Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Değişiklik özeti yok
    (Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
     
    1. satır: 1. satır:
    <languages/>
    <languages/>
    <translate>
    <translate>
    <!--T:1-->
    '''Aziz, sıddık kardeşlerim!'''
    '''Aziz, sıddık kardeşlerim!'''


    <!--T:2-->
    Meyve’nin Dördüncü Mesele’sindeki bir hakikatin izahını Eski Said’in âfaka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin ramazan başlarında bayram alâmetini şarkta bir hâdisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu ramazan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki o geniş ve karışık fırtınalı hakikatin kısaca zararlarını beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazı işaretler nevinde, Risale-i Nur şakirdlerinin meraklarını ta’dil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olmasından anlamasında zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyorum.
    Meyve’nin Dördüncü Mesele’sindeki bir hakikatin izahını Eski Said’in âfaka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin ramazan başlarında bayram alâmetini şarkta bir hâdisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu ramazan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki o geniş ve karışık fırtınalı hakikatin kısaca zararlarını beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazı işaretler nevinde, Risale-i Nur şakirdlerinin meraklarını ta’dil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olmasından anlamasında zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyorum.


    <!--T:3-->
    Meyve’nin o Dördüncü Mesele’sinde denilmiş ki: “Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi: O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder; hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır hem herhalde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur.” mealinde orada denilmiştir.
    Meyve’nin o Dördüncü Mesele’sinde denilmiş ki: “Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi: O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder; hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır hem herhalde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur.” mealinde orada denilmiştir.


    <!--T:4-->
    Şimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve âfakî hâdisatın verdiği sarhoşane gafletten zevk alan bîçareler! Eğer insanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla sizin farz ve lâzım vazifeniz zararına, o hâdise o geniş boğuşmalara sevk ediyor. Bu da bir ihtiyac-ı manevîdir, fıtrîdir derseniz ben de derim:
    Şimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve âfakî hâdisatın verdiği sarhoşane gafletten zevk alan bîçareler! Eğer insanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla sizin farz ve lâzım vazifeniz zararına, o hâdise o geniş boğuşmalara sevk ediyor. Bu da bir ihtiyac-ı manevîdir, fıtrîdir derseniz ben de derim:


    <!--T:5-->
    Kat’iyen biliniz ki: İnsanın çok mu’cizatlı hilkatine merak etmeyip, dikkat etmeyerek iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi aynen bu asırda nev-i beşerin muvakkat ve fâni, tahripçi geniş hâdiseleri ve zemin yüzünde yüz bin millet ve insan nev’i gibi çok hâdisat-ı acibeye mazhar o milletlerden her baharda yalnız bir tek arı milletine ve üzüm taifesine baksan bu nev-i beşerdeki hâdisatın yüz defa daha mûcib-i merak ve ruhanî, manevî zevklere medar hâdiseler var.
    Kat’iyen biliniz ki: İnsanın çok mu’cizatlı hilkatine merak etmeyip, dikkat etmeyerek iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi aynen bu asırda nev-i beşerin muvakkat ve fâni, tahripçi geniş hâdiseleri ve zemin yüzünde yüz bin millet ve insan nev’i gibi çok hâdisat-ı acibeye mazhar o milletlerden her baharda yalnız bir tek arı milletine ve üzüm taifesine baksan bu nev-i beşerdeki hâdisatın yüz defa daha mûcib-i merak ve ruhanî, manevî zevklere medar hâdiseler var.


    <!--T:6-->
    Bu hakiki zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hâdiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hâdiseler daimî olmak ve herkese o hâdiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hâdiseye sebebiyet verenlerin hakiki fâil ve mûcid olmak şartıyla olabilir. Halbuki havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz’î. Ondaki zarar ve menfaati o vaziyet şarktan, Bahr-i Muhit’ten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cismin onun tedbir ve icadında olan bir Zat-ı Akdes’in rububiyetini ve hikmetini nazara almayıp tâ dünyanın nihayetinden zarar ve menfaati beklemek, ne derece divanelik olduğu tarif edilmez!
    Bu hakiki zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hâdiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hâdiseler daimî olmak ve herkese o hâdiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hâdiseye sebebiyet verenlerin hakiki fâil ve mûcid olmak şartıyla olabilir. Halbuki havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz’î. Ondaki zarar ve menfaati o vaziyet şarktan, Bahr-i Muhit’ten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cismin onun tedbir ve icadında olan bir Zat-ı Akdes’in rububiyetini ve hikmetini nazara almayıp tâ dünyanın nihayetinden zarar ve menfaati beklemek, ne derece divanelik olduğu tarif edilmez!


    <!--T:7-->
    Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lâzım ki her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün tâ o zulm-ü zulmette kalp boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın.
    Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lâzım ki her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün tâ o zulm-ü zulmette kalp boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın.


    <!--T:8-->
    '''Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar tâ kalp dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın.'''
    '''Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar tâ kalp dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın.'''


    <!--T:9-->
    Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i salihînden başka siyasetçi, ekserce tam müttaki, dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir.” diye siyasete aşk-ı merak ile değil; ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye –eğer mümkünse– çalışabilir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.
    Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i salihînden başka siyasetçi, ekserce tam müttaki, dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir.” diye siyasete aşk-ı merak ile değil; ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye –eğer mümkünse– çalışabilir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.


    <!--T:10-->
    '''Elhasıl:''' Nasıl ki sarhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de böyle fâni boğuşmaları ve hâdiseleri merakla takip etmek, bir nevi sarhoşluktur ki hakiki vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı muvakkaten unutturduğu için menhus bir zevk verir. Veya tehlikeli bir yeise düşüp لَا تَق۟نَطُوا مِن۟ رَح۟مَةِ اللّٰهِ âyetindeki emr-i İlahîye muhalefet eder, tokada müstahak olur. Veya لَا تَر۟كَنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ olan şiddetli tehdid-i İlahî tokadına mazhar olur; zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iştirak eder; bi’l-istihkak cezasını da dünyada, âhirette çeker.
    '''Elhasıl:''' Nasıl ki sarhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de böyle fâni boğuşmaları ve hâdiseleri merakla takip etmek, bir nevi sarhoşluktur ki hakiki vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı muvakkaten unutturduğu için menhus bir zevk verir. Veya tehlikeli bir yeise düşüp لَا تَق۟نَطُوا مِن۟ رَح۟مَةِ اللّٰهِ âyetindeki emr-i İlahîye muhalefet eder, tokada müstahak olur. Veya لَا تَر۟كَنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ olan şiddetli tehdid-i İlahî tokadına mazhar olur; zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iştirak eder; bi’l-istihkak cezasını da dünyada, âhirette çeker.


    <!--T:11-->
    Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların neticesinde Eski Harb-i Umumî’den çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâm’la ittifak etmesi ve İncil, Kur’an’a ittihat edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.
    Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların neticesinde Eski Harb-i Umumî’den çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâm’la ittifak etmesi ve İncil, Kur’an’a ittihat edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.


    <!--T:12-->
    Umum kardeşlerime birer birer selâm, gelen veya geçen Leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederiz.
    Umum kardeşlerime birer birer selâm, gelen veya geçen Leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederiz.




    <!--T:13-->
    ------
    ------
    <center> [[Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup]] ⇐ | [[Emirdağ Lahikası]] | ⇒ [[Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup]] </center>
    <center> [[Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup]] ⇐ | [[Emirdağ Lahikası]] | ⇒ [[Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup]] </center>

    09.26, 25 Kasım 2023 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

    Diğer diller:
    • Türkçe

    Aziz, sıddık kardeşlerim!

    Meyve’nin Dördüncü Mesele’sindeki bir hakikatin izahını Eski Said’in âfaka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin ramazan başlarında bayram alâmetini şarkta bir hâdisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu ramazan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun malayaniyatıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki o geniş ve karışık fırtınalı hakikatin kısaca zararlarını beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazı işaretler nevinde, Risale-i Nur şakirdlerinin meraklarını ta’dil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olmasından anlamasında zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyorum.

    Meyve’nin o Dördüncü Mesele’sinde denilmiş ki: “Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi: O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder; hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır hem herhalde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur.” mealinde orada denilmiştir.

    Şimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve âfakî hâdisatın verdiği sarhoşane gafletten zevk alan bîçareler! Eğer insanın fıtratındaki merak, insaniyet damarıyla sizin farz ve lâzım vazifeniz zararına, o hâdise o geniş boğuşmalara sevk ediyor. Bu da bir ihtiyac-ı manevîdir, fıtrîdir derseniz ben de derim:

    Kat’iyen biliniz ki: İnsanın çok mu’cizatlı hilkatine merak etmeyip, dikkat etmeyerek iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi aynen bu asırda nev-i beşerin muvakkat ve fâni, tahripçi geniş hâdiseleri ve zemin yüzünde yüz bin millet ve insan nev’i gibi çok hâdisat-ı acibeye mazhar o milletlerden her baharda yalnız bir tek arı milletine ve üzüm taifesine baksan bu nev-i beşerdeki hâdisatın yüz defa daha mûcib-i merak ve ruhanî, manevî zevklere medar hâdiseler var.

    Bu hakiki zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hâdiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hâdiseler daimî olmak ve herkese o hâdiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hâdiseye sebebiyet verenlerin hakiki fâil ve mûcid olmak şartıyla olabilir. Halbuki havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz’î. Ondaki zarar ve menfaati o vaziyet şarktan, Bahr-i Muhit’ten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cismin onun tedbir ve icadında olan bir Zat-ı Akdes’in rububiyetini ve hikmetini nazara almayıp tâ dünyanın nihayetinden zarar ve menfaati beklemek, ne derece divanelik olduğu tarif edilmez!

    Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lâzım ki her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün tâ o zulm-ü zulmette kalp boğulmasın, iman sönmesin; akıl, tabiat ve tesadüfe saplanmasın.

    Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar tâ kalp dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın.

    Hattâ bu ehemmiyetli sırdandır ki din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i salihînden başka siyasetçi, ekserce tam müttaki, dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir.” diye siyasete aşk-ı merak ile değil; ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikate âlet etmeye –eğer mümkünse– çalışabilir. Yoksa bâki elmasları, kırılacak âdi şişelere âlet yapar.

    Elhasıl: Nasıl ki sarhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de böyle fâni boğuşmaları ve hâdiseleri merakla takip etmek, bir nevi sarhoşluktur ki hakiki vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatı muvakkaten unutturduğu için menhus bir zevk verir. Veya tehlikeli bir yeise düşüp لَا تَق۟نَطُوا مِن۟ رَح۟مَةِ اللّٰهِ âyetindeki emr-i İlahîye muhalefet eder, tokada müstahak olur. Veya لَا تَر۟كَنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ olan şiddetli tehdid-i İlahî tokadına mazhar olur; zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iştirak eder; bi’l-istihkak cezasını da dünyada, âhirette çeker.

    Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların neticesinde Eski Harb-i Umumî’den çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâm’la ittifak etmesi ve İncil, Kur’an’a ittihat edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.

    Umum kardeşlerime birer birer selâm, gelen veya geçen Leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederiz.



    Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup