İçeriğe atla

Yirmi Üçüncü Söz/en: Revizyonlar arasındaki fark

"------ <center> The Twenty-Second Word ⇐ | The Words | ⇒ The Twenty-Fourth Word </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("While in that sorry state, a man suddenly appeared. He said to me: “You have wasted all your capital and deserve punishment. You are going to your destination bankrupt and with your hands empty. But if you have any sense, the door of repentance is open. When you receive the fifteen pieces of gold that remain to you, keep half of them in reserve. That is, obtain the things necessary for you in the place where you are going.” I looked, my soul did not..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("------ <center> The Twenty-Second Word ⇐ | The Words | ⇒ The Twenty-Fourth Word </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 34 değişikliği gösterilmiyor)
193. satır: 193. satır:
“You have wasted all your capital and deserve punishment. You are going to your destination bankrupt and with your hands empty. But if you have any sense, the door of repentance is open. When you receive the fifteen pieces of gold that remain to you, keep half of them in reserve. That is, obtain the things necessary for you in the place where you are going.” I looked, my soul did not agree to this. So he said: “A third, then.” My soul still did not obey him. Then he said: “A quarter.” My soul could not give up the habits to which it was addicted, so the man angrily turned his back on me and left.
“You have wasted all your capital and deserve punishment. You are going to your destination bankrupt and with your hands empty. But if you have any sense, the door of repentance is open. When you receive the fifteen pieces of gold that remain to you, keep half of them in reserve. That is, obtain the things necessary for you in the place where you are going.” I looked, my soul did not agree to this. So he said: “A third, then.” My soul still did not obey him. Then he said: “A quarter.” My soul could not give up the habits to which it was addicted, so the man angrily turned his back on me and left.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Suddenly, the scene changed. I was in a train in a tunnel, which was travelling fast as though downwards vertically. I took fright. But what could I do, there was no escape anywhere. Strangely, attractive flowers and enticing fruits appeared on both sides of the train. And I, like the  foolish and inexperienced, looked at them and stretching out my hand, tried to pick them. But they were covered in thorns and tore at my hands when I touched them making them bleed. With the movement  of the train, my hands were lacerated at being parted from them. They cost me much. Suddenly a porter on the train said: “Give me five kurush and I shall give you as much of the flowers and fruits as you want. You are caused the loss of a hundred kurush with your hands being torn, rather than five kurush. Also there is a penalty; you cannot pick them without permission.”
Birden o hal değişti. Baktım ki ben, tünel içinde sukut eder gibi bir süratle giden bir şimendifer içindeyim. Telaş ettim. Fakat ne çare ki hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaibden olarak o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım. O çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat o çiçekler ve meyveler, dikenli mikenli, mülakatında elime batıyor, kanatıyor. Şimendiferin gitmesiyle müfarakatından elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı. Birden şimendiferdeki bir hademe dedi: “Beş kuruş ver, sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine elin parçalanmasıyla yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de ceza var, izinsiz koparamazsın.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In distress I put my head out of the window and looked ahead to see when the tunnel would end. I saw that in place of the tunnel’s entrance were numerous holes. People were being thrown into them from the long train. I saw a hole opposite me. On either side of it was a gravestone. I looked in amazement. I saw that written on one of the gravestones was  the  name  SAID. In  my  bewilderment  and  anxiety  I  exclaimed:  “Alas!” Then suddenly I heard the voice of the man who had given me advice at the door of the hostel. He asked: “Have you come to your senses?” I replied: “Yes, but it is too late now.” So he said: “Repent and place your trust in God.” I replied that I would.
Birden sıkıntıdan ne vakit tünel bitecek diye başımı çıkarıp ileriye baktım. Gördüm ki tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm. İki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merak ile dikkat ettim. O mezar taşında büyük harflerle “Said” ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden “Eyvah!” dedim. Birden o han kapısında bana nasihat eden zatın sesini işittim. Dedi: “Aklın başına geldi mi?” Dedim: “Evet geldi fakat kuvvet kalmadı, çare yok.” Dedi: “Tövbe et, tevekkül et.” Dedim: “Ettim!”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then I awoke and saw myself as the New Said; the Old Said had disappeared.
Ayıldım… Eski Said kaybolmuş. Yeni Said olarak kendimi gördüm.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So, that was the vision. May God cause good to come of it! I shall interpret one or two parts of it, then you can interpret the rest for yourself.
İşte o vakıa-i hayaliyeyi –Allah hayretsin– bir iki kısmını ben tabir edeceğim, sair cihetleri sen kendin tabir et.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The journey was the journey which passes from the World of Spirits, through the mother’s womb, youth, old age, the grave, the Intermediate Realm, the resurrection, and the Bridge of Sirat towards eternity. The sixty pieces of gold were the sixty years of life. I reckoned I saw the vision when I was forty-five years old. I had nothing to guarantee it, but a sincere student of the All-Wise Qur’an advised me to spend half of the fifteen that remained to me on the hereafter. The hostel for me was Istanbul. The train was time, and each year a carriage. As for the tunnel, it was the life of this world. The thorny flowers and  fruits  were  illicit  pleasures  and  forbidden  amusements which cause  pain  while indulging in them on thinking of their passing, and on  separation  lacerate the heart, making it bleed. They also cause a punishment to be inflicted. The porter on the train told me to give him five kurush so that he would give me as many as I wanted. The meaning of this is as follows: the pleasures and enjoyment man receives through licit striving within the sphere of what is lawful are sufficient for him. No need remains to enter the unlawful. You may interpret the rest for yourself.
O yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. O altmış altın ise altmış sene ömürdür ki bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok, fakat bâki kalan on beşinden yarısını âhirete sarf etmek için Kur’an-ı Hakîm’in hâlis bir tilmizi beni irşad etti. O han ise benim için İstanbul imiş. O şimendifer ise zamandır. Her bir yıl bir vagondur. O tünel ise hayat-ı dünyeviyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise lezaiz-i nâmeşruadır ve lehviyat-ı muharremedir ki mülakat esnasında tasavvur-u zevaldeki elem, kalbi kanatıyor. Müfarakatında parçalıyor. Cezayı dahi çektiriyor. Şimendifer hademesi demişti: “Beş kuruş ver, onlardan istediğin kadar vereceğim.” Onun tabiri şudur ki insanın helâl sa’yiyle meşru dairede gördüğü zevkler, lezzetler keyfine kâfidir. Harama girmeye ihtiyaç bırakmaz. Sair kısımları sen tabir edebilirsin…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DÖRDÜNCÜ_NÜKTE"></span>
=== DÖRDÜNCÜ NÜKTE ===
===FOURTH REMARK===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Man resembles a delicate and petted child in the universe. There is a great strength in his weakness  and great power in his impotence. For it is through the strength of his weakness and power of his  impotence that beings have been subjected to him. If man understands his weakness and offers supplications verbally and by state and conduct, and recognizes his impotence and seeks help, since he has offered thanks by exhibiting them, he achieves his aims and his desires are subjugated to him in a way far exceeding what he could achieve with his own power. Only, he sometimes wrongly attributes to his own power the attainment of a wish that has been obtained for him through the supplications offered by the tongue of his disposition. For example, the strength in the weakness of a chick causes the mother hen to attack a lion. And its newly-born lion cub subjugates to itself the savage and hungry lioness, leaving the mother hungry and the cub full. See this strength in weakness and manifestation of Divine mercy, which are worthy of notice!
İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp kālen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese; o teshirin şükrünü eda ile beraber matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki iktidar-ı zatîsiyle onun öşr-i mi’şarına muvaffak olamaz. Yalnız bazı vakit lisan-ı hal duasıyla hasıl olan bir matlubunu yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Mesela, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte cây-ı dikkat zaaftaki bir kuvvet ve şâyan-ı temaşa bir cilve-i rahmet…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as through crying or asking or looking unhappy, a child subjugates the strong to himself, and is so successful in getting what he wants that he could not obtain one thousandth of it with a thousand times his own strength. That is to say, since weakness and impotence excite compassion and a sense of protection towards him, the child can subjugate heroes to himself with his tiny finger. Now, should such a child with foolish conceit deny  the  compassion and accuse the protection saying:  “I subjugate these with my own strength”, of course he will receive a slap.
Nasıl ki nazdar bir çocuk ağlamasıyla ya istemesiyle ya hazîn haliyle matlublarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki o matlublardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ittiham etmek suretiyle ahmakane bir gurur ile “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum.” dese, elbette bir tokat yiyecektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way, if, like Qarun, man says: I have been given it on account of the knowledge I have,(*<ref>*Qur’an, 28:78.</ref>)
İşte insan dahi Hâlık’ının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı nimet suretinde Karun gibi اِنَّمَٓا اُوتٖيتُهُ عَلٰى عِل۟مٍ yani “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım.” dese, elbette sille-i azaba kendini müstahak eder.
that is, “I gained this through my own knowledge and my own power” in a way that demonstrates ingratitude and denies his Creator’s mercy and accuses His wisdom, he will of course deserve a  punishing  blow.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This  means that  man’s domination and  human advances and the attainments of civilization, which are to be observed, have been made subject to him not through his attracting them or conquering them or through combat, but due to his weakness. He has been assisted because of his  impotence. They have been bestowed on him due to his  indigence. He has  been inspired with them  due to his ignorance. They have been given him due to his need. And the reason for his domination is not  strength and the power of knowledge, but the compassion and clemency of the Sustainer and Divine mercy and wisdom: they have subjugated things to him. Yes, what clothes man, who is defeated by vermin like eyeless scorpions and legless snakes, in silk from a tiny worm and feeds him honey from a poisonous insect is not his own power, but the subjugation of the Sustainer and the bestowal of the Most  Merciful, which are the fruits of his weakness.
Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemalât-ı medeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona, onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re’fet-i Rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i İlahiyedir ki eşyayı ona teshir etmiştir. Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlup olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O man! Since the reality of the matter is thus, give up egotism and arrogance. With the tongue of seeking help proclaim your impotence and weakness at the Divine Court, and with the tongue of entreaty and supplication, your poverty and need. Show that you are His slave. Say: God is enough for us, for He is the Best Disposer of Affairs,(*<ref>*Qur’an, 3:173.</ref>)and rise in degree.
Ey insan! Madem hakikat böyledir, gururu ve enaniyeti bırak. Uluhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdad lisanıyla; fakr ve hâcatını, tazarru ve dua lisanıyla ilan et ve abd olduğunu göster. Ve حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ de, yüksel.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, do not say: “I am nothing. What importance do I have that the universe should purposefully be made subject to me by an Absolutely All-Wise One, and universal thanks required of me?”
Hem deme ki: “Ben hiçim, ne ehemmiyetim var ki bu kâinat bir Hakîm-i Mutlak tarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Because for sure you are as though nothing with respect to your soul and form, but from the point of view of duty and rank, you are an observant spectator of this majestic universe, an eloquent, articulate tongue of these beings so full of wisdom, a discerning reader of this book of the universe, a supervisor of these creatures full of wonder at their glorifications, and like a foreman of these beings full of respect for their worship.
Çünkü sen, çendan nefsin ve suretin itibarıyla hiç hükmündesin. Fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, O man! In regard to your vegetable physical being and animal soul, you are a deaf particle, a contemptible atom, a needy creature, a weak animal, who, tossed on the awesome waves of the flood of beings, is departing. But being perfected through the light of belief, which comprises the radiance of Divine love, and through the training of Islam, which is enlightened, in regard to humanity and servitude to God, you are a king, and a universal within particularity, and within your insignificance, a world, and within your contemptibility, a supervisor of such high rank and extensive sphere that you can say: “My  Compassionate Sustainer has made the world a house for me, the sun and moon lamps for it, and the spring, a bunch of flowers for me, and summer, a table of bounties, and the animals, He has made my servants. And He has made plants the decorated furnishings of my house.”
Evet ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarıyla sağir bir cüz, hakir bir cüz’î, fakir bir mahluk, zayıf bir hayvansın ki bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyet’in terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir nâzırsın ki diyebilirsin: “Benim Rabb-i Rahîm’im dünyayı bana bir hane yaptı. Ay ve güneşi, o haneme bir lamba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i nimet; ve hayvanı, bana hizmetkâr yaptı. Ve nebatatı, o hanemin ziynetli levazımatı yapmıştır.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''To conclude:''' If you heed Satan and your soul, you will fall to the lowest of the low. But if you heed Truth and the Qur’an, you will rise to the highest of the high and become the Most Excellent Pattern of the universe.
'''Netice-i kelâm:''' Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen esfel-i safilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_NÜKTE"></span>
=== BEŞİNCİ NÜKTE ===
===FIFTH REMARK===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Man has been sent to this world as an official and guest, and has been given abilities of great significance. And he has been entrusted with important duties in accordance with those abilities. In order  to  employ man in fulfilling those aims and duties, powerful encouragement  and  severe  threats  have  been  made. We  shall  here  summarize  the fundamentals  of  worship  and  of  man’s  duties,  which  we  have  explained  at  length elsewhere, so that the mystery of ‘the Most Excellent of Patterns’ may be understood.
İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı, o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. Başka yerde izah ettiğimiz vazife-i insaniyetin ve ubudiyetin esasatını şurada icmal edeceğiz. Tâ ki “ahsen-i takvim” sırrı anlaşılsın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
On coming into the universe man has two aspects of worship and being a slave of God’s. One is worship and contemplation in the absence of the Object of Worship. The other is worship and supplication in His presence and addressing Him directly.
İşte insan, şu kâinata geldikten sonra '''iki cihet''' ile ubudiyeti var: Bir ciheti; gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri; hazırane, muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münâcatı vardır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''First Aspect:''' It is to affirm submissively the sovereignty of dominicality apparent in the universe and to observe its perfections and virtues in wonder.
'''Birinci vecih''' şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı rububiyeti, itaatkârane tasdik edip kemalâtına ve mehasinine hayretkârane nezaretidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then it is to proclaim and herald the unique arts which consist of the inscriptions of the Sacred Divine Names and to display them to others.
Sonra, esma-i kudsiye-i İlahiyenin nukuşlarından ibaret olan bedî’ sanatları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilancılıktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then it is to weigh on the scales of perception the jewels of the dominical Names, which are all  like hidden treasures; it is to appreciatively affirm their value with the discerning heart.
Sonra, her biri birer gizli hazine-i maneviye hükmünde olan esma-i Rabbaniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymet-şinaslığı ile takdirkârane kıymet vermektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then it is to study and ponder over in wonder the pages of beings and leaves of the earth and sky, which are like missives of the pen of power.
Sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve sema yapraklarını mütalaa edip hayretkârane tefekkürdür.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then through beholding admiringly the adornment and subtle arts in beings, it is to feel love for knowledge of their All-Beauteous Creator, and to yearn to ascend to the presence of their All-Perfect Maker and to receive His favours.
Sonra, şu mevcudattaki ziynetleri ve latîf sanatları istihsankârane temaşa etmekle onların Fâtır-ı Zülcemal’inin marifetine muhabbet etmek ve onların Sâni’-i Zülkemal’inin huzuruna çıkmaya ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Second Aspect: This is the station of presence and address wherein man passes from the work to the producer of the work and he sees that an All-Beauteous Maker wants to make himself  known and acquainted through the miracles of His art, and he responds with knowledge and belief.
'''İkinci vecih''', huzur ve hitap makamıdır ki eserden müessire geçer, görür ki: Bir Sâni’-i Zülcelal, kendi sanatının mu’cizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile marifet ile mukabele eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then he sees that an All-Compassionate Sustainer wants to make himself loved through the fine fruits of His mercy. So confining his love and worship to Him, he makes himself love Him.
Sonra görür ki bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini ona sevdirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then he sees that an All-Generous Bestower is nurturing him with the delights of bounties material and immaterial, and in return he offers Him thanks and praise with his actions, conduct, words, and as far as he can, with all his senses and faculties.
Sonra görüyor ki bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve manevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da ona mukabil; fiiliyle, haliyle, kāliyle, hattâ elinden gelse bütün hâsseleri ile cihazatı ile şükür ve hamd ü sena eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then  he  sees  that  an  All-Beauteous  and  Glorious  One  is  announcing  His tremendousness and perfections, and glory and beauty in the mirrors of these beings, and is drawing attentive gazes to them. So in response he declares: “God is Most Great! Glory be to God!”, and in humility prostrates in love and wonder.
Sonra görüyor ki bir Celil-i Cemil, şu mevcudatın âyinelerinde kibriya ve kemalini ve celal ve cemalini izhar edip nazar-ı dikkati celbediyor. O da ona mukabil, “Allahu ekber, Sübhanallah” deyip mahviyet içinde hayret ve muhabbet ile secde eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then he sees that a Possessor of Absolute Riches is displaying His boundless wealth and treasuries amid an absolute munificence. So in response, exalting and praising Him, he entreats and asks for them, expressing his utter need.
Sonra görüyor ki bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehavet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da ona mukabil, tazim ve sena içinde kemal-i iftikar ile sual eder ve ister.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then he sees that the All-Glorious Creator has made the face of the earth like an exhibition and displayed on it all His antique works of art. So in response he exclaims in appreciation: “What wonders God has willed!”, and in admiration: “What blessings God has bestowed!”, and in wonder: “Glory be to God!”, and in astonishment: “God is Most Great!”
Sonra görüyor ki o Fâtır-ı Zülcelal, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış. Bütün antika sanatlarını orada teşhir ediyor. O da ona mukabil, “Mâşâallah” diyerek takdir ile “Bârekellah” diyerek tahsin ile “Sübhanallah” diyerek hayret ile “Allahu ekber” diyerek istihsan ile mukabele eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then he sees that in His palace of the universe a Single One of Unity has struck seals of unity on all beings with His inimitable signature, and with His stamps, signets, and cyphers  particular  to Him; that He inscribes the signs of His unity; and planting the banner of unity in every  region of the world, He proclaims His dominicality. And he responds with assent, belief, submission, worship, and affirmation of His unity.
Sonra görüyor ki bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklit edilmez sikkeleriyle, ona mahsus hâtemleriyle, ona münhasır turralarıyla, ona has fermanlarıyla bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfak-ı âlemin aktarında vahdaniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilan ediyor. O da ona mukabil, tasdik ile iman ile tevhid ile iz’an ile şehadet ile ubudiyet ile mukabele eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, through worship and contemplation of this kind he becomes a true man. He shows that he is on the Most Excellent of Patterns. Through the auspiciousness of belief he becomes a reliable vicegerent of the earth worthy of bearing the Trust.
İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakiki insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir. İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O heedless man created on the Most Excellent of Patterns, who, through the misuse of his will is descending to the lowest of the low! Listen to me! In the heedlessness induced by the intoxication of youth I, like you, thought the world was fine and lovely. Then the moment I awoke in the morning of old age, I saw how ugly was the world’s face that was not turned towards the hereafter, which I had previously imagined to be beautiful. To see this and how beautiful was its true face, which looks to the  hereafter, you may refer to the two ‘Signboards’ in the Second Station of the Seventeenth Word, and see for yourself.
Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i safilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakiki yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı’nın 233-234’üncü sahifelerinde yazılan iki levha-i hakikate bak, sen de gör:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The First Signboard depicts the reality of the world of the people of neglect, which long ago, like  the people of misguidance, I saw through the veil of heedlessness, but without being intoxicated.
'''Birinci Levha:''' Ehl-i dalalet gibi fakat sarhoş olmadan gaflet perdesiyle eskiden gördüğüm ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Second Signboard indicates the reality of the worlds of the people of guidance. I left it in the form it was written long ago. It resembles poetry, but it is not truly that...
'''İkinci Levha:''' Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder. Eskiden ne tarzda yazılmış, o tarzda bıraktım. Şiire benzer fakat şiir değillerdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed You are All-Knowing, All-Wise.(*<ref>*Qur’an, 2:32.</ref>)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O My Sustainer! Expand for me my breast * Make easy for me my affair * And loosen the knot on my tongue * That they may understand my words.(*<ref>*Qur’an, 20:25-8.</ref>)
رَبِّ اش۟رَح۟ لٖى صَد۟رٖى ۝ وَيَسِّر۟ لٖٓى اَم۟رٖى ۝ وَاح۟لُل۟ عُق۟دَةً مِن۟ لِسَانٖى ۝ يَف۟قَهُوا قَو۟لٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings to the subtle unitary Muhammadan essence, the Sun in the skies of mysteries and manifestation of lights, the centre of the orbit of glory and the pole of the sphere of beauty. O God! By his mystery in Your presence and by his journeying to You, succour my  fear, and right my stumbling, and dispel my grief and my greed, and be mine, and take me from myself to Yourself, and bestow on me annihilation from myself, and do not make me captivated by my soul and veiled by my senses, and reveal to me all hidden secrets, O Ever- Living and Self-Subsistent One! O Ever-Living and Self-Subsistent One! O Ever- Living and Self-Subsistent One! And grant mercy to me and to my companions and to the people of belief and the  Qur’an. Amen. O Most Merciful of the Merciful and Most Generous of the Generous!
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلَى الذَّاتِ ال۟مُحَمَّدِيَّةِ اللَّطٖيفَةِ ال۟اَحَدِيَّةِ شَم۟سِ سَمَاءِ ال۟اَس۟رَارِ وَ مَظ۟هَرِ ال۟اَن۟وَارِ وَ مَر۟كَزِ مَدَارِ ال۟جَلَالِ وَ قُط۟بِ فَلَكِ ال۟جَمَالِ اَللّٰهُمَّ بِسِرِّهٖ لَدَي۟كَ وَ بِسَي۟رِهٖ اِلَي۟كَ اٰمِن۟ خَو۟فٖى وَ اَقِل۟ عُث۟رَتٖى وَ اَذ۟هِب۟ حُز۟نٖى وَ حِر۟صٖى وَ كُن۟ لٖى وَ خُذ۟نٖى اِلَي۟كَ مِنّٖى وَ ار۟زُق۟نِى ال۟فَنَاءَ عَنّٖى وَ لَا تَج۟عَل۟نٖى مَف۟تُونًا بِنَف۟سٖى مَح۟جُوبًا بِحِسّٖى وَاك۟شِف۟ لٖى عَن۟ كُلِّ سِرٍّ مَك۟تُومٍ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ وَ ار۟حَم۟نٖى وَار۟حَم۟ رُفَقَائٖى وَ ار۟حَم۟ اَه۟لَ ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟قُر۟اٰنِ اٰمٖينَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ وَ يَا اَك۟رَمَ ال۟اَك۟رَمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And the close of their prayer will be: All Praise be to God, the Sustainer of All the Worlds.
وَ اٰخِرُ دَع۟وٰيهُم۟ اَنِ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
</div>




<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirmi İkinci Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Yirmi Dördüncü Söz]] </center>
<center> [[Yirmi İkinci Söz/en|The Twenty-Second Word]] ⇐ | [[Sözler/en|The Words]] | ⇒ [[Yirmi Dördüncü Söz/en|The Twenty-Fourth Word]] </center>
------
------
</div>