Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb/bg: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("Така и едни от най-тежките за човешкия дух състояния са болките, произтичащи от разделите с близки хора. Чрез светлината на вярата тези раздели се разпиляват и изчезват и дори се превръщат в надежда за нови срещи, което съдържа още една наслада, защото..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    ("Чрез светлината на вярата се слага край на изчезването и то се превръща в обновление на отминалите удоволствия, което също носи наслада. Така и ако не се знае от кое дърво е откъснат даден плод, удоволствието се ограничава в самия плод и изчезва, след..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    108. satır: 108. satır:
    == Четвърто положение ==
    == Четвърто положение ==


    Хвала на Аллах за светлината на вярата, която премахва болката от изчезването на законосъобразните удоволствия чрез показване на подобни на тях, но вечни, и удължава блаженствата чрез показване на дървото на насладата, и разсейва скърбите от раздялата чрез показване на нови и нови срещи. С други думи, във всяка сладост се съдържат болки, произтичащи от мисълта за нейното изчезване. Чрез светлината на вярата се слага край на изчезването и то се превръща в обновление на отминалите удоволствия, което също носи наслада.
    Хвала на Аллах за светлината на вярата, която премахва болката от изчезването на законосъобразните удоволствия чрез показване на подобни на тях, но вечни, и удължава блаженствата чрез показване на дървото на насладата, и разсейва скърбите от раздялата чрез показване на нови и нови срещи. С други думи, във всяка сладост се съдържат болки, произтичащи от мисълта за нейното изчезване.


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Чрез светлината на вярата се слага край на изчезването и то се превръща в обновление на отминалите удоволствия, което също носи наслада.
    Ve keza firak ve ayrılmaların elemlerini, teceddüd-ü emsalinin lezzetini göstermekle izale eder. Yani zeval düşüncesiyle bir lezzette çok elemler olur ki iman, o elemleri teceddüd-ü emsal ile ihtar ve izale eder. Maahâzâ lezzetlerin teceddüdünde de başka lezzetler vardır. Evet, bir semerenin şeceresi olmasa o semerede münhasır kalan lezzet, onun yemesiyle zâil olur ve zevali de mûcib-i teessür olur. Fakat o semerenin şeceresi maruf ise o semerenin zevalinden elem hasıl olmuyor, çünkü yerine gelen var. Ve aynı zamanda teceddüd, haddizatında bir lezzettir.
     
    </div>
    Така и ако не се знае от кое дърво е откъснат даден плод, удоволствието се ограничава в самия плод и изчезва, след като той бъде изяден. Това поражда съжаление за загубата му. Но ако се знае и се види от кое дърво е откъснат, болката по причина на загубата му се стопява, защото плодоносното дърво ще продължи да ражда и ще замени изядения плод с други подобни на него.


    Така и едни от най-тежките за човешкия дух състояния са болките, произтичащи от разделите с близки хора. Чрез светлината на вярата тези раздели се разпиляват и изчезват и дори се превръщат в надежда за нови срещи, което съдържа още една наслада, защото всяко обновление се възприема с удоволствие.
    Така и едни от най-тежките за човешкия дух състояния са болките, произтичащи от разделите с близки хора. Чрез светлината на вярата тези раздели се разпиляват и изчезват и дори се превръщат в надежда за нови срещи, което съдържа още една наслада, защото всяко обновление се възприема с удоволствие.

    11.16, 13 Temmuz 2024 tarihindeki hâli

    Diğer diller:

    بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ

    За израза Алхамдулиллах (Хвала на Аллах!) Тази глава включва девет положения.

    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

    Първо положение

    Evvela iki şey ihtar edilecektir:

    1- Felsefe; her şeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise her şeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nurani bir gözlüktür.

    2- Bütün mahlukatla alâkadar ve her şeyle bir nevi alışverişi olan ve kendisini abluka eden şeyler ile lafzen ve manen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır.

    İnsan mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr cihetlerde bulunan mahlukatı, ahvali görebilir.

    Sağ Cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Binaenaleyh felsefe gözlüğüyle sağ cihete bakıldığı zaman, mazi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, meyusiyete maruz kaldığında şüphe yoktur.

    Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sakinleri daha güzel, nurani bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor. Ve o kabirler, çukurlar da nurani bir âleme girmek için kazılan yer altı tünelleri şeklinde telakki edilecektir. Demek, imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itminan, inşirah, binlerce “Elhamdülillah” dedirten bir nimettir.

    Sol Cihet: Yani gelecek zamana felsefe gözlüğüyle bakıldığı zaman; bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.

    Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa Cenab-ı Hakk’ın, Hâlık-ı Rahman-ı Rahîm’in insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit, nefîs, leziz me’kûlat ve meşrubata zarf olan bir maide ve bir sofra-i Rahmanî şeklinde görünecektir. Ve binlerce “Elhamdülillah” okutturarak tekrar ettirecektir.

    Üst Cihet: Yani semavat cihetine felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin (at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi) yaptıkları pek süratli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya maruz kalacaktır.

    Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garib, acib manevranın bir kumandanın emriyle, nezareti altında yapıldığı gibi; semavat âlemini tezyin eden o yıldızların bize de ziyadar kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, ünsiyet ve muhabbet edecektir. Âlem-i semavatı şöylece tasvir eden iman nimetine elbette binlerce “Elhamdülillah” söylemek azdır.

    Alt Cihet: Yani arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan; küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtaları kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telaşa düşer.

    Fakat iman ile bakarsa arzın Rahmanî bir sefine olup Allah’ın kumandası altında bütün me’kûlat, meşrubat, melbusatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük “Elhamdülillah”ları söylemeye başlar.

    Ön Cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki bütün canlı mahlukat –insan olsun, hayvan olsun– kafile be-kafile büyük bir süratle o cihete gidip kaybolurlar. Yani ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden teessüründen çıldıracak bir hale gelir.

    Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar.

    Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü nurani âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir. Mesela Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur. Ve keza rahm-ı maderden dünyaya gelen çocuk, ma’hud tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

    Arka Cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılırsa “Yahu bunlar nereden nereye gidiyorlar ve ne için dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından –tabiî– hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.

    Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garib, acib kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalaa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalaacı olduklarını anlar. Ve bunlar o mu’cizelerin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelî’nin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde, derece ve numara aldıktan sonra yine Sultan-ı Ezelî’nin memleketine dönüp gideceklerini anlar. Ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine “Elhamdülillah” diyecektir.

    Съгласно тази истина изричането на Алхамдулиллах (Хвала на Аллах!) за благодатта на вярата, която премахва мрака от споменатите шест посоки, е също велик дар, изискващ Хвала на Аллах!, защото чрез нея се разбира степента и сладостта на тази благодат. Хвала на Аллах! за Хвала на Аллах! постоянно и непрекъснато до безкрай!

    Второ положение

    Хвала на Аллах за благодатта на вярата, която ни дава просветление в шестте посоки! Както заради премахването на тъмнините от тези посоки вярата е велика благодат с оглед на отстраняването на бедите, така също тя е велика благодат и заради озаряването на посоките с оглед на привличането на ползи. Заради комплексния характер на своята природа човек е свързан с всички създания в шестте посоки и чрез благото на вярата той може да извлича ползи от всички страни, където и да се насочи.

    Човек получава озарение на безгранично дълги разстояния във всяка посока, накъдето и да се обърне, съгласно тайната на следното коранично знамение:

    اَي۟نَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَج۟هُ اللّٰهِ

    “... и накъдето и да се обърнете, там е Ликът на Аллах.” (2: 115)

    И сякаш вярващият човек има духовна възраст, която се простира от появата до края на земята и черпи от светлината на живот, продължаващ от изначалието до вечността.

    Чрез тайната на озарението от вярата в шестте посоки човек излиза от теснотата на настоящето време и място и достига широкия свят, и светът се превръща в негов дом, а миналото и бъдещето – в настояще за неговия дух и сърце. Така може да се направи паралел.

    Трето положение

    Хвала на Аллах за вярата, съдържаща два извора: на опора и на подкрепа.

    Да, съгласно тайната на изключителната безпомощност на хората и поради многото им врагове те неистово се нуждаят от опорна точка, към която да прибягват, за да отблъскват тези безброй врагове. А поради изключителната бедност на човека, съчетана с много потребности и надежди, той неистово се нуждае от източник на подкрепа, от която да черпи сила и която да моли за удовлетворяване на нуждите си.

    Вярата в Аллах е опорна точка за природата на хората и за естеството им, а вярата в отвъдния живот е източник на подкрепа за духа и съвестта им. Който не познава тези два извора, сърцето и духът му подивяват и съвестта му постоянно го мъчи. А който се опира на първия източник и черпи сила от втория, той дълбоко в душата си чувства наслада, успокоение, утеха и сигурност, и живее в мир със съвестта си.

    Четвърто положение

    Хвала на Аллах за светлината на вярата, която премахва болката от изчезването на законосъобразните удоволствия чрез показване на подобни на тях, но вечни, и удължава блаженствата чрез показване на дървото на насладата, и разсейва скърбите от раздялата чрез показване на нови и нови срещи. С други думи, във всяка сладост се съдържат болки, произтичащи от мисълта за нейното изчезване.

    Чрез светлината на вярата се слага край на изчезването и то се превръща в обновление на отминалите удоволствия, което също носи наслада.

    Така и ако не се знае от кое дърво е откъснат даден плод, удоволствието се ограничава в самия плод и изчезва, след като той бъде изяден. Това поражда съжаление за загубата му. Но ако се знае и се види от кое дърво е откъснат, болката по причина на загубата му се стопява, защото плодоносното дърво ще продължи да ражда и ще замени изядения плод с други подобни на него.

    Така и едни от най-тежките за човешкия дух състояния са болките, произтичащи от разделите с близки хора. Чрез светлината на вярата тези раздели се разпиляват и изчезват и дори се превръщат в надежда за нови срещи, което съдържа още една наслада, защото всяко обновление се възприема с удоволствие.

    BEŞİNCİ NOKTA

    İnsan, şu mevcudattan kendisine düşman ve ecnebi tevehhüm ettiği veya ölüler, yetimler gibi hayatsız, perişan vehmettiği şeyleri nur-u iman, ahbap ve kardeş sıfatıyla gösterir ve hayattar tesbihhan (tesbih eden) şeklinde irae eder.

    Yani gaflet ile bakan adam, âlemin mevcudatını düşman gibi muzır telakki ederek tevahhuş eder. Ve eşyayı ecnebiler gibi görür. Çünkü dalalet nazarında mazi ve istikbal zamanlarındaki eşya arasında uhuvvet, kardeşlik rabıtası, bağlanışı yoktur. Ancak zaman-ı halde eşya arasında küçük, cüz’î bir alâka olur. Binaenaleyh ehl-i dalaletin yekdiğerine olan uhuvvetleri, binler senelik uzun bir zamanda bir dakika kadardır.

    Ve keza iman nazarı, bütün ecramı hayattar, birbirine ünsiyetli olduklarını görüyor. Ve her bir cirmin lisan-ı haliyle Hâlık’ının tesbihatını yapmakta olduğunu da gösteriyor. İşte bu itibarla bütün ecramın kendilerine göre bir nevi hayat ve ruhları vardır. Binaenaleyh imanın şu görüşüne nazaran o ecramda dehşet, vahşet yoktur. Ünsiyet ve muhabbet vardır.

    Dalalet nazarı, matlublarını tahsil etmekten âciz olan insanların sahipsiz, hâmisiz olduklarını telakki eder ve hüzün, keder, aczlerinden dolayı ağlayan yetimler gibi zanneder.

    İman nazarı ise canlı mahlukata, ağlar yetimler gibi değil ancak mükellef memur, muvazzaf zâkir ve tesbihhan ibad sıfatıyla bakar.

    ALTINCI NOKTA

    Nur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere zarf iki sofra ile tasvir eder ki mü’min olan kimse iman eliyle ve zâhirî, bâtınî duygularıyla ve manevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifade ediyor. Dalalet nazarında ise zevi’l-hayatın daire-i istifadesi küçülür, maddî lezzetlere münhasırdır.

    İman nazarında, semavat ve arzı ihata eden bir daire kadar tevessü eder. Evet bir mü’min, güneşi kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs; kameri bir idare lambası addedebilir. Ve bu itibarla şems, kamer kendisine birer nimet olur. Binaenaleyh mü’min olan zatın daire-i istifadesi semavattan daha geniş olur. Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan وَ سَخَّرَ لَكُمُ الشَّم۟سَ وَ ال۟قَمَرَ ۝ وَ سَخَّرَ لَكُم۟ مَا فِى ال۟بَرِّ وَال۟بَح۟رِ âyetlerin belâgatıyla imandan neş’et eden şu hârika ihsanlara, in’amlara işaret ediyor.

    YEDİNCİ NOKTA

    Nur-u iman ile bilinir ki Allah’ın varlığı, bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki sonsuz nimetlerin envaını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını hâvi bir menba ve bir kaynaktır. Binaenaleyh zerrat-ı âlemin adedince iman nimetine hamd ü sena etmek bir borçtur. Risale-i Nur’un eczasında bir kısmına işaretler yapılmıştır. Maahâzâ iman-ı billahtan bahseden Risale-i Nur’un cüzleri, bu nimetten perdeyi kaldırarak gösteriyor.

    اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ lâm-ı istiğrakla işaret ettiği umum hamdler ile hamdedilmesi lâzım olan nimetlerden birisi de rahmaniyet nimetidir. Evet rahmaniyet, zevi’l-hayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünkü bilhassa insan, her bir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla insan, her zîhayatın saadetiyle saidleşir ve elemleriyle müteessir olur. Öyle ise herhangi bir fertte bulunan bir nimet, arkadaşlarına da bir nimettir.

    Ve keza validelerin şefkatleriyle nimetlenen çocukların sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamdlere, senalara kesb-i istihkak edenlerden birisi de rahîmiyettir. Evet, annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur. İşte bu gibi zevkler birer nimettir, hamd ve şükür isterler.

    Ve keza kâinatta mündemic hikmetlerin bütün enva ve efradı adedince hamd ve şükürleri iktiza edenlerden birisi de hakîmiyettir. Zira insanın nefsi, rahmaniyetin cilveleriyle, kalbi de rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi; insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder. İşte bu itibarla ağız dolusuyla “Elhamdülillah” söylemekle hamd ü senaları istilzam eder.

    Ve keza esma-i hüsnadan “Vâris” isminin tecelliyatı adedince ve babalar gibi usûlün zevalinden sonra bâki kalan füruatın sayısınca ve âlem-i âhiretin mevcudatı adedince ve uhrevî mükâfatları almaya medar olmak üzere hıfzedilen beşerin amelleri sayısınca, sadâsıyla şu fezayı dolduracak kadar büyük bir “Elhamdülillah” ile hamdedilecek hafîziyet nimetidir. Çünkü nimetin devamı, nimetin zatından daha kıymetlidir. Lezzetin bekası, lezzetten daha lezizdir. Cennette devam, cennetin fevkindedir ve hâkeza… Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın hafîziyeti tazammun ettiği nimetler, bütün kâinatta mevcud bütün nimetlerden daha çok ve daha üstündedir. Bu itibarla ağız dolusu ile bir “Elhamdülillah” ister.

    Şu zikredilen dört isme bâki kalan esma-i hüsnayı kıyas et ki her bir isminde sonsuz nimetler bulunduğu için sonsuz hamdleri, şükürleri istilzam ederler.

    Ve keza bütün nimet hazinelerini açmak salahiyetinde olan nimet-i imana vesile olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm dahi öyle büyük bir nimettir ki nev-i beşer ile’l-ebed o zatı (asm) medh ü sena etmeye borçludur.

    Ve keza maddî ve manevî bütün nimetlerin envaına fihriste ve kaynak olan İslâmiyet ve Kur’an nimeti de gayr-ı mütenahî hamdleri bi’l-istihkak istilzam eder.

    SEKİZİNCİ NOKTA

    Öyle bir Allah’a hamdolsun ki kâinat ile tabir edilen şu kitab-ı kebir ve onun tefsiri olan Kur’an-ı Azîmüşşan’ın beyanına göre, bütün bablarıyla fasılları ve bütün sahifeleriyle satırları ve bütün kelimatıyla harfleri, o Zat-ı Akdes’e sıfât-ı cemaliye ve kemaliyesini izhar ile hamd ü senahandır.

    Şöyle ki: O kitab-ı kebirin her bir nakşı, küçük olsun büyük olsun (karınca kaderince) Vâhid ve Samed olan nakkaşının evsaf-ı celaliyesini izhar ile hamd ü senalar eder.

    Ve keza o kitabın her bir yazısı Rahman ve Rahîm olan kâtibinin evsaf-ı cemaliyesini göstermekle senahan oluyor.

    Ve keza o kitabın her bir nazmı, kasidesi Kadîr, Alîm olan nâzımını takdis ile tahmid eyler.

    Ve keza o kitabın bütün yazıları, noktaları, nakışları, esma-i hüsnanın tecelliyat ve cilvelerine ma’kes ve mazhar olmak cihetiyle o Zat-ı Akdes’i takdis, tahmid, temcid ile senahandır.

    DOKUZUNCU NOKTA

    (*[1])
    اَل۟حَم۟دُ مِنَ اللّٰهِ بِاللّٰهِ عَلَى اللّٰهِ لِلّٰهِ …

    Said Nursî

    1. *Bu gibi şifrelerin anahtarı bende yoktur ki açayım. Maahâzâ oruçlu bir kafa, ne o şifreleri açabilir ve ne o darbları yapabilir. kusura bakmayınız. Bu kadarı da ancak yine müellifinin manevî yardımıyla ve Leyle-i Kadrin bereketiyle ve Mevlana’nın komşuluğundan istifade ile yapabildim.
      Mütercim
      Abdülmecid Nursî