Altıncı Söz/en: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("Such a sale yields profit fivefold." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    ("'''The First Profit:'''Transient property becomes everlasting. For this waning life, when given to the Eternal and Self-Subsistent Lord of Glory and spent for His sake, will be transmuted into eternity. It will yield eternal fruits. The moments of one’s life will apparently vanish and rot like kernels and seeds. But then the flowers of blessedness and auspiciousness will open and bloom in the realm of eternity, and each will also present a luminous..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    36. satır: 36. satır:
    Such a sale yields profit fivefold.
    Such a sale yields profit fivefold.


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''The First Profit:'''Transient property becomes everlasting. For this waning life, when given to the  Eternal and Self-Subsistent Lord of Glory and spent for His sake, will be transmuted into eternity. It  will yield eternal fruits. The moments of one’s  life will apparently vanish and rot like kernels and seeds. But then the flowers of blessedness and auspiciousness will open and bloom in the realm of eternity, and each will also present a luminous and reassuring aspect in the Intermediate Realm.
    '''Birinci kâr:''' Fâni mal, beka bulur. Çünkü Kayyum-u Bâki olan Zat-ı Zülcelal’e verilen ve onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkiye inkılab eder, bâki meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fena bulur, çürür. Fakat âlem-i bekada, saadet çiçekleri açarlar ve sümbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">

    14.36, 25 Temmuz 2024 tarihindeki hâli

    In the Name of God, the Merciful, the Compassionate.

    Verily God has purchased from the believers their persons and their property that Paradise might be theirs.(*[1])

    If you wish to understand how profitable a trade it is, and how honour-able a rank, to sell one’s person and property to God, to be His slave and His soldier, then listen to the following comparison.

    Once a king entrusted each of two of his subjects with an estate, including all necessary workshops, machinery, horses, weapons and so forth. But since it was a tempestuous and war-ridden age, nothing enjoyed stability; it was destined either to disappear or to change. The king in his infinite mercy sent a most noble lieutenant to the two men and by means of a compassionate decree conveyed the following to them:

    “Sell me the property you now hold in trust, so that I may keep it for you. Let it not be destroyed for no purpose. After the wars are over, I will return it to you in a better condition than before. I will regard the trust as your property and pay you a high price for it. As for the machinery and the tools in the workshop, they will be used in my name and at my workbench. But the price and the fee for their use shall be increased a thousandfold. You will receive all the profit that accrues. You are indigent and resourceless, and unable to provide the cost of these great tasks. So let me assume the provision of all expenses and equipment, and give you all the income and the profit. You shall keep it until the time of demobilization. So see the five ways in which you shall profit!

    Now if you do not sell me the property, you can see that no one is able to preserve what he possesses, and you too will lose what you now hold. It will go for nothing, and you will lose the high price I offer. The delicate and precious tools and scales, the precious metals waiting to be used, will also lose all value. You will have the trouble and concern of administering and preserving, but at the same time be punished for betraying your trust. So see the five ways in which you may lose!

    Moreover, if you sell the property to me, you become my soldier and act in my name. Instead of a common prisoner or irregular soldier, you will be the free lieutenant of an exalted monarch.”

    After they had listened to this gracious decree, the more intelligent of the two men said:

    “By all means, I am proud and happy to sell. I offer thanks a thousandfold.”

    But the other was arrogant, selfish and dissipated; his soul had become as proud as the Pharaoh. As if he was to stay eternally on that estate, he ignored the earthquakes and tumults of this world. He said:

    “No! Who is the king? I won’t sell my property, nor spoil my enjoyment.”

    After a short time, the first man reached so high a rank that everyone envied his state. He received the favour of the king, and lived happily in the king’s own palace. The other by contrast fell into such a state that everyone pitied him, but also said he deserved it. For as a result of his error, his happiness and property departed, and he suffered punishment and torment.

    O soul full of caprices! Look at the face of truth through the telescope of this parable. As for the king, he is the Monarch of Pre-Eternity and Post-Eternity, your Sustainer and Creator. The estates, machinery, tools and scales are your possessions while in life’s fold; your body, spirit and heart within those possessions, and your outward and inward senses such as the eye and the tongue, intelligence and imagination. As for the most noble lieutenant, it is the Noble Messenger of God; and the most wise decree is the Wise Qur’an, which describes the trade we are discussing in this verse:

    Verily God has purchased from the believers their persons and property that Paradise might be theirs.

    The surging field of battle is the tempestuous surface of the world, which ceaselessly changes, dissolves and reforms and causes every man to think: “Since everything will leave our hands, will perish and be lost, is there no way in which we can transform it into something eternal and preserve it?” While engaged in these thoughts, he suddenly hears the heavenly voice of the Qur’an saying: “Indeed there is, a beautiful and easy way which contains five profits within itself.”

    What is that way?

    To sell the trust received back to its true owner.

    Such a sale yields profit fivefold.

    The First Profit:Transient property becomes everlasting. For this waning life, when given to the Eternal and Self-Subsistent Lord of Glory and spent for His sake, will be transmuted into eternity. It will yield eternal fruits. The moments of one’s life will apparently vanish and rot like kernels and seeds. But then the flowers of blessedness and auspiciousness will open and bloom in the realm of eternity, and each will also present a luminous and reassuring aspect in the Intermediate Realm.

    İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

    Üçüncü kâr: Her aza ve hâsselerin kıymeti, birden bine çıkar.

    Mesela, akıl bir âlettir. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet olur ki geçmiş zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakiki’sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan akıl, öyle tılsımlı bir anahtar olur ki şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

    Mesela, göz bir hâssedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyir ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni’-i Basîr’ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu’cizat-ı sanat-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

    Mesela, dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzak-ı Kerîm’e satsan o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve kudret-i Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

    İşte ey akıl, dikkat et! Meş’um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Âdi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlahînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?

    Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve azaları kıyas etsen anlarsın ki hakikaten mü’min cennete lâyık ve kâfir cehenneme muvafık bir mahiyet kesbeder. Ve onların her biri, öyle bir kıymet almalarının sebebi; mü’min, imanıyla Hâlık’ının emanetini, onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına çalıştırmasıdır.

    Dördüncü kâr: İnsan zayıftır, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelal’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimat edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder.

    Beşinci kâr: Bütün o aza ve âletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda, cennet yemişleri suretinde sana verileceğine ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak etmişler.

    İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasaret içinde hasarete düşeceksin.

    Birinci hasaret: O kadar sevdiğin mal ve evlat ve perestiş ettiğin nefis ve heva ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.

    İkinci hasaret: Emanette hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.

    Üçüncü hasaret: Bütün o kıymettar cihazat-ı insaniyeyi, hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlahiyeye iftira ve zulmettin.

    Dördüncü hasaret: Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü, zayıf beline yükleyip zeval ve firak sillesi altında daim vaveylâ edeceksin.

    Beşinci hasaret: Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik etmek için verilen akıl, kalp, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmaniyeyi, cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.

    Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki çokları satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat’â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Feraiz-i İlahiye ise hafiftir, azdır.

    Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki tarif edilmez.

    Vazife ise yalnız, bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı.

    Kusur etse istiğfar etmeli. “Yâ Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl, âmin!” demeli ve ona yalvarmalı.


    1. *Qur’an, 9:111.