77.975
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
257. satır: | 257. satır: | ||
Molla Said, Bitlis’te iken on beş on altı yaşlarında idi. Henüz sinn-i büluğa vâsıl olmuştu. O zamana kadar bütün malûmatı sünuhat kabîlinden olduğu için uzun uzadıya mütalaaya lüzum görmezdi. Fakat o zaman sinn-i büluğa vâsıl olduğundan mı veyahut siyasete karıştığından mı her nedense eski sünuhat yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bunun üzerine her türlü fenne ait eserleri tetkike koyuldu. Bilhassa din-i İslâm’a vârid olan şek ve şüpheleri reddetmek için Metali ve Mevakıf nam eserler ile ulûm-u âliye (اٰلِيَه ) –sarf, nahiv, mantık vesaire– ve âliyeye (عَالِيَه ) –tefsir ve ilm-i kelâma– dair kırk kadar kitabı iki sene zarfında hıfzeyledi. Hattâ her gün okumak şartıyla, hıfzettiği kitapların üç ayda bir kere devrine muvaffak oluyordu. Molla Said’in iki mutezad hali vardı: | Molla Said, Bitlis’te iken on beş on altı yaşlarında idi. Henüz sinn-i büluğa vâsıl olmuştu. O zamana kadar bütün malûmatı sünuhat kabîlinden olduğu için uzun uzadıya mütalaaya lüzum görmezdi. Fakat o zaman sinn-i büluğa vâsıl olduğundan mı veyahut siyasete karıştığından mı her nedense eski sünuhat yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bunun üzerine her türlü fenne ait eserleri tetkike koyuldu. Bilhassa din-i İslâm’a vârid olan şek ve şüpheleri reddetmek için Metali ve Mevakıf nam eserler ile ulûm-u âliye (اٰلِيَه ) –sarf, nahiv, mantık vesaire– ve âliyeye (عَالِيَه ) –tefsir ve ilm-i kelâma– dair kırk kadar kitabı iki sene zarfında hıfzeyledi. Hattâ her gün okumak şartıyla, hıfzettiği kitapların üç ayda bir kere devrine muvaffak oluyordu. Molla Said’in iki mutezad hali vardı: | ||
Birincisi: Fikrinin münkeşif bulunduğu vakitler ki her ne eline alırsa onu anlamaması mümkün değildi. | '''Birincisi:''' Fikrinin münkeşif bulunduğu vakitler ki her ne eline alırsa onu anlamaması mümkün değildi. | ||
İkincisi: Fikrinin münkabız bulunduğu vakitler ki mütalaa değil, konuşmaktan bile hoşlanmazdı. | '''İkincisi:''' Fikrinin münkabız bulunduğu vakitler ki mütalaa değil, konuşmaktan bile hoşlanmazdı. | ||
Molla Said günde bir iki cüz okumak suretiyle Kur’an’ı hıfza başladı. Her gün iki cüz ezber etmekle, Kur’an’ın mühim bir kısmını hıfzına aldı fakat iki sünuhat ile tekmili müyesser olmadı: | Molla Said günde bir iki cüz okumak suretiyle Kur’an’ı hıfza başladı. Her gün iki cüz ezber etmekle, Kur’an’ın mühim bir kısmını hıfzına aldı fakat iki sünuhat ile tekmili müyesser olmadı: | ||
279. satır: | 279. satır: | ||
Molla Said Şark’ın büyük ulema ve meşayihinden olan Seyyid Nur Muhammed, Şeyh Abdurrahman-ı Tağî, Şeyh Fehim ve Şeyh Muhammed Küfrevî gibi zevat-ı âliyenin her birisinden ilim ve irfan hususunda ayrı ayrı derslere nâil olduğundan, onları fevkalâde severdi. Ulemadan Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardı. | Molla Said Şark’ın büyük ulema ve meşayihinden olan Seyyid Nur Muhammed, Şeyh Abdurrahman-ı Tağî, Şeyh Fehim ve Şeyh Muhammed Küfrevî gibi zevat-ı âliyenin her birisinden ilim ve irfan hususunda ayrı ayrı derslere nâil olduğundan, onları fevkalâde severdi. Ulemadan Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah Efendilere de ziyade muhabbeti vardı. | ||
Van’da maruf ulema bulunmadığından Hasan Paşa’nın daveti üzerine Molla Said Van’a gitti. Van’da on beş sene kalarak aşâirin irşadı için aralarında seyahatle tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi. Van’da bulunduğu müddet, Vali ve memurîn ile ihtilat ederek, bu asırda yalnız eski tarzdaki ilm-i kelâmın İslâm dini hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür. (Hâşiye) | Van’da maruf ulema bulunmadığından Hasan Paşa’nın daveti üzerine Molla Said Van’a gitti. Van’da on beş sene kalarak aşâirin irşadı için aralarında seyahatle tedris ve tederrüs vazifesiyle hayat geçirdi. Van’da bulunduğu müddet, Vali ve memurîn ile ihtilat ederek, bu asırda yalnız eski tarzdaki ilm-i kelâmın İslâm dini hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Bediüzzaman’ın çok genç yaşındaki bu vukufiyeti, onun istikbaldeki çok muazzam hizmet-i Kur’aniye ve İslâmiyesi için hazırlanmasını temin etmiştir. Bu kanaatini o zaman izhar ettiğinden otuz kırk sene sonra, ilm-i kelâmda bir teceddüd yapan Risale-i Nur Külliyatı’nın telifine Cenab-ı Hak muvaffak eylemiştir.</ref>''')''' | ||
Bu kanaati hasıl ettiği o zamanda, ulûm-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbua başlayarak pek kısa bir zamanda tarih, coğrafya, riyaziyat, jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. Bu ilimleri bir hocadan ders alarak değil, yalnız kendi mütalaası sayesinde hakkıyla anlamıştır. | Bu kanaati hasıl ettiği o zamanda, ulûm-u müsbete denilen bütün fenleri tetebbua başlayarak pek kısa bir zamanda tarih, coğrafya, riyaziyat, jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe gibi ilimlerin esaslarını elde etmiştir. Bu ilimleri bir hocadan ders alarak değil, yalnız kendi mütalaası sayesinde hakkıyla anlamıştır. | ||
287. satır: | 287. satır: | ||
İşte pek genç yaşındaki mezkûr hârikulâdeliklere ve bahr-i umman halinde bir ilme mâlikiyetine şahit olan ehl-i ilim, Molla Said’e “Bediüzzaman” lakabını vermiştir. Bediüzzaman Van’da bulunduğu müddet zarfında, o zamana kadar edindiği fikir ve mütalaalar ve ilmî ve dinî tedris usûllerini görmek ile ve zamanın ihtiyac-ı zarurîlerini nazar-ı itibara almakla kendisine mahsus bir usûl-ü tedris icad eder. Bu da hakaik-i diniyeyi asrın fehmine uygun en yeni izah ve beyan tarzlarıyla ispat etmek suretiyle talebelerini tenvir etmektir. | İşte pek genç yaşındaki mezkûr hârikulâdeliklere ve bahr-i umman halinde bir ilme mâlikiyetine şahit olan ehl-i ilim, Molla Said’e “Bediüzzaman” lakabını vermiştir. Bediüzzaman Van’da bulunduğu müddet zarfında, o zamana kadar edindiği fikir ve mütalaalar ve ilmî ve dinî tedris usûllerini görmek ile ve zamanın ihtiyac-ı zarurîlerini nazar-ı itibara almakla kendisine mahsus bir usûl-ü tedris icad eder. Bu da hakaik-i diniyeyi asrın fehmine uygun en yeni izah ve beyan tarzlarıyla ispat etmek suretiyle talebelerini tenvir etmektir. | ||
Molla Said Van’da bulunduğu zamanlarda, bazı hususlarda o havalinin ulemasına muhalif bulunuyordu. (Hâşiye) | Molla Said Van’da bulunduğu zamanlarda, bazı hususlarda o havalinin ulemasına muhalif bulunuyordu. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Aynı vaziyet, seksen senelik hayatında da devam etmiştir.</ref>''')''' Bu hususlar şunlardır: | ||
1- Kat’iyen hiç kimseden hediye olarak para almamak ve maaş bile kabul etmemek. Evet, hayatta hiçbir maddî mülkiyeti olmayıp fakir ve kimsesiz ve daimî nefiy ve hapislerle çok sıkıntılı ve dehşetli musibetler içerisinde yaşadığı halde, kimseden para ve mukabelesiz hediye almadığı, bilmüşahede görülmüştür. | '''1-''' Kat’iyen hiç kimseden hediye olarak para almamak ve maaş bile kabul etmemek. Evet, hayatta hiçbir maddî mülkiyeti olmayıp fakir ve kimsesiz ve daimî nefiy ve hapislerle çok sıkıntılı ve dehşetli musibetler içerisinde yaşadığı halde, kimseden para ve mukabelesiz hediye almadığı, bilmüşahede görülmüştür. | ||
2- Hiçbir âlimden sual sormamak. Yirmi sene zarfında, daima ancak sorulanlara cevap vermişti. Bu hususta kendileri derlerdi ki: “Ben ulemanın ilmini inkâr etmem binaenaleyh kendilerinden sual sormak fazladır. Benim ilmimden şüphe edenler varsa sorsunlar, onlara cevap vereyim.” | '''2-''' Hiçbir âlimden sual sormamak. Yirmi sene zarfında, daima ancak sorulanlara cevap vermişti. Bu hususta kendileri derlerdi ki: “Ben ulemanın ilmini inkâr etmem binaenaleyh kendilerinden sual sormak fazladır. Benim ilmimden şüphe edenler varsa sorsunlar, onlara cevap vereyim.” | ||
3- Yanında bulunan talebelerini aynı kendisi gibi zekât ve hediye almaktan men’etmek. Onları da yalnız rıza-yı İlahî için çalıştırırdı. Hattâ çok zamanlar, talebelerini kendi iaşe ederdi. | '''3-''' Yanında bulunan talebelerini aynı kendisi gibi zekât ve hediye almaktan men’etmek. Onları da yalnız rıza-yı İlahî için çalıştırırdı. Hattâ çok zamanlar, talebelerini kendi iaşe ederdi. | ||
4- Daima mücerred kalmak ve dünyada hiçbir şeyle alâka peyda etmemek. Bunun içindir ki: “Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim.” demiştir. Bu halin sebebi sorulunca “Bir zaman gelecek, herkes benim halime gıpta edecektir. Sâniyen, mal ve servet bana lezzet vermiyor, dünyaya ancak bir misafirhane nazarıyla bakıyorum.” derdi. | '''4-''' Daima mücerred kalmak ve dünyada hiçbir şeyle alâka peyda etmemek. Bunun içindir ki: “Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim.” demiştir. Bu halin sebebi sorulunca “Bir zaman gelecek, herkes benim halime gıpta edecektir. Sâniyen, mal ve servet bana lezzet vermiyor, dünyaya ancak bir misafirhane nazarıyla bakıyorum.” derdi. | ||
Van’da bulunduğu vakit, merhum Vali Tahir Paşa, Avrupa kitaplarını tetebbu ederek kendisine sualler tertip edip sorardı. Bunların hiçbirisini görmediği ve Türkçeyi de yeni konuşmaya başladığı halde, cevabında tereddüt etmezdi. Bir gün kitapları görür ve Tahir Paşa’nın bunlardan sual tertip ettiğini anlayarak az bir zamanda kitapların muhtevasını elde eder. | Van’da bulunduğu vakit, merhum Vali Tahir Paşa, Avrupa kitaplarını tetebbu ederek kendisine sualler tertip edip sorardı. Bunların hiçbirisini görmediği ve Türkçeyi de yeni konuşmaya başladığı halde, cevabında tereddüt etmezdi. Bir gün kitapları görür ve Tahir Paşa’nın bunlardan sual tertip ettiğini anlayarak az bir zamanda kitapların muhtevasını elde eder. | ||
329. satır: | 329. satır: | ||
— Bundan daha müşkülünü de kendim icad ederim. İki bin beş yüz vaziyet-i muhtemeleye göre yaparım. | — Bundan daha müşkülünü de kendim icad ederim. İki bin beş yüz vaziyet-i muhtemeleye göre yaparım. | ||
İki saat zarfında yüz adamdan elli adet gayr-ı müslimi o vaziyette taksim eder ki daima kurayı gayr-ı müslime düşürür. Ve hattâ beş yüz gayr-ı müslim olmakla iki yüz elli bin vaziyet-i muhtemele üzerine bir mesele çıkarttı ve Tahir Paşa’ya göstererek bir risale şeklinde yazdı (Hâşiye). | İki saat zarfında yüz adamdan elli adet gayr-ı müslimi o vaziyette taksim eder ki daima kurayı gayr-ı müslime düşürür. Ve hattâ beş yüz gayr-ı müslim olmakla iki yüz elli bin vaziyet-i muhtemele üzerine bir mesele çıkarttı ve Tahir Paşa’ya göstererek bir risale şeklinde yazdı '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Maatteessüf o risale Van’da bir yangında yanmıştır.</ref>''').''' | ||
Bediüzzaman Van’da bulunduğu zamanlarda, Vali Tahir Paşa ile bazı gazetelerden havadis okurdu. Bilhassa İslâmiyet’i alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâm’ın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi: | Bediüzzaman Van’da bulunduğu zamanlarda, Vali Tahir Paşa ile bazı gazetelerden havadis okurdu. Bilhassa İslâmiyet’i alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâm’ın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi: | ||
337. satır: | 337. satır: | ||
“Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.” diye hitabede bulunmuş. | “Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.” diye hitabede bulunmuş. | ||
İşte bu müthiş haber, onda tarifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlas, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine: “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu sâikle çalışır. (Hâşiye) | İşte bu müthiş haber, onda tarifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letaifi uyanık ve ilim, irfan, ihlas, cesaret ve şecaat gibi hârika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine: '''“Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!”''' diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu sâikle çalışır. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Said Nursî, altmış beş sene evvel Van’da Vali Tahir Paşa’nın yanında iken okuduğu bir gazetede, İngiliz Müstemlekat Nâzırı’nın İngiliz Meclis-i Mebusanında elinde Kur’an’ı göstererek “Bu Kur’an, Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’an’dan soğutmalıyız.” sözü üzerine, ruhunda bir feveran ve nihayetsiz bir gayret uyanır. Kur’an’ın bir mu’cize olduğunu ispat ederek her tarafa neşretmek ve kâfirleri tam susturmak ister, buna kat’î karar verir. Van’da bulunduğu on beş sene müddet içerisinde hıfzına aldığı seksenden ziyade kitabı ezbere devrettiği gibi âlem-i İslâm’ın hal-i hazırda durumu hakkında da gerekli her türlü malûmatı elde eder. | ||
Nazirsiz bir allâme olan Bediüzzaman, daha genç yaşında görünen müstesna zekâ ve ilminden de anlaşıldığı gibi sair emsalleri fevkinde kendisine ayrıca hikmet-i Kur’aniye talim edilmişti. Kendisi, asr-ı hazırın ihtiyacını karşılayacak, zamanın ilmî ve edebî seviyesinin fevkinde bütün dünyaya Kur’an’ın mu’cize olduğunu ispat ve herkesi ikna edebilecek bir kabiliyet, metanet, emel ve fedakârlık taşıyordu. | |||
Bir buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi bir ağacın zuhuru, kudret-i İlahiyeyi açıkça gösterdiği gibi; maddî hiçbir kuvvete sahib olmayan, bilakis mazlum ve bir nevi elleri kolları bağlı bir vaziyette Bediüzzaman’ın çekirdek-misal hayatı ve hizmetiyle tarihin en dehşetli bir devrinde hem Anadolu hem âlem-i İslâm hem dünyanın ekserisine de maddeten tesir edecek ve zihniyetlerini değiştirecek manevî, küllî ve cihanşümul bir inkişafın zuhuru; aynen bir kudret-i mutlaka ve istihdam-ı İlahî ve sevk-i Rabbanî ile olduğu akla ve kalbe görünmektedir. | |||
Filhakika bir eserinde tahdis-i nimet suretinde hizmet-i imaniyeye ait inayet-i İlahiyeden bahsederken şöyle der: | |||
Eski Harb-i Umumî’de ve daha evvellerinde bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki merhum validem yanımdadır. Dedim: | |||
“Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir. O hem Rahîm’dir hem Hakîm’dir.” | |||
Birden o halette iken baktım ki mühim bir zat bana âmirane diyor ki: | |||
“İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et!” | |||
Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılabdan sonra Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an, kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek; i’cazı, onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak ve namzet olduğumu anladım.</ref>''')''' | |||
Bediüzzaman Şarkî Anadolu’da “Medresetü’z-Zehra” namında bir dârülfünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da dârülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: “Şark’ın yalçın kayalıklarından bir ateşpare-i zekâ, İstanbul âfakında tulû etti.” | Bediüzzaman Şarkî Anadolu’da “Medresetü’z-Zehra” namında bir dârülfünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da dârülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: “Şark’ın yalçın kayalıklarından bir ateşpare-i zekâ, İstanbul âfakında tulû etti.” |
düzenleme