64.902
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
|||
1. satır: | 1. satır: | ||
<languages/> | |||
<translate> | |||
= Yirminci Mektup = | = Yirminci Mektup = | ||
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ | بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ | ||
وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ | وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ | لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ | ||
يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ | |||
وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ | |||
Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada ism-i a’zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Her bir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhid-i rububiyet, hem bir ism-i a’zam noktasında bir kibriya-i vahdet ve bir kemal-i vahdaniyet vardır. | Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada ism-i a’zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Her bir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhid-i rububiyet, hem bir ism-i a’zam noktasında bir kibriya-i vahdet ve bir kemal-i vahdaniyet vardır. | ||
14. satır: | 13. satır: | ||
Bu büyük ve ulvi hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip bir vaade binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde '''İki Makam''', bir '''Mukaddime''' ile ona bir fihriste yapacağız. | Bu büyük ve ulvi hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip bir vaade binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde '''İki Makam''', bir '''Mukaddime''' ile ona bir fihriste yapacağız. | ||
== | == MUKADDİME == | ||
Kat’iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi '''iman-ı billahtır.''' | Kat’iyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi '''iman-ı billahtır.''' | ||
36. satır: | 36. satır: | ||
== BİRİNCİ MAKAM == | == BİRİNCİ MAKAM == | ||
Şu kelâm-ı tevhidînin on bir kelimesinin her birinde birer müjde var. Ve o müjdede birer şifa ve o şifada birer lezzet-i maneviye bulunur. | Şu kelâm-ı tevhidînin on bir kelimesinin her birinde birer müjde var. Ve o müjdede birer şifa ve o şifada birer lezzet-i maneviye bulunur. | ||
=== | === BİRİNCİ KELİME === | ||
da şöyle bir müjde var ki: | لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ da şöyle bir müjde var ki: | ||
Hadsiz hâcata müptela, nihayetsiz a’danın hücumuna hedef olan ruh-u insanî, şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki bütün hâcatını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki bütün a’dasının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mabud’unu ve Hâlık’ını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, Mâlik’i kim olduğunu irae eder. Ve o irae ile kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder. | Hadsiz hâcata müptela, nihayetsiz a’danın hücumuna hedef olan ruh-u insanî, şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad bulur ki bütün hâcatını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki bütün a’dasının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mabud’unu ve Hâlık’ını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, Mâlik’i kim olduğunu irae eder. Ve o irae ile kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder. | ||
=== | === İKİNCİ KELİME === | ||
وَح۟دَهُ | وَح۟دَهُ | ||
Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: | Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: | ||
Kâinatın ekser envaıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan وَح۟دَهُ kelimesinde bir melce, bir halâskâr bulur ki onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani وَح۟دَهُ manen der: | Kâinatın ekser envaıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan وَح۟دَهُ kelimesinde bir melce, bir halâskâr bulur ki onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani وَح۟دَهُ manen der: | ||
54. satır: | 55. satır: | ||
Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü '''Sultan-ı kâinat birdir, her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir; her şey onun emriyle halledilir. Onu bulsan her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.''' | Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü '''Sultan-ı kâinat birdir, her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir; her şey onun emriyle halledilir. Onu bulsan her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.''' | ||
=== | === ÜÇÜNCÜ KELİME === | ||
لَا شَرٖيكَ لَهُ | لَا شَرٖيكَ لَهُ | ||
63. satır: | 65. satır: | ||
İmanı elde eden ruh-u beşer; manisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazain-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi olan Cemil-i Zülcelal, Kadîr-i Zülkemal’in huzuruna girip hâcatını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemal-i ferah ve süruru kazanabilir. | İmanı elde eden ruh-u beşer; manisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazain-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi olan Cemil-i Zülcelal, Kadîr-i Zülkemal’in huzuruna girip hâcatını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemal-i ferah ve süruru kazanabilir. | ||
=== | === DÖRDÜNCÜ KELİME === | ||
لَهُ ال۟مُل۟كُ | لَهُ ال۟مُل۟كُ | ||
74. satır: | 77. satır: | ||
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak; cefasını değil, safasını çek. O, hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.” de, pencerelerden seyret, içlerine girme. | Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak; cefasını değil, safasını çek. O, hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.” de, pencerelerden seyret, içlerine girme. | ||
=== | === BEŞİNCİ KELİME === | ||
وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ | وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ | ||
85. satır: | 89. satır: | ||
Nasıl ki bir padişah-ı zîşanın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de لَهُ ال۟حَم۟دُ kelimesiyle, yani hamd ve şükür ile yani nimetten in’amı hissetmekle, yani Mün’im’i tanımakla ve in’amı düşünmekle, yani onun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’amının devamını düşünmekle, nimetten bin derece daha leziz, manevî bir lezzet kapısını sana açar. | Nasıl ki bir padişah-ı zîşanın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şahane lezzetini sana ihsas ve ihsan eder. Öyle de لَهُ ال۟حَم۟دُ kelimesiyle, yani hamd ve şükür ile yani nimetten in’amı hissetmekle, yani Mün’im’i tanımakla ve in’amı düşünmekle, yani onun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’amının devamını düşünmekle, nimetten bin derece daha leziz, manevî bir lezzet kapısını sana açar. | ||
=== | === ALTINCI KELİME === | ||
يُح۟يٖى | يُح۟يٖى | ||
94. satır: | 99. satır: | ||
Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenasını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyum’a aittir. Masarif ve levazımatını o tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve ona aittir. Sen, o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi, ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faydalar verdiğini ve o sefine sahibi zatın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret ve anla ki vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netaic; bir cihetle senin defter-i a’maline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihya eder. | Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenasını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyum’a aittir. Masarif ve levazımatını o tedarik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve ona aittir. Sen, o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi, ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faydalar verdiğini ve o sefine sahibi zatın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret ve anla ki vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netaic; bir cihetle senin defter-i a’maline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihya eder. | ||
=== | === YEDİNCİ KELİME === | ||
وَ يُمٖيتُ | وَ يُمٖيتُ | ||
101. satır: | 107. satır: | ||
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. | Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. | ||
=== | === SEKİZİNCİ KELİME === | ||
وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ | وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ | ||
110. satır: | 117. satır: | ||
Sizlere müjde! Mahbublarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâki’niz var. Madem o var ve Bâki’dir, başkaları ne olursa olsun merak çekmeyiniz. Belki o mahbublarda, sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Bâki’nin cilve-i cemal-i bâkisinden çok perdelerden geçip gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevalleri, sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi âyinelerdir. Âyinelerin değişmesi şaşaa-i cemalin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem o var, her şey var. | Sizlere müjde! Mahbublarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâki’niz var. Madem o var ve Bâki’dir, başkaları ne olursa olsun merak çekmeyiniz. Belki o mahbublarda, sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Bâki’nin cilve-i cemal-i bâkisinden çok perdelerden geçip gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevalleri, sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi âyinelerdir. Âyinelerin değişmesi şaşaa-i cemalin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem o var, her şey var. | ||
=== | === DOKUZUNCU KELİME === | ||
بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ | بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ | ||
121. satır: | 129. satır: | ||
Evet, geçen baharın defter-i a’malinin sahifeleri ve hidematının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelal; elbette sizin de netaic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir. | Evet, geçen baharın defter-i a’malinin sahifeleri ve hidematının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelal; elbette sizin de netaic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir. | ||
=== | === ONUNCU KELİME === | ||
وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | ||
136. satır: | 145. satır: | ||
Elbette ve elbette o Kadîr-i Zülcelal, o Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal vaadini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan cennete sizleri ey ehl-i iman idhal edecektir. | Elbette ve elbette o Kadîr-i Zülcelal, o Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal vaadini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan cennete sizleri ey ehl-i iman idhal edecektir. | ||
=== | === ON BİRİNCİ KELİME === | ||
وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ | وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ | ||
149. satır: | 159. satır: | ||
Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakiki’nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî’nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz. | Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakiki’nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî’nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz. | ||
== İKİNCİ MAKAM == | == İKİNCİ MAKAM == | ||
İsm-i a’zam noktasında, tevhidin ispatına muhtasar bir işarettir. | İsm-i a’zam noktasında, tevhidin ispatına muhtasar bir işarettir. | ||
=== | === BİRİNCİ KELİME === | ||
da bir tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet vardır. Şu mertebenin gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki: | لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ da bir tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet vardır. Şu mertebenin gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki: | ||
Şu kâinat yüzünde, hususan zeminin sahifesinde, gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Ve gayet hikmetli bir hallakıyet müşahede ediyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettahiyet, yani her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek aynelyakîn görüyoruz. Hem gayet şefkatli, keremli, rahmetli bir vehhabiyet ve ihsanat görüyoruz. Öyle ise bizzarure şu hal ve şu keyfiyet; Faal, Hallak, Fettah, Vehhab bir Zat-ı Zülcelal’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ispat eder, belki ihsas eder. | Şu kâinat yüzünde, hususan zeminin sahifesinde, gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Ve gayet hikmetli bir hallakıyet müşahede ediyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettahiyet, yani her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek aynelyakîn görüyoruz. Hem gayet şefkatli, keremli, rahmetli bir vehhabiyet ve ihsanat görüyoruz. Öyle ise bizzarure şu hal ve şu keyfiyet; Faal, Hallak, Fettah, Vehhab bir Zat-ı Zülcelal’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ispat eder, belki ihsas eder. | ||
169. satır: | 178. satır: | ||
İşte o Vâhid-i Ehad’i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilahları kabul edecek veyahut ahmak sofestaî gibi hem kendini hem kâinatın vücudunu inkâr edecek. | İşte o Vâhid-i Ehad’i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilahları kabul edecek veyahut ahmak sofestaî gibi hem kendini hem kâinatın vücudunu inkâr edecek. | ||
=== | === İKİNCİ KELİME === | ||
وَح۟دَهُ | وَح۟دَهُ | ||
194. satır: | 204. satır: | ||
Evet, her şeyde bir birlik var. Birlik ise biri gösterir. Mesela, dünyanın lambası olan güneş birdir; öyle ise dünyanın mâliki dahi birdir. Mesela, zemin yüzündeki zîhayatların hizmetçileri olan hava, ateş, su birdir; öyle ise onları istihdam eden ve bizlere musahhar eden dahi birdir. | Evet, her şeyde bir birlik var. Birlik ise biri gösterir. Mesela, dünyanın lambası olan güneş birdir; öyle ise dünyanın mâliki dahi birdir. Mesela, zemin yüzündeki zîhayatların hizmetçileri olan hava, ateş, su birdir; öyle ise onları istihdam eden ve bizlere musahhar eden dahi birdir. | ||
=== | === ÜÇÜNCÜ KELİME === | ||
لَا شَرٖيكَ لَهُ | لَا شَرٖيكَ لَهُ | ||
Şu kelimeyi, Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı gayet kuvvetli ve şaşaalı bir surette ispat ettiğinden, ona havale ederiz. Onun fevkinde beyan olamaz, ondan daha ileri beyana lüzum yok ve izah edilmez. | Şu kelimeyi, Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı gayet kuvvetli ve şaşaalı bir surette ispat ettiğinden, ona havale ederiz. Onun fevkinde beyan olamaz, ondan daha ileri beyana lüzum yok ve izah edilmez. | ||
=== | === DÖRDÜNCÜ KELİME === | ||
لَهُ ال۟مُل۟كُ | لَهُ ال۟مُل۟كُ | ||
213. satır: | 225. satır: | ||
==== Birinci Fıkra: ==== | ==== Birinci Fıkra: ==== | ||
ذَاكَ ال۟عَالَمَ ال۟كَبٖيرَ … الخ Yani şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfakî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar. | ذَاكَ ال۟عَالَمَ ال۟كَبٖيرَ … الخ Yani şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfakî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar. | ||
222. satır: | 235. satır: | ||
==== İkinci Fıkra: ==== | ==== İkinci Fıkra: ==== | ||
اِب۟دَاعُهُ لِذَاكَ … الخ Meali şudur: Sâni’-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedî’ bir surette halk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip ona akıl vererek, onunla o mu’cizat-ı sanatına ve o bedî’ kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup kemer-beste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. | اِب۟دَاعُهُ لِذَاكَ … الخ Meali şudur: Sâni’-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedî’ bir surette halk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip ona akıl vererek, onunla o mu’cizat-ı sanatına ve o bedî’ kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup kemer-beste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. | ||
227. satır: | 241. satır: | ||
==== Üçüncü Fıkra: ==== | ==== Üçüncü Fıkra: ==== | ||
اِن۟شَائُهُ لِذَاكَ … الخ Meali şudur ki: O Mâlikü’l-mülki Zülcelal, âlem-i ekberi, bâhusus küre-i arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki birbiri içinde hadsiz daireler olup her bir daire bir tarla hükmünde olup vakit be-vakit, mevsim be-mevsim, asır be-asır eker, biçer, mahsulat alır. Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. | اِن۟شَائُهُ لِذَاكَ … الخ Meali şudur ki: O Mâlikü’l-mülki Zülcelal, âlem-i ekberi, bâhusus küre-i arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki birbiri içinde hadsiz daireler olup her bir daire bir tarla hükmünde olup vakit be-vakit, mevsim be-mevsim, asır be-asır eker, biçer, mahsulat alır. Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. | ||
244. satır: | 259. satır: | ||
==== Dördüncü Fıkra: ==== | ==== Dördüncü Fıkra: ==== | ||
صَن۟عَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Sâni’-i Zülcelal’in âlem-i ekberdeki sanatı o derece manidardır ki o sanat, bir kitap suretinde tezahür edip kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden akl-ı beşer, hakiki fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatle bağlı ve hakikatten meded alıyor ki büyük Kitab-ı Mübin’in bir nüshası olan Kur’an-ı Hakîm şeklinde ilan edildi. | صَن۟عَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Sâni’-i Zülcelal’in âlem-i ekberdeki sanatı o derece manidardır ki o sanat, bir kitap suretinde tezahür edip kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden akl-ı beşer, hakiki fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatle bağlı ve hakikatten meded alıyor ki büyük Kitab-ı Mübin’in bir nüshası olan Kur’an-ı Hakîm şeklinde ilan edildi. | ||
251. satır: | 267. satır: | ||
==== Beşinci Fıkra: ==== | ==== Beşinci Fıkra: ==== | ||
قُد۟رَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Kudret-i İlahiye âlem-i ekberde haşmet-i rububiyetini gösteriyor. Rahmet-i Rabbaniye ise âlem-i asgar olan insanda nimetleri tanzim ediyor. | قُد۟رَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Kudret-i İlahiye âlem-i ekberde haşmet-i rububiyetini gösteriyor. Rahmet-i Rabbaniye ise âlem-i asgar olan insanda nimetleri tanzim ediyor. | ||
262. satır: | 279. satır: | ||
==== Altıncı Fıkra: ==== | ==== Altıncı Fıkra: ==== | ||
حِش۟مَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Yani kâinatın heyet-i mecmuasında tezahür eden haşmet-i rububiyet, vahdaniyet-i İlahiyeyi ispat edip gösterdiği gibi; zîhayatların cüz’iyatlarına mukannen erzaklarını veren nimet-i Rabbaniye dahi ehadiyet-i İlahiyeyi ispat edip gösterir. | حِش۟مَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Yani kâinatın heyet-i mecmuasında tezahür eden haşmet-i rububiyet, vahdaniyet-i İlahiyeyi ispat edip gösterdiği gibi; zîhayatların cüz’iyatlarına mukannen erzaklarını veren nimet-i Rabbaniye dahi ehadiyet-i İlahiyeyi ispat edip gösterir. | ||
277. satır: | 295. satır: | ||
==== Yedinci Fıkra: ==== | ==== Yedinci Fıkra: ==== | ||
فِى ال۟جِس۟مِ وَال۟اَع۟ضَاءِ | سِكَّتُهُ فٖى ذَاكَ فِى ال۟كُلِّ وَال۟اَج۟زَاءِ ٠ خَاتَمُهُ فٖى هٰذَا فِى ال۟جِس۟مِ وَال۟اَع۟ضَاءِ | ||
Meali şudur ki: Sâni’-i Zülcelal âlem-i ekberin heyet-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi bütün eczasında ve envaında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur. Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hâtem-i vahdaniyet bastığı gibi her bir azasında dahi birer mühr-ü vahdeti vardır. | Meali şudur ki: Sâni’-i Zülcelal âlem-i ekberin heyet-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi bütün eczasında ve envaında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur. Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hâtem-i vahdaniyet bastığı gibi her bir azasında dahi birer mühr-ü vahdeti vardır. | ||
285. satır: | 302. satır: | ||
Evet, o Kadîr-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki ona şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki ona delâlet eder. Şu hakikat-i uzma, Yirmi İkinci Söz’de ve Otuz İkinci Söz’de ve Otuz Üçüncü Mektup’un otuz üç adet Penceresinde gayet parlak ve kat’î bir surette izah ve ispat edildiğinden onlara havale edip sözü keser, burada hâtime veririz. | Evet, o Kadîr-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki ona şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki ona delâlet eder. Şu hakikat-i uzma, Yirmi İkinci Söz’de ve Otuz İkinci Söz’de ve Otuz Üçüncü Mektup’un otuz üç adet Penceresinde gayet parlak ve kat’î bir surette izah ve ispat edildiğinden onlara havale edip sözü keser, burada hâtime veririz. | ||
=== | === BEŞİNCİ KELİME === | ||
لَهُ ال۟حَم۟دُ | لَهُ ال۟حَم۟دُ | ||
322. satır: | 340. satır: | ||
لَهُ ال۟حَم۟دُ مِن۟ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ ال۟اَزَلِ اِلَى ال۟اَبَدِ | لَهُ ال۟حَم۟دُ مِن۟ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ ال۟اَزَلِ اِلَى ال۟اَبَدِ | ||
=== | === ALTINCI KELİME === | ||
يُح۟يٖى | يُح۟يٖى | ||
331. satır: | 350. satır: | ||
İşte hiç mümkün müdür ki şu ihya ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye; o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüz binler defa hâşâ!.. | İşte hiç mümkün müdür ki şu ihya ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye; o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüz binler defa hâşâ!.. | ||
Malûmdur ki bir taburda on millet bulunsa ayrı ayrı teçhiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan âciz insanlar, ister istemez bir tarzda teçhize mecbur olmuşlar. Halbuki Hayy u Kayyum şu muhteşem ordusu içinde, üç yüz binden ziyade milletlere, ayrı ayrı teçhizat-ı hayatiyeyi veriyor. Hem külfetsiz, müşkülatsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde, gayet hakîmane ve intizam-perverane veriyor. Ve koca orduya, bir tek lisan ile هُوَ الَّذٖى يُح۟يٖى dedirtip kâinat mescidinde o cemaat-i uzmaya | Malûmdur ki bir taburda on millet bulunsa ayrı ayrı teçhiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan âciz insanlar, ister istemez bir tarzda teçhize mecbur olmuşlar. Halbuki Hayy u Kayyum şu muhteşem ordusu içinde, üç yüz binden ziyade milletlere, ayrı ayrı teçhizat-ı hayatiyeyi veriyor. Hem külfetsiz, müşkülatsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde, gayet hakîmane ve intizam-perverane veriyor. Ve koca orduya, bir tek lisan ile هُوَ الَّذٖى يُح۟يٖى dedirtip kâinat mescidinde o cemaat-i uzmaya اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟حَىُّ ال۟قَيُّومُ لَا تَا۟خُذُهُ سِنَةٌ وَ لَانَو۟مٌ … الخ okutturuyor. | ||
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟حَىُّ ال۟قَيُّومُ لَا تَا۟خُذُهُ سِنَةٌ وَ لَانَو۟مٌ … الخ | |||
=== YEDİNCİ KELİME === | |||
وَ يُمٖيتُ | وَ يُمٖيتُ | ||
352. satır: | 368. satır: | ||
İşte hiç mümkün müdür ki şu kâinatı, heyet-i mecmuasıyla çevirmeye muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayata ve mevte bir fert gibi mazhar etmeye kudreti yetmeyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip yeryüzüne takıp sonra mevt ile ondan koparıp alamayan bir zat; mevt ve imateye sahip çıkabilsin? Evet, en cüz’î bir zîhayatın mevti dahi hayatı gibi bütün hakaik-i hayat ve enva-ı mevt elinde bulunan bir Zat-ı Zülcelal’in kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarurîdir. | İşte hiç mümkün müdür ki şu kâinatı, heyet-i mecmuasıyla çevirmeye muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayata ve mevte bir fert gibi mazhar etmeye kudreti yetmeyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip yeryüzüne takıp sonra mevt ile ondan koparıp alamayan bir zat; mevt ve imateye sahip çıkabilsin? Evet, en cüz’î bir zîhayatın mevti dahi hayatı gibi bütün hakaik-i hayat ve enva-ı mevt elinde bulunan bir Zat-ı Zülcelal’in kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarurîdir. | ||
=== | === SEKİZİNCİ KELİME === | ||
وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ | وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ | ||
395. satır: | 412. satır: | ||
Bütün mevcudatın küllî ve cüz’î her birisi birer Veysel Karanî gibi bir münâcat-ı maneviye suretinde bir âyinedarlıkları var. Acz ve fakr ve kusurlarıyla, kudret ve kemal-i İlahîyi ilan ediyorlar. | Bütün mevcudatın küllî ve cüz’î her birisi birer Veysel Karanî gibi bir münâcat-ı maneviye suretinde bir âyinedarlıkları var. Acz ve fakr ve kusurlarıyla, kudret ve kemal-i İlahîyi ilan ediyorlar. | ||
=== | === DOKUZUNCU KELİME === | ||
بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ | بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ | ||
450. satır: | 468. satır: | ||
'''İşte, meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde “İnşâallah inşâallah” yerinde, bilerek “Tabiî tabiî” demek, ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et…''' | '''İşte, meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde “İnşâallah inşâallah” yerinde, bilerek “Tabiî tabiî” demek, ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et…''' | ||
=== | === ONUNCU KELİME === | ||
وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ | ||
Yani hiçbir şey ona ağır gelemez. Daire-i imkânda ne kadar eşya var, o eşyaya gayet kolay vücud giydirebilir. Ve o derece ona kolay ve rahattır ki: | Yani hiçbir şey ona ağır gelemez. Daire-i imkânda ne kadar eşya var, o eşyaya gayet kolay vücud giydirebilir. Ve o derece ona kolay ve rahattır ki: | ||
اِنَّمَٓا اَم۟رُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَي۟ئًا … الخ | اِنَّمَٓا اَم۟رُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَي۟ئًا … الخ sırrıyla, güya yalnız emreder, yapılır. | ||
sırrıyla, güya yalnız emreder, yapılır. | |||
Nasıl ki gayet mahir bir sanatkâr; ziyade kolay bir tarzda, elini işe dokundurur dokundurmaz, makine gibi işler. Ve o sürat ve mahareti ifade için denilir ki o iş ve sanat, ona o kadar musahhardır ki güya emriyle, dokunmasıyla işler oluyor; sanatlar vücuda geliyor. | Nasıl ki gayet mahir bir sanatkâr; ziyade kolay bir tarzda, elini işe dokundurur dokundurmaz, makine gibi işler. Ve o sürat ve mahareti ifade için denilir ki o iş ve sanat, ona o kadar musahhardır ki güya emriyle, dokunmasıyla işler oluyor; sanatlar vücuda geliyor. | ||
Öyle de Kadîr-i Zülcelal’in kudretine karşı eşyanın nihayet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve suhuletle iş gördüğüne işareten | Öyle de Kadîr-i Zülcelal’in kudretine karşı eşyanın nihayet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve suhuletle iş gördüğüne işareten اِنَّمَٓا اَم۟رُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَي۟ئًا اَن۟ يَقُولَ لَهُ كُن۟ فَيَكُونُ ferman eder. Şu hakikat-i uzmanın hadsiz esrarından beş sırrını '''beş nükte'''de beyan edeceğiz: | ||
==== Birincisi ==== | |||
Kudret-i İlahiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla icadı, bir fert kadar külfetsiz ve rahattır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı icad etmek, bir çiçek kadar rahattır. | Kudret-i İlahiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla icadı, bir fert kadar külfetsiz ve rahattır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı icad etmek, bir çiçek kadar rahattır. | ||
473. satır: | 487. satır: | ||
==== İkincisi ==== | ==== İkincisi ==== | ||
Kudret-i İlahiyeye nisbeten her şey müsavi olduğuna delil-i kātı’ ve bürhan-ı sâtı’ şudur ki: | Kudret-i İlahiyeye nisbeten her şey müsavi olduğuna delil-i kātı’ ve bürhan-ı sâtı’ şudur ki: | ||
486. satır: | 501. satır: | ||
==== Üçüncüsü ==== | ==== Üçüncüsü ==== | ||
Şu kâinatta, şu görünen tasarrufat ve ef’al ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten en büyük küll, en küçük cüz kadar kolay gelir. Efradca kesretli bir küllînin icadı, bir tek cüz’înin icadı kadar suhuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kıymet-i sanat gösterilebilir. Şu hakikatin sırr-ı hikmeti üç menbadan çıkar: | Şu kâinatta, şu görünen tasarrufat ve ef’al ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten en büyük küll, en küçük cüz kadar kolay gelir. Efradca kesretli bir küllînin icadı, bir tek cüz’înin icadı kadar suhuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kıymet-i sanat gösterilebilir. Şu hakikatin sırr-ı hikmeti üç menbadan çıkar: | ||
525. satır: | 541. satır: | ||
==== Dördüncüsü ==== | ==== Dördüncüsü ==== | ||
Şu kâinatta şu görünen ef’al ile tasarruf eden Zat-ı Kadîr’in kudretine nisbeten cennetin icadı, bir bahar kadar kolay ve bir baharın icadı, bir çiçek kadar kolaydır. Ve bir çiçeğin mehasin-i sanatı ve letaif-i hilkati, bir bahar kadar letafetli ve kıymetli olabilir. Şu hakikatin sırrı üç şeydir: | Şu kâinatta şu görünen ef’al ile tasarruf eden Zat-ı Kadîr’in kudretine nisbeten cennetin icadı, bir bahar kadar kolay ve bir baharın icadı, bir çiçek kadar kolaydır. Ve bir çiçeğin mehasin-i sanatı ve letaif-i hilkati, bir bahar kadar letafetli ve kıymetli olabilir. Şu hakikatin sırrı üç şeydir: | ||
570. satır: | 587. satır: | ||
==== Beşincisi ==== | ==== Beşincisi ==== | ||
Sâbık beyanatımızda, icad-ı mahlukatta görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sürat-i ef’al, nihayetsiz suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sürat ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete şöyle kat’î bir kanaat verir ki: | Sâbık beyanatımızda, icad-ı mahlukatta görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sürat-i ef’al, nihayetsiz suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sürat ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete şöyle kat’î bir kanaat verir ki: | ||
Mahlukatı icad eden zatın kudretine nisbeten; cennetler baharlar kadar, baharlar bahçeler kadar, bahçeler çiçekler kadar kolay gelir. | Mahlukatı icad eden zatın kudretine nisbeten; cennetler baharlar kadar, baharlar bahçeler kadar, bahçeler çiçekler kadar kolay gelir. | ||
مَا خَل۟قُكُم۟ وَلَا بَع۟ثُكُم۟ اِلَّا كَنَف۟سٍ وَاحِدَةٍ | مَا خَل۟قُكُم۟ وَلَا بَع۟ثُكُم۟ اِلَّا كَنَف۟سٍ وَاحِدَةٍ sırrıyla, nev-i beşerin haşir ve neşri, bir tek nefsin imate ve ihyası gibi suhuletlidir. | ||
اِن۟ كَانَت۟ اِلَّا صَي۟حَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُم۟ جَمٖيعٌ لَدَي۟نَا مُح۟ضَرُونَ tasrihiyle, bütün insanları haşirde ihya etmek; istirahat için dağılan bir orduyu bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydır. | |||
اِن۟ كَانَت۟ اِلَّا صَي۟حَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُم۟ جَمٖيعٌ لَدَي۟نَا مُح۟ضَرُونَ | |||
tasrihiyle, bütün insanları haşirde ihya etmek; istirahat için dağılan bir orduyu bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydır. | |||
İşte şu hadsiz sürat ve nihayetsiz suhulet, bilbedahe kudret-i Sâni’in kemaline ve her şey ona nisbeten kolay olduğuna delil-i kat’î ve bürhan-ı yakînî olduğu halde; ehl-i dalaletin nazarında, Sâni’in kudretiyle eşyanın teşkili ve icadı –ki vücub derecesinde suhuletlidir– bin derece muhal olan kendi kendine teşekkül ile iltibasa sebep olmuştur. Yani bazı âdi şeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için onların teşkilini, teşekkül tevehhüm ediyorlar. Yani icad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücud buluyorlar. | İşte şu hadsiz sürat ve nihayetsiz suhulet, bilbedahe kudret-i Sâni’in kemaline ve her şey ona nisbeten kolay olduğuna delil-i kat’î ve bürhan-ı yakînî olduğu halde; ehl-i dalaletin nazarında, Sâni’in kudretiyle eşyanın teşkili ve icadı –ki vücub derecesinde suhuletlidir– bin derece muhal olan kendi kendine teşekkül ile iltibasa sebep olmuştur. Yani bazı âdi şeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için onların teşkilini, teşekkül tevehhüm ediyorlar. Yani icad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücud buluyorlar. | ||
586. satır: | 600. satır: | ||
İşte gel, ahmaklığın nihayetsiz derecatına bak ki nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar; nihayetsiz muhalat kapısını açar. Çünkü o halde Sâni’-i âleme lâzım olan nihayetsiz kudret ve muhit ilim gibi evsaf-ı kemal, her mahlukun her zerresine verilmek lâzım gelir; tâ kendi kendine teşekkül edebilsin. | İşte gel, ahmaklığın nihayetsiz derecatına bak ki nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar; nihayetsiz muhalat kapısını açar. Çünkü o halde Sâni’-i âleme lâzım olan nihayetsiz kudret ve muhit ilim gibi evsaf-ı kemal, her mahlukun her zerresine verilmek lâzım gelir; tâ kendi kendine teşekkül edebilsin. | ||
=== | === ON BİRİNCİ KELİME === | ||
وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ | وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ | ||
601. satır: | 616. satır: | ||
Hem ferman-ı a’zam olan Kur’an-ı Hakîm binler âyât ve beyyinatıyla ve berahin-i sadıka-i kat’iyesiyle o hakikati gösteriyor ve talim ediyor. Ve nev-i beşerin mâbihi’l-iftiharı olan Habib-i Ekrem binler mu’cizat-ı bâhireye istinad ederek bütün hayatında, bütün kuvvetiyle o hakikati ders vermiş, ispat etmiş, ilan etmiş, görmüş ve göstermiş. | Hem ferman-ı a’zam olan Kur’an-ı Hakîm binler âyât ve beyyinatıyla ve berahin-i sadıka-i kat’iyesiyle o hakikati gösteriyor ve talim ediyor. Ve nev-i beşerin mâbihi’l-iftiharı olan Habib-i Ekrem binler mu’cizat-ı bâhireye istinad ederek bütün hayatında, bütün kuvvetiyle o hakikati ders vermiş, ispat etmiş, ilan etmiş, görmüş ve göstermiş. | ||
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ وَ بَارِك۟ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ بِعَدَدِ اَن۟فَاسِ | اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ وَ بَارِك۟ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ بِعَدَدِ اَن۟فَاسِ اَه۟لِ ال۟جَنَّةِ فِى ال۟جَنَّةِ وَ اح۟شُر۟نَا وَ نَاشِرَهُ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهُ سَعٖيدًا وَ وَالِدٖينَا وَ اِخ۟وَانَنَا وَ اَخَوَاتِنَا تَح۟تَ لِوَائِهٖ وَار۟زُق۟نَا شَفَاعَتَهُ وَ اَد۟خِل۟نَا ال۟جَنَّةَ مَعَ اٰلِهٖ وَ اَص۟حَابِهٖ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ | ||
اَه۟لِ ال۟جَنَّةِ فِى ال۟جَنَّةِ وَ اح۟شُر۟نَا وَ نَاشِرَهُ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهُ سَعٖيدًا | |||
وَ وَالِدٖينَا وَ اِخ۟وَانَنَا وَ اَخَوَاتِنَا تَح۟تَ لِوَائِهٖ وَار۟زُق۟نَا شَفَاعَتَهُ | |||
وَ اَد۟خِل۟نَا ال۟جَنَّةَ مَعَ اٰلِهٖ وَ اَص۟حَابِهٖ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ | |||
اٰمٖينَ اٰمٖينَ | اٰمٖينَ اٰمٖينَ | ||
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا رَبَّنَا لَا تُزِغ۟ قُلُوبَنَا بَع۟دَ | رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا رَبَّنَا لَا تُزِغ۟ قُلُوبَنَا بَع۟دَ اِذ۟ هَدَي۟تَنَا وَهَب۟ لَنَا مِن۟ لَدُن۟كَ رَح۟مَةً اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟وَهَّابُ رَبِّ اش۟رَح۟ لٖى صَد۟رٖى وَيَسِّر۟ لٖٓى اَم۟رٖى وَاح۟لُل۟ عُق۟دَةً مِن۟ لِسَانٖى يَف۟قَهُوا قَو۟لٖى رَبَّنَا تَقَبَّل۟ مِنَّا اِنَّكَ اَن۟تَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ وَ تُب۟ عَلَي۟نَا اِنَّكَ اَن۟تَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ | ||
اِذ۟ هَدَي۟تَنَا وَهَب۟ لَنَا مِن۟ لَدُن۟كَ رَح۟مَةً اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟وَهَّابُ رَبِّ اش۟رَح۟ لٖى صَد۟رٖى وَيَسِّر۟ لٖٓى اَم۟رٖى وَاح۟لُل۟ عُق۟دَةً مِن۟ لِسَانٖى | |||
يَف۟قَهُوا قَو۟لٖى رَبَّنَا تَقَبَّل۟ مِنَّا اِنَّكَ اَن۟تَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ وَ تُب۟ عَلَي۟نَا اِنَّكَ اَن۟تَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ | |||
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | ||
== YİRMİNCİ MEKTUP’UN ONUNCU KELİMESİNE ZEYLDİR == | |||
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ | بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ | ||
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ | |||
اَلَا بِذِك۟رِ اللّٰهِ تَط۟مَئِنُّ ال۟قُلُوبُ | اَلَا بِذِك۟رِ اللّٰهِ تَط۟مَئِنُّ ال۟قُلُوبُ | ||
633. satır: | 639. satır: | ||
=== Birinci Temsil: === | === Birinci Temsil: === | ||
Mesela, şeffaf parlak bir zerrecik, bizzat kendi başıyla kalsa bir kibrit başı kadar bir nur içinde yerleşmez ve ona masdar olamaz. Kendi cirmi kadar ve mahiyeti miktarınca bi’l-asale cüz’î zerre gibi bir nuru olabilir. Fakat o zerrecik, güneşe intisap edip ona karşı gözünü açıp baksa o vakit o koca güneşi ziyasıyla, elvan-ı seb’asıyla, hararetiyle hattâ mesafesiyle içine alabilir ve bir nevi tecelli-i a’zamına mazhar olur. Demek, o zerre kendi kendine kalsa bir zerre kadar ancak iş görebilir. Eğer güneşe memur ve mensup ve mir’at sayılsa güneş gibi, güneşin icraatındaki bir kısım cüz’î numunelerini gösterebilir. | Mesela, şeffaf parlak bir zerrecik, bizzat kendi başıyla kalsa bir kibrit başı kadar bir nur içinde yerleşmez ve ona masdar olamaz. Kendi cirmi kadar ve mahiyeti miktarınca bi’l-asale cüz’î zerre gibi bir nuru olabilir. Fakat o zerrecik, güneşe intisap edip ona karşı gözünü açıp baksa o vakit o koca güneşi ziyasıyla, elvan-ı seb’asıyla, hararetiyle hattâ mesafesiyle içine alabilir ve bir nevi tecelli-i a’zamına mazhar olur. Demek, o zerre kendi kendine kalsa bir zerre kadar ancak iş görebilir. Eğer güneşe memur ve mensup ve mir’at sayılsa güneş gibi, güneşin icraatındaki bir kısım cüz’î numunelerini gösterebilir. | ||
640. satır: | 647. satır: | ||
=== İkinci Temsil: === | === İkinci Temsil: === | ||
Mesela, iki kardeş var. Birisi cesur, kendine güvenir. Diğeri hamiyetli, milliyet-perverdir. Bir muharebe zamanında kendine güvenen adam devlete intisap etmez, kendi başıyla iş görmek ister. Kendi kuvvetinin menbalarını belinde taşımaya mecbur olur. Teçhizatını, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekmeye muztardır. O şahsî ve küçük kuvvet miktarınca, düşman ordusunun bir onbaşısıyla ancak mücadele eder; fazla bir şey elinden gelmez. | Mesela, iki kardeş var. Birisi cesur, kendine güvenir. Diğeri hamiyetli, milliyet-perverdir. Bir muharebe zamanında kendine güvenen adam devlete intisap etmez, kendi başıyla iş görmek ister. Kendi kuvvetinin menbalarını belinde taşımaya mecbur olur. Teçhizatını, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekmeye muztardır. O şahsî ve küçük kuvvet miktarınca, düşman ordusunun bir onbaşısıyla ancak mücadele eder; fazla bir şey elinden gelmez. | ||
653. satır: | 661. satır: | ||
=== Üçüncü Temsil: === | === Üçüncü Temsil: === | ||
Mesela, iki arkadaş var. Hiç görmedikleri bir memleketin ahvaline dair istatistikli bir nevi coğrafya yazmak istiyorlar. | Mesela, iki arkadaş var. Hiç görmedikleri bir memleketin ahvaline dair istatistikli bir nevi coğrafya yazmak istiyorlar. | ||
670. satır: | 679. satır: | ||
=== Netice-i Meram: === | === Netice-i Meram: === | ||
Kur’an ve ehl-i iman, hadsiz masnuatı bir Sâni’-i Vâhid’e verir. Doğrudan doğruya her işi ona isnad eder. Vücub derecesinde suhuletli bir yolda gider, sevk eder. Ve ehl-i şirk ve tuğyan, bir masnû-u vâhidi hadsiz esbaba isnad ederek imtina derecesinde suubetli bir yolda gider. Şu halde Kur’an yolunda, bütün masnuatla; dalalet yolunda, bir masnû-u vâhid beraberdirler. Hattâ belki bütün eşyanın vâhidden sudûru, bir vâhidin hadsiz eşyadan sudûrundan çok derece eshel ve kolaydır. Nasıl ki bir zabit, bin neferin tedbirini, bir nefer gibi kolay yapar ve bir neferin tedbiri, bin zabite havale edilse bin nefer kadar müşkülatlı olur, keşmekeşe sebebiyet verir. | Kur’an ve ehl-i iman, hadsiz masnuatı bir Sâni’-i Vâhid’e verir. Doğrudan doğruya her işi ona isnad eder. Vücub derecesinde suhuletli bir yolda gider, sevk eder. Ve ehl-i şirk ve tuğyan, bir masnû-u vâhidi hadsiz esbaba isnad ederek imtina derecesinde suubetli bir yolda gider. Şu halde Kur’an yolunda, bütün masnuatla; dalalet yolunda, bir masnû-u vâhid beraberdirler. Hattâ belki bütün eşyanın vâhidden sudûru, bir vâhidin hadsiz eşyadan sudûrundan çok derece eshel ve kolaydır. Nasıl ki bir zabit, bin neferin tedbirini, bir nefer gibi kolay yapar ve bir neferin tedbiri, bin zabite havale edilse bin nefer kadar müşkülatlı olur, keşmekeşe sebebiyet verir. | ||
678. satır: | 688. satır: | ||
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | ||
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ ال۟كَائِنَاتِ | اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ ال۟كَائِنَاتِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ | ||
وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ | |||
اَللّٰهُمَّ يَا اَحَدُ يَا وَاحِدُ يَا صَمَدُ يَا مَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ يَا مَن۟ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ وَ يَا مَن۟ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ يَا مَن۟ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ يَا مَن۟ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ يَا مَن۟ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ بِحَقِّ اَس۟رَارِ هٰذِهِ ال۟كَلِمَاتِ اِج۟عَل۟ نَاشِرَ هٰذِهِ الرِّسَالَةِ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهَا سَعٖيدًا مِنَ ال۟مُوَحِّدٖينَ ال۟كَامِلٖينَ وَ مِنَ الصِّدّٖيقٖينَ ال۟مُحَقِّقٖينَ وَ مِنَ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ ال۟مُتَّقٖينَ اٰمٖينَ | اَللّٰهُمَّ يَا اَحَدُ يَا وَاحِدُ يَا صَمَدُ يَا مَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ يَا مَن۟ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ وَ يَا مَن۟ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ يَا مَن۟ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ يَا مَن۟ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ يَا مَن۟ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ بِحَقِّ اَس۟رَارِ هٰذِهِ ال۟كَلِمَاتِ اِج۟عَل۟ نَاشِرَ هٰذِهِ الرِّسَالَةِ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهَا سَعٖيدًا مِنَ ال۟مُوَحِّدٖينَ ال۟كَامِلٖينَ وَ مِنَ الصِّدّٖيقٖينَ ال۟مُحَقِّقٖينَ وَ مِنَ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ ال۟مُتَّقٖينَ اٰمٖينَ | ||
692. satır: | 700. satır: | ||
<center> [[On Dokuzuncu Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirmi Birinci Mektup]] </center> | <center> [[On Dokuzuncu Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirmi Birinci Mektup]] </center> | ||
------ | ------ | ||
</translate> |
düzenleme