا يعد من أنواع الملائكة وأجناس الروحانيات.

    وكذا، بناءً على إشارة بعض الروايات والآثار، وبمقتضى حكمة انتظام العالم يصح القول:

    إنّ قسما من الأجسام السيّارة ابتداءً من الكواكب السيارة وانتهاءً بالقطرات الدقيقة، مراكب لقسم من الملائكة، فهم يركبون تلك الأجسام -بإذن إلهي- ويتجولون في عالم الشهادة ويتفرجون عليه. ([1])

    ويصح القول أيضا: إن قسما من الأجسام الحيوانية ابتداءً من طيور الجنة الموصوفة بـ«طير خضر» -كما ورد في الحديث الشريف- ([2]) وانتهاءً بالذباب والبعوض في الأرض، طيارات لجنس من الأرواح، تدخل تلك الأرواح في أجوافها باسم الله «الحق» وتشاهدُ عالم الجسمانيات، وتُطلُّ من نوافذ حواسِ تلك المخلوقات مشاهدةَ معجزاتِ الفطرة الجسمانية.

    فالخالق الكريم الذي يخلق باستمرار من التراب الكثيف والماء العكر مخلوقاتٍ ذوات إدراك منورة، وحياة نورانية لطيفة، لا ريب أن له مخلوقاتٍ ذوات إدراك وشعور يخلقها من بحر النور بل من بحر الظلمات، مما هو أليق للروح والحياة وأنسب لهما. بل هي موجودة بكثرة هائلة.

    فإن شئت فراجع رسالة «نقطة من نور معرفة الله جلّ جلاله» و«الكلمة التاسعة والعشرين» فيما يخصُّ إثباتَ وجود الملائكة والروحانيات. فقد أثبتنا وجودهم إثباتا جازما قاطعا.

    المرتبة الثانية

    إن الأرض والسماوات ذاتُ علاقةٍ بعضها ببعض، كعلاقة مملكتين لدولة واحدة، فبينهما ارتباط وثيق ومعاملات مهمة، فما هو ضروري للأرض من الضياء والحرارة والبركة والرحمة وما شابهها تأتي كلُّها من السماء إلى الأرض، أي تُرسل من هناك.

    كذلك فبإجماع جميع الأديان السماوية المستندة إلى الوحي الإلهي، وبالتواتر الحاصل من شهود جميع أهل الكشف، إنّ الملائكة والروحانياتِ يأتون من السماء إلى الأرض. فبالحدس القطعي -أقرب إلى الاستشعار والإحساس- إنّ لسكنة الأرض طريقا يصعدون بها إلى السماء. إذ كما يرنو عقل كل فرد وخياله ونظره إلى السماء في كل حين، كذلك أرواح الأنبياء والأولياء الذين خفّوا بوضع أثقالهم، وأرواح الأموات الذين خلعوا أجسادهم يصعدون بإذن إلهيّ إلى السماء. وحيث إن الذين خفّوا ولطفوا يذهبون إلى هناك، فلابدَّ أن الذين يلبسون جسدا مثاليا، واللطيفين الخفيفين لطافة الروح وخفتها من سكنة الأرض والهواء يمكنهم الذهاب إلى السماء.

    المرتبة الثالثة

    إن سكون السماء وسكوتَها وانتظامَها واطرادَها ووسعَتها ونورانيتَها يدل على أن أهلها ليسوا كأهل الأرض، بل كلُّ أهل السماء مطيعون يفعلون ما يؤمَرون، فليس هناك ما يوجب المزاحمة والاختلافات، لأنّ المملكة واسعة فسيحة جدا، وهم مفطورون على الصفاء والنقاء، معصومون لا ذنب لهم، ومقامهم ثابت بخلاف الأرض التي فيها اجتماع الأضداد واختلاط الأشرار بالأبرار،

    مما ولّد الاختلافات المؤدية إلى الاضطرابات والقلاقل والمشاجرات. وانفتح بذلك باب الامتحان والمسابقة وظهرت مراتب الرُّقي ودركاتِ التدني.

    وحكمة هذه الحقيقة هي أن الإنسان هو الثمرة النهائية لشجرة الخِلْقة، ومن المعلوم أن الثمرة هي أبعدُ أجزاء الشجرة وأجمعها وألطفها، لذا فالإنسان هو ثمرة العالم، وأجمع وأبدع مصنوعات القدرة الربانية، وأكثرها عجزا وضعفا ولطفا.

    ومن هنا فإن مهد هذا الإنسان ومسكنه -وهو الأرض- كفء للسماء معنىً وصنعةً. ومع صِغر الأرض وحقارتها بالنسبة إلى السماء فهي قلبُ الكون ومركزه.. ومشهرُ جميعِ معجزات الصنعة الربانية.. ومظهرُ جميع تجليات الأسماء الحسنى وبؤرتها.. ومعكس الفعاليات الربانية المطلقة ومحشرها.. وسوق عرض المخلوقات الإلهية بجود مطلق، ولاسيّما عرضُها لكثرة كاثرة من النباتات والحيوانات.. وهي نموذج مصغّر لما يعرض في عوالم الآخرة من مصنوعات.. و مصنع يعمل بسرعة فائقة لإنتاج المنسوجات الأبدية والمناظر السرمدية المتبدلة بسرعة.. وهي مزرعة ضيقة مؤقتة لاستنبات بذور البساتين الدائمة الخالدة.

    ومن هذه العظمة المعنوية للأرض ([3]) وأهميتها من حيث الصنعة، جعلها القرآن الكريم كُفؤا للسماوات وعدلا لها، مع أنها بالنسبة للسماوات كالثمرة الصغيرة بشجرتها الضخمة، فيجعلها في كفةٍ والسماوات في كفة أخرى، فيكرر الآية الكريمة ﴿ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ﴾.

    ثم إن تحول الأرض السريع، وتغيّرها الدائم -بناء على هذه الحكم المذكورة- يقتضي أن تطرأ على أهليها أيضا تحولات مماثلة لها. وكذا إن الأرض مع محدوديتها، نالتْ من تجليات القدرة الإلهية المطلقة، وذلك بعدم تحديد قوى أهليها ذوي الشأن وهما الجن والإنس؛ بحدّ فطري أو قيدٍ خلقي كما هو في سائر ذوي الحياة. لذا غدت الأرض معرضا لرقيٍّ لا نهاية له ولتدنٍ لا غاية له. فابتداءً من الأنبياء والأولياء وانتهاءً بالنماردة الطغاة والشياطين ميدان واسع جدا للامتحان والاختبار.

    ولما كان الأمر هكذا فإنّ الشياطين المتفرعنة ستقذف السماء وأهلها بشراراتها غيرِ المحدودة.

    المرتبة الرابعة

    إنّ لرب العالمين وخالِقها ومدبِّر أمرها ذي الجلال والإكرام، أسماءً حسنى كثيرة، متغايرةً أحكامُها، متفاوتةً عناوينُها. فالاسم والعنوان والصفة التي تقتضي إرسال الملائكة للقتال في صف الصّحابة الكرام مع الرسول ﷺ لدى محاربة الكفار، ([4]) هو الاسم نفسه والعنوان نفسُه والصفة نفسُها التي تقتضي أن تكون هناك محاربة بين الملائكة والشياطين، وأن تكون هناك مبارزة بين السماويين الأخيار والأرضيين الأشرار.

    إنّ القدير الجليل المالك لأرواح الكفار وأنفاسهم ونفوسهم في قبضة قدرته لا يُفنيهم بأمر منه، ولا بصيحة، بل يَفتح ميدان امتحان ومبارزة، بعنوان الربوبية العامة، وبأسمائه الحسنى «الحكيم»، «المدبّر».

    فمثلا -ولا مشاحة في الأمثال-: نرى أنّ السلطان له عناوينُ مختلفة وأسماء متنوعة حسبَ دوائر حكومته، فالدائرة العدلية تعرفه باسم «الحاكم العادل»، والدائرة العسكرية تعرفه باسم «القائد العام»، بينما دائرة المشيخة تذكره باسم «الخليفة»، والدائرة الرسمية تعرفه باسم «السلطان»، والأهلون المطيعون للسلطان يذكرونه باسم «السلطان الرحيم»، بينما العصاة يقولون: إنه «الحاكم القهار». وقِسْ على هذا، فإنّ ذلك السلطان الجليل المالك لناصية الأهلين كافةً، لا يعدم بأمرٍ منه شخصا عاجزا عاصيا ذليلا، بل يسوقه إلى المحكمة باسم الحاكم العادل، ثم إن ذلك السلطان الجليل لا يلتفت التفاتةَ تكريمٍ إلى أحدٍ من موظفيه الجديرين بها حَسَبَ علمه به ولا يكرمه بهاتفه الخاص. بل يفتح ميدان مسابقة، ويُهيئ له استقبالا رسميا، يأمر وزيره ويدعو الأهلين إلى مشاهدة المسابقة، ثم يكافئ ذلك الموظفَ بعنوان هيئة الدولة وإدارة الحكومة، فيعلن مكافأتَه في ذلك الميدان نظيرَ استقامته، أي يكرمه ويتفضل عليه أمام جموع غفيرة من أشخاص سامين، بعد امتحان مهيب، لإثبات جَدارته أمامهم.

    وهكذا -ولله المثل الأعلى- فللّه سبحانه وتعالى أسماء حسنى كثيرة، وله شؤون وعناوين كثيرة جدا، وله تجليات جلالية وظواهر جمالية. فالاسم والعنوان والشأن الذي يقتضي وجودَ النور والظلام، والصيف والشتاء، والجنة والنار، يقتضي شمول قانون المبارزة نوعا ما وتعميمه أيضا كقانون التناسل وقانون المسابقة وقانون التعاون كأمثاله من القوانين العامة الشاملة أي يقتضي شمول قانون المبارزة ابتداءً من المبارزة بين الإلهامات والوساوس الدائرة حول القلب وانتهاءً إلى المبارزة الحاصلة بين الملائكة والشياطين في آفاق السماوات.

    المرتبة الخامسة

    لما كان هناك ذهاب من الأرض إلى السماء والعودة منها، فالنـزول من السماء والصعود إليها وَارِد أيضا، بل اللوازم والضروريات الأرضية تُرسل من هناك. وحيث إن الأرواح الطيبة تنطلق إلى السماء من الأرض، فلابدَّ أن تتشبث الأرواح الخبيثة وتحاول تقليد الطيبين منها في الذهاب إلى السماوات، وذلك للطافتها وخفتها، ولابد ألّا يقبلها أهل السماء، بل يطردونها لما في طبعها من شؤم وشر.

    ثم لابد من وجود علامة على هذه المعاملة المهمة وهذه المبارزة المعنوية في عالم الشهادة، لأن عظمة الربوبية تقتضي أن تضع إشارة على التصرفات الغيبية الإلهية المهمة وعلامة عليها ليبصرها ذوو الإدراك والشعور ولاسيّما الإنسان الحامل لأجلِّ وظيفة وهي المشاهدة والشهادة والدعوة والإشراف. فكما أنه سبُحانه قد جعل المطر إشارةً إلى معجزات الربيع، وجعل الأسباب الظاهرة علامةً على خوارق صنعته، جاعلا أهل عالم الشهادة شاهدين عليها؛ فلا ريب أنه يجلب أنظار جميع أهل السماء وأهل الأرض إلى ذلك المشهد العظيم العجيب، فيظهر تلك السماء العظيمة كالقلعة الحصينة التي زينت بروجها بحراس مصطفين حولها، أو كالمدينة العامرة التي تُشوِّقُ أهل الفكر إلى التأمل فيها.

    فمادام إعلانُ هذه المبارزة الرفيعة ضرورية تقتضيها الحكمة، فلابد من وجود إشارة عليها. بينما لا تشاهد أيَّة حادثة كانت ضمن الحادثات الجوية والسماوية تلائم هذا الإعلان وتناسبه. فإن ما ذكرناه إذن هو أنسب علامة عليها، لأن الحادثات النجمية، من رمي الشهب الشَّبِيهِ برمي المجانيق، وإطلاق طلقات التنوير من القلاع العالية وبروجها الحصينة، مما يفهم بداهةً مدى مناسبتها وملاءمتها برجم الشياطين بالشهب، مع أنه لا تعرف لهذه الحادثة (رجم الشياطين) غير هذه الحكمة، ولا تعرف لها غاية تناسبها غير التي ذكرناها، فضلا عن أن رجم الشياطين حادثة مشهورة منذ زمن سيدنا آدم عليه السلام ومشهودة لدى أهل الحقيقة، خلاف الحادثات الأخرى.

    المرتبة السادسة

    لما كان الإنس والجن يحملان استعدادا لا نهاية له للشر والجحود، فهما قادران على تمرد وطغيان لا نهاية لهما، لذا يزجر القرآن الكريم ببلاغته المعجزة، وبأساليب باهرة سامية ويضرب الأمثال الرفيعة القيمة ويذكر مسائل دقيقة، يزجر بها الإنس والجن من الطغيان والعصيان زجرا عنيفا يهزّ الكون كلَّه.

    فمثلا قوله تعالى: ﴿ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ ❀ فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ❀ يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِۚ ﴾ (الرحمن:٣٣-٣٥).

    تأمَّلْ النذيرَ العظيم والتهديد المريع والزجر العنيف في هذه الآية، وكيف تكسر تمرد الجن والإنس ببلاغة معجزة، معلنةً عجزهما، مبينةً مدى ما فيهما من ضعف أمام عظمة سلطانه وسعة ربوبيته جلّ وعلا. فكأن الآية الكريمة، وكذا الآية الأخرى ﴿ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ ﴾ (الملك:٥) تخاطبان هكذا:

    «أيها الإنس والجان، أيها المغرورون المتمردون، المتوحلون بعجزهم وضعفهم! أيها المعاندون الجامحون المتمرغون في فقرهم وضعفهم إنكم إن لم تطيعوا أوامري، فهيّا اخرجوا من حدود ملكي وسلطاني إن استطعتم! فكيف تتجرؤون إذَن على عصيان أوامر سلطان عظيم؛ النجوم والأقمار والشموس في قبضته، تأتمر بأوامره، كأنها جنود متأهبون.. فأنتم بطغيانكم هذا إنما تبارزون حاكما عظيما جليلا له جنود مطيعون مهيبون يستطيعون أن يرجموا بقذائف كالجبال، حتى شياطينكم لو تحملت.. وأنتم بكفرانكم هذا إنما تتمردون في مملكة مالك عظيم جليل، له جنود عظام يستطيعون أن يقصفوا أعداءً كفرةً -ولو كانوا في ضخامة الأرض والجبال- بقذائف ملتهبة وشظايا من لهيب كأمثال الأرض والجبال، فيمزقونكم ويشتتونكم!. فكيف بمخلوقات ضعيفة أمثالكم؟.. وأنتم تخالفون قانونا صارما يرتبط به من له القدرة -بإذن الله- أن يمطر عليكم قذائف وراجماتٍ أمثال النجوم.

    نعم إن في القرآن الكريم تحشيداتٍ ذاتَ أهمية بالغة، فهي ليست ناتجة من قوة الأعداء، بل من أســباب أخرى كإظهار عظمة الألوهية وفضــح العدو وشناعته.

    ثم أحيانا تحشّد الآية الكريمة أعظم الأسباب وأقواها لأصغر شيء وأضعفه، وتقرن بينهما دون تجاوزٍ للضعيف، وذلك إظهارا لكمال الانتظام وغاية العدل ونهاية العلم وقوة الحكمة. فقوله تعالى ﴿ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ ﴾ (التحريم:٤)

    يبين مدى الاحترام اللائق الذي حظي به النبي الكريم ﷺ، ومدى الرحمة الواسعة التي تشمل حقوق الزوجات.

    فهذه الحشود إنما تفيد إفادة رحيمة في إظهار عظمة النبي ﷺ وعلو مكانته عند الله وبيان أهمية شكوى زوجتين ضعيفتين ومدى الرعاية لحقوقهما.

    المرتبة السابعة

    تتباين النجوم فيما بينها تباينا كبيرا، كما هو الحال في الملائكة والأسماك، فمنها في غاية الصغر ومنها في غاية الكبر، حتى أطلق على كل ما يلمع في وجه السماء بالنجم.

    وهكذا فنوع من أنواع أجناس النجوم هو لتزيين وجه السماء اللطيف، وكأن الفاطرَ الجليل والصانع الجميل قد خلقها كالثمار النيرة لتلك الشجرة، أو كالأسماك المسبّحة لله لذلك البحر الواسع. وكالألوف من المنازل لملائكته، وخلق أيضا نوعا صغيرا من النجوم أداةً لرجم الشياطين.

    فالشهب التي تُرسل لرجم الشياطين تحمل ثلاثة معانٍ:

    المعنى الأول: أنّه رمز وعلامة على جريان قانون المبارزة في أوسع دائرة من دوائر الوجود.

    المعنى الثاني: أنّ في السماوات حراسا يقظين وأهلين مطيعين، فهذه الشهب إشارة وإعلان عن امتعاض جنود الله من اختلاط الأرضيين الشريرين بهم واستراق السمع إليهم.

    المعنى الثالث: أن هذه الشهب وكأنها مجانيق وقذائف تنويرٍ هي لإرهاب جواسيسِ الشياطين الذين يسترقون السمع والذين يمثلون المساوئ الأرضية أسوأ تمثيل، وطردهم من أبواب السماء وذلك لئَلا يلوثوا السماء الطاهرة التي هي سكنى الطاهرين، وليحولوا بينهم وبين القيام بالتجسس لحساب النفوس الخبيثة.

    أيها الفلكي المعتمد على عقله القاصر، الذي لا يتجاوز نورُه نورَ اليراعة! ويا من يُغمضُ عينَه عن نور شمس القرآن المبين! تأمَّلْ في هذه الحقائق التي تشير إليها هذه المراتب السبع، تأملها دفعةً واحدة، أبْصِرْ، دَعْ عنك بصيصَ عقلك، وشاهدْ معنى الآية الكريمة في نور إعجازها الواضح وضوحَ النهار، وخُذْ نجمَ حقيقة واحدة من سماء تلك الآية الكريمة واقذفْ بها الشيطان القابعَ في ذهنك وارجمه بها! ونحن كذلك نفعل هذا. ولنَقُلْ معا: 
﴿ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِ ﴾ (المؤمنون:٩٧).

    .. فللّه الحجة البالغة والحكمة القاطعة.

    سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ([5])

    On Beşinci Söz’ün Zeyli



    الكلمة الرابعة عشرة | الكلمات | الكلمة السادسة عشرة

    1. انظر: الترمذي، الزهد ٩؛ ابن ماجه، الزهد ١٩.
    2. تقدم تخريجه في القطعة الأولى من ذيل الكلمة العاشرة.
    3. نعم، إن الأرض مع صغرها يمكن أن تعدل السماوات، لأنه يصح القول: إن نبعا دائم العطاء هو أكبر من بحيرة لا يجنى منها شيء. ثم إنه إذا كيل شيء ما بمكيال، ووضع جانبا، ثم كيلت محاصيله بالمكيال نفسه، ووضعت إلى جانب آخر، فمهما كانت هذه المواد أضخم وأكبر من المكيال نفسه، ولو بألوف المرات ظاهرا، إلّا أن المكيال يمكن أن يعادل ذلك الجسم ويقارن معه.
      كذلك الأرض، فقد خلقها سبحانه وتعالى: مشهر صنعته، محشر إيجاده، مدار حكمته، مظهر قدرته، مزهر رحمته، مزرعة جنته، مكيل الموجودات -أي وحدة قياس لعوالم المخلوقات- وخلقها نبعا فياضا تسيل منه «الموجودات» إلى بحار الماضي وإلى عالم الغيب. وخلقها بحيث يبدّل عليها سنويا أثوابها المنسوجة ببدائع صنعه، يبدلها الواحدة تلو الأخرى، بمئات الألوف من الأنواع والأشكال.
      والآن خذ أمام نظرك تلك العوالم الكثيرة التي تصب في عالم الغيب، وتلك الأثواب الكثيرة جدا التي تلبسها الأرض وتنزعها، أي افترض جميع ما في الأرض حاضرا، ثم قابلها مع السماوات التي هي على وتيرة واحدة، وبساطة غير معقدة، ووازن بينهما، تر أن الأرض، إن لم تثقل على كفة السماوات فلا تبقى قاصرة عنها. ومن هنا تفهم سر الآية الكريمة: ﴿ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ﴾ . (المؤلف)
    4. انظر: أبو يعلى، المسند ٣٧٩/١؛ الحاكم، المستدرك ٧٢/٣؛ ابن سعد، الطبقات الكبرى ١٦/٢.
    5. ملاحظة: ذيل هذه «الكلمة الخامسة عشرة» هو «حجة القرآن على الشيطان وحزبه» وهو المبحث الأول من المكتوب السادس والعشرين. فليراجع في موضعه رجاءً.