İçeriğe atla

Yirmi Sekizinci Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

"------ <center> The Twenty-Seventh Letter ⇐ | The Letters | ⇒ The Twenty-Ninth Letter </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("The second is His particular dominicality and particular favours and merciful succour, through which the names of Merciful and Compassionate come to the aid of individuals unable to bear the constraints of the general laws; they assist them in particular fashion and save them from those crushing constraints. Therefore, all living beings and especially man may seek help from Him at all times, and receive succour." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("------ <center> The Twenty-Seventh Letter ⇐ | The Letters | ⇒ The Twenty-Ninth Letter </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 31 değişikliği gösterilmiyor)
862. satır: 862. satır:
We have perceived many signs from the Unseen suggesting that we are being employed in the service of the Qur’an by a hand of favour, and some of these we have pointed out. Now, a new sign is this:
We have perceived many signs from the Unseen suggesting that we are being employed in the service of the Qur’an by a hand of favour, and some of these we have pointed out. Now, a new sign is this:


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
most of the Words contain coincidences from the
Ekser Sözler’de tevafukat-ı gaybiye var. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Tevafukat ise ittifaka işarettir; ittifak ise ittihada emaredir, vahdete alâmettir; vahdet ise tevhidi gösterir; tevhid ise Kur’an’ın dört esasından en büyük esasıdır.</ref>)''' Ezcümle: Resul-i Ekrem kelimesinde ve aleyhissalâtü vesselâm ibaresinde ve Kur’an lafz-ı mübarekesinde, bir nevi cilve-i i’caz temessül ettiğine bir işaret var.
Unseen (tevâfukat-ı gaybiye).(*<ref>*Coincidences indicate mutual correspondence, and mutual correspondence indicates agreement, and agreement is a sign of unity, and unity shows unification, that is, the affirmation of divine unity (tawhid), which is the greatest of the Qur’an’s four aims.</ref>)In short, it indicates that a sort of manifestation of miraculousness is embodied in the words “God’s Most Noble Messenger,” the phrase, “Upon whom be blessings and peace,” and in the blessed word “Qur’an.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However hidden and slight  signs from the Unseen are, they indicate the acceptability of our service and rightness of the matters, and so in my opinion hold great importance and power.
İşarat-ı gaybiye ne kadar gizli ve zayıf da olsa hizmetin makbuliyetine ve meselelerin hakkaniyetine delâlet ettiği için bence çok ehemmiyetlidir ve çok kuvvetlidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, they break my pride and have demonstrated to me categorically that I am merely an interpreter.
Hem gururumu kırar ve sırf bir tercüman olduğumu kat’iyen bana gösterdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
They leave nothing to cause me pride; they only show up things that prompt thanks.
Hem hiç medar-ı iftihar benim için bir şey bırakmıyor, yalnız medar-ı şükran olan şeyleri gösteriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since they pertain to the Qur’an and pass to the account of its miraculousness; and since our wills definitely do not  interfere; and since they encourage those who  are lazy in their service,  and afford the  conviction that the treatises are true; and since they are a form of divine bestowal to us, and  to make them known is to make known a divine bounty, and to do so reduces to silence those obdurate people who understand only what they see; it is surely necessary to make them known; God willing, it causes no harm.
Hem madem Kur’an’a aittir ve i’caz-ı Kur’an hesabına geçiyor ve kat’iyen cüz-i ihtiyarîmiz karışmıyor ve hizmette tembellik edenleri teşvik ediyor ve risalenin hak olduğuna kanaat veriyor ve bizlere bir nevi ikram-ı İlahîdir ve izharı tahdis-i nimettir. Ve aklı gözüne inmiş mütemerridleri iskât ediyor; elbette izharı lâzımdır, inşâallah zararsızdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
One  of  the  signs  from  the  Unseen  is  this: out  of  His  perfect  mercy  and munificence, in order to encourage us in our service of the Qur’an and faith and put our  hearts  at rest, Almighty God bestowed a subtle dominical favour on us and a divine gift in  all the treatises we have written, and particularly in The Miracles of Muhammad, The Miraculousness of the Qur’an, and Thirty-Three Windows, in the form of a sign from the Unseen indicating the acceptability of our service and that what we have written is the truth. That is, He causes the same words on a page to face one another.
'''İşte şu işarat-ı gaybiyenin birisi de şudur ki:''' Cenab-ı Hak kemal-i rahmet ve kereminden, Kur’an’a ve imana hizmet ile meşgul olan bizleri teşvik ve kulûbümüzü tatmin için; bir ikram-ı Rabbanî ve bir ihsan-ı İlahî suretinde hizmetimizin makbuliyetine alâmet ve yazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nevinden, bütün risalelerimizde ve bilhassa Mu’cizat-ı Ahmediye ve İ’caz-ı Kur’an ve Pencereler Risalelerinde, tevafukat-ı gaybiye nevinden bir letafet ihsan etmiştir. Yani bir sahifede, misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In this is a sign from the Unseen that they are ordered by an unseen will which says: “Don’t rely on your own wills and comprehension. Without your knowing or being aware of it, wondrous embroideries and arrangements are being made.”
Bunda bir işaret-i gaybiye veriliyor ki: “Bir irade-i gaybî ile tanzim edilir. İhtiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz. İhtiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden, hârika nakışlar ve intizamlar yapılıyor.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The words “God’s Most Noble Messenger” and “Upon whom be blessings and peace” in The Miracles of Muhammad in particular are like mirrors showing clearly the signs of those coincidences from the Unseen. In a copy written by a new, inexperienced scribe, on all the pages other than five, more than two hundred “Upon whom be blessings and peace”s face one another in lines.
Bâhusus Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi’nde lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salavat bir âyine hükmüne geçip o tevafukat-ı gaybiye işaretini sarîh gösteriyor. Yeni, acemi bir müstensihin yazısında, beş sahife müstesna, mütebâki iki yüzden fazla salavat-ı şerife birbirine muvazi olarak bakıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
These coincidences are not the work of chance, which might unconsciously give rise to one or two out of ten, neither do they spring from the thought of an unfortunate like myself, who is unskilled in art, and, concentrating only on the meaning, dictates thirty to forty pages at great speed in one hour, not writing himself but getting others to write.
Şu tevafukat ise şuursuz, yalnız on adette bir iki tevafuka sebep olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi sanatta maharetsiz, yalnız manaya hasr-ı nazar ederek gayet süratle bir iki saatte, otuz kırk sahifeyi telif eden ve kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir bîçarenin düşünüşü dahi elbette değildir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I became aware of them only after six years through the guidance of the Qur’an and  the  coinciding  of  nine  instances  of  the  pronoun  “inna”  in  the  Qur’anic commentary, Isharat al-I’jaz (Signs of Miraculousness). The copyists were astounded when they heard about  them from me.
İşte altı sene sonra, yine Kur’an’ın irşadıyla ve İşaratü’l-İ’caz olan tefsirin dokuz اِنَّا nın tevafuk suretiyle gelen irşadıyla sonra muttali olmuşum. Müstensihler ise benden işittikleri vakit, hayret içinde hayrette kaldılar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The words “God’s Noble Messenger” and “Upon whom be blessings and  peace” in the Nineteenth Letter were like a small mirror  reflecting  one  of  Muhammad’s  (UWBP)  miracles.  Similarly,  the  word “Qur’an” in the Twenty-Fifth Word, The Miraculousness of the Qur’an, and in the Eighteenth Sign of the Nineteenth Letter, manifested a sort of miracle: of the forty classes of humanity, a kind of the Qur’an’s miraculousness was manifested before the class of people who rely on what they see with their  eyes, in all the treatises in the form of coincidences from the Unseen, which is only one sort of the forty sorts of that kind of miraculousness. And of its forty types, it was manifested  through the word “Qur’an.” It was as follows:
Nasıl ki lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salavat; On Dokuzuncu Mektup’ta, mu’cizat-ı Ahmediyenin bir nevinin bir nevi küçük âyinesi hükmüne geçti. Öyle de Yirmi Beşinci Söz olan İ’caz-ı Kur’an’da ve On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde lafz-ı Kur’an dahi kırk tabakadan, yalnız gözüne itimat eden tabakasına karşı, bir nevi mu’cizat-ı Kur’aniyenin, o nev’in kırk cüzünden bir cüzü, tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde tecelli etmekle beraber, o cüzün kırk cüzünden bir cüzü, lafz-ı Kur’an içinde tezahür etmiş. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The word “Qur’an” was repeated a hundred times in the Twenty-Fifth Word and in the Eighteenth Sign of the Nineteenth Letter; it did not conform only rarely, once or twice; all  the rest  look to each other.
Yirmi Beşinci Söz’de ve On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde yüz defa “Kur’an” lafzı tekerrür etmiş; pek nadir olarak bir iki kelime hariç kalmış, mütebâkisi bütün birbirine bakıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, on page forty-three in the Second Ray, the word “Qur’an” appears seven times and they all face each other. On page fifty-six, eight instances of it face each other; only the ninth is an exception.
İşte mesela, İkinci Şuâ’nın kırk üçüncü sahifesinde yedi “Kur’an” lafzı var, birbirine bakıyor. Ve sahife elli altıda sekizi birbirine bakıyor, yalnız dokuzuncu müstesna kalmış.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The five instances of the word on page sixt y-nine, now open before me, face each other. And so on. On all the pages the instances of the word “Qur’an” correspond. Out of five or six only rarely does one remain outside the pattern.
İşte şu –şimdi gözümüzün önünde– altmış dokuzuncu sahifedeki beş lafz-ı Kur’an, birbirine bakıyor ve hâkeza… Bütün sahifelerde gelen mükerrer lafz-ı Kur’an, birbirine bakıyor. Pek nadir olarak beş altı taneden bir tane hariç kalıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As for other words, on page thirty-three – now open in front of me – the word “am” (or) is repeated fifteen times and fourteen of them face each other. And on this page there are  nine instances of the word “iman” (faith or belief); they face each other. Only, because the scribe left a large space, one of them has deviated a little. On the page now open before me, the word “mahbub” (beloved) is repeated twice; one on the third line and one on the fifteenth; they look to each other in perfectly balanced fashion. Between them, four instances of the word “aşk” (love) have been arranged looking to each other. Other coincidences from the Unseen may be compared to these.
Sair tevafukat ise –işte gözümüzün önünde– sahife otuz üçte, on beş adet اَم۟ lafzı var; on dördü birbirine bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sahifede dokuz iman lafzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi, müstensihin fâsıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu gözümüzün önündeki sahifede iki “mahbub” var –biri üçüncü satırda, biri on beşinci satırdadır– kemal-i mizanla birbirine bakıyor. Onların ortasında dört “aşk” dizilmiş, birbirine bakıyorlar. Daha sair tevafukat-ı gaybiye bunlara kıyas edilsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Whoever the scribe, and whatever form their lines and pages take, these coincidences are bound to occur to such an extent that it cannot be doubted that they are neither the work of chance nor the creation of the author and scribes. However, they are more striking when written by some of them. This means there is a handwriting that fits these treatises. Some of the scribes approach it. It is strange, it appears most not with the most skilful of them but with the most inexperienced.
Hangi müstensih olursa olsun; satırları, sahifeleri ne şekilde olursa olsun alâküllihal bu tevafukat-ı gaybiye öyle bir derecede var ki şüphe bırakmıyor ki ne tesadüfün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür. Fakat bazı hatta daha ziyade tevafukat göze çarpıyor. Demek, şu risalelere mahsus bir hatt-ı hakiki vardır. Bazıları, o hatta yakınlaşıyor. Garaibdendir ki en mahir müstensihlerin değil belki acemilerin yazılarında daha ziyade görülür.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is understood from this that the art, grace, and virtues of the Words, which are a sort of commentary on the Qur’an, are not anybody’s; the garments of the harmonious, well-ordered style, which fit the blessed stature of the orderly, beautiful Qur’anic truths, are not measured and cut out voluntarily and consciousnessly by  anyone. It is that their stature requires them to be thus; it is an unseen hand that measures them and cuts them according to the stature, and clothes it in them. As for myself (lit. us), I am an interpreter among them, a servant.
Bundan anlaşılıyor ki Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur’aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslup libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Nükte"></span>
=== Dördüncü Nükte ===
===FOURTH POINT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In  your  first  question,  you  ask  five  or  six  questions: “What  will  the  Great Gathering and Last Judgement be like? Will everyone be naked? How shall we find our  friends there, and how shall we find God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings  and  peace)  in  order  to  avail  ourselves  of  his  intercession? How  will innumerable people meet with a single person? What will the garments of the people of Paradise and those of Hell be like? And who will show us the way?”
'''Beş altı suali tazammun eden birinci sualinizde:''' “Meydan-ı haşre cem’ ve keyfiyet nasıl ve üryan mı olacak? Ve dostlarla görüşmek için ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla bir tek zat nasıl görüşecek? Ehl-i cennet ve cehennemin libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?” diyorsunuz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''The answers to these questions are given most clearly and explicitly in the books of Hadith. Here we shall mention only one or two points related to our way and method. As follows:
'''Elcevap:''' Şu sualin cevabı, gayet mükemmel ve vâzıh olarak kütüb-ü ehadîsiyede vardır. Meşrep ve mesleğimize ait yalnız bir iki nükteyi söyleyeceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Firstly:'''It is explained in a letter(*<ref>*See, The First Letter, page</ref>)that the field of the resurrection is within the earth’s annual orbit. Just as it now sends its immaterial produce to the tablets of that field, so with its annual rotation it defines a circle, and through the  produce of that existent circle is a source for the formation of the field of the resurrection. The Lesser Hell at the centre of this dominical ship known as the earth will be emptied into  the Greater Hell, so too its inhabitants will be emptied into the field of the resurrection.
'''Evvela:''' Bir mektupta; meydan-ı haşir, küre-i arzın medar-ı senevîsinde olduğunu ve küre-i arz şimdiden manevî mahsulatını o meydanın elvahlarına gönderdiği gibi; senevî hareketiyle, bir daire-i vücudun temessül ve o daire-i vücudun mahsulatıyla bir meydan-ı haşrin teşekkülüne bir mebde olduğu ve küre-i arz denilen şu sefine-i Rabbaniyenin merkezindeki cehennem-i suğrayı cehennem-i kübraya boşalttığı gibi sekenesini de meydan-ı haşre boşaltacağı beyan edilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Secondly:'''The occurrence of the resurrection, as well as the existence of the field where  it  will  take  place,  have  been  proved  decisively  chiefly  in  the  Tenth  and Twenty-Ninth Words, and in others of the Words.
'''Sâniyen:''' Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözler başta olarak sair Sözlerde, gayet kat’î bir surette o haşrin meydanı ile beraber vücudu kat’î olarak ispat edilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Thirdly:'''As for meeting with people, it is proved conclusively in the Sixteenth, Thirty-First,  and  Thirty-Second  Words  that  through  the  mystery  of  luminosity a person may be present in thousands of places at the same instant, and may meet with millions of people.
'''Sâlisen:''' Görüşmek ise On Altıncı Söz’de ve Otuz Bir ve Otuz İki’de kat’iyen ispat edilmiştir ki bir zat nuraniyet sırrıyla, bir dakikada binler yerde bulunup milyonlar adamlarla görüşebilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Fourthly:'''It is required by the name of All-Wise that at the Great Gathering and resurrection of the dead, having been stripped of artificial clothes, Almighty God will clothe men in natural garments, just as He now clothes beings with spirits, other than man, in  natural  garments. In  this  world,  the  wisdom  in  artificial  clothes  is  not restricted to protection  against heat and cold, adornment, and covering the private parts; another  important  instance  of wisdom  is  their  resembling an  index  or  list indicating  man’s  power  of  disposal  over  the  other  species  of  beings, and  his relationship with them, and commandership over them. He might otherwise have been clothed in cheap and easy natural dress. For if it had not been for this wisdom, man would have draped himself in various rags, becoming the laughing-stock of conscious animals  and  a  buffoon  in their  eyes;  he would  have  make  them  laugh. At the resurrection of the dead this relation will not be present, nor will the instance of wisdom, so neither should the list be present.
'''Râbian:''' Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. Dünyada sun’î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve ziynet ve setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünkü bu hikmet olmazsa muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur, manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Fifthly:'''When  it comes to  having someone to  show the way, for  those like yourself who have entered under the light of the Qur’an, it will be the Qur’an. Look at the start of the Suras which begin Alif. Lam. Mim., and Alif. Lam. Ra., and Ha. Mim.: you will see and understand how acceptable an intercessor is the Qur’an, how true a guide, how sacred a light!
'''Hâmisen:''' Rehber ise senin gibi Kur’an’ın nuru altına girenlere, Kur’an’dır. الٓمٓ lerin الٰرٓ ların حٰمٓ lerin başlarına bak, anla ki Kur’an ne kadar makbul bir şefaatçi ne kadar doğru bir rehber ne kadar kudsî bir nur olduğunu gör!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Sixthly:''' As for the garments of the people of Paradise and the people of Hell, the principle in the Twenty-Eighth Word explaining why the houris wear seventy dresses is applicable here too. It is as follows:
'''Sâdisen:''' Ehl-i cennet ve ehl-i cehennemin libasları ise Yirmi Sekizinci Söz’de hurilerin yetmiş hulle giymesine dair beyan edilen düstur burada da caridir. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A person of Paradise will of course want to benefit continuously from all the varieties of beings there. The good things of Paradise will vary greatly. He will all the time communicate with all the varieties of its beings. In which case, he will clothe himself and  his houris in samples, in small amount, of the good things of Paradise, and they will each become like small Paradises.
Ehl-i cennet olan bir insan, cennetin her nevinden her vakit istifade etmek, elbette arzu eder. Cennetin gayet muhtelif enva-ı mehasini var. Her vakit bütün cennetin envaıyla mübaşeret eder. Öyle ise cennetin mehasininin numunelerini, küçük bir mikyasta kendine ve hurilerine giydirir. Kendisi ve hurileri birer küçük cennet hükmüne geçer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For  example, a person collects together  in  his  garden  samples  of the  flower species dispersed throughout the country, making it a miniature specimen of it; and a shopkeeper collects samples of all his wares in a list; and a man makes for himself a garment and  everything necessary for his house from samples of all the species of creatures in the world, which he governs, has disposal over, and with which he is connected.Similarly, a person whose abode is Paradise – especially if he used all his senses and  non-physical  faculties  in  worship  and  has  gained  the right  to  experience  the pleasures of Paradise – will himself and his houris be clothed by divine mercy in a sort  of  garment  that  will  show  every one  of all  the  varieties  of the  wonders  of Paradise, so as to gratify all  his  senses, please all his members, and delight all his subtle faculties.
Nasıl ki bir insan, bir memlekette münteşir bulunan çiçekler envaını, numunegâh küçük bir bahçesinde cem’eder ve bir dükkâncı, bütün mallarındaki numuneleri bir listede cem’eder ve bir insan, tasarruf ettiği ve hükmettiği ve münasebettar olduğu enva-ı mahlukatın numunelerini, kendine bir elbise ve bir levazımat-ı beytiye yapıyor; öyle de ehl-i cennet olan bir insan, hususan bütün duygularıyla ve cihazat-ı maneviyesiyle ubudiyet etmiş ve cennetin lezaizine istihkak kesbetmiş ise her bir duygusunu memnun edecek, her bir cihazatını okşayacak, her bir letaifini zevklendirecek bir tarzda, cennetin her bir nevinden birer mehasini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine rahmet-i İlahiye tarafından giydirilecek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Evidence that those numerous garments will not all be of the same kind or sort is the Hadith: “The houris will be dressed in seventy garments, yet the marrow in their leg bones will still be visible.”(*<ref>*Bukhari, Bad’ al-Khalq, 8; Tirmidhi, Qiyama, 60; Janna, 5; Darimi, Riqaq, 108; Musnad, ii, 345; iii,16.</ref>)That is to say, from the top garment to the innermost one, there will be degrees gratifying and delighting all the senses and members with different subtle wonders in different ways.
Ve o müteaddid hulleler bir cinsten, bir neviden olmadığına delil, şu mealdeki hadîstir ki: “Huriler yetmiş hulle giydikleri halde, bacaklarındaki ilikleri görünür, setretmiyor.” Demek, en üstündeki hulleden tâ en alttaki hulleye kadar ayrı ayrı mehasinle, ayrı ayrı tarzda, hissiyatı ve duyguları zevklendirecek, memnun edecek mertebeler var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As for the people of Hell, since they committed sins in this world with their eyes, their  ears, their hearts, their hands, and their minds, and so on, it does not seem contrary to wisdom and justice that in Hell they will be made to wear a garment made up of various pieces that will be a small Hell, and will cause them torment and pain in accordance with their sins.
Ehl-i cehennem ise nasıl ki dünyada gözüyle, kulağıyla, kalbiyle, eliyle, aklıyla ve hâkeza bütün cihazatıyla günahlar işlemiş; elbette cehennemde onlara göre elem verecek, azap çektirecek ve küçük bir cehennem hükmüne gelecek muhtelifü’l-cins parçalardan yapılmış elbise giydirilmek, hikmete ve adalete münafî görünmüyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Nükte"></span>
=== Beşinci Nükte ===
===FIFTH POINT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You ask if in that period between prophets the forefathers of the God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) belonged to a religion and were religious.
'''Sual ediyorsunuz ki:''' Zaman-ı fetrette, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ecdadı bir din ile mütedeyyin mi idiler?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''There are narrations stating that they were religious, adhering to the vestiges of the religion of Abraham (Upon whom be peace),(*<ref>*Nabhani, Hujjat Allah ‘ala’l-‘Alamin, 414.</ref>)
'''Elcevap:''' Hazret-i İbrahim aleyhisselâmın, bilâhare gaflet ve manevî zulümat perdeleri altında kalan ve hususi bazı insanlarda cereyan eden bakiyye-i dini ile mütedeyyin olduğuna rivayat vardır. Elbette Hazret-i İbrahim aleyhisselâmdan gelen ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden efrad, elbette din-i hak nurundan lâkayt kalmamışlar ve zulümat-ı küfre mağlup olmamışlar.
which, under the veils  of  heedlessness  and  spiritual  darkness,  persisted  in  certain  special  people. Certainly,  the  persons  who  formed  the  luminous  chain stretching  from  Abraham (Upon whom be peace) and concluding in the Most Noble Messsenger (Upon whom be blessings and peace) were not indifferent towards the light of the true religion and were not defeated by the darkness of unbelief.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But in accordance with the verse,Nor would We visit with Our wrath until We had sent a prophet [to give warning],(17:15)people  who  live  at  a  time  between  prophets  will  be  saved.  It  has  been  stated unanimously that they will not be punished for their mistakes in secondary matters. According  to Imam Shafi‘i and Imam Ash‘ari, even if they are deniers and do not believe in the fundamentals of belief, they will still be saved. For accountability to God is established  with the sending of prophets, and when prophets are sent people become  accountable by  knowing about their  mission. Since  heedlessness and  the passage of time had obscured the  religions of the former prophets, they could not provide the proof for the people of that time. If the people obeyed the former religion, they will receive reward; if they did not, they will not be punished. For since it was hidden, it could not be a proof.
Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبٖينَ حَتّٰى نَب۟عَثَ رَسُولًا sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bi’l-ittifak, teferruattaki hatîatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce küfre de girse, usûl-ü imanîde bulunmazsa yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlahî, irsal ile olur ve irsal dahi ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Altıncı_Nükte"></span>
=== Altıncı Nükte ===
===SIXTH POINT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''You ask:''' “Were there  any  prophets  among  the  forefathers of God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace)?
'''Dersiniz ki:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ecdadlarından nebi gelmiş midir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''There is no certain narration that there were any after Isma‘il (Upon  whom be peace). Only two prophets appeared, called Khalid b. Sinan(*<ref>*Ibn Sa’d, al-Tabaqat al-Kubra, i, 296; Ibn Hajar, al-Isaba, i, 466; Ibn Athir, Asd al-Ghaba, ii, 99.</ref>)and Hanzala,(*<ref>*Ibn Kathir, al-Bidaya, i, 212-3; Zirikli, al-‘Alam, ii, 286.</ref>)who  were not his ancestors. But one of his forefathers, Ka‘b b. Lu’ayy, composed the following famous and explicit poem, as though quoting scripture:
'''Elcevap:''' Hazret-i İsmail aleyhisselâmdan sonra bir nass-ı kat’î yoktur. Ecdadlarından olmayan, yalnız Hâlid İbn-i Sinan ve Hanzele namında iki nebi gelmiştir. Fakat ecdad-ı Nebi’den, Kâ’b İbn-i Lüeyy’in meşhur ve sarîh ve tansis tarzındaki bu şiiri ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“The Prophet  Muhammad  will  suddenly  appear  *  Giving  tidings  most  true,”(*<ref>*Abu Nu’aym, Dala’il al-Nubuwwa, i, 90; Ibn Kathir, al-Bidaya, ii, 227.</ref>)which resembles  prophetic  and  miraculous  utterance.  Relying  on  both  evidence  and
عَلٰى غَف۟لَةٍ يَا۟تِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ فَيُخ۟بِرُ اَخ۟بَارًا صَدُوقًا خَبٖيرُهَا demesi, mu’cizekârane ve nübüvvettarane bir söze benzer. İmam-ı Rabbanî hem delile hem keşfe istinaden demiş ki: Hindistan’da çok nebiler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış veyahut mahdud birkaç adama münhasır kaldığı için iştihar bulmamışlar veyahut nebi ismi verilmemiş.
illumination, Imam-i Rabbani said: “Numerous prophets appeared in India, but some of them had no followers or only a few people, so they did not become well-known or were not called prophets.”(*<ref>*Imam Rabbani, al-Maktubat, i, 239 (No: 259).</ref>)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
According to this principle of the Imam, it is possible there were prophets of this kind among the Prophet’s (UWBP) forefathers.
İşte İmam’ın bu düsturuna binaen, ecdad-ı Nebi’den bu nevi nebilerin bulunması mümkün.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Yedinci_Nükte"></span>
=== Yedinci Nükte ===
===SEVENTH POINT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''You ask:'''“Which of the narrations mentioning the faith of the Messenger’s (Upon whom be blessings and peace) parents, and that of his grandfather ‘Abd al-Muttalib, is the most authentic and sound?
'''Diyorsunuz ki:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın peder ve valideleri ve ceddi Abdülmuttalib’in imanları hakkında akvâ ve esahh olan haber hangisidir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''For ten years the New Said has had no book with him other than the Qur’an, which he says is sufficient for him. I do not have the time to study all the books of Hadith about secondary matters such as that, and write which is the  soundest  and  most  authentic. I  will  only  say  this  much, that  the  Noble Messenger’s (Upon whom be blessings and peace) parents were believers and will be saved  and  go  to  Paradise.(*<ref>*Nabhani, Hujjat Allah ‘ala’l-‘Alamin, 412-4; Suyuti, al-Rasa’il al-Tis’a (al-Ta’zim wa’l-Minna f’ Anna Abaway Rasul Allah (SAW) fi’l-Janna) ed. ‘Izzuddên al-Sa’idi (Beirut: 1988), 133-89.</ref>)Surely  Almighty  God  would  not  wound  His  Noble Beloved’s blessed heart with its filial tenderness.
'''Elcevap:''' Yeni Said on senedir yanında başka kitapları bulundurmuyor, bana Kur’an yeter diyor. Böyle teferruat mesailinde, bütün kütüb-ü ehadîsi tetkik edip en akvasını yazmaya vaktim müsaade etmiyor. Yalnız bu kadar derim ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın peder ve valideleri ehl-i necattır ve ehl-i cennettir ve ehl-i imandır. Cenab-ı Hak, Habib-i Ekrem’inin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendane şefkatini, elbette rencide etmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If it is asked:'''“Seeing that it is thus, why weren’t they able to believe in God’s Messenger (Upon whom be blessings and peace)? Why didn’t they live to see his mission?
'''Eğer denilse:''' Madem öyledir, neden onlar Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma imana muvaffak olamadılar? Neden bi’setine yetişemediler?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''Out of His munificence, in order to gratify the Messenger’s (Upon whom be blessings and peace) filial sentiments, Almighty God did not put his parents under any obligation to him. His mercy required that to make them happy and to please His Noble Beloved, He did not take them from the rank of parenthood and put them in that of spiritual offspring; He did not place his parents and grandfather among his outward  community. However, He bestowed on them the merit, virtues, and happiness of his community.
'''Elcevap:''' Cenab-ı Hak, Habib-i Ekrem’inin peder ve validesini, kendi keremiyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ferzendane hissini memnun etmek için valideynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mertebesinden, manevî evlat mertebesine getirmemek için hâlis kendi minnet-i rububiyeti altına alıp onları mesud etmek ve Ha­bib-i Ekrem’ini de memnun etmekliği rahmeti iktiza etmiş ki valideynini ve ceddini, ona zâhirî ümmet etmemiş. Fakat ümmetin meziyetini, faziletini, saadetini onlara ihsan etmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If an exalted field marshal’s father, who has the rank of captain, entered his son’s presence, he would be overwhelmed by two opposing emotions. So, compassionately, the king does not post the father to the retinue of his elevated lieutenant, the field marshal.
Evet, âlî bir müşirin yüzbaşı rütbesinde olan pederi huzuruna girmesi, birbirine zıt iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. Padişah o müşir olan Yaver-i Ekrem’ine merhameten, pederini onun maiyetine vermiyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Sekizinci_Nükte"></span>
=== Sekizinci Nükte ===
===EIGHTH POINT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''You ask:'''“What is the most authentic narration concerning the faith of his uncle, Abu Talib?
'''Diyorsunuz ki:''' Amcası Ebu Talib’in imanı hakkında esahh nedir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''The Shi‘a agree that he believed, while most of the Sunnis do not agree. But what occurs to my heart is this: Abu Talib loved most earnestly, not the Most Noble  Messenger’s (Upon whom be blessings and peace) messengership, but his person and his self. That most earnest personal love and tenderness surely will not go for nothing.
'''Elcevap:''' Ehl-i Teşeyyu’, imanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletini değil; şahsını, zatını gayet ciddi severdi. Onun o gayet ciddi, o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, Abu Talib loved Almighty God’s Noble Beloved sincerely and protected  and  supported  him; it  was  because  of  feelings  like  shame  and  tribal solidarity that he did not believe in him in acceptable fashion, not out of denial and obduracy. If due to this he goes to Hell, God Almighty may create a sort of particular Paradise for him, in reward for his good actions. As He sometimes creates the spring during winter, and for people in prison by means of sleep transforms the prison into a palace, so too He may turn a particular Hell into a sort of particular Paradise...
Evet, ciddi bir surette Cenab-ı Hakk’ın Habib-i Ekrem’ini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib’in; inkâra ve inada değil belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makbul bir iman getirmemesi üzerine cehenneme gitse de yine cehennem içinde bir nevi hususi cenneti, onun hasenatına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda –uyku vasıtasıyla– bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi hususi cehennemi, hususi bir nevi cennete çevirebilir…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The knowledge of it is with God alone. * None knows the Unseen save God.
وَال۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ ۝ لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise.(2:32)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirmi Yedinci Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirmi Dokuzuncu Mektup]] </center>
<center> [[Yirmi Yedinci Mektup/en|The Twenty-Seventh Letter]] ⇐ | [[Mektubat/en|The Letters]] | ⇒ [[Yirmi Dokuzuncu Mektup/en|The Twenty-Ninth Letter]] </center>
------
------
</div>